HAYAL BİLGİSİ 10

Page 1

[Hayal Bilgisi 10]

1


[Hayal Bilgisi 10]

Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi Yıl: 3 Sayı: 10 Sonbahar 2013 Yayın Yönetmeni Cihat Albayrak Editör Ayşe Ünsal Kapak Fotoğrafı Silvia Pelissero Tasarım/Dizgi Yunus Ünsal {05053590695} ISSN 2146 4294 Yayın Türü Yerel/Süreli Baskı Form Ofset İletişim {05056351554} ayse-cihat@hotmail.com facebook.com/hayalbilgisi www.edebiyatdergisi.org www.cihatalbayrak.com Posta Foto Deniz, Manolya Pastanesi Yanı, Erciş Van Serencam Yayınları işbirliği ile üç ayda bir yayınlanır. Ticari değildir. Talep eden öğrencilere ücretsiz gönderilir.

Kıymetli okur,

2

Edebiyat dergileri kapanıyor, her ay yenileri kitapçı raflarında yerini alıyor. İlk sayısı yayınlandıktan sonra devam edemeyen çok dergi var ve bu dergilerin tek sayıları, yüzlerce sayı devam eden herhangi bir derginin herhangi bir sayısından daha az değerli değil. Edebi kaygı ve heyecan ile birden çok kişinin kaleme sarılarak oluşturduğu bu ürünlerin hepsi çok değerli. Ve aslında, zamanla heyecanını yitirerek yalnızca ticari bir organa dönüşen dergilerden çok daha değerli, yayın hayatına devam edemeyen bu dergiler. Biz, Hayal Bilgisi olarak, üç yıla ancak 10 sayı sığdırabildik. 2011’de bir deprem yaşadık. Ardından maddi depremlerle ara verdik. Yola birlikte çıktığımız insanların yarısını kaybettik, bir o kadar yol arkadaşı kazandık. Hayal Bilgisi, adı değişmese de, her sayı kapanıp yeniden yoluna devam eden bir dergi gibi. Bu yüzden heyecanını koruyor, en çok heyecanını… Mısır ve Suriye’de kan akıyor. Bizim, aklımız ermiyor zalimlerin oyunlarına. Ama yüreğimiz sessiz kalmadı. Şiirler yazdık. Masum insanlar hayatlarını kaybediyorken, yalnızca yazarak onların yanında olmak, çok ağır. Kitaplara dair çok şey var bu sayımızda ve genç kalemlerden ilk yazılar. Kapısı herkese açık bir dergi Hayal Bilgisi. Ve bir iyilik projesi, ilk gününden beri. Her türlü konuda fikir ve önerilerinizi, eleştirilerinizi, yorumlarınızı bizimle paylaşın. İlerleyen sayfalarda, mutlaka size hitap eden bir yazı ve yazarla tanışacaksınız. İyi okumalar…


[Hayal Bilgisi 10] müştehir karakaya  Falcı Kadının Anlattıkları ile Gündüz Görülen Düşler Üzerine

3

kıştı / üşüyordum / aylak aylak dolaşıyordum / yolumu şaşıyordum / aynamı kırıyordum / saraylarımı yıkıyor çöllere vuruyordum / belki de serabı arıyordum / uzak bir ihtimal de olsa gece düşlerimi yeni bir askıya asıyordum / incelmiş ve kıvrılmış boynumu tutup uzatıyordum / bütün göstergelerimin milleri kırmızı alarm veriyordu / güneşi iç ettiğimden beri gölgem yoktu / gölgemi üç yıllık uzak yolda bulunan çeşmeden su almak için yollamıştım / şarkıların nakaratlarını tümden bozdum / sesim soğuk ve anlaşılmaz bir tınıyla cebelleşiyordu / kıştı / göğsüme yaslanan hayvanlar kış uykusuna yatmışlardı / beni yollara vuran ise kanadı kırık bir kuştu / mümkünse cam kenarı olsun dedim kaptana / kaptan afallamıştı / dedi ha cam kenarı ha koridor kanat kırık olduktan sonra / tabii ya / ne farkeder gökyüzünü bitimsiz bir özgürlükle doyasıya dolaşmadıktan sonra / bulutlu bir semada bu koca dev kütleye binen kırık kanatlı bir kuşla onu ayakta tutan yaralı beden ha koridorda ha cam kenarı / acem şiran bir melodi uzun bir fasılla terennüm ediyordu tan vaktinden önce / üçyüz otuzüç kere hapşırıyordum kadife bir zemin üzerine / sonra ağaçları üzerine nutuk çektiğim bir şehirde bir kadın ellerimi tutuyordu / bayılıyordum / üşümüyordum artık / üstelik kıştı kıştı / bir deniz kenarıydı / hafiften meltem vardı / insanlar martılar gibiydi / deniz kendi aymazlığına küsmüş gibiydi / falcı kadın ellerini tuttu / üç vakte kadar dedi / üç vakit ne zamandır dedi kadın / birinci vakit kırkıncı kapıyı geçtiğin vakittir / ikinci vakittir senin düşlerinden bir kırmızı elma düştüğünde senin payın olan / üçüncü vakit dirildiğin vakittir dedi de falcı kadın / ikinin ikisinde isabet birinde henüz yol başındayım dedi kadın / senin düşün bundan böyle gece değil gündüz gelecek dedi falcı kadın / gece mehtap yoksa bu senin eserin / sen ayı kov bahçenden güneşe sarıl / dumanı sevsen puslu günler senin olacaktır / yağmurdan korkma bulut sana aşık olsun / düşlerindeki kurşun yanı başında ama korkma henüz namludan çıkmadı / bir vakte kadar sen bir yol başına geleceksin ve yol senin esirin olacak / kıştı / kadın üşüyordu / ellerine baktı elleri gül kırmızısıydı / tuttu o kırmızıyı alnıma çaldı / içimdeki tüm hayvanlar uyandı kış uykusundan / kanadı kırık kuşlar da havalandılar / …


[Hayal Bilgisi 10] Z RAPORU

/cihat albayrak

“Bir çocuğun sayamayacağı kadar çok insan öldürmüşler bugün” ¹ - Kan içmek ölümsüzlük vadediyor sanırsın ² en parlak çağında zulüm on binlerce ölü bir yıllık ciro oybirliği ile canını yakıyorlar özgür ailelerin ayakkabılarıyla giriyor işgalciler abdestli şehirlere abilik yapıyor dumanı üstünde silahlar tavşankanı bir mısır ısmarlıyor büyük adamlar askerlere kanlı temenniler, hayırlı cinayetler meydanlarda kıyamet provaları saklambaç oynuyor askerler demokrasiyle şehit kime denir; çocukların özlediklerine? hayatın yatılı okulu mudur sığınma kampları hayır, ‘ekmek ıslatır gibi yalancıktan yağmıyor yağmurlar’ ³ hayatın soğuk şakaları çocuk bedenlerindeki kurşunlar ölümleri yorumluyor televizyonlar haber bültenleri, ramazan eğlencesi olmalı içinden gülebilenlerin savaşlara hayır, korkmuyoruz sizden bay yabancı ⁴ ağlamayı bilen gözlerimiz ve, siz bilmezsiniz gözünün akı kırmızısına bulanmış çocuklarımız var ⁵ dilsiz günahları yoktur çocuk adamların siz günahkârsınız bay yabancı! çocukluktan başka özlediği hiçbir şey yok dünyanın keşke çocuklar ölmese. 1/ Ercişli bir çocuğun Mısır haberlerine yaptığı yorum 2/ İclal Tiryaki 3/ Duran Aydın, Tmolos Edebiyat Dergisi, Sayı 13 4/ Sezai Karakoç’un, Ötesini Söylemeyeceğim adlı şiirinden 5/ Cemil Aydın, Sesini Yitirmişlerin Ağıtı, AyVakti Edebiyat Dergisi, Sayı 145

4


[Hayal Bilgisi 10] YOLCU’YA

/adige batur

yükümüz hep sol tarafta değil mi bizim kemik kafeslerde çırpınan kuş mercan bakışların ağırlığında ezilen gurur tarifsiz hisleri ifadeden aciz kelimeler sol yanımız biz buyuz dost, ateşi severiz dertsiz olsak ve günahsız helak ederdi, rabbimiz incinen yanlarını sev ey dost, kuyu da biziz, gece de ayrılık da biziz ölüm de ve semender yar avucunda ellerimiz aklımız sağ tarafta ve sol yanda kalbimiz

bugünü sev ey dost kalbinin attığı an varsın yalnızca dün imkansızdır çünkü yarın ihtimal…

5


[Hayal Bilgisi 10] İNSANLIK

/emre küçükoğlu

6

ellerinden kemiklerin çekilmiş insanlık ağaç heykelleri gölgesinde büyümüş köprülerin burada yaşıyorsun halbuki yirmi birinci yüzyıl bir kahvenin gönül ömrü hala kırk yıl olsa da düşman belletiyor türkiye’de ana haber bültenleri ellerinden dünya çekilmiş insanlık yanmak bize, boğulmak bize enkaz bize, radyasyon bize diktatör bize, mermi... yeter arka sokaklar kurbanlara oynatılan bir gösteri adıdır ellerinden ellerim çekilmiş insanlık kütüphane çocukları fişleniyor on dördünü taciz edilmeden bitirdiğinde reşitsin bir de “yasa gereği” oluyor tahribat bilmezmiş gibi toprağın kanunlarını sen de insan mısın ey insanlık


[Hayal Bilgisi 10] GECE

/esra pak

7

arzum’a… bir sabah ortada hiçbir şey yokken çalsam kapını uzansam yanına ilk defa görmüş gibi usulca sarılsam istanbul’un diğer ucunda henüz gün ağarmamış olsa bir vapur düdüğüne dayasan kulağını hoş geldin dese ansızın şehir başka kimseyi beklemiyordum dese konuşmalar kavgalar yürüyüşler geçse yüzünden o sessizlikte badanası akmakta olan bir evi anımsatsa bana çocukluk oyunlarımı, oyuncağı hiç olmamış çocukları yüzünün zamansız çizgilerinden trenler aksa sonsuz bir sefere umarım uzun sürer yolculuğun geçmişe belki başka bir yer kalmaz gidince ve sen kalırsın ömrümde sonra yağmur yağsa, o şarkı bizim olsa ve uzun cümlelerle kısa kelimeler kısa kelimelerle uzun hatıralar bıraksam o nehre herkes sustuğu kadar âşık, konuştuğu kadar yalnız olmasa bu şehirde gün bitti gece çöküyor yüzüne sokak lambaları aydınlatıyor kaldırımın hüznünü birkaç iğne kalıyor yüreğinde üzerine uzanıyorsun daha çok acıtsın diye

YOKLUK VE TEKNE

/s. iclal tiryaki

sabırsız bir çabayla karıp duruyor ellerim yok tüketecek kendimden başka

yolu aydınlatan meşale adımın üzerinde izi kayboluyor avuçlarımın

uzun ve dolambaçlı koridorda beklemek var yutuyor yazdığım sloganları hırçın duvarlar

sarp kayalıklarından yuvarlanıyorum aklımın savruluyor doksan dokuz inci şah damarım çatırdıyor

aya ulaşmak istedim dün başını tutmuş büyük çukurun

uykum çok ağır


[Hayal Bilgisi 10] ÜÇ ADAM

/ibrahim sarp baysu

8

 Saatin gece yarısını az buçuk geçtiği bir zamandı. Bir adam elinde sefer tası yüzünde günden mutlu olduğunu belirten sıcak bir ifadeyle begonya sokağın başında göründü. Begonya sokak… Ah ne güzeldi. Gündüzleri çocuk gürültüsü akşamları esen serin rüzgârın sardığı nadide bir çiçek. Severdi çiçekleri adam. Evini buradan almasında sokağın adının ve evi görmeye geldiğinde oyun oynayan kalabalık çocukların payı vardı. Severdi çocukları da çiçekler gibi. Çocuğu olmuyor diye mi yoksa hiç büyümüyor diye mi bunu anlamak bile istemiyordu. Platonik sevdalara boyun eğmiş âşıklar gibi seviyordu. Bugün hava ne güzeldi diye sesli düşündü adam. Sabah şehre düşen yaz yağmurlarıyla beraber dudaklarından dökülen dört mısrayı yine tekrar etti. Unutmamak için. Unutmadan eşine söyleyebilmek için. yerde yağmur / gökte güneş / havada toprak kokusu / ne güzel bu yaz yağmurun buğusu / severken insan yaşamayı Esnaftı adam. Begonya sokağın çıkışındaki ana caddede küçük bir bakkaliyesi vardı. Öyle çok kazanmazdı ama yetmenin ve yetenle mutlu olmanın erdemine sahipti… Mutluydu. Hava da gecenin rengine uygun bir yel dolanıyordu. Okşadığını hissetti adam doğa ananın elleri tarafından. Ne güzeldi insanın bir annesi daha olması ve hep onunla olup onu soluması. Hep böyleydi o. Mutluydu. Mutlu olmayı severdi. Çünkü inanırdı mutluluğa. O sokağı dönüp evinin merdivenlerine ilk adımını atarken sokağın başında günümüzde yoksul bir aileye ev ve araba


[Hayal Bilgisi 10] için yeterli paraya eşdeğer olan bir arabada karşıdaki lüks apartmanda oturan banka müdürü vardı. Düşünüyordu müdür… Düşünüyor ve sigara içiyordu. Ona eşlik eden bir radyo ve bir de Camel marka sigaraydı. Severdi Camel’ı. Pahalı olmasından ve lüks gibi olmasından da değil. Hayata benzetirdi Camel’ı. Ağır ama yine de katlanılan.

9

Bıktım diyordu dili yüreği aklı beyni tüm benliği. Bıktım. O kadar çok çığlık atıyorlardı ki içsel bir eylem vardı bedeninde. Hayattan bıkmıştı. Sahip olmaktan bıkmıştı. Sahip olamamanın tadını özlüyordu. Çok çalışmanın değil de yeteri kadar çalışıp avunmanın tadını unutamıyordu. Öyle ya, insan hep çok çalışır sonrasında anlardı ömrünü kazanmak denilen saçmalıkla takas ettiğini. Para hiç dert olmamıştı ona son 25 yıldır. Gençliğinde pazarlarda sattığı limonların üç kuruşluk hâsılatı daha tatlı geliyordu şimdi kendisine. Limonlarını yükleyip pazara taşıdığı o külüstür el arabası bu yüzlerce milyarlık arabasından daha ilgi çekici görünüyordu. Zaten böyle yoksul bir muhitte oturmasının sebebini arkadaşlarına açıklamak istememesi bu hasretini anlamayacak olmalarındandı. Çünkü onlar şuan neyse geldikleri yer de şu anki gibiydi. Onlar yoksulluk çekmemişti. Onlar serçe parmakları kadar kalemlerle yazılı imtihanlara girip hayatlarını kurma çabası göstermemişlerdi. Onlar burs kuyruklarında beklememiş pazarlarda limon satıp simit ve çayla karın doyurmanın tadına varmamışlardı. Onlar onlar onlar. Onlar simidin yanına peyniri katmayı yoğurda ekmek banmayı bilmezlerdi. Suç onlarında değildi aslında. Herkesin başka bir hayatı vardı. Ama tutamadı kendisini ve öfkesine yenik düştü. Lanet olsun onlara dedi ve bir zincir halkasına yeni bir halka ekler gibi yaktı kaçıncı olduğunu unuttuğu sigarasını. İlk dumandan sonra ‘İyi ki kaderleri Tanrı yazıyor alınlara. Yoksa böyle her şeyi birbirinin aynı şekilde yaşayan aynı dilekleri tutan aynı hayatlara heveslenen insanlar bir aynanın aksinden farksız olmazdı.’ dedi. Sözleriyle düşüncelerinin birbiriyle çelişmesi şaşırttı onu. İnsan böyleydi işte. Sağdan düşünür soldan icra ederdi. Bunları da unuttu sigarasından bir nefes daha alırken.  Bıktım bu aptalca hayattan. İnsanların sokakta her şeye gözleriyle bakıp karar vermesinden. Okullarda papağan gibi eğitilmekten… İstediğimi değil istediklerini öğrenmekten bıktım, dedi genç bir adam sokağın köşesinden görünüp önündeki çok pahalı arabanın yanından geçerken. Bıktım bu hayattan. Bıktım bu saçma sapan yaşayışlardan. ‘İlkokulda sıraya adımı yazarken adımı yazabilmeyi öğrendikten sonra artık burada ne işim var diyerek boşlamaya başladım okulu. İlkokul dörtteydim o zamanlar. Ondan sonra başladı derslerimin berbat bir hal almaya başlaması. Her gün hiç umurumda olmayan şeyleri anlatıp kafama sokmak istiyorlardı. Oysa anlamak için gayret etmiyor gereksiz buluyordum. Ben deniz kenarında bir ağaca konacak kuşları merak ediyordum. Kuşların kanat ve ses rengini. Ben geleceğimin yaşantısını merak ediyorum. Geçmişte ölmüş bedenleri değil. Unutacağım şeyleri öğrenmeyi değil’ dedi içindeki asi ses.


[Hayal Bilgisi 10] Arabaya baktı içinde bir adam sigara içip müzik dinliyordu. İmrendi. Nefret etti. Kınadı. Lanetler yağdırdı. O üç kuruş için gecenin bu vaktine kadar ter akıtmış ama kazandığı para o çok istediği üç kitaba bile yetmemişti. Oysa bu adam her gece o çok pahalı arabasını kapının önüne çekip bir de sanki çok derdi varmışçasına kederli müzikler dinliyor sigarasını tüttürüyordu.

10

Ne saçma bir şeydi bu hayat. Hiç memnun değildi. Kaçak sigara satanlardan aldığı paketteki son dalını çıkarıp yaktı bir an durup. Sonra derin bir nefes çekip yoluna devam etti. O kadar yorgundu ki eski bilgisayarı ve sevdiği birkaç kitaptan başka bir şey olmayan çantası dağlar kadar ağır geldi kendisine. Yazıyordu genç adam. Kendince yazıyordu. Aslında ben sırt çantasını değil de dünyaları sırtlıyorum dedi kendine. Çünkü bilgisayarında o kadar çok öykü o kadar çok kahraman vardı ki bunlar dünyalar ederdi onun için. Evet, o dünyayı taşıyordu. İnsan zaten doğar doğmaz dünyayı sırtlardı ya. Hatta dünyaları. Eğitilir öğretilir papağanlaştırılır devletin ya da hayatın herhangi bir konumuna tuğla gibi konulurdu birkaç kişinin belirlediği bu yönetim sisteminde. Tarihse tarih, okulda öğretirlerdi. Doğru olan sadece buydu. Edebiyatsa edebiyat, doğru olan bazı toplulukları savunanların yaptığı edebiyattı. Dayatmalarla var olmaktı toplumun yaptığı. Kendilerine dayatılan ve kendilerinin dayattıkları saçma sapan şeyleri yaşayarak var olmaya inanmış öyle yaşıyorlardı. Nefret ediyordu bu sistemden. Bir nefes daha çekti sigarasından başı eğik, adımlarına odaklıyken gözleri. Unutamadığı aşkı geldi aklına. Onu hatırlayınca her şeyi unuttu. Her şey silindi bir an. Ah şu gençlik, ne umursamazdı bazen. Ne çok bencildi severken. Bir nefes daha çekti sigarasından. Sigaranın dumanı ne zaman çarpsa yüzüne, bitmiş bir aşktan savrulan şarapnel parçaları gibi yaralıyordu yüreğini. Bana ben zarar veriyorum diyemedi ama kendisine. Suç hep başkasınındı. Öyle ya o gençti bu kadar üstüne varmamaları gerekiyordu. İnsan özledikçe nasıl da karışıyordu her şey. Nasıl da deli saçmaları ediyordu. Aklının defterine, aklının o her köşesine şiirler iliştirilmiş defterine bir şiir daha yazdı usulcacık. ‘özledi onu içimde biri / aşk bir ikilem / biri sen / biri ben / aşk bir tekrar / ilki ben tekrarı sen / aşk gün gibi sevgilim / gündüzü sen / gecesi ben / bak ben buradayım, karanlıkta / ve yalnız / oysa geceye ne kadar uzaksın gündüz olan sen’  Arabasının kenarında durup sigarasını yakan asi bakışlı delikanlıyı çok kıskandı müdür. Gençliğini hatırladı, üzülmek ve özlemek arası bir ikilemde döndü durdu. Radyonun sesini biraz daha açtı sigarasından daha derin bir nefes çekti. Duman yüzünü tırmaladı, arabanın tavanını yokladı sonra açık camı bulup sokağın tavanına dikti gözlerini. Var gücüyle tırmanmaya başladı göğü. Ardından radyodaki kadının sesi takip etti silinmeye başlayan dumanı. ‘Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler…’

 Türkiye’nin Edebiyat Dergisi Arşivi  www.edebiyatdergisi.org 


[Hayal Bilgisi 10] HASBİHAL adige batur’a

/abdulkadir üstündağ

şiiri kalemimin kıvrımlarına öğreten bir şairi, yalnızca gözleri kutsanmış bir kadın koruyabilirdi sırra kadem basan modern dizeler aşkına kün, bir şehrin taşralarına verilebilecek en güzel umuttu modern zamanlarda bir şiire kaç kız inanırdı ki nerde zühre nerde siyah zülüfler aşkına bin yıllık karanlık kuyuları tercih eden âşıklar inanmıyorduk onlara ve betondan mabetlerine karton piyer tanrılarına borsalarına, tahvillerine, reytinglerine zamansız gelen mevsim sonu indirimlerine ahşaptan yapılmış yaşlı adam modellerine oysa bizim şiirimiz onların betondan mabetlerinden daha görkemli ve daha gerçekti hem de göğe yükselen isa kadar gerçek meryem kadar bakirdi bizim şiirimiz evet şiir bizimdir edipler, sezailer, turgutlar, cemaller, ismetler nizâr kabbaniler, halil cibranlar, rilkeler vs işte böyle karışık şeyler de düşünüyorum zaman zaman hazret romantik şeyler işte çay, sen ve birkaç ütopik hayal ülkeyi şiirle kurtarmak gibi mesela ruhumun çatlaklarından sızan dizeler de oluyor tabi ki ah/sen, zühre ne de içerlemiştim ilk okuduğumda harut ile marut’u kadim babil’in hazin sonu zühre olmak varmış bir şiirin bir dizesinde vel hâsıl, bir şairi yalnızca gözleri kutsanmış bir kadın koruyabilirdi

11


[Hayal Bilgisi 10] ŞİİRBAZ

/cahit tan

12 iç okşayıcı bir şiirbaz tasasının kasırgasında sürüklenmiş derken kulak kabartmış sahaf kesilmiş ve sonra işsiz kalmış haliyle yarım ömür dert biriktirmiş mürekkepleri kalemlerine küsüp kahramanları sayfa numaralarında gizlenmiş olmayacak okuyucusunun duasına şiir demiş iki rekat şiire bir tasanın selasını okutmuş tozlu raflara sadaka-i şiiriye yaptırmıştır kafiyekârlığı dillerde derya olup cömertzâdelerden akrostişlik övgüler almış bir grup biyografist toplanmış kompoze ettikleri kapak aralarını

divancıların huzuruna çıkartmışlar bu şiirbaz denilmiş cellatlar silgilerini hazırlarlarken redifistan memleketindeki tasagiller kasabası sakinleri tanzimat yapıp sahiplenmişler şiirbazı şiirbazın telmihleri üzerine ulamacılar ve kaynaştırmacılar devreye girmiş şiirbazların arasındaki benzeşimler zarfların içine konarak sıfatlarına vurulmuş biyografistlerin şiir düşünce ebatlarına sığmaz diye mecmua şarapnelleriyle fiiliyat çarmıhına gerilmiş dizelerle hayal bilgisi bağlarından tasa kasabası zindanlarına inilemez şiirbazların gam kayaları vardır ve salaha çağrıldıkları sabahları

Mehdi Mohammadi Rouzbahani ‘Kitap’ konulu bir karikatür yarışması için çizmiş bu harika eseri.


[Hayal Bilgisi 10] /gülşen çağan

13 KAPIDAKİ

EDEP

buyur/ama hayra yorma konukseverliğini kalbimin o her haziran böyle yapıyor seri yalnızlıklarda yitirmiştim sen yanımı gürültü yapma aşk içimde uyuyor

SOYKA yaz diyordu şair payıma düşen bütün soyka cümleleri zaman arsızıydı küçük kuşlar gitti giden diyordu ötüp durmayın başımda esmer bir ayrılık konuyordu kapının eşiğine kapı razı değil dua mevsimi geçmişti /ve aç kalpler bir karıncadan öğreniyordu edebi

Gülşen Çağan’ın 2. kitabı Ateşten Güller Doğurdum Serencam Yayınları’ndan Çıktı!

yamalı bir gece kınsızım ansız ellerim şiir nöbetinde meçhul bir yalnızlığın dibiyim artık özlüyorum; edebimle


[Hayal Bilgisi 10] VAV

/inci erkan taş

14

usta bir hattatsın manayı bilen ellerinle boynuma çizdiğin vav’ı taşıyorum ki mananın kılıfıdır kelimeler aklımın yokuşunda bir kelime kainat bir kelime şiir şiir aşk vav aşkın kalbi ben önce aşk dedim vav’ı bildim gönlümün üstünde önünde eğilip geleceğin artık şiir söyleyebilirim

O KADAR

/zelal akgün

boynuma astığım muskaya havale hallerim bir düşün içinde eriyen anılar düş-ten düşen gözyaşları siler mi dersin günahları anneler duaları ile temizler mi dramı oynayan oyuncuların gerçekliği kadar trenin son istasyonda indirdiği yolcunun şaşkın yorgun halleri kadar sevgiyi tanımlayamadığım anlar kısacık bir o kadar da derin vicdanı sorgulayamadığım duraklar oysa korkardık günahlardan annenin göğsünde ak süt gibiydi hallerimiz temizdir annelerin elleri kirletme ellerini, yüreğini zülür anneler


[Hayal Bilgisi 10] YÜZÜN MEALİ

/mehmet türkmen

15 I ruhumun yansımasını görür ayna ayna mealidir yüzümün II kalbim sesler duydu, ağladı konuşamadan, anlatamadan ağladı ses kimden gelmiştir kime gider kaç makam birikmiştir içinde döşümün bir de isimler tüneller açmıştır dünya gözdü kalbimde, büyüdü kuru kuyuyu taşlar doldurdu uzun bacaklı örümcekler uzun ağ(rı)larını ördü göğsüme göğe ağan yabancı kuleler vardı, kalın toprağa büyüyen tırnaklarım da

deniz fenerinin ışığı ne uzundur yosunlar yakamozla ulur yakamozlar yosunları korur III ömür dediğin nedir damarlarım susuz yaşıyorum kökümden başlıyorum çözülmeye heybemde fatiha’lar biriktiriyorum rabbim, affet beni içimde dünya birikiyor üzülüyorum


[Hayal Bilgisi 10] KÖR PANDOMİM

/pınar doğu

0. geçmişi zaman yapmaz I. bir geçmiş olmaya ne vakit başlamış ömrümüz yani intihar, ağacın yüksekliği mi meyvenin ağırlığı mı yoksa kim sorabilir, hangi ölümsüz yasını uzun bir gümüş gibi tuttum yani ben kendi yasımı tuttum senelerce geçmiş geçmemiş henüz belki bunu en çabuk sezen güz biliyor neye denir ayrılık ve bir gülü dişleyen karanlık en çok neremi saklıyor senden zaman bizi eksiltmez eksilmez zaman birbirimizi beklerken yeniliriz bir başımız hep kopuk ömrümüz yetişir uzun bir kanamaya iki tetik iki kurşun arası geçer geçer iki nokta iki ömür arası kalbim ne çok benzer kendine eski bir kışı özlerken öyleyse nedir sessizliğin sus payı kararan ışıkta bile insanı hislendiren nedir sözcüklerim aksın bu akışı dile gelmez hiçbir sözcükte kimsesizliğin kışı nefesimde kaldırımlı yorgunluklar yaralarımızdan tanırdık aslımızı kendimizden kaçarken bir tek geceyi biriktirir ömrüm hatıralarla intikamdı aşk aşktı en büyük intikam tenimi değiştirdiğim suda yıkandım kırk kere pakize kırk kere dilruba ellerim böyle temizleniyor sen bir güle dokununca

II. rüyanı kehribar eyledim menekşeni diyar usul açardı kasıklarım her peşrevde yavaştım her dokunuşta nev-i bahar

16

uzun bir divandan geçtimdi serkeş ve dilsiz başlardım üç kere siz / siz / siz ömrümü gazel eylediniz şimdi söyleyiniz katile mirastan pay kalır mı ve ne kadar III. tesadüf tanrısı öldü tesadüf tanrısını öldürdü ezberimiz söylemedik bir daha ismimizi yabancılaşmasaydık keşke sevseydik nergisi gün yüzüne çıkmaz şimdi derimizin altındaki antik kırgınlıklar ne zaman okşasak vakti değildir vakti değildir öyleyse nedir zamanı hayat kılan her şeyin ilki köksüzlük mü dalsızlık mı dersin daha zor kim bilebilir ki geçmişi inceltmeli kiminin kendiyle kavuşmaz nehri sırtımda zamanın kesikleri kırmızı sızdırıyor gül acılarımız hep yerli her birimiz acılarımızın zencisi ağarmasın tenimiz ağarmasın tenimizin minesi oysa gün almadık henüz ıssızlığımızdan hâlâ acemiyiz gül dokumada bir ağaç gövdesini nicedir okşamayalı hangi vakte gelmiştir sıra


[Hayal Bilgisi 10] GÖĞ/S/Ü DARALMIŞ BAHAR

17

/rukiye bayır göğ/s/ü daralmış baharları sürme kalbime çiçek yerine yıkılmış bir dağ sesi gözlerimde uzayan nehir yürür, mükerrer bir ağrıdır, kalbimde titrer bu kuytu ayaz kırılmış şarkıların sesine tutunan katıksız bir akşamın yankısıdır içimde titreyerek biriken kınsız telaş kanadı tükenmiş kuşlar var burada göçü giymiş ruhumun alazına tüneyen bir yarayı solur gibi uzayan kanadı tükenmiş kuşlar burada susmuş dağların sükûtuna çarpan kırgın bir kanattır unutulmaktan eskiyen yüzüm sürme kalbime göğ/s/ü daralmış baharları çiçek yerine

Çizim: Emine Köseoğlu


[Hayal Bilgisi 10] BİLMECE

/şen çakır

18

ah bir şiir ya da iki benim için okuyun han duvarları önce sonra haydi abbas vakit tamam diyor ablam kısacık boynum boyum kıllardan ince kapıdayım elimde anahtar KALE ‘kale kapısından sığmaz! fındık kabuğuna sığar…’ mı? yalandan öte


[Hayal Bilgisi 10] ÇİÇEKLER

/yelda karataş

çok acı çekeceksin çok tırnak içine kara terini bırakacak ihtiyarlayan zaman

19

sonra suda bir yaprak gidecek döne döne göz uzağında bir karaltı hiç bir şarkının silemediği hiç bir bakışın unutturamadığı ağır bir karaltı kalacak kalanla yaşamak da kalacak sonra bir ince ışık ellerinin üstüne kalbinde unutulmuş bekleyiş üstüne adına yarın denen o ışık bir ağacı dalından öpecek şu bildiğimiz ağaç nice acı sudan geçmiş bir çiçek doğuracak o suskun, o konuşkan çiçek hüznün yüzü olacak ve daha sonra yeni bir göz rengi edineceksin kendine en sabırlı meyvesini veren çıplak dal gibi hafifleyeceksin hatıraların ağırlığını taşıyan yüreğinle şu bildiğimiz elif olacaksın

Annemin saçları... Saçları, ekmeğin pişmeden önceki ılık kokusu gibidir, dışarıda yağmur yağarken ve baba horlarken, yatağın hâlâ sıcak olan kendi tarafında sana yer açtığında, yakınında uyurkenki kokusu gibidir. Horlama sesi, yağmur ve Anne'nin ekmek gibi kokan saçları... Mango Sokağı’ndaki Ev – Sandra Cisneros


[Hayal Bilgisi 10] KAR KORKUSU

/yaşar bedri

20

karşıma dikilen ayna bazen servileyin kaza kurşunu her zaman derin bir oyuk bulur kendine! beni bana örtüyor kendini tenha tutuyor erkenci kar kabuğunu kaldırma yaramın! üşür dağlara bakarım, dağlar bana bakar hilyeler, soldoy, muhacir hatıraları dağlar benden ne anlar eksik kalsın hayatımızdan çekilen bulutlar kurutulmalı. balkon askısında tanık kalmasın, çekilsin kuyuların suyu dağın ardını görecek bana bakanlar


[Hayal Bilgisi 10] GÖLGELER

/yasin börekoğlu

21

Ne çok isteriz. Kavurucu sıcağın altında buğday tarlasında çalışırken sırtımızı dayayıp kana kana su içmek için bir ağacın gölgesini. Dağ keçisinin peşi sıra dere tepe koşarken nefes almak için bir kayanın gölgesini. Uzun bir yolculuğun dönüşünde uğrak yapılan bir köy kahvesinin önündeki asmanın gölgesini. Yaz günlerinde damlara kurulan kamıştan haymanın gölgesini. Denizin tuzundan yanarken tenimiz, sıcak kumlara basa basa koşup uzandığımız sazlıktan yapılmış şemsiyelerin gölgesini.

Ne çok korkarız. Dar sokaklarda gece yürürken takip edilme endişesiyle kendi gölgemizden. Çocukluğumuzdan kalan, zihnimizin oyunuyla her yaşta bizle büyüyen kötü bir anın gölgesinden. Elektrikler kesildiğinde uyumamız için duvarda ejderha şekli çıkaran ellerin gölgesinden. Yağmurlu gecelerde şimşek çakarken aralanmış perdeden gördüğümüz ağaçların gölgesinden. Kaybedince en yakınımızı, her an her adımda peşinde hissettiğimiz ölümün soğuk gölgesinden. Ne çok severiz. Oyun sırasında düşüp ağlayarak döndüğümüzde eve, dizlerimizdeki yaraları saracak annemizin gölgesini. Hastalandığımızda sabahlara kadar başucumuzda bekleyecek babamızın gölgesini. Büyümenin her anında, her yaşta, yaptığımız bütün yanlışlarda ve doğrularda yanımızda hissettiğimiz kardeşlerimizin gölgesini. Mutluluğumuzu gözyaşlarıyla seyreden, çıkmaz bütün sokaklarda karşılaştığımız zorluklarda kendimizi güvende hissettiğimiz dostlarımızın gölgesini. İstenilen, korkulan ve sevilen onca gölgeden sonra. Şimdi hayat bana, gözlerimi ondan alamadığım inatçı bir çocuğun gökyüzüne sığdıramadığı kendi gökkuşağının rengârenk yansıttığı sonsuz bir gölgesidir.


[Hayal Bilgisi 10] ADELİA

/yasin altunbay

22

son kuşlar da gitti sanırım sonu geliyor baharın tüketmedim içimdeki umudu adelia gülüşünü özledim eski günler avuçlarından kayarken sokak lambalarını yakıyorum bir bir ruhun hala bu şehirde dolaşıyor biliyorum her gece penceremden seyrediyorum hep sana giden yollar çizerdim kırılgan hayallerim gölgesinde ve hep seni aradım adelia güneşin doğduğu her yerde ve her günde ellerinde ufaladığın narçiçeklerini saklıyorum hala adelia ben sende her mevsim hazanım ufacık bir bulut geliyor pencereme ve seni ıslatıyorum her gece gözlerimde ruhum bedenime üflendiğinde seni içimde buldum ömrüme seni iliştiremedim adelia yine de varlığın en büyük şükrümdü yokluğuna tahammül edemezdim affet çok hayal kurdum daha on altı yaşında bir çocuktum


[Hayal Bilgisi 10] TAŞKIN

/kemal acar kanım bunca yerleşikliği kaldırmaz 23 buralardan kaçar ha akar buhara demirden korksaydım korkarım demirden korkarım korku beni yolumdan alıkomaz ayaklarım kendine yeni çağlar açar yukarlardan atlar ya fukara uçamaz acele etmeyin ey insanlık aramalara verecek cevaplarım var katılacağım cenazeler bilinmesi için ölülere henüz katılmadığım ağzım bir dolu uçurumca kapanmaz naralardan sular da kanar sahara yalanın ateşiyle dilim yanar kızarır yanaklarım korkmayın ey insanlık aldatması yoktur ‘hayası olanın’ çenem kuyusundan ancak size su taşar kanım bunca yerleşikliği kaldırmaz taşar da taşar taşar ya taşar taşar ha taşar

GRAMERİ HEP EKSİK BU MASALLARIN

dokun şimdi kızım bir şiir gibi darmadağın içimin şehrazat çağıltısına kimim nerden geliyorum bütün yollar boyunca neden bir intihar yolcusunu susuyorum bir babayı eksik büyütüyorum ve saklıyorum hâlâ kurumuş güllerle araladığım kitaplarımı anlarsın

/lütfi demir

ahh kızım uzan şimdi annenin keça kumsor masallı sesine uzan ki grameri hep eksik tınısı hasretlik bir misafir teşrifi bir gece dokunsun dağlanmış yüreğime uzan ki hep hayata alıştırmadığını anlatayım sana parklar boyunca çocuk cıvıltılarının


[Hayal Bilgisi 10] HİCRAN KUŞATMASI

/hızır irfan önder

24 ne gerek var zamanı sokmaya ey engerek ümidin tam kalbine düştü zaten tat kıran hayatın ritmi bozuk, sevdanın rengi kara ne yazık ki bahara aniden düştü hazan gölgesinde yaşarken kutsanmış anıların daha yolun başında belleğe düştü nisyan sevgiyi yüceltirken riyakâr gönüllerde yalanlarla süslenmiş yaşama düştü talan yanmış motoryağı var dünyanın damarında azgın çağın kârına oh olsun düştü ziyan daha fidanken ölür filistin’de çocuklar zalimler bahtiyarken anneye düştü figan adalet terazisi doğru tartmıyor artık sükûtî’nin bahtına ezelden düştü hicran

‘Acılara tutunmak’ diye not düşmüşler bu fotoğrafın altına. Fotoğrafı kim çekti, fotoğrafta olmayan eş ve baba hangi savaşta hayatını kaybetti bilmiyoruz. Ama artık biliyoruz ki, kazananı olmuyor savaşların. Çocuklar babasız kalıyor, kadınlar yalnız… Cephe savaşları yok belki ama her gün yüzlerce insan ölüyor –çoğu sivil yüzlerce insan bombaların ve serseri kurşunların hedefi oluyor. Tek suçu o anda oradan geçmek olan masum insanlar, masa başında yapılan planların sonucu olarak, ‘yalnızca bir rakamdan ibaret olarak’ ölüyor. Dünyadaki kötülükten, hepimiz sorumluyuz.


[Hayal Bilgisi 10] AĞLAMAK ÜZERİNE

/benjamin a. e.

25

İlerde ağlamak ayıp olmayacak; kadınlar kadar rahat ağlayabilecek erkekler ve kadınlar da çocuklar kadar. Herkes istediği zaman ağlayabilecek, şehirlerin ana caddelerinin girişlerindeki, hükümet konaklarının pencerelerinin baktığı parkların ortasında kocaman kocaman mendil, gözyaşı, ağlayan insan heykelleri olacak, sümükleri aka aka ağlayan insanlar dolaşacak her yerde, günahlarımız, acılarımız, acıttıklarımız, kaybettiklerimiz, kaybedeceklerimiz, sevinçlerimiz için ağlayacağız, hep ağlayacağız. Ağlayamayan insanlar, mağaralarda karantinaya alınacak, ağlamaları beklenecek, kasten ağlamayanlar kodese tıkılacak, mahkemelerde tek kefaret gözyaşı olacak. Şairler, her şiirde gözyaşını anlatacak, ressamlar gözyaşlarının bin türlü halini resmedecekler. Cüzdanların ve çantaların içine mendil koymak için bir cep yapacaklar, komedi filmlerinde oynayacak ağlayan insanlar, sebepsiz ağlayanlar olacak, ağlamak çok yaygın olacak, mendilsiz sokağa çıkmak yasaklanacak, ama mendilsiz ağlayana herkes çılgınca yardım arzusuyla mendilini uzatacak. Kâğıt mendiller, gözyaşını metalaştırdıkları iddiasıyla, bakanlar kurulu kararıyla üretimden kaldırılacak, gizli üretim yapanlar, çocuk tecavüzcüleri gibi toplumsal tepkiye maruz kalacak, linç edilmekten belki polis eliyle kurtarılacaklar. Çok yaygın, ama yine de değerli olacak ağlamak. Bir ‘gözyaşı çetesi’ değil, ağlayan bir evren kuracağız. Ve uzaylılara ilk öğreteceğimiz şey ağlamak olacak. Bütün kâinata göstereceğiz bir gün, ağlamak nasıl olurmuş. Bir ağlayabilsek böyle, ne zalim kalacak, ne mazlum, her sırra ereceğiz. Bir ağlayabilsek böyle, ağlayarak evrensel mutluluğa erişeceğiz. Ah bir ağlayabilsek keşke…

Hayal Bilgisi diyor ki; Popüler edebiyatın dayattığı eserlere itibar etmeyiniz. Bir eserin kalitesini yayınevi, baskı adedi ya da reklam bütçesi belirlemez.


[Hayal Bilgisi 10] BİR SOMUN EKMEK KADAR SOMUT /emre gürkan kanmaz

26

Başına her şey gelmiş olabilir. Ya da sen, başına her şeyin gelmesini sağlamışsındır. Ölmüş olabilirsin. Rahatlıkla söylüyorum bunu, hepimizin başına gelecek çünkü. Lakin ölümün, sonsuz işaretine denk gelen nedenlerini tek tek izah edecek değilim. Zengin ve çok şişko, çok bıyıklı bir tüccarla evlenmiş, balıkların her zaman en iyi şekilde yaşayamadığı bu şehirden dönmemek üzere ayrılmış olabilirsin. Susmayı istemiş olabilirsin. Daha önce tecrübe ettiğin bir şey olmadığından, en azından bir defalığına denemiş olabilirsin. Akli dengeni yitirmiş olabilirsin. Altı aylık kedin Fehmi kaybolmuş, onun acısına dayanamayıp koskoca dünyanın, gereksiz kahrını çekmesini istemiş olabilirsin. Kaldı ki bu durum dünyanın hiç hoşuna gitmemiştir. İşkolikleşmiş olabilirsin. Başarıya ulaşmak adına her yol mubahtır.

Yozlaşmış olabilirsin. Bu durum, sadece kalbini sudan bir sebepten ötürü kaybettiğin zaman boy gösterebilir. Belki de sadece hafızanı yitirmiş olabilirsin. En azından bir hasta gibi davranmadığını düşünerek içimi ferah tutabilirim. Geçmiş bir şekilde kendini hatırlatır nasıl olsa. Evet evet. Sen hariç herkesi ve her şeyi unutmuş olabilirsin. Tabi bu durum hafızanı yitirdiğin anlamına gelmez. Olur ya, lotodan büyük ikramiye kazanmışsındır. Hayatın boyunca gerçekleşmesi için dualar ettiğin bir düşün değilken üstelik. Neden olmasın? Ruhunu azad etmiş olabilirsin. Hafiflemeyi istediysen eğer. Başına her şeyin gelmesini sağlamışsındır sen. Ya da senin, başına her şey gelmiş olabilir.


[Hayal Bilgisi 10] EKSİK MANİFESTO

27

/yunus ünsal

 beni kimse sevmiyor. ninem bile… herkes benden kaçıyor. çünkü ben körüm. görebilseydim diğer çocuklar gibi köy okuluna giderdim. ama ben dünyanın öbür ucunda körler okuluna gitmek zorundayım.

herkes nasıl da rahat uyur, sessiz kuşlar moral vermeye çalışırlar her sabah içimdekilerden habersiz insanlar besmeleyle başlarlar güne kimse bilmez ki benim günüm bitmez uzar gider tövbelerle fırıncı ateşinden farklıdır içimdeki ne ucundan böleceği bir ekmek verebilirim ne de ufak bir umut, küçük kısık gözlere beni tanımasın hiç bir çocuk hayalindeki masal şekillenmesin benimle

Gökyüzünün fazlası olmaz. Gökyüzünde uykuya dalabilir ve sarhoş halde uyanabilirsiniz ve üzgün olduğunuzda gökyüzü sizi koruyabilir. Burada çok fazla üzüntü var ve yeteri kadar gökyüzü yok. - Sandra Cisneros

öğretmenim allah’ın körleri daha çok sevdiğini söyledi. çünkü onlar göremiyormuş. ben de eğer öyle olsaydı bizi kör yaratmazdı dedim. o da bana; allah görünmezdir, o her yerdedir, onu istersen hissedebilirsin, parmaklarınla onu görebilirsin, dedi. ben de her gün parmaklarımın dokunduğu her şeyde her yerde ALLAH’ı aradım. ve ona her şeyi anlattım, kalbimdeki sırları bile… Cennetin Rengi Adlı Filmden




[Hayal Bilgisi 10] DÜŞEY ORKESTRA

/ebru m. kayır

Düşey / bir / orkestradır / bu.

28

İlk notası kelebek küllerinden bir kafes; içine dünyanın bütün çocukları ve ilk donan gülümsemelerinden kalkan uçurtmalara sarılarak gömülmüş. Düşerken piyanonun tuşları, ardından bir gramofonun antik kederi ve tülleri hala dans eden küsük bir evin presto penceresi. Selam bilmediğim bir kıtada karnına çıngıraklı bir açlık şenliği gömdüğüm evladım. Selam gitmediğim bir ülkede unuttuğum ve geleceğin bombalarıyla oyuncakları erkenden büyürken çocukluğu ebedileşmiş kardeşim. Selam ama uzak tut gözlerini benden hemen arka bahçemdeki hiç karşılaşmadığım küçük annem; tarihsiz kırışmış avuçlarındaki kırlar ve bahçeler tarihin nakaratlarında yeniden kururken… Ben o kuyudan bakacak kadar evcilleşemedim, görgüm nöbetleşe tutulacak afilli yaslar için ancak yeterlidir. (Sen etrafına dizdiğin küçük adamlarla oynardın. Onları beslerdin saydam, cömert şölenlerinle ve annenin avuçlarından ibaret saçların yalnızlaşırken hiç yalnız bırakmazdın senden ibaret küçük adamlarını. Bize benzerdi oynadığın o küçük adamlar ve kadınlar. Sarılırdın bize, üşürsek elbet ürperirdi incecik omuzların ki daha incedir bugünlerde yüzün yerine örtündüğün o gelincik gövdelerinden. Desem yalan değil; oyuncakların üstüne gerilmiş dev bir kâinattın. Sonra vakit geçti… Sonra biz oynadık… Acemiydik; saramadık. Üşüdüğünde iyice açtık çocukluğunun yakasını.) Kulaklarımızı demir utançlarla yırtan çığlığı örtmek için sivriltiyoruz tabut orkestrasının en kadife seslerini. Arakan, Doğu Türkistan, Çeçenistan, Somali, Filistin veya hangi coğrafya ise çocukluğumuzu tutuklarken büyük adamlar, utançtan hızlı davranarak çarçabuk küçülüp tarihin çocuk boşluklarını arsızca doldurduğumuz… Ve gözyaşlarımızdan üç ölçek nil yeniden dolayacak kalplerimizi taşların yankısız ilmine. Olsun ki. Özür dileriz bile: İnsan olduğumuzu sanmak için başka oyunumuz yoktur. Siyah bir bıçak bırakıyor şarkımın üstüne dünyanın kapısını bekleyen dilsiz şarkıcı: Siyah bir kuğunun simsiyah mürekkebi (Kimdir kanayan? Vakit mi? Pıhtılaşıyor insan kelimesinin bir bir bütün sesleri.) Yarıp kalbimin oyuğuna yerleştirdiğini görüyorum. Daktilo tuşlarından dinliyorum okyanusun kopuk parmaklarını, çiçeklerin kapısını çalacak başka su bulamıyorum. Bu sokaklar sarhoştur ve ölülerden başka kimsemiz yoktur gezdirecek. Gözünden dökülen son yaşı hüzünlü bir mektubun son kez ölümü gibi cebinde sakla; birbirimizin cesetlerini kalabalıklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor artık ağlamak. Sussak ve konuşsak ama aynı geceden kopuyoruz. Düşerken bir neyin güvercinden sessizliği, ardından bir metronomun keskin dişleri ve çocukluğu hala tekleyen yorgun bir masal kitabının sararmış adagio annesi: Göğe batırdığımız kuşları geri ödemedik, hırsız bir gülümsemeden ibarettir omuzlarımız. Müzikte Tempo Terimleri: Adagio: Yavaş ve görkemli Presto: Çok hızlı


[Hayal Bilgisi 10] UÇAN ÜNİVERSİTE

/emrah adaklı

29 1860’lı Yıllarda Polonya’da Eğitim ve Yükseköğretim “Bağımsızlık mücadelesi denince, akla savaş meydanları gelir. Gerçekten de, hemen her milletin tarihinde kanla yazılmış bağımsızlık destanları vardır. Ancak ilim, irfan, kültür ve sanat alanında bir bağımsızlık mücadelesini topyekûn bir şekilde ve uzun bir süre omuzlayan milletlere pek sık rastlanmaz. Polonyalılar tarihin bu pek seyrek başarılarından birine imza atmış bir millet olarak bugün ayakta duruyor.”

Sömürgeci ordularını bilim ve sanatla tarihe gömen ender bir millet olan Polonyalıların ders alınası bağımsızlık mücadelelerini Ümit Şimşek’in benzersiz yorumuyla okumak gerçekten harikaydı. Yeterince yalın, yeterince ciddi, yeterince samimi ve mahcup bir üslupla destansı bir hikâye birleşince böyle bir eser oluşmuş. Kitabın bitmesini istemedim, keşke daha uzun olsaydı dedim. Hakikaten çok büyük dersler çıkarabileceğiniz bir hikâye. Belki şaşıracaksınız ilim ve sanatla bağımsızlığın kazanılmasına ya da insanların bu milliyetçi ruhlarına; ama bu alkışlanası mücadeleyi sizlerin de takdir edeceğini düşünüyorum. İsyanla, propagandayla, ayaklanmayla ya da siz nasıl isimlendirirseniz onunla bir şeyler başarmaya çalışan Polonyalıların, her defasında son derece kanlı bir şekilde mağlup edilmeleri; teslim olmak yerine, son derece sistemli ve harikulade bir

projeyle, ilim, irfan yardımıyla başarı elde etmesine olanak sağladı, onları bu tip bir yola teşvik etti denebilir. Tabi ki bu yola gidişin tek sebebi bu değildi. Sömürgeci devletlerin Polonya’yı ortadan kaldırmak için kurdukları her tuzak onları bezdirmek yerine içlerindeki nefreti daha çok besledi ve Polonya ender görülen bir başarıya imza attı. Her dalda çok başarılı isimler yetişti. Müzikte hemen herkesin tanıdığı dünyaca ünlü müzisyen Chopin o devirde kendini gösterdi. Bir Polonyalı olan Chopin, bu isyan projesinin bir ürünüydü. Birçok bilim adamı, birçok yazar ve şair ortaya çıktı bu dönemde. Halkın tamamı bilim ve sanata sıkı sıkıya sarılmıştı. Uzun yıllar, zorlu zamanlar geride kaldı; Polonya tekrar bağımsız bir devlet oldu. Dert, tasa, sıkıntı bitti derken; Amerika içten çökerten stratejisini adeta bir zehir enjekte eder gibi Polonya’nın bileklerine aşıladı. Ne


[Hayal Bilgisi 10] zorbalık ne de bir başka kaba kuvvet kullanarak yaptı bunu... Amerika öyle bir yol izledi ki; Polonyalılar işgal altındayken zorla öğrendikleri yabancı dillere ilgi duymaya ve kendi rızalarıyla öğrenmeye; tabelalarında vs. o dillerden alıntılar yapmaya başladılar. Yabancı kanallar kapladı televizyonlarını. Hatta öyle bir an geldi ki yerel kanallar kısıtlandı. Giyim kuşamı, yaşam tarzını, insanların ne yiyip ne içeceklerini, ne izleyeceklerini, hangi şarkıları dinleyeceklerini onlar belirler oldu. Polonya bağımsızlığını elde etti ama sömürgeci devletler de istediklerini elde ettiler ve tüm çabalar boşa gitti. Tanıdık geliyor değil mi? Polonyalıların içten fethedilmesi çok yakınlarınızdaki bir şeyleri anımsatıyor sizlere. Türkiye’de, herhangi bir şehirde yürürken tabelalara bakın. Mağaza isimlerine, dükkânlara, hatta bakkallara bile bakın! Çevrenizde ne kadar yabancı kelime görüyorsunuz? Ne kadar yabancı ürün tüketiyorsunuz? Yabancı kanal ve müzikler ne kadar revaçta? Ya giyim kuşamımız, her şeyin ne kadar değiştiğinin ve yaşam tarzımız da dâhil ne kadar yabancılaştığımızın farkında mısınız? Ümit Şimşek’in ele aldığı Polonya tarihinde yaşanan bu olaylar şu an yaşadığımız coğrafyada bulunduğumuz durumun adeta bir aynası durumunda. Bu nedenle kitabı okumanızı ısrarla ve hararetle tavsiye ediyorum. Medeniyet ve kültürümüzü korumak adına ibret alacağımız ders notları durumundaki bu eserden mahrum kalmamak gerekir düşüncesindeyim.

 Kız Çocuklarının Zaferi Kız çocuklarının eğitim görmeleri tarih boyunca sürekli engellenmiş. Bunun en somut örneklerine Batı topluluklarında rastlanıyor.

30

Avrupa’da asırlar önce kız çocukları okutulmadığı için Nawojka isimli Polonyalı bir bayan, erkek kılığına girerek Krakow Üniversitesi’ne kayıt yaptırmış ve bir gün tesadüfen bu durumu ortaya çıkınca halk tarafından ‘cadı’ diye nehirde boğulmak istenmişti. İşte Uçan Üniversite, 1860’lı yıllarda Polonyalı Dawidowa isimli bir bayanın öncülüğünde yükseköğrenim görmek için can atan bayanların ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan bir yeraltı akademisi idi. Uçan Üniversite modelinde bayanlar ülkenin önde gelen ilim adamlarından, felsefecilerinden, tarihçilerinden, edebiyatçılarından kendilerini destekleyen kimselerin evlerinde toplanarak ders alıyorlardı. Uçan Üniversite, Polonya’yı işgal eden Rus ve Almanların Polonya kültürünü tümüyle tarihten silme çabalarına karşı Polonyalıların toplumsal bir şuur halinde yazdıkları destan oldu. Uçan Üniversite’nin kampusu, arsası, binası yoktu. Rus polisine yakalanmamak için bir evden diğerine sürekli hareketlilik olduğu için Uçan Üniversite ismiyle anılmıştı. Uçan Üniversite’nin kursları matematikten tarıma, felsefeden edebiyata kadar çok geniş bir yelpazede seyrediyor, bunlardan her biri için haftada iki saat ders düzenleniyordu. Sınıfların toplandığı evlerden bazıları sadece sınıf değil, aynı zamanda laboratuar hizmeti de görüyordu. Durumu müsait olan


[Hayal Bilgisi 10] öğrencilerden cüzi bir ücret alınıyor, öğretmenlere de sembolik bir para veriliyordu. 6 yıl süren bu eğitimden sonra öğrenciler diploma alıyordu. Yasal üniversitelerden farklı olarak burada öğrenciler öğretmenden az şeyler bekleyerek daha çok kendi kendine çalışmalara yöneliyordu. Bunun sonucu olarak da ansiklopedik ders kitapları modeli ortaya çıktı. Uçan Üniversite’de okuyanlar matematiğin, fiziğin, biyolojinin, tarihin, felsefenin, edebiyatın, müziğin en ince ayrıntılarıyla yıllarca boğuştular. Birkaç satırlık bilgi için evden eve dolaştılar. İlim öğrenirken suçüstü yakalanmanın işkence, hapis veya Sibirya’ya sürgün edilme gibi bedelleri vardı. Polonyalı kadınlar bunu göze aldı ve 30-40 sene öncesine kadar Polonya diye bir ülke ortada yok iken bugün gelişmiş bir ülke ortaya çıktı. Uçan Üniversite’nin ne kadar faydalı olduğunu anlamak için mezunlarına bakmak yeterliydi. Dünyada Nobel Ödülü alan ilk

bayan olma özelliğini taşıyan Marie Curie hem de 1903 ve 31 1911 yıllarında iki kez Nobel Ödülü alarak büyük bir başarıya imza atmıştı. Uçan Üniversite sadece bayanlara değil erkeklere de hizmet etti. Papa 2. John Paul da Uçan Üniversite’de okumuştu. Uçan Üniversite, Polonya’da sömürgeci ordularını bilim ve sanatla tarihe gömen bir milletin akıllara durgunluk veren sivil direnişinin macerasıydı. Uçan Üniversite modelini yazar Ümit Şimşek kitap haline getirdi. Ümit Şimşek, neden böyle bir çalışma yaptığını şöyle anlatıyor: “Bir kitap okurken Nobel ödülü alan Marie Curie’nin hayatından bir iki satırlık bir yer dikkatimi çekti. Sonra derinlemesine inceledim, oradan böyle bir kitap çıktı.” Şimşek, eğitimleri engellenen insanların mutlaka bir çıkış yolu bulduğunu ve Uçan Üniversite modelinin bunun en güzel örneği olduğunu söylüyor.


[Hayal Bilgisi 10]

32

Şu dünyaya gelip de gidene ne soracaklar zannedersin be Mıstık? Sevebildin mi diye soracaklar? Sana bir yürek verdik, hakkını verebildin mi? -Böyle Bitmesin

Edebiyat dergileri kapanıyor, yenileri yayın hayatına başlıyor. Çok azı süreklilik gösterse de, her birisi yalnızca ilk sayılarıyla bile birlikte çok değerliler. Popüler kültür ve nihayetinde popüler edebiyatın dayatması olarak satın aldığımız onlarca kitabın yanında, muhakkak birkaç edebiyat dergisini panzehir olarak satın alıp altını çize çize okumak gerekiyor. Emre Gürkan Kanmaz’ın hazırladığı dergi listesini yayınlıyoruz. Kalem  Varaka  Sompla Ka  Gard Şiir  Peyniraltı Edebiyatı  Sarnıç Öykü Cin Ayşe Fanzin  Yedek Parça Fanzin  Merhale  Semaver Öykü  Kundak Kurşun Kalem  Oğlan Bizim Kız Bizim Fanzin  Kuyudaki Koro


[Hayal Bilgisi 10] YOLCULUĞUN YOLCULUĞU /atilla yaşrin

33

 Hilmi Yavuz’un “Yolcuğun Yolculuğu” Şiirinin Başlık ve Metin İlişkisi Hilmi Yavuz’un ‘Yolcuğun Yolculuğu’ şiiri ve benim perdemin arkası: Yolculuğun yolculuğu tamlaması bir süreci yani hikâyeyi anlatır. Bir yol hikâyesinin üç temel unsuru vardır: Yolculuk nereden başlamış, nasıl ve neyle devam etmiştir ve nerede son bulmuştur. Bu soruların cevabı metnin içinde… kendimi yollara adadım / şiirlerimi de… Birden fazla yol varsa; birden fazla seçenekle karşı karşıyayızdır. Çoğul olan varış noktası değil, sürecin yöntemi ve metodudur. Yolculuğun başlangıç noktası belirli bir zaman dilimi değil, varlığın kendisini sorgulamaya başladığı düşünce iklimidir. Şiir, yolculuk aracı olmakla düşünce ve duygu kapılarının ardındaki kapıdır. Her dize ile kapının ardındaki bir diğer kapının önüne gelinir ‘Kapı ardında kapı, kapı ardında diğer bir kapı’. Şairin, ‘yollar’ kelimesiyle kastı yolların çokluğu değil, yolculuğun merhaleleridir. Tıpkı ‘hayretten’ yola çıkıp ‘hayrana’ varmak gibi. bir şiirimde / ‘yollar, yakut uzaklıklardır’, demiştim; Bu dizeyle bizi bir kapının önüne getiren şair, kapının ardında amaçlanan zorlukla bizi karşı karşıya bırakır. ‘Uzaklık’ içinde zorluğu, özlemi ve emeği barındırır. Yakut ile tamlama oluşturduğunda, değerli uğraş veya uğrunda verilen mücadelenin ulviliğidir. Ulaşılmak istenen zirvedir. Şairin amacı, farklı şiirlerinden aldığı dizelerle, düşünce iklimini vermektir. Bir diğer deyişle yokladığı kapı artlarıdır. ‘yürüdüm dile gelmek- / le gelmemek arası bildiğim yerde…’ / demiştim, bir başka şiirimde… Bazen kişi kendine değer biçme ihtiyacı hisseder, o zaman konumunu sorgulamaya başlar, bulunduğu konumda ifade ettiği anlam onun değeridir. Aynı sorgulamayı inançlarımız ve değerlerimiz için de yaparız. Bu sorgulama devam konusunda itici güç görevi görür. Maddenin geçer ölçüsü aynı zamanda amacın da değer ölçüsü olabiliyor. Söz konusu olan sorgulama, var olanı tüketmek (yetinmek) mi; yoksa olana artı değer (mutasavvıf) olmak mı? ‘giden ben değilim,yoldur…’ / dizesi de benimdir; Dizeleri hem artı değeri hem de yolun ne olduğunu ortaya koyuyor. Yol


[Hayal Bilgisi 10] inançtır, uğrunda mücadele edilen değerdir. Bu inanç ve değerler sürekli kendini yeniler ve geliştirir. Kişi ya bu değer bütünlüğünün gelişim hızıyla birlikte yürüyecek ya da değişime kendince yön verecek.

34

‘yollarsa her zaman biraz küskündür / yokuşlarda ve inişlerde…’ / dizesi de… Yokuş ve iniş yollardaki zorluklar, hızı kesen noktalardır. İnançlar noktasında karşılaştığımız zorluklar, inanç yolundaki inancı testtir; gidilen yolu sorgulamaktır. Gerekli dirayeti göstermemektir. Daha doğrusu keyifsiz yürümektir, anlıkta olsa inanç zafiyeti. Ve başka dizeler: / ‘ben hep yollar düşledim, / Derin yollarda yürürken…’ Derin yollar, felsefi bir yaklaşım; tıpkı Kral Jaspers’in dediği gibi: ‘Felsefe, yolda olmaktır’. ‘Derin yollar’, ‘yollar düşlemek’ ile anlam bütünlüğü oluşturduğunda davayı geliştirmek, teori üretmek, bütün kapı artlarını aynı avluda beslemektir. yolların “gül sesleri” olduğunu / ben söyledi; ‘Gül sesler’ davanın naif çekiciliğidir, bireyi davanın olgunluğuna götürür, kıvamında pişmek için. (yazın ta içi) onların beni ‘yazın ta içine’ / çağırdıklarını söyledim / sevgilime… / o zamanlar uzaktaydı ve ben ona / ‘yüzünde yoların gülüşü’ / var, demiştim; ‘Yolların gülüşü’ süreç içersinde tatmin duygusunun verdiği rahatlama ve yarattığı sevinçtir. Sevgili yolun sonudur. Her merhale sonundaki tatmin duygusunun yarattığı sevinç sevgilinin bir parçasıdır. ‘ben, tenime yürüyorum’ / diyen de benim ‘Tene yürümek’, nefsi terbiyedir, kişinin dava uğrunda zaaflarından arınmasıdır. Tasavvufi bir düşünceyle insan-i kâmil noktası. ve şairler de: / ‘yunus yana yana yürüdüydü / mevlana döne döne / bense kana kana yürürüm’ / demiştim de Yunus ve Mevlana gibi şahsiyetlerin yöntemleriyle kendi yöntemini veren şair, bu şahsiyetler karşısındaki aczini de dile getirmektedir. Bu yolda gerekli dirayeti gösteremediğini, Yunus’un ve Mevlana’nın kuram geliştirdiklerini oysa kendisinin var olanı tükettiğini (kullandığını) vurgulamıştır. ‘Kana kana’ ikilemi var olanı tüketmek, onunla doymaktır. Kuram geliştirmek savıyla yola çıkan şair, ‘demiştim de’ dizesiyle yerine getiremedim, sözümü tutamadım, demektir. unuttum hepsini unuttum şimdi / unuttum… / artık sadece yolculuklar var şiirlerde Unutmak pişmanlık ifade etmez, üst üste tekrarı kendi sitemidir. Kapı artlarını bir avluda beslemek düşüncesi, kapı artlarını bile göremeden kapı önlerinde devam edecek.


[Hayal Bilgisi 10]

35 OLAĞAN HALLER AÇMAZI /semrin şahin

Köy meydanına inen tozlu yolun başında durup arkasına baktı Fatma. Onu takip eden olup olmadığından emin olunca adımlarını sıklaştırdı. Bir yandan da yazmasının ucunu boynuna sımsıkı dolayıp yanağından sarkan bir tutam saçı içeriye doğru ittirdi. Köyün yaşlıları koca ceviz ağacının altında iskemlelerin üzerinde öylece oturuyorlardı. Fatma’yı görünce birbirlerine baktılar. Fatma selam vermeden geçince baş başa verip fısıldaştılar. Fatma az çok arkasından ne söylendiğini biliyordu. Adımlarını daha da büyük atarak vücudunu ileri doğru gerdi. Rüzgâr gibi meydana indi. Köy kahvesinde kâğıt oynayan üç beş kişi onu gürünce boyunlarını dikip baktılar. Çaycı hiç oralı olmadı. Muhtar ise okuduğu gazeteyi bırakıp kahvenin içine doğru seğirtti. Fatma hiç istifini bozmadan olacaklara hazır bir vaziyette meydanın ortasında; sarımsı sıcağın, tozun, toprağın, grimsi çakıl taşlarının yansımasında dimdik durdu. Köyün erkekleri saklanacak yer aradılar sanki. Kimi oyununu oynar gibi yaptı, kimi çayını yudumladı. Çaycı da ocağının başına geçti. Fatma her zamanki gibi umursanmayacağını bildiği halde öylece dikildi insanların karşısına. Evden çıktığını kimse görmediğinden onu çekip eve götürecek hiç kimse yoktu. Ceza sırası Fatma’ya gelmişti işte. Dün bembeyaz örtülerin içerisinde, kızıl horozun sesiyle uyandığında dünyanın en mutlu insanıydı oysa. Ahırdaki ineklerin sesleri bile hayatın güzel yansımalarını hatırlatmıştı ona. Şehirde yaşayıp, köy yaşamını bilmeyen Fatma için bu hayatın doğal seslerine alışmak zaman almıştı aslında. Şehrin gürültüsünün yerini alan derin sessizlik ilk başlarda onu huzursuz etmiş, kocasına olan sevgisi bazı şeyleri göze almasına yetmişti. Fatma düşündükleri karşısında sulanan gözlerini yumdu. Boğazını tıkayan yumruyu yutarak yok etmek istedi. Kalbi ağrıyordu. Kızıl horoz, tavuklardan birini kovalıyordu. Tavuk arkasında küçük bir toz bulutu bırakıp gıdaklayarak yanından geçti.


[Hayal Bilgisi 10] Fatma etrafına baktı. Hiçbir erkek karşısına çıkmaya cesaret edemiyordu. Görümcesinin bağıra bağıra geldiğini duydu. ‘Fatma, rezil ediyon bizi. Vah başımıza gelenler... Aklını gaçırdı bu iyicene!’

36

Fatma hiç istifini bozmadı. Yüreği ayazda gibi titredi. Bakışlarındaki öfke görenleri ürkütüyordu. Çevresindeki insanlardan ödünç bir şefkat, kirletilmemiş bir mutluluk istemekten başka bir şey yapmamıştı. Bütün öfkesi ezilip horlanmasınaydı. Kocası Raşit’in gittiği yeri söyleyecek bir baba yiğit aradı gözleri. Ümmühan meydana varıp kolunu tuttu Fatma’nın. ‘Uzatma, garı başınla ne hatlar garıştıyon. Doğrucana eve...’ dedi. Fatma savurdu görümcesini tek hamlede. Açılan yazmasının ucunu tutup çekti başından. Hayret nidaları yükseldi etrafından. Yokla var arasında onlarca insan toplandı çevresine. Olmayan, göz göze gelmeyen insanlar ayaklandılar yerlerinde. ‘Abooo!’ dedi birkaç kişi. Ümmühan düştüğü yerden kalkmadan geri geri kenara çekildi. Fatma kimseyi umursamadan dupduru tok bir sesle ‘Nereye gittiler?’ diye bağırdı. ‘Bu namus benim namusum...’ Basma eteğinin kenarından çıkarttığı baba yadigârı silahı havaya kaldırdı. Bütün erkeklerin gözleri yuvalarından çıkacaktı sanki. Muhtar kahveden çıkmış elinde şıngırdattığı tespihini havaya kaldırıp ‘Fatma kızım! Dön evine. Ben bulup getiririm Raşit’i.’ dedi. ‘Sadece kocamı değil o sürpüntüyü de isterim.’ Susup etrafındaki insanların her birinin gözlerinin içine baktı. ‘Bana acıyorsunuz biliyorum. Terk edilmiş bir kadınım, çocuğu olmayan, şehirli bir yosma!’ Şuh bir kahkaha attı. Muhtar bile irkildi. İnsanlar fısıldaşmaya başladıklarında muhtar ‘Susun!’ dedi. ‘Kocamın yerini bilenler, saklanmasına yardım edenler! Ona söyleyin ki karnımdaki bebeğin ahını alacağım!’ Havaya tek el ateş edip arkasını dönüp yazmasını tozlu yola savurarak geldiği hızla yokuşu tırmanmaya başladı. Ağacın dibindeki ihtiyarlar bastonlarına dayanmış merakla meydanda olup biteni izlemeye çalışıyorlardı. Yanlarından geçerken ters ters onlara baktı. İhtiyarlardan biri ‘Gebe halinle dışarı çıkma bir daha!’ dedi. Fatma ihtiyarın sözlerini işitince gülesi geldi. İhtiyarın koskoca olaydan çıkarttığı sonuç ilginçti. Eli karnında odasına gitti. Oysa kocasına hamile olduğunu söyleyememişti bile. Onu başka bir kadınla aldattığını bilmeden, ne güzel hayaller kurmuştu aklı sıra. Karı koca sevinçle birbirlerine sarılıp bebeklerinin cinsiyetini düşünüp isim koyma yarışına gireceklerdi. Zoraki yutkundu. Hep asıp kesen erkekler olduğu için köy karışmıştı. Karı kısmı pısar otururdu evinde. Fatma köyü birbirine kattığı için kayınbabası yıldırım gibi girdi eve. Fatma’nın odasını yumruklarken görümcesinin çocukları ağlamaya başladılar. Fatma elini karnına götürüp ‘Sen bu sesleri duyma bebeğim! Baban gelecek!’ diye fısıldadı. Karnındaki kasılmalar beline vuruyordu. Yatağa uzanıp dizlerini karnına doğru çekti. Sanki biri belini ikiye ayırıyordu. Gün akşama dönerken köyün sakin yaşantısına eklenen olay kulaktan kulağa


[Hayal Bilgisi 10] günün dedikodusu olduğundan her hanede ballandıra ballandıra Fatma’nın söyledikleri konuşuluyordu. Ümmühan evin sofasından Fatma’ya seslendiğinde akşam ezanı okunmak üzereydi.

37

‘Fatma yemeğe gel!’ Fatma usulca çıktı odasından. Tereyağlı bulgur pilavının kokusu bütün evi sarmıştı. Ellerini yıkarken mutfaktan fısıltılar işitti. ‘Necmi’nin oğlu aramış. Raşit telefonda çok gülmüş. Onun yalanlarına karnım tok!’ demiş. Fatma yavaşça yaklaştığında kapıya görümcesinin sesini daha iyi alabildi. ‘Muhtara söylen Fatma’nın rahmi mahmi yok. Beni bu yalanlarınan geri getiremez. Bu iş bitti demiş.’ Ağzına bir lokma pilav koyup konuşmaya başladı. ‘Ana birkaç gün sabret, defederiz başımızdan.’ Fatma elini karnına atıp sıktıkça sıktı göbeğini. Gözleri karardı. Kapının eşiğinden yere doğru yuvarlanırken kayınpederini görür gibi oldu. Ümmühan atılıp yattığı yerden kaldırmaya çalıştı Fatma’yı. Fatma inledi. Eli karnında ‘Bebeğim!’ dedi. Sürüyerek divana yatırdılar Fatma’yı. Ümmühan kapının eşiğindeki taşa sıvanmış kana baktı. Başını çevirip Fatma’nın entarisinde gezindi bakışları. Pıhtılaşmış koyu kan izleriyle dondu kaldı. Ev derin bir sessizliğe bürünürken Fatma’nın hıçkırıkları sindi duvarlara. Köyden gelen kadınların konuşmalarını duydu Fatma. Yeni öğrenilmiş sözcüklerin ağırlığı vardı sözlerde. ‘Olağan haller bunlar napalım...’ Fatma kalbinin ve kasıklarının ağrısıyla usul usul ağladı. Kaderinde bir nokta kırılmıştı. Gözlerini kapayıp uyumaya çalıştı, kırılan kırılmıştı nasıl olsa.

Hayal Bilgisi Kitap Listesi


[Hayal Bilgisi 10] HAYAL BİLGİSİ’NDEN ON EMİR!  Kuşlar, kediler, köpekler; sokak hayvanları için parklara, evinin balkonuna, açık alanlara su ve yem bırak!

38

 Bir çiçeğin dalından koparılmasına neden olmak yerine, bir çiçeğin dikilmesine vesile ol; bir çiçek ya da bir ağaç dik!  Eldivenlerini takıp, çevrede bulabildiğin tüm kâğıtları ve plastikleri topla; bugün doğaya büyük bir hediye vermiş ol!  Çocuk işçilere duyarsız kalma!  Adını ilk kez duyduğun edebiyat dergileri satın al!  Uzun zamandır görüşmediğin akrabalarını listele; en yaşlı olanlarından başlayarak, ziyaret et, ellerini öp, onlara yemek yap, evlerinde temizlik yap!  Kızılay şubelerine gidip, hiç tanımadığın biri için kan ver; en büyük fedakârlık, en büyük iyilik, insanın kanını, hele de hiç tanımadığı bir insana kanını vermesi olabilir, yap bunu, yılda en az iki kez!  Çocuk esirgeme kurumuna git, elinde çikolatalarla dolu bir poşet ile!  Engelli vatandaşlar için bir şeyler yapmayı dene; örneğin, İstanbul’da Beyazıt’ta Görme Engelliler Kütüphanesi’ne git, orada, stüdyoya girip görme engelli vatandaşlar için bir sesli kitaba ses ol!  Bugün sokakta, iş yerinde, okulda gördüğün, tanıdığın ya da tanımadığın herkese selam ver!


[Hayal Bilgisi 10] GENÇ KÖŞE HİKAYE

/özge öndüç

39

Kader ondan yana olmamıştı. Annesi onun doğumundan sonra hayatını kaybetmişti. O hayata bir sıfır yenik başlamıştı. Babası ise karısının ölümünden onu sorumlu tutarcasına ona sırt dönmüş, onunla ilgilenmemiş, onu öpüp koklamamıştı bile. Onu büyütmek babaannesine kalmıştı. Babaannesi adını Murat koymuştu. Kaderi ondan yana olmamıştı ama muradı güzel olsun diye... Onun içi parçalanıyordu bu duruma fakat yapacak bir şey yoktu takdir-i ilahi böyleydi. Aradan seneler geçmiş Murat artık annesinin babasının yokluğunu anlayacak yaşa gelmişti. Bir sabah babaannesi kahvaltıyı hazırlamış Murat’ı uyandırmak için onun odasına girmişti. “Haydi Murat’ım, kalk okul vakti geldi.” demiş, Murat hemen hazırlanmış, kahvaltısını yapmış ve babaannesiyle birlikte okul yoluna koyulmuşlardı. Yolda annesiyle okula giden bir arkadaşını gördü Murat ve gözünden yaşlar akmaya başladı. “Babaanne” dedi Murat, “neden benim de elinden tutup okula gideceğim bir annem yok…” Murat’ın bu sorusu üzerine babaannesi biraz durakladıktan sonra her şeyi anlattı. “Annen senin doğumunda öldü ve Allah’ın yanına gitti. Onu göremeyeceksin artık fakat onu çok özlersen gülleri koklayabilirsin. Güller anneler gibi kokar.” dedi. Babaannesinin bu sözü üzerine Murat biraz teselli bulsa da boynu yine büküktü. Ne de olsa anne sevgisi başkaydı Murat hemen komşusu Ayşe Teyzenin gül bahçesine koşmuştu. Babaannesi arkasından “nereye gidiyorsun?” dese de onu dinlememişti. Annesine olan özlemini biraz olsun dindirmeye gidiyordu çünkü... Komşusu Ayşe Teyzenin gül bahçesine girip tüm gülleri kokladı. O sırada Ayşe Teyze kapıya çıkıp “kim var benim gül bahçemde?” diye bağırdı. Murat, “Benim Ayşe Teyze, Murat. Annemi özledim de o yüzden buraya geldim.” diye cevap verdi. Ayşe Teyze şaşkın şaşkın Murat’a baktı. “Babaannem, annemi özlersem gülleri koklayabileceğimi, güllerin annem gibi koktuğunu söyledi.” dedi. Ayşe Teyze ona sevgi dolu gözlerle baktı ve bahçeden bir gül koparıp verdi. “Al bakalım, bu senin olsun. Anneni ne zaman özlersen bunu koklarsın.” Murat gülü aldı ve eve gitti. Babaannesi meraklı bir şekilde sordu, “nerdeydin sen bakalım?” “Ayşe Teyzenin gül bahçesindeydim babaanne. Hani sen demiştin ya güller anneler gibi kokar diye.


[Hayal Bilgisi 10] Ben de annem gibi kokan gülleri koklamaya gittim.” dedi ve elindeki gülü uzatarak, “bunu da Ayşe Teyze verdi, annemi ne zaman özlersem hemen bunu 40 koklayabileceğim, bir daha Ayşe Teyzenin bahçesine gitmem gerekmeyecek.” dedi. Babaannesi yüzünde bir tebessümle, “elini yıka da sofraya gel, yemek yiyelim” dedi. Murat elindeki gülü odasında başucunda bulunan komodinin üzerine koydu, elini yıkadı ve yemek için sofraya oturdu. Murat da babaannesi de hiçbir şey konuşmadan yemeklerini yediler. Bir süre geçtikten sonra Murat çok hastalandı. Babaannesi gözyaşları içinde elinden geleni yapsa da çok çaresizdi. Tek yapabildiği dua etmekti torunu için. Murat gitgide kötüleşiyordu. Bir sabah elinde bir kâse çorba ile Murat’ın yanına çıktı. Babaannesi “Muraaat!” diye seslendi. Murat’ın çorbasını ardından da ilaçlarını içmesi gerekiyordu ama boşuna, Murat ölmüş başucundaki gül ise solmuştu. Annesine kavuşmuştu Murat. Babaannesinin çığlıklarını duyan komşular hemen yanına gittiler, babaanneyi sakinleştirmeye çalışsalar da babaanne evlatlarının emanetine sahip çıkamadığını düşünüyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Murat annesinin yanına gitmişti. Seneler sonra Murat’ın babası ölümün Allah’tan olduğunu anlamış, oğluyla ayrı kaldığı günlerin telafisi için geri dönmüştü. Ama çok geç kalmıştı. Annesinin ona kötü haberi vermesi üzerine vicdan azabından yıkılmış, bu kötü haberin şokunu uzun süre üzerinden atamamıştı.

Bu fotoğraf internet üzerinde dolaşıyor. Bir kitaptan çekilmiş olabilir, bir edebiyat dergisinden de… Bilmiyoruz. Fotoğraftaki şiirin sahibini bulup adını e-mail adresimize gönderen ilk okurumuza Hayal Bilgisi kitap seti hediye edeceğiz. e-mail adresimiz: ayse-cihat@hotmail.com


[Hayal Bilgisi 10] ZÜRAFALAR DA ÜŞÜR

/meltem dağcı

‘öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna’

41

- Nilgün Marmara Dünyanın tam ortasındayım. Annemdeydim o an. Sınıfın ortasına kadar gelmişti, beni bulmuştu o ipek saçları. Gözler unutmaz ki; hatırlatır. Hâlbuki severdim ben annemi. Niye gitmişti, bilememiştim. Özlemi içimde ayrı birikti. Birazdan atlıkarıncalı arabalara binip gökyüzünde kendimi bulacakmışım hissine kapıldım. Geçer mi bu his, belki. Yanımda güven ve huzur duruyordu o bana bakarken. Dört bucaktan var gücümle sarılmak isterken, gözlerinde biraz beklemem lazımdı anne. Bekledim. Üstüme başıma bakıyor okul yakalığım yamuk mu acaba diye. Hemen göz ucuyla süzüyorum boynumun aşağısını. Kolalı el örmesi olan yakalığımı eliyle düzeltiyor. Ütüsüz. Avuçlarımın içini gösteriyorum benim bir suçum yok dercesine. Üvey anne bu kadardır. Bir adım geriye çekildi annem. İrkildim. Gözlerimi açmış vaziyette şaşkınlığımı gizleyemedim. - Anneme, sınıfa izinsiz girdi diye kızmazsınız değil mi, öğretmenim? - Neyden söz ediyorsun Evrim, bir şey mi oldu evladım? Tuvalet izni için bahaneler uydurmaya kalkma, lütfen. . . Zaman kavramının bir önemi yok gibi konuşmasına devam etti öğretmenim: - Evet, çocuklar bu dersimiz önemli. Türkçe kitaplarınızın 35. sayfasını açıyorsunuz. ‘Zürafalar da Üşür’ adlı metni sessizce okumaya başlayın, dudak kıpırdatmamaya özen gösteriyoruz değil mi? Annemi neden görememişti benim gibi öğretmenim. Anne, cennettir. Kokusu vardır; bir de bana bakan sımsıcak gözleri. Omzuma dokunan çelimsiz elleri. Ah ki o eller. . . Nemli gözleri olur mu cennetin, hiç?


[Hayal Bilgisi 10] Metin parçasını okurken paragrafların arasında dağılmıştım. Beynime saplanan bir sürü kelimeler sanki bana doğru on ikiden hedef alma çabasındaydılar. Oklar beynime doğru.

42

Ilımlı kadın -annem- ormanda zürafaların arasındaydı. Peşinden koşuyordum; annemin aslanlar, kaplanlar neme lazım dercesine. Yaprak hışırtıları, amansız önüme çıkan haşarı böcekler… Umursamazlık iyi bir şey miydi anne? İnancımın ardında yuvarlandım. Tepeden aşağı hızla düşüyordum. Yeşilimsi ot kokusunu burnumda duyumsayarak. Bacaklarım, kollarım yara bere içerisinde. Hafif bir rüzgâr esiyor sonra. Annemin kokusu diyorum bu seslice. Vanilya kokusuydu bu havaya dağılan. Esinti ile ruhum kalabalıklaşıyor. Vanilya en çok sevdiğim şey olup bitiyor, o an. İç güdümlü haliyle usul usul, başı önünde eğik yürüyor annem. O kadar da yuvarlandım, neden göremedi beni? Kızmadı da. Nereye gidiyoruz. Yol yok gibi. Sürüngen bir yılan gibi kıvrılıyorum ardında. Çok uzaklaştım dünyadan. Ürperiyorum. Avucumun içi ter. Ayakkabımın teki yuvarlanırken atmış olmalı kendini tepeden aşağıya. Savruk hayatlar. Anne bekle beni! Kanayan yerlerim yok görünürde. İçimde bir sızıntı. Sütünü arayan bir bebek gibiyim. Elimi yumruk yapıp havaya kaldırsam, güçlüyüm ben desem, heyhat korkum yok diye… Annem bir hayalin içinde yok olmuş gibiydi. Zaman dilimini bilmiyordum artık. Sınıftaki saat kadranını da göremiyorum ki. Kilometreler arşınladım sanki tepetaklak olmanın ardından. Bir zürafanın yanında durmuştu annem. Nefes alıp- vermeyi sıklaştırarak kenardan izleyebildim, yüzü güleç annemi. ‘Zürafalar da üşür kızım’ diyerek, ilk kez kafasını bana çevirmişti. Gözlerimle bir mana ararken, yutkunmama sebep kılacak birkaç cümle döküldü dudaklarından: - Elimde beyaz tişörtün vardı çimen rengine bulanmış, kolu yırtılmıştı. Çok üzgünüm. Anımsamak, ıh evet. Bir de üzerinde zürafa resmi. Burası bu kadar işte bak! Sayfadaki metine iyi çalış derken; silikleşti önümde annemin silueti. Belirsizlik. O patika yoldan ve tepeden geri nasıl döndüm henüz bilmiyorum. Okulun zil sesi ile irkildim. Çocuklar teneffüs saati için koştururken, annemi ve zürafaları bir kez daha sevdim… AKSAK ŞİVAN

/aziz küçük

tanrım, sözcükler ecelsiz ölüyor dilimde kalbimle konuşuyorum artık gül ekmeli uçurumlara rüzgâr bir dostluk yapar da sürgün dilimi atar eşiğine

biliyorum, herkesin yalnızlığı tekil bir tek benimki çoğul şiir hanesinde duydun mu; sesim nefesinde


[Hayal Bilgisi 10] GENÇ KÖŞE ŞİİRLER

/burcu türkmen

aşk bir tesellidir ruhumda parçalanan matem rengi siyahı giymiş gözlerim kayıp bir bedenin vuslatında uğurlanıyorsun bu akşam ölürüm sanıyordum ki yaşıyorum savaştan yorgun çıkan gözyaşlarımla halen ölüyor, her geçen gün soluklarım kızılın kırmızısına mavinin umuduna muhtacım kan revan içinde yokluğuna suskun çığlıklara açım dağınık senden sonraki geleceğimin ufkundaki yıldızlar bir şimşek olmuş ruhum tüm duvarları parçalar hangi beden dayanır ölümün zaferindeki yağmurlara bir terk edişine daha terk edilmişim senden sonra

sen o yalnızlığını paylaşırken başka düşlerde ben hep sana hayal kırıklığı besliyorum her defasında sana nasiplenen aşk tümcelerim sırtından vurulan bir ölü toprağını andırıyor uçuk hayallerimin anı defterine yazılıyorsun imlası eksik, duygu dolu birikimlerle benim dört mevsim denilen yıllarım soğuk hayaller şehrimin içiyse rutubetle sarılı hastalık sen ki yayılmış bedenimin her zerresine sensizlik tünemiş yüreğime yokluğun günbegün içimde...

43


[Hayal Bilgisi 10] SOKAĞIN SESİ

/fatma tanrıkulu

44

Kalabalık bir caddenin kenarında, epeyce yaşlı bir apartmanın ikinci katında, tatsız bir günün saatlerini devirmeye çalışırken, sokaktan gelen çocuk sesleri ilişiyor kulağıma. İçimi kaplayan huzur ve yüzüme düşen bir tebessümle kendimi balkonda buluyorum ve sokağı seyre dalıyorum. Yükselen bazı apartmanların arasında inatla bina olmamaya direnen iki katlı, bahçesinden yediverenlerin fışkırdığı yani benim deyimimle hala hayatın var olduğu evleri görmek nasıl da heyecanlandırıyor beni. Gözlerinizi kapayıp kulak verirseniz ‘biz buradayız ve inatla yaşamaya devam ediyoruz’ dediklerini bile duyabilirsiniz. Derken balkon demirlerinin ardından sokağı izleyen yaşlı ve kimsesiz bir teyze çarpıyor gözüme. Sadece bakışlarından bile okuyabilirsiniz kimsesizliğini. Sanki birilerinin yolunu gözler gibi. Belki de ölümü gözler gibi. Keşke insanlar görebilselerdi ve bir kimse olabilselerdi kimsesizliklere... Genç bir adam vardı çöp kovasının yanında, üzeri kir pas içinde. Yoksulluk omuzlarına ağır bir yük gibi çökmüş adeta. Ve utandırıp eğmiş yüzünü yere. Keşke dedim içimden, keşke bilseydin nice insanlardan daha temiz ve pak olduğunu. Bu sokakta kimse kimsenin umurunda değilmiş gibi. Yüz ifadeleri hep aynı. Ne gülümsüyorlar ne de üzülüyorlar. Hep aynı donuk ifade, bir maske gibi. Etraflarında olup biteni görmüyorlar, bir tepki vermiyorlar. Sanki körler gibi, ölüler gibi. Biri bayılıp düştüğünde üzerine basıp geçecekmiş gibi duruyorlar. Modern yaşamın duyarsızlaştırdığı insan toplulukları. Bir tek çocuklar ve deliler samimi geliyorlar bana. Maske takmayan bir tek onlar. Gülüyorlar, ağlıyorlar. Ne de olsa gerçeğe en yakın değil mi onlar? Ve bir de Serap’tan bahsetmek istiyorum size. Herkes onun deli olduğunu söylüyor ve alay ediyor. Onu izlediğimde aslında farkında olduğunu gördüm. O her şeyin farkında hatta insanların bile fazlasıyla farkında. Yüzlerin tanıdık olması mühim değil onun için. Gördüğü herkese gülümsüyor, selam veriyor ve halini hatırını soruyor. Deli olmak farkında olmak diyorum içimden. Ve deli insanlara ne çok ihtiyaç duyuyor dünya. Ne kaybederiz biraz deli olsak, çocuk olsak ve farkında olsak. Ne dersiniz?


[Hayal Bilgisi 10] AYRAÇ

/selin gamze aşkın

45 Seda Özay BENZEMEZ KİMSE SANA

Hiç bir aşk benzemesin aşklarına, herkes gibi yaşamasın aşklarını Esme ve Dağlar. Öyle de oldu. Herkes gibi yaşamadılar aşklarını. Çünkü özel olduklarının o zaman farkına varacaklardı. Seda Özay… Onların aşklarını yazdı, şahit oldu hayatlarına. Alt kat komşusunun yeni fırından çıkardığı sütlaç gibi sundu kalbinin kucağını aşklarının çocuk yüzüne. Bizler de bu büyük aşkı okuma şansına nail olduk. Alkışlarımız patladı, gözlerimiz kamaştı, mısır yemeyi unuttuk, bayatladılar…

Henüz okumadığınız için şanslısınız. Çünkü okusaydınız üzülürdünüz, yetmezdi kitabın sayfaları. Bana yetmedi, yetmediği için yazıyorum belki de. Esme 22 yaşında bir radyo programcısıdır. İşini çok sevmektedir. Her gün programında farklı bir konu işleyerek yakın zamanda kemik kitlesini oluşturabilmeyi başarmıştır. Üç yıldır birlikte olduğu Orçun ile doğru dürüst görüşememekten yakınıyor gibi görünse de aslında içinin derinliklerinde kendisine karşı nötr olduğunu hissetmektedir. Bunun asıl nedeni ise Orçun’un bir sevgili gibi Esme’ye yaklaşamamasından kaynaklanmaktadır. Orçun tipik bir iletişim özürlüdür. Ara sıra kavga etmeleri, doğru dürüst bir şey paylaşmamaları, her ikisinin de işlerinin yoğunluğu gibi faktörler Esme’nin sabır sınırlarını hayli yormaktadır. Çok sıkılmaktadır bu durumdan. Her şeyi sıfırlamak istemektedir. Bir şey bekliyordur, gürültüyle gelmesini beklediği bir şey. Nihayet bir gün hiç beklemediği bir an gürültüyle biri girer hayatına. Ansızın sesine vurulur. Hattın öbür ucundaki ses programının sadık bir dinleyicisidir. Sesin sahibi Dağlar’dır. Kendisi 36 yaşında bir psikologdur. Kısa bir telefon görüşmesinden sonra Esme’nin hayatı beklediği gibi sıfırlanır. Önce sesinin yetmeyişinden dolayı Dağlar’ı internetten araştırır. Resmine uzun bir süre dalar, kaybolur, şuuru kapanır. Bu da ona yetmez. Dağlar ile en kısa zamanda iletişime geçmek ister. Bir süre haber alamaz kendisinden. Yine beklemediği bir gün beklemediği bir an iletişime geçerler. Hayat durmuştur Esme için. Yalnız Esme için ama!


[Hayal Bilgisi 10] Dağlar, adıyla çelişmek istemezcesine güçlü bir adamdır. Vakur duruşu, saygıdeğer ses tonu ve dış görünüşüyle çizgi dışı biridir. Ancak gizemlidir, 46 kayıptır, var olmak istemez her seferinde. Nedeni gayet basittir. Dağlar geçmişinde çok yanlış yapmış, bunun sonucunda da temkinli davranmaktadır. Tabuları vardır, aşk acemisidir belki de. Ve bu durum Esme’nin canını acıtmaktadır, ruhunu örselemektedir. Gelgitler yaşayan çift her seferinde biraz daha yorulmakta, biraz daha tükenmektedir. Ve korktukları şey başlarına gelir. Ayrılırlar. Bir kez de değil üstelik, defalarca… Aradan uzun bir süre daha geçer, bir şekilde gururlarına tokat atıp bir kez daha denemeye karar verirler. Ancak son ayrılmaları çok sancılıdır. Çünkü geriye dönüş yok gibidir. Dağlar’ın hayatında başka bir kadın vardır artık. Ve sürpriz bir son en savunmasız hallerinde çiftimizi bulur… Daha fazla anlatamayacağım kitap dostları, istiyorum ki sizleri de okurken kalbinizden vursun bu kitap. Her sayfada dağılın, her sayfada biraz daha sarılın hayatlarınıza. Sevginize sahip çıkın, yoksa sevdiğiniz acilen bulun. Bulduğunuzda kendinizi unutun, unutturun… Tüm güzellikler bizim gibi yüreği krizantem bahçesi insanların olsun. Keyifli okumalar diliyorum…

Tilki Kitap Türkiye’nin Kitap Ansiklopedisini Kuruyor www.tilkikitap.com www.tilkimagaza.com


[Hayal Bilgisi 10] emine köseoğlu

47

beni kendiliğinden biri her şey bitse diyordum ki telefonlar etmeler kapılara gitmeler kim demiş yazın hüzünlenilmez diye ama korkudan yaptım başka şeyleri herkesten çok korkağımdır ben ey korku sen, ben misin o şubat çok soğuk oldu evden bile çıkmaya gücüm yoktu benim rüyada gibi ağzımı açıyordum çığlık atıyordum yalnızca ben duyuyordum dünya bana çığlık bana bana bana şimdi korktuklarımı yaşıyorum gerek yok korkmaya


[Hayal Bilgisi 10] Tam Ortasındayım Yağmurun

48 ayşe ünsal İş hayatı... Sabah illa ki peşinden koşulan 8 otobüsü. Bir hafta sonra her gün geçip aynı koltukta aynı kadının yanına oturduğumun farkına varmak. Emek, çalışmak... İşe yaradıkça deli gibi mutlu olmak. Mutlu oldukça bunu fark edip hevesini kursağında bırakan insanlar. İnsanlar; her seferinde tanıdığımı sandığım. Dünyanın bin bir türlü yüzü var. Ne zamandır koşuyorum ben Allah’ım? Bu hissi başka türlü tanımlayamam. Bu yorgunluğu. Bu özlemi. Koşarken etrafını göremiyor insan, nereye odaklandıysa oraya doğru ilerliyor sadece; güzel günlere, Gün’eş’e… Öğrenmek güzel, çok güzel bir his. Hayatına sahip çıkmayı öğrenmek kalkıp ayağa. Ve yanlış da olsa insanların hayalleri doğrultusunda hareket etmelerine engel olmamak gerektiğini öğrenmek. Bu yapılanın özü esirgemek değil artık biliyorum, korumaktan da başka. Saygı ne önemli şey. Su gibi, hava gibi… İnsan hayatına saygı gösterilmediğini gördükçe nefeslerini kırpıyorlar ellerindeki makaslarla. Kaçıncı depremdi bu Allah’ım! Bakın bakın hissettiniz mi? Sallandık. Aslında hep sallanıyorduk. Yeni fark ettik. Dünya tuhaf bir yer, çok tuhaf. Giderek tuhaflaşıyor üstelik. Korkuyorum dünyadan. İnsanlardan korkuyorum. Dünyanın en güvenilir yerine gidelim dedim dün Gün’eş’ime. Bir tek kelime söyledi. Kelimelerin kucaklayabildiğini öğrenmiştim. Kelimelerle gidildiğini de öğrendim. İyi ki. Şükür ki. Hayat böyle bi’şey. İnsanların görmek istediklerine denk gelmediği zaman yaşadıklarınız, yaptıklarınız ya da hissettikleriniz, sizi fazlasıyla acımasız bir şekilde yargılayabiliyorlar. Sizin hissettiklerinizi ne kadar büyük olursa olsun kaldırıp en önemsizlerin arasına koyabiliyorlar. Sizin mutluluğunuzu düşündüklerini ekliyorlar ardından. Kendi seçtiklerine ekledikleri bir nesne gibi hayat sürmenizi bekleyebiliyorlar. İncindiğinizi, incinebileceğinizi hiç hesaba katmadan ya da aldırmadan kalın çizgiler üzerinden yürüyerek inceliklerden yalnızca bahsederek geçebiliyorlar. ‘Bir yerin acıdı mı?’ sorusu kadarlık bir zaman diliminde canınızın ne kadar yandığını ölçüp üzerini kapatabiliyorlar. Kendi kendine iyi olmak nedir iyi biliyorum bu yüzden. Yani iyi biliyordum. Artık yalnız değilim.


[Hayal Bilgisi 10] Tüm gözlerin üzerimde olmasına alışık değilim. Hiç olmadım. Ben hayatı bir 49 köşede; kendi başıma oluşturduğum o huzurlu köşede açabildiğim kadar çok pencereden izleyerek görmeyi ve o çok da kalabalık olmayan yoldan yürümeyi seçtim. Söylediklerimi herkes duysun istemedim hiç. Gördüklerimi herkese göstermedim, yaptıklarımdan sonra etrafıma dönüp de takdir beklemedim. Çünkü biliyorum anlaşılmak büyük, çok büyük bir şey. Herkesten beklenemeyecek kadar büyük. Ve insan anlaşılmak yorgunu kalınca kurduğu cümleler ne kadar uzun olsa da anlattıkları kısalıyormuş. Vicdanıma yaslanıp küçük küçücük bir hayatta bir yudum huzurla nefes alabiliyorsam benden mutlusu olmadı. Huzurun boyu kısaldıkça büyüdüm. Büyümek istemeyerek. Ama yaşadığım her şey için minnettarım. Ardıma bakıp da birleştirdiğim parçalardan Rabbimin oluşturduğu o harikulâde tabloya bakıp ağlayabiliyorum; mutluluktan... Sonra diyorum ki; geçtiğimiz yollar iyi ki vardı. Ve şükür ki masmavi bir gökyüzüne çıktı tüm sokaklar. Tüm sokaklar Gün’eş’e...

Dergimizin yayınlanmasına maddi manevi katkılarda bulunan Dostlar Emlak’ın sahipleri Sayın Ahmet Bahçe ve Halis Bahçe’ye Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi olarak teşekkür ediyoruz.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.