YAZIN Yıllık Edebiyat Dergisi 2018 / Sayı:18

Page 1



YAZIN 2018



Ed törden İstanbul’a Nas hat - El f Er ş 10A Umudun Reng S yah - N l Ecem Tokat 9A ŞTTL Bulut - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Dolce V ta - Kayra Coşkun FEN10 Taverna - B lge Yula Hattatoğlu 9B Hayaller ve Sevg l - Sena Ecem Altun 12A Ç z m - Emre Duman FEN12 Doğan Hızlan - Edeb yat Kulübü Kad fe Menekşeler - Sel n İskender 9A ŞTTL Sarışın Kızla C c Oğlan - N lsu Bağcı 9A ŞTTL Güzün - Büge Sunar 12B Sess z - Ayl n Pak 9C ŞTTL Kayıp Tren - Nazlıcan Uzuner 10A ŞTTL Ütopya - Zeynep Sarav n 11F Af ş - Ceren Albayrak 9E Bakışlar - N l Nalçakan 9B ŞTTL Af - Sıla Akgül / Ana Kokusu - Tuna Gürer 9A ŞTLL Hanımel Kokusu - Şevval Ünlü 10A ŞTTL Düşen B r Yaprağın Ardından - Derya Ece Baş 9A ŞTTL Ada- Rana Furuncı 9F İstanbul ve Ben - Yağmur B ngül 10A D k ş Mak nes - Ela Tuğrul 9E Sonbahar Kızı - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G İbl s - Ayçe İd l Okatan 10A ŞTTL Son Durak - Cansu Köseoğlu 9A ŞTTL Kahvereng n n En Güzel Yanı - Ek n Su Yalaz 9A ŞTTL Gramafonun Sess zl ğ - Mel s Erc yas 11F Kırmızı Karanf ller Şehr İstanbul - Umut Sel n Tuncer 11F B r Mart Günü - Damla Elbey 10A ŞTTL İsak Reyna Söyleş Eşek le T lk - Alp Atalay 9A ŞTTL Hatalar ve Çıkarımlar - İrem Enç 9B ŞTTL Etle Tırnak - N lsu Balcı - 9A ŞTTL Aşık Olmak ve Sevmek - Çağla Arpacı 9B ŞTTL Yapboz Parçaları - Mel sa Aktalay 9D Türk Kahves ve Su - Bahar Erg nbay 9D Sütlü B sküv - Fatma Mel sa Gemeç 9A ŞTTL Zamana Tutsak - Solan Sayfalarım - Avş n Topçu 11C ŞTTL Avuntu - Zeynep Başeğmez 10C ŞTTL Davet - Beyza Ergün 11G Boşlukta - Yasem n İmre 10C Şah Mat - Berkay Karakuş- 9B ŞTTL O Gece - Aysu Temel HzA Selam - Zeynep Nur B ngül HzB Sanatta Algı - Kemal H.Turşuoluk 11A Duymuyorum - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Akıllı Telefonlar Suskun İnsanlar - Ecem Arpacı Fen10 Kış Öyküler nden Yırtılmış B r sayfa - Batuhan Şah n 9B ŞTTL Yazsam Roman Olur - Kafes - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Yazsam Roman Olur - Annem, Mend ller m, B lyeler m - Nesl şah Şara Yücel 11F Yazsam Roman Olur - İlk sarhoşluk… Şaraptan, Aşktan ya da Ş rden - El f Er ş 10A Güvende ve Mutlu B r - Mercan Uludağ 11E Kalabalığa Karışamamak - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Leylak Kokusu - Ulv ye Taylan Lambalar, Taşlar ve Yaşlı B nalar - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Gece Ne çok yakışıyordu - Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Hayatımızın Kökler - Ulv ye Taylan Sonsuz Mav de - Emekl Olduktan Sonra - Mercan Uludağ 11E Ş rden B ze B zden Ş re - Nesl şah Şara Yücel - Zeynep Sarıfakıoğlu - Mercan Uludağ - Levent Toprak - Ulv ye Taylan Tanz mat Gazeteler - Sahne Sanatları - Berk n Işık / Mukadd me -Senay Songur 11B ŞTTL Tanz mat Gazetler - N da Ahal 11B ŞTTL Tanz mat Gazeteler - Aşk-ı Hürr yet Kas des - Eren Yen gül 11B ŞTTL Mecmua- Servet- Fünun'un Ex gence' - Atabek Batuhan B lg ç FEN11 Dekadanlar Tartışmasının Sonu - Fermude Neşe Ürmez FEN11 B çare Bekley ş - Mertcan Baş 11A Kırık Kalpler Yalısı - Duru Ustaoğlu 11G Nec p' n Ev - Doğu Dem rtaş / Karanlık Aşk - Bora Ofluoğlu 11F Ayrı B r Gözle - Sena Ecem Altun 12A Ve B z m 8. Günümüz - B r Balık Olsam - Duru Ustaoğlu 11G Ve B z m 8. Günümüz - Altıncı Gün - Zeynep Sarav n 11F Ve B z m 8. Günümüz - Yalnız B r Sandalye - Özge Gürbüz 11G Ve B z m 8. Günümüz - Keşke - Nesl şah Şara Yücel 11F Ve b z m 8. Günümüz - Çay Saat - El f Oktar 11G Ve B z m 8. Günümüz Eve Dönüş - Büşra Seven 11E Ve B z m 8. günümüz - S murg - Umut Sel n Tuncer / Mak neleşm ş Toplum - Zeynep Çomçuoğlu 11F Ana Temanın Parçası: Karakter - B lgesu Özcan 11IB-I Olayların ve K ş ler n Yarattığı Zulüm Düzen - El fsu Kıdeml 11IB-I Yazarsanız Roman Olur YIL:18 SAYI:18

4 5 6 8 10 13 14 15 16 20 22 24 25 26 28 29 30 32 36 37 38 39 40 41 42 44 46 47 50 52 54 57 58 58 59 60 60 61 62 63 64 64 65 65 65 66 67 68 69 70 71 71 72 72 73 73 74 74 75 76 78 79 80 82 83

84 86 87 89 90 91

91 92 93 93 94 96 98 100

Sayfa 3


İç Yazı Başlığı

editörden

Niçin mi yazıyoruz? Paylaşmak ç n elbette… İşte yazmaya da r paylaşımlardan bazıları…

Bakışlarımızı, sezg ler m z , çgüdüler m z , duygularımızı, düşünceler m z b ler, gel şt r r, olgunlaştırır. B z yalnızca dış dünyaya ve hayata da r b lg lerle değ l aynı zamanda kend ç m zle, kend duygularımızla da tanıştırır. Edeb yat aynı zamanda b r büyüme sanatıdır; b z b z yapar. Murathan Mungan Dünya, yaşam, kavga, eş tl k, sevda ne kadar öneml ve köklü kavram varsa heps n n karşısında hâlâ c dd kalab ld ğ m ç n. Duyarlılığın, duyguların, kısaca nsana a t ne varsa heps n n aşındığı b r dünyada hâlâ aşınmamış b r şeyler kaldığına tanıklık ç n… Kemal Özer Panzeh r olamayan b r hastalıktı yazmak. Zaten b z h ç y leşmek stemed k. Kalemler m ze, s z n kalemler n ze sarıldık. Mürekkep lekeler yle doluydu kağıtlarımız, mükemmel değ ld k. ‘Yazmasam del olacaktım.’ dem şt ya Sa t Fa k; şte öyle b r şey şte… Zeynep Sarıfakıoğlu Yazmak, hayatın gerçekl ğ nden soyutlandığımız hayal dünyamız, Yazın da bu kaçamağın lk adımlarından b r yd b zler ç n. Her satır, her bet mleme k ş l kler m z n sayfalara dökülmüş parçalarıdır. B z tanımak aslında yazdıklarımızı okumaktan geçer. Mercan Uludağ Yazmak, yazıyor olmak bazen yen yaşamlarla buluşmanın, farklı pencereler açıp b r ler ne göz olmanın, başka hayatlara dokunmanın lokomot f d r. Bazen de sadece nefes alınan büyülü b r bahçes d r. Nesl şah Şara Tara

Edeb yat Kulübü Öğretmenler ve Öğrenc ler Ulv ye Taylan, Gamze Coşkun, Levent Toprak, Mercan Uludağ, Nesl şah Şara Tara, Zeynep Sarıkafıoğlu

Sayfa 4

YAZIN


şiir

İstanbul’a Nas hat İzbe b r oda duvarında, Sapasağlam durmayı başarmış Küçük b r çerçeved r İstanbul. Dün gece saat 3 sularında, Ev m n salonuna nen uçaktandır k , Uyanıverm şt m, İstanbul’u gördüm.

Avrupa’dan Anadolu’ya sallanıp duruyordu. “Atatürk Havaalanı” ded m, “İn ş ç n odamdan z n almıyor.” “Taşın” ded , saçları rüzgârdan savrulurken. İstanbul, sen hep böyle hür kal. Acımasız dalgaların dövüyordur ş md Kız Kules ’n , Kırılasıya dalgaların. B r martıları var, onların da varsa yoksa ş s m t poğaça. İstanbul, sen hep kalabalık kal Yalnızlık çek lecek şey değ l. Kadıköy vapurundayım el mde esk kamera saat 18.47, Güneş toplamış pılını pırtısını ve İstanbul sen y ne çok güzel gülüyorsun. Yanakların kızarmış, üstünde annes n n eve çağırdığı küçük b r çocuk burukluğu. İstanbul, sen hep çocuk kal. Hâlâ burnuma taa ç çek pasajından kesk n kokoreçler musallat oluyor, B r anda kadrajıma Taks m ara sokaklarında aç çocuklar yakalanıyor. İstanbul, sen h ç aç koyma çocukları. Naç zane f k rler m var, Ama sen İstanbul bazen öyle naç zane değ ls n k , Sen n ç n tuhaf yec den alınan paslı b r ğnen n mutlaka ele batması gerek r. Ee, nereye g tt sen n saat 18.47’dek o çocuk hal n? Oysa ben b r mey örecekt m sana karanlıkta üşüme d ye. İstanbul, bu kadar da taşkın olma. Sen h ç Galata’ya çıktın mı İstanbul? Ben b r kez çıktım. H ç hadd me değ l ama sana b r kez tependen baktım. İstanbul, Galata Kules ’ne kızma daha fazla, O zaten köprüsünde oltaya takılmış çırpınan balıkları zleyerek, Her şeye tepeden bakmanın cezasını her an çek yor. Bu gece saat 22.00 sularında, Odamın camına umarsızca tıklayışını anımsıyor kulaklarım. “Sana ağlama” d yemem İstanbul, Su b r k nt ler ne bata çıka yürümeye hasret m. Ev m n üst katında bağırıp duran komşunun ses n kısarsan şayet, Sana yardım etmey düşüneb l r m. İstanbul, sen h ç ağlama en y s , Yağmurlarda ş r yazmaya devam edersem, Galata’dan kanatsız atlamayı deneyeb l r m. El f Er ş 10A

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 5


İç Yazı Başlığı

öykü Umudun Reng S yah Kapıyı açmaya çalışırken y ne zorlandım. Yıllardır aldığı darbelerle menteşeler yer nden oynamış gal ba. Okuldan her gel ş mde yaptığım g b parmak ucunda yürüyerek tüm odaları kontrol ett m. Babam evde yoktu; b r anda ç m mutlulukla doldu, rahatladım. Bu demek oluyordu k yemeğ telev zyon karşısında y yeb l rd m, tab evde yemek varsa. B r koşu mutfağa g d p buzdolabını kontrol ett m. İç nde uzun zamandır orada olduğu bell olan b rkaç parça peyn rden başka b r şey yoktu. Yemeğ sonra halletmeye karar ver p b r kaba su doldurdum. Salondak küçük, tüplü telev zyonu açtım ve duvara dayalı sed r n üstüne zıpladım. Penceren n hemen d b nde b tm ş olan beyaz güller me büyük b r gururla baktım. Onları ben m lg m büyütmüştü. Kabı mutfağa götürmeye gerek duymadan penceren n kenarına koydum ve sed re kuruldum. Tam da o sırada Kömür geld . Ben “Kömür” derd m, annem “Azman”. H ç sevmezd bu ked y , çok ısrar ett m d ye eve almıştık da ne varsa paramparça etm şt . K mse olmadığı zamanlar g zl g zl çer alırdım hep. Annem öğren rse çok kızardı. B r kere salonda beslerken gör-

Sayfa 6

müştü de terl ğ popoma yem şt m. “Sokağın bütün p sl ğ n eve taşıyor, at şunu dışarı! Her şey m z tam, b r ked m z eks k.” Anladım ev ked s değ l ama ben y ne de çok severd m Kömür’ü. Pencerey açık gördü mü hemen atlardı. Hele bembeyaz güller m n yanında s ms yah tüyler yle ne kadar güzel görünürdü. Bana çok alıştı zaten; annem gelene kadar arkadaşlık eder, sonra “g t” ded ğ mde de h ç gücenmez, hep ger gel rd . Evet evet, en sevd ğ m ked yd o ben m. Beyaz güller mse en sevd ğ m ç çek. Camı açık bırakıp Kömür’ü çer aldım. Her zamank g b ayaklarımın ucuna yerleşt . B r yandan onunla, b r yandan güller mle konuşmaya başladım. Yarının doğum günüm olduğunu söyled m onlara ama okuldak lere anlatmamıştım. Nerede kutladınız, ne hed yeler aldın g b sorular sormalarını stem yordum. B z doğum günler m kutlayamıyoruz çünkü. Annem anlattı bana, bu sene de hed ye alamayacakmış ama söz seneye ne stersem onu yapacakmışız. Hed ye dey nce aklıma geld , ne kadar da st yordum o kara gözlü, s yah saçlı bebeğ . Arkadaşımda görmüştüm aynısını, annem mağazaya götürmüştü bakmaya. Çok pahalı olduğunu görünce beğenmed m dem şt m anneme, vazgeçt m. Anlamıştı annem tab ; alırız dem şt , hemen değ l belk ama sonra… Her ne kadar b z zorlayacak olsa da o bebeğ çok st yordum. Aylar geçt üstünden, annem belk doğum gününde alırız, ded . B l yorum k alamayacak, alamayınca çok üzülecek. Üzüleceğ n b l yorum çünkü geceler ağlarken ses n duyuyorum. Ben de uyumamış oluyorum çünkü bazen ben de ağlıyorum. Acaba babam yarın doğum günüm ç n gelecek m ? Umarım gelmez. O gel nce evde hep kavga çıkar. Karnım gurulda-

maya başladı, acaba yemek ç n Gülseren teyzelere m g tsem? Yok yok, annem borcunu ödeyemed d ye çok mahcup zaten, b r de ben onlarda görmes n. Gülseren teyzen n, “Annen kazandığı üç kuruşu her gece babana yed rmeseyd çoktan ödem şt borcunu. Kaç ay oldu bak, hâlâ köşe bucak kaçıyor mahallede benden.” ded ğ n söyled ğ mde çok kızmıştı zaten. B rden parlayıverm şt : “El kadar çocuğa söylenecek laf mı bunlar? B r derd varsa ben mle konuşsun, h ç çenes n tutamaz. Ödeyeceğ m ded m ya, b r yere kaçtığım mı var? Bunadı kızım, erkenden bunadı. Ben onun yed ğ haltları b lm yorum sank …” Bunları düşününce yüreğ m sıkışmaya başladı, gözler m doldu. Annem bu gece de geç gelecek gal ba. Fabr kadan döndüğünde hep çok yorgun olur ama b r taned r ben m annem. Üzüldüğünde h ç göstermez, y ne de çok zorlanıyor b l yorum, bütün yük onun nar n omuzlarına kaldı. Kış da yaklaşıyor, oldum olası sevmem ş md r kışları. Hep daha çok masraf çıkar; kömür gerek r, kazak gerek r, mont gerek r… Annem de en çok kışın üzülür zaten. Yemek, su, kıyafet, komşuya olan borcumuz da ödenmel , okul defter , kapının kolu kırılmıştı, dün tüp b tt , elektr k faturasını kaç haftadır ödemed k? L ste YAZIN


böyle uzar g der. Dayımların neden anneme h ç yardım etmed kler n hep merak etm ş md r. Ne kadar zorlandığımızı görmüyorlar mı? Hâlbuk ben çok severler, görüştüğümüzde bana hep şeker ver rler. Onlar b r ev n şekerle dönmed ğ n b lm yorlar mı anne? B r de s yah saçlı bebeğ m düşündükçe daha çok ağlamaya başladım. Başıma fec b r ağrı g rd . Sed rde kıvrılıp tortop oldum. Ağlarken uyuyakalmışım. Uyandığımda hava kararmıştı ve arkamdak açık pencereden çer ye dondurucu b r soğuk g r yordu. Gücümü toplayıp pencerey kapatamadım. Yıllardır haberdar olduğumuz hastalığım sonunda kend n gösterm şt . M dem bulanmaya ve başım dönmeye başladı. Kömür de annem de ortalıklarda gözükmüyordu. T tremeye başladım. Çok üşüyordum ama başım alev almışçasına yanıyordu. Her yanım kasılıyor ve acıyordu. Daha ş ddetl t tremeye başladığımda Yurdagül ablalara g d p b raz yemek stemeye karar verd m. Sıcacık b r çorba ne y olurdu ş md . Artık kalkmalıyım, gal ba ateş m var. Kalkıyorum, kalkıyorum, kalkıyorum. Kalkamadım.

Ben öldüğümde daha sek z yaşındaydım.

baktı, ne kadar güzeld . Gecen n ışığında nasıl da porselen g b parlıyordu c ld ve ne büyülü ışıldıyordu o kuzgun s yah saçlar. Der n b r ç çekt , b r kolunda bebek d ğer kolunda çantası, ç ç ne sığmaz b r halde anahtarı çev rd . Omzuyla zorladığı kapıyı açar açmaz onu karşılayan buz g b soğuk yüzündek gülümsemey dondurdu. Kalb hızla çarpmaya başladı, sabahtan ber b r şeyler n ters g deceğ n h ssed yordu zaten. Hızlı adımlarla önce mutfağa, sonra salona yöneld . İşte oradaydı. D kenl boyunlarını açık pencereden uzatmış bembeyaz güller, sed r n üstünde yatan küçük kızı korumak sterces ne ona doğru eğ lm şt . Ve kömür karası azman ked kızın kucağına kıvrılmış, daha önce h ç olmadığı kadar huzurla uyuyordu. En der nlerden kopup gelen b r feryat ve tüm umutlarla beraber yere düşen b r bebeğ n patırtısı... Ne ked ne de güller kıpırdadı. Bütün gece kolladıkları emanet annes n n tesl m aldığını b lmeler n n rahatlığıyla b rçok yıldız gökyüzüne dağıldı. Ve sadece küçük kızın yasını tutanlar gecen n karanlığında sönükleş p kayboldular.

N l Ecem Tokat 9A ŞTTL

Yıldızlar o gece özell kle b r n gözetmek sterm şçes ne derme çatma, küçücük b r ev n üstünde toplanmışlardı. Kadın, ç ndek sıkıntı onu daha da ağırlaştırmış g b yavaşça yürüyordu. Bütün gün aklı kızında kalmıştı. Babası olacak o adamın eve gelmed ğ n umuyordu. Evde k s n yalnız bırakmak stem yordu çünkü sarhoşken çek lmez oluyordu ve o hep sarhoştu. Kapıda, ağrıyan kollarıyla zorla çantasına uzanıp anahtarları aramaya başladı. O sırada kızının hep sted ğ bebeğe çarptı gözü ve yüzünü kocaman b r gülümseme kapladı. Ne olursa olsun yarın doğum gününde ona hed yes n vereb lecekt , yorucu gece mesa ler sonunda karşılığını verm şt . Yarın kızı uyanmadan bebeğ yatağın üzer ne bırakmayı planlıyordu. İz n de almıştı zaten, şöyle ana kız baş başa b r gün geç rmen n özlem n çek yordu. El ndek bebeğe

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 7


İç Yazı Başlığı

öykü

Bulut Yaz kış, küçücük balkonuna zar zor sığan sallanan sandalyes nde oturur, bulutları zlerd . Karşı komşunun balkonunu ancak parmak uçlarımda durarak ve balkon dem rler nden sarkarak gözleyeb ld ğ m yıllarda, gökyüzüne bakarken yüzünde bel ren d ng n gülümsemeye anlam veremezd m. Annem yaptığı kek n b r d l m n , çorbanın b r kases n , şerbet n b r bardağını da ma ona ayırır; k ev arasında mek k dokurdu. Ev n n ahşap oymalı kapısında, paspasın altına g zled ğ paslı anahtarda dolaşırdı çek ngen, çocuk gözler m. Annem defalarca götürmek, tanıştırmak sted ben ; onun yanına g tmey h ç stemed m nedense. Evler m z b rleşt ren kısacık kor dora rağmen aramızda koskocaman b r uçurum olduğunu h ssed yordum. Onun yanında nasıl davranmam gerekt ğ n b lm yordum. Bana da bulutlara baktığı g b bakar mıydı? B r gün takıldım annem n peş ne, onun ev ne g tt m. Annem el yle koymuş g b bulduğu anahtarı del ğe sokarken ben de annem n eteğ n sımsıkı tutmuş, tırnaklarımı avuçlarıma bastırıyordum. Kapı, rahatsız ed ld ğ n tüm apartmana haykırarak ağır ağır açıldı. Korkudan büyüyen gözler m loş kor dorda gez nd ; şlemel b r k l m, s nekler n ampuller nde uyukladıkları göster şl b r av ze, p r nç çerçevel ayna... Annem terl kler m , yalnızca b r ç ft pabucun durduğu tozlu ayakkabılığa yerleşt rd . Balkona açılan küçük oturma odasına doğru lerled k. İr , kamburlu sırtının cama yansıyan gölges n görünce adımlarımı yavaşlattım. K msey , evdek h çb r şey uykusundan uyandırmak stem yordum. Çeş t çeş t fotoğraf çerçeves n n arasından görünen boyası akmış duvarlar b le der n b r gaflet den z nde yüzüyorlardı. Annem n peş sıra balkona g rd m. Sandalyes nde oturuyordu. Nasırlı ayaklarını balkon dem rler ne yaslamış, kend n sallıyordu haf fçe. Bulutlarla bezenm ş seyrek saçlarına tutunuyordu rüzgâr. D zler nde b rleşt rd ğ eller ndek kırışıklıklara saklanmıştı anılar. Gözler ışıl ışıl b r mav , k rp kler yse bembeyazdı; aynı gökyüzü g b ... Önce annem selamladı başıyla; sonra yorgun bakışlarını bana çev rd . Ben ona bakamıyordum. F ncandak kahve lekeler ne bakıyordum; kurumuş ç çekler n yapraklarına, eteğ ndek söküklere... An-

Sayfa 8

YAZIN


nem aceleyle f ncanları topluyor, ç çeklere su ver yordu. El nde b r d k ş p yle yanımıza l ş nce n hayet ona bakab lecek cesaret buldum kend mde ama o y ne bulutlara bakıyordu. “Neden hep bulutlara bakıyorsunuz?” Gülümsed . Gülümsed ğ nde ncec k dudaklarının kenarında gamzeler bel r yordu, ç mdek sıkıntıyı tam oraya, yavaş yavaş gömüyordum. Örgü hırkasının düğmes n el yordamıyla buldu, b r ves kalık fotoğraf çıkardı ceb nden. “Torunum, sm Bulut; bu fotoğ raf çek ld ğ nde sen n yaş larındaydı aş ağ ı yukarı. Ş md büyümüş tür; kaç yıl oldu görmeyel , yılları saymadım...” Parmaklarım, fotoğraftak tozlara yapışmıştı. Küçük, masmav gözlü b r çocuk gülümsüyordu neşeyle. Mutlu görünüyordu ama aklıma yatmayan b r şeyler vardı bende, geçm şte kalan çocukla lg l ... Mutluluğu b le hüzünlüydü sank . Buğulu gözler nde, anılarda yaşayan b r tanıdığın uzaklığı vardı. Yavaşça kaldırdım başımı, gözler m onunk lerle buluştu. Gözlüğünden yansıyan solgun yüzümü nceled m uzunca b r süre. Bulut’un gözler g b ben mk ler de mesafel yd , ürkekt . O günden sonra sık sık z yaret ett m onu ancak h çb r zaman fazla konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Annem ev şler n yapıyor, yemek get r p götürüyor; ben de onunla b rl kte gökyüzünü zl yor, kaybett ğ Bulut’unu arıyordum. Bazen p r nç çerçevel aynada kend me bakıyor, uzaklardak çocuğun yüzündek hüzünlü fadey kend yüzümde bulmaya çalışıyordum. Annem fotoğraf çerçeveler n n tozlarını alıyordu. Gr , puslu b r akşamüstüydü; annem ev n n kapısını k l tley p terl kler m z eve ger get rd . Onun kahve çt ğ f ncanlarımız, yemek yed ğ tabaklarımız mutfakta duruyordu. Canlanmamakta d renen saksı ç çekler , b z m balkonumuzda yerler n almışlardı. Onun balkonunda sallanan sandalye se rüzgârla arkadaşlığını kesm şt . Bulutsuz, kapalı b r akşamüstüydü. Bulut’un fotoğrafı oymalı kapının kenarında duruyordu. Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 9


İç Yazı Başlığı

öykü

Dolce V ta (!) Sabah kalktığımda yatağım bana daha yumuşak, daha sıcak gelm şt . Çarşaflar yen değ şt r lm şt ve o kadar güzel lavanta kokuyordu k yatak ben kend ne hapsetm şt . Kalkmak stem yordum. Yatağımda böyle çok rahattım. Ablam uyandığımı duymuş olmalıydı. Ben yatağın sıcak kollarında hapsolmuşken odama geld ve ben kucakladı, yatağımdan kaldırdı. Kalkar kalkmaz odamdak soğuk hava tüm vücudumu sardı. B r pencere açık kalmış olmalıydı. Ablam sarılmasa donab l rd m. O sıcacıktı ve saçlarını pek g b yapana kadar taramıştı. Şeftal kokulu parfümünü sıkmış, ballı dudak krem n sürmüş ve sabah s garasını çm şt . Pencerey de ablamın sabah keyf açık bırakmış olmalıydı. Sarılma seansımız b t nce ben yatağa oturttu ve g y nmeme yardım ett . Rahatlığım ve uyku sonrası mayhoşluğum gardırobun Sahra Çölü kadar kuru ve haftalardır yağlanmaya ht yacı olan menteşeler n n gıcırtısıyla geçm şt . Ne g ymem gerekt ğ n her gün ablam seçerd . Yatakta yanıma oturdu ve g y nmeme yardım ett . Özel günlerde g yd ğ m yünlü, balıkçı yaka kazağımı g yd rm şt . Altımaysa her zaman g yd ğ m taytlarımdan verm şt . İk s de yatağım g b lavanta kokuyordu. Demek doğum günümde ne g yeceğ m çok önceden bell yd . Bu nedenle ablam tüm kıyafetler m ve çarşafımı o lavanta kokulu deterjanla yıkamıştı. Ablam böyle b r yd : geleceğ en küçük ayrıntısına kadar planlardı. Bense an’ı yaşamakta

Sayfa 10

ustaydım. Ablam ben m de saçımı taradı, şeftal kokulu parfümünden boynuma sıktı. Her gün sıkmaktan parfümü b tmek üzereyd . Bana doğum günüm ç n b rkaç damla kalmıştı sadece. İk m z de dışarı çıkmak ç n hazırdık.

Ben yatağımdan kaldırıp kapıya g tmeme yardım ett . Aslında yardıma ht yacım yoktu çünkü yıllardır aynı evde yaşıyorduk ve ben tüm ev ezberlem şt m. Bütün odaların yer n , tüm duvarların kıvrımlarını b l yordum. Kapıya geld ğ m zde ablam ben kapının yanındak sert tabureye oturttu ve ayakkabılarımı g yd rd . Yıllardır g yd ğ m spor ayakkabılarımı g yd rm şt . Bağcıklar sıkıca bağlanmaktan koptu kopacaklardı, tabanı se b rkaç kez çıkmıştı. Ablamsa annemden kalan haf f topuklu ayakkabılarını g ym şt . Yürürken çıkan topuk sesler annem hatırlatıyordu. Ablam o sert tabureden kalkmama yardım etmek ç n el mden tuttu. Orta parmağına bant yapıştırmıştı: sabah keyf n n başka b r mar fet . Ev n kapısını b r gümbürtü le kapattı ve k l tled . Ablamın ev k l tlemes hep uzun sürerd çünkü anahtarlığında b r sürü anahtar vardı ve hang s n n ev nk olduğunu bulması zaman alırdı. Anahtarı ararken ç nden hep söylen rd . Bense anahtarlardan çıkan şıkırtı sesler n d nleyerek kaçıncı seferde bulduğunu tahm n etmeye çalışırdım. Bugün beş nc seferde bulab lm şt . En azından öyle tahm n ed yordum.

YAZIN


Ben apartman merd venler nden nd rd . Bel mden sıkıca tutmuş, kolunu tutmaya zorlamıştı. O da yardıma ht yacım olmadığını b l yordu. Kolunu tutuğumda ablamın en sevd ğ sentet k pl kten yapılmış tüylü kazağını g yd ğ n fark ett m. O kadar yumuşaktı k kazağında parmaklarımı gezd rmey durduramadım. Son basamaktan nd ğ m zde ablamın topuklarının çıkardığı sesle kend me geld m ve parmaklarımı ger çekt m. Apartmanın kapısından çıktığımızda pencereden gelen soğuk havanın odamda yarattığı etk n n üç m sl büyüklükte b r etk yle tüm beden m t trem şt . Menteşelerdek gıcırtı da neyd . Bu soğuk tüm uyku mahmurluğumu el mden almıştı. Sokak uyanmış ve gününe başlamıştı b le. Bugün b raz geç kalmıştık hayata. Çocuklar top oynamaya başlamış, çoktan günün lk camını kırmışlardı. Memo kırmış olmalıydı. En üst kattak Selma teyzen n camına gelm şt . Ancak Memo o kadar y atab l rd . Selma teyze de Memoları terl k yağmuruna tutmuş, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bütün bu hengâme ç nde beled ye görevl s yerler süpürüyordu. Süpürges nden çıkan ses Selma teyzen n t z ses yle b rleşt ğ nde kulak tırmalıyordu. T tremeye başlamış olmalıyım k ablam b raz daha hızlı yürümeye başladı. Her zaman g tt ğ m z fırın çok uzakta değ ld . Fırına yaklaştığımız ekmek, s m t ve van lya kokularından bell yd . Ablamın kapıyı açması ve kapının ucundak çanın çalmasıyla vücudumu tekrardan b r sıcaklık sardı. Hemen b r masaya oturduk. H çb r şey yapmamız gerekm yordu. Garsonların heps artık b z tanıyor, gördükler anda k çay, k s m t ve b raz keç peyn r koyuyorlardı masaya. Ne zaman bu fırına gelsek bas t b r kahvaltı yapardık. Zaten kahvaltı k m n umurundaydı? İk m z de tatlıyı düşünüyorduk. Tatlı s par ş m z se tam b r törend . Ablam masaya oturduktan ve garsonlardan b r ne selam verd kten sonra ben öperd . Bu öpücük sürpr z m ç n b r uyarıydı. Daha sonra masadan kalkar ve v tr nler n yanına g der, bana sürpr z olacak

YIL:18 SAYI:18

tatlıyı seçerd . Bu fırının yabancısı olmasam da doğum günler mde hep farklı h ssederd m. Bana sank daha önce bu fırının kekler n n yumuşak, s m t ve ekmekler n mayalı, ekş ms ve taş fırından gelen odun kokularını hayatımda lk kez almışım g b gel rd . Ablam masaya ger döndüğünde çaylarımız gelm şt . Çay bardağını tuttuğumda nce bel nden gelen sıcak ben uyandığımdak rahatlık h ss me götürmüştü. Garsonun s m t ve peyn r tabaklarını koyuşu mermer masada çınladı. Tatlıya b r adım daha da yaklaşmıştık. Ablam b z m ç n s m tler hızlıca hazırlıyordu. İk m z de tatlı ç n sabırsızlanıyorduk. S m tler de sıcacıktı. Masaya get rd kler keç peyn r tuzlu ve kremamsı tadıyla s m te çok yakışıyordu. S m t ve peyn r k l s ne kadar muhteşem olsa da aklımda hep tatlı vardı. Bu yüzden hızlı hızlı s m d m b t rd m. Ablam da öyle yapmış olmalıydı k s m d m b t rd ğ m an ‘’Tatlı ç n hazır mısın?’’ d ye sormuştu. İk m z n de tatlıyı dört gözle bekled ğ n b l yordum. Başımı sallayarak ona cevap verd ğ mde seçm ş olab leceğ tüm tatlıları düşünüyordum: sütlaç, kazand b , prof terol… Prof terol söylem ş olamazdı çünkü geçen sene doğum günümde onu yem şt k. B r tahm n yapamadan g zeml tatlı masaya gelm şt . Pasta ve ç kolata g b kokuyordu. Ç kolatalı pasta mı söylem şt ? Ablam o kadar klas k b r nsan değ ld . Çok nad r doğum günler mde pasta yerd k. Çatalı lk batırmamla sert b r şeye çarptım. Çok sert değ ld ama b raz bastırmak gerek yordu. Daha sonra se pasta kısmının geld ğ anlaşılıyordu. İlk ısırığı almamla anlamıştım: kestanel pastaydı. Ablam altıncı ş ne g rd ğ nde Dante g b ömrünün yarısını harcamıştı. Ondan öncek şler nde h ç mutlu değ ld . Maaşı da çok azdı. Bu yüzden yen ş

Sayfa 11


İç Yazı Başlığı

öykü

k m z ç n de öneml yd . Doğum günüme denk gelen yen ş n kutlaması en mutlu olduğum zamanlardan b r yd . Bu nedenle daha öncek paramızla alamayacağımız efsanev kestanel pastayı söylem şt . İk m z ç n de çok değerl b r andı. Kestanel pasta en alakasız anılarımızı, okul günler m z , çocukluk hatıralarımızı çağrıştırmıştı. O sabah pastayı y yene kadar h ç konuşmadığımızı fark ett m. Ablam sadece geçm şten bahsederken gerçekten mutlu ve heyecanlı olurdu. Onun dışında kend yarattığı cehennemde yaşardı. Doğum günüm şte o zaman başlamıştı. Ablamla geçm ş ve gelecek le lg l düşünceler m z konuştuğumuzda. İk m z n de hayaller ve stekler vardı. Fırından çıktığımızda sokakta çıt çıkmıyordu. Çocuklar evler ne dönmüştü. Selma teyzen n kızgınlığı geçm ş, beled ye görevl s n n ş b tm şt . Düşündüğümden de geç başlamıştık güne. Dışarısı evden çıktığımızdan daha da soğuktu. Ne kadar yürürken yardım stemesem de ablamın koluna yapışmıştım. Tüylü kazağı fırın g b sıcacıktı. Bu sess zl ğ bozan b r arabanın motor ses g tt kçe yaklaşıyor, etraftak egzoz kokusu artıyordu. B r anda motor ses durdu. Egzoz dumanı se yüzüme doğru gel yordu. Ablam el mden tuttu ve arabaya b nmeme yardım ett . Fırından çıkar çıkmaz sokaktak b r taks ye şaret verm ş olmalıydı. Taks n n ç sun der ve ter kokuyordu. Bu k kokunun b rleş m arabaya b nd ğ m anda m dem bulandırmaya yetm şt . Ablamdan camı açmasını sted m. Böylece nereye g tt ğ m z hakkında tahm nde bulunab l r, kokudan kurtulab l rd m. Her doğum günümde b r yere g derd k. Taks c ye ben duymadan g deceğ m z yer nasıl söylerd h ç b lm yorum. İlk yıllar bu yüzden en küçük tahm nde b le bulunamazdım. Yıllar geçt kçe camı açtırmaya başladım. Böylece dışarıdan gelen sesler, kokular,

Sayfa 12

havanın daha soğuk olup olmadığına bakarak tahm nlerde bulunmaya başladım. Ablamın bundan haber yoktu. Tahm nlerle yaşamanın get rd ğ b r oyundu sadece. Bu sefer de oyunumu oynuyordum. Hava g tt kçe soğumuştu. Camdan esen rüzgâr g tt kçe sertleşm şt . Havanın tazel ğ taks n n boğucu kokusunu haf flet yordu. Martı çığlıkları, balıkçı tekneler n n dalgalarla savaşmalarından gelen seslerle tahm n m şek llenmeye başlamıştı. Yosun kokularını almamla nerede olduğumuzu b l yordum. Boğaz’daydık. Ablam taks c ye parasını verd kten sonra el mden sıkı sıkı tutarak arabadan nd k. İy k de el m tutuyordu çünkü burayı tanımıyordum. Her an düşeb leceğ mden korkuyordum. Ablamın sımsıkı tutan el bana güven verm şt . Yavaşça yürüyerek b r banka oturduk. Bank haf f neml yd ve soğuktu. Ahşabı esk m ş, kıymıklar ahşabından ayrılıyordu. Dem r kollarındak şlemeler h ssetmek st yordum ama dokunamayacağım kadar soğuklardı. Ben ısıtan tek şey ablamın sıcak koluydu. Şu an soğuğun h çb r önem yoktu ama. Dalgaların kayalara çarpma sesler nde, yosun ve balık kokularında kaybolmuştum. Her şey huzur ver yordu. Geçen gem ler n korna sesler ben uzaklara götürmüştü. Cunda adasında gel nc k şerbet nden ve gazozdan hazırladıkları gezoz ded kler çeceğ ç yor, sakızlı dondurma y yor, ked ler sev yordum. Tüyler yumuşacıktı. Mutluydum. O sırada fark ett m k kend cehennemler nde yaşayanlar sadece ablam ve Dante değ ld . Ben de öyleyd m. Sadece h ssedeb ld ğ m, koklayab ld ğ m, tadını alab ld ğ m ve duyab ld ğ m bu dünyada kend cehennem mdeyd m. Ben cennete götüren tek şey hayaller m ve o tatlılardı. Ah o tatlılar yok muydu? Dolce v ta! *Dolce v ta: tatlı hayat Kayra Coşkun FEN10

YAZIN


Taverna Güneş er y p den ze karışırken gökyüzüne bulaştırıyor ç nde sakladığı renkler n . Gün ışığının en sess z üyes olan mor b le özgür kalırdı aydınlık tahtını yavaş yavaş karanlığa bırakırken. Selene, ağır ve nar n hareketlerle yıldızlar arasındak yer n almaya koyuluyor. M d ll ’de b r sah lde, ayaklarını uzatmış, rakı balık eşl ğ nde manzaranın keyf n çıkarıyor. Yanında can dostu. Ruhu b r yandan geçm ş n zler yüzünden kanarken, b r yandan huzurla doluyor. Rakısından b r yudum aldıktan sonra der n b r nefes alıp gözler n kapatıyor. Esk eş n get rd gözünün önüne. Zar f ve as l b r kadındı Efros n . Güler yüzlüydü. Çıkıktı kem kler . İnceyd , uzun boyluydu. Eğlenmey b l rd . Yıllar önce göçüp g tm şt yeryüzünden. Verem olmuş, tedav ed lemem şt . Gözler n açıp balığından b rkaç lokma alıyor. Eller n asla k rletmez yemek yerken, da ma çatal bıçak kullanır. Kadeh önce yıldızlara doğru kaldırıyor, sonra arkadaşının kadeh yle tokuşturup rakısını yudumluyor. Kulağı çalan müz kte. Kadeh hardal reng masaya bırakıp eller yle r t m tutuyor. Buzuk c n n hoşuna g d yor bu, gülümsemes nden bell . Parça b t yor, buzuk c seslen yor, “Tebr kler Lefter os!”. Gülümseyerek teşekkür ed p önündek büyük peyn r tabağından b r d l m çerkez peyn r kapıyor. Kolçaklı, ahşap, Van Gogh mav s sandalyes nde haf fçe yayılıp ayaklarını yere nd r yor. Arkadaşıyla sohbet ed yorlar epeyce. Yorulunca duruyorlar. Ay ışığıyla aydınlanan durgun gümüş den ze bakıp düşüncelere dalıyor y ne. Náfpl oluydu. Orada doğmuş, on k yaşına kadar orada büyümüştü. Sonra At na’ya taşındılar. Ortaokul ve l sey orada okudu. Ün vers teye orada g tt . B r süre orada çalıştıktan sonra M d ll ’ye yerleşt . Küçük ve sam m b r yerd Náfpl o, başkente alışması zor olmuştu bu yüzden. Adaya gel nce rahata erm şt b raz.

Çalan parçanın farkına varıp ayağa kalkıyor. Arkadaşı da onunla beraber ayaklanıyor. Kasap havasıydı bu. İk s de çok sever. B rkaç k ş daha var ortadak ‘dans p st ’ olarak kullanılan boşlukta. Gülüp eğlenen kalabalık masalar var. Oynayanları zleyenler var. Parçanın sonlarına doğru k adam tartışmaya başlıyor. D kkatler o yöne k l tlen yor. Masalarında skamb l kâğıtları var, h le konusu olsa gerek. Tartışma kısa sürede hararetlen yor, kavga çıkıyor. B rb r ler n n yakasına yapışıyorlar. B rkaç k ş daha dâh l oluyor. Onları ayırmaya çalışıyor nsanlar. Kavga büyüyor, adamlardan b r y ce öfkelen yor, en yakındak kadeh aldığı g b karşısındak ne fırlatıyor. Kadeh adamın koluna çarpıp çatlıyor, yere düşünce kırılıyor. Bu sefer kadeh fırlatana sandalyeyle g r şmeye kalkıyor, üç k ş atılıp adamı zar zor zapted yorlar. Ortalık yatışınca müz k devam ed yor. Y ne den ze karşı oturuyor Lefter os. P lak ye uzanıyor, p lak b tm ş. D ğer mezelerden tırtıklanıyor. Anıları gel yor aklına. Efros n ’yle sık sık gel rlerd buraya. Tam bu tavernada, kıyı tarafındak masalardan en soldan k nc masa. Bazen eğlen r, bazen dertleş rlerd . İr n ve Orpheus’ta kend ler n görürdü. Müz k b t yor, f z ksel dünyaya ger dönüyor. Etrafına bakınıyor. Müz syenler toparlanmaya başlamış. Yapraklar zar fçe salınıyor meltem n etk s yle. Den z usul usul tokatlıyor sah l . Ay kızarmış, batacak yakında. Başını kaldırıp yıldızlara bakıyor, selam verd kten sonra gözler n kapatıp den z n şarkısına kulak ver yor. B lge Yula Hattatoğlu 9B

Yalnız b r adamdı. G tt ğ her yerde yalnızca k üç arkadaşı olmuştu. Okulda dışlarlardı onu ama ez lmezd asla. Ona lakap takanları umursamazdı. B r kızı vardı. ‘Boyalı kuşun boyalı yavrusu’ derd ona. Kızı bulmuştu bu lâkabı. Annes ne benz yordu. Uzun boylu, nceyd . Onun da çıkıktı kem kler . Gözler babasının gözler yd . Fırsat buldukça gel rd adaya. Sevg l s n de get r rd bazen. Severd damadını Lefter os. Çok y anlaşırlardı. Beraber geld kler nde üçü oturur, sabaha kadar dertleş r, tartışır, sohbet ederlerd . Bazen susup otururlardı den ze karşı. O da key fl yd .

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 13


İç Yazı Başlığı

hayaller ve sevgili

öykü

Sayfa 14

Hayal et, sevg l ! Had gel, tut el m ! Bak, tam şurada b r den z hayal et; martıların uçuştuğu mav l ğ hayal et! Duyuyor musun nasıl çığlık atıyorlar? Burada b r bank hayal et, gel oturalım üstüne. Ne kadar güzel değ l m ? Geçen gem ler, köşedek balıkçılar… Bak tam burada kulağına b r şey fısıldıyorum, sen de gülüyorsun. Tüm İstanbul kıskanıyor gülüşünü sevg l m; ş md de o utanmış gülümseme bel r yor yüzünde, başını haf ften yana eğ yorsun. Gel el m tut sevg l ! Yukarı bak! Gökyüzünü hayal et. Gece m sters n, gündüz mü? Gel gece yapalım, gözlerden ırak. Sana göz kırpan yıldızları hayal et, havada asılı ayı… Ş md el n tutuyorum sevg l , gözlerden ırağız. Sen şaşırıyorsun lk başta, bana bakıyorsun. El m sıkıyorsun sonra gülümseyerek, yıldızlara bakarmış g b bana bakıyorsun. Gel sevg l , bırakma el m . Gel otur soluklan. Der n b r nefes al, rahatla sadece. Hayat b r macera elbet ama arada b r soluklanalım. Maceram da nefes m de sen nle sevg l . Başını yaslıyorsun omzuma, ben gülümsemekten alamıyorum kend m . B r görse dışarıdan… Han k m z n de saçı başı dağınık, b r yatakta sarmaş dolaş… Ama boş ver b r ler n sen, bu b z m hayal m z sevg l . Ev m z hayal et sen, gündüz son ses söylenen şarkıları ve atılan kahkahaları; gece fısıldanan sırları ve aşkı. Hayal et sevg l , hayal et! Hayal etmekten başka ne gel r k elden? Hayal et k el n tutab ley m, hayal et k şu gerçeğ n karanlığını b r an unutalım. Ne gel r elden sevg l ? Bu karanlıkta ney m z var b z m bu hayallerden başka? Neden bunca kel me sevg l , neden bunca hayal? Şu karanlık var ya, şu karanlık! O karanlıkta b r ışık yakmak amaç.

Küçücük b r ışık ya, elden başka ne gel r? İnsan başka nasıl yaşar sevg l , nsan başka nasıl sevd ğ ne kavuşur? Ne mumlar d zd m ben sen göreb lmek ç n… Ama mumlar da tehl kel . Karanlıkta çabuk fark ed l yorlar. Gözler karanlığa alışmış nsanlar var, ışığa düşman nsanlar var. Görüyorlar sen anında, söndürmeye uğraşıyorlar. Sert b r rüzgâr es yor önce, tutunamıyorsun. Toz olup savruluyorsun, sönüyor ışığın. Had dayandım d yel m, kalem ne tutundun d yel m... Tekrar yaktın ışığını, koruyorsun bu sefer rüzgârlardan ya da alıştın artık tekrar yakmaya. B r z nc r şangırtısı gel yor oradan, sen ne olduğunu anlamadan b lekler n kenetlen yor dem r halkalarla. Nasıl tutab l rs n k öyle kalem ? O şangırtıyı k m duyacak, pek ... Sen nk b nlerces n n arasında y t p g decek, karışacaksın karanlığa sess z b r gürültüyle. Şanslıysan… Şanslıysan üç dört k ş duyacak ses n . Şanslıysan b r k ses çıkaracak sen n ç n. B r başka sess z gürültü… Belk de sevg l … Belk de ne rüzgâr ne z nc r… Tek b r ses b t r r ş n . Tam alnına, tek b r ses... Ve b tt ... Sess z ve karanlık. Tam da stend ğ g b ... Ağlama sevg l . Bak b z m hayaller m z var. El n tutamıyorum bu karanlıkta evet... Ama hayaller nde tutuyorum. B r el mde mumla sen n el n tutuyorum, gülümsüyorsun bana yaşlı gözler nle. İç m parçalanıyor her gözyaşı damlasıyla ama sen y gel yorsun bana, el m sıkıyorsun. Hayal et... Sevg l ... B z hayal et. Hayal et k m z ; den z kıyısında, yıldızlı gecen n altında, ev m z n sıcaklığında, aydınlık b r yarında… Sena Ecem Altun 12A

YAZIN


YIL:18 SAYI:18

Şu karanlık var ya, şu karanlık!

Gözleri karanlığa alışmış insanlar var.

Hayat bir macera elbet ama arada bir soluklanalım.

Gece mi istersin, gündüz mü?

Bir başka sessiz gürültü…

Ç z m: Emre Duman FEN12

Toz olup savruluyorsun.

Sayfa 15


İç Yazı Başlığı

söyleşi

Doğan Hızlan ile Söyleşi

BELGELER

Ulv ye Taylan: Sayın Hızlan, b ze zaman ayıracağınız ç n teşekkür eder z. Gençler s zlerle buluşturmanın heyecanı ve mutluluğu ç ndey z. Köşen zdek yazınızda Ş şl Terakk L ses n n adının geçmes çok heyecanlandırdı b z . Yazınızda lk k tap fuarının okulumuz Ş şl Terakk L ses ’n n kor dorlarında gerçekleşt r ld ğ n bel rtm şt n z. Doğan Hızlan: “Evet, b l yorum. Hatta ben onunla lg l b r arkadaşımı görevlend rd m. Bunu önemseyen sadece s zler değ ls n z. B rçok nsan bu olayın peş ne düştü ve benden konuyla lg l ayrıntı sted ler. Örneğ n Turan Karataş, Şükran Akalın bu b lg n n çok öneml olduğunu söyled ler kültür tar h m z ç n. Ben de bunu Nez h Bey’ n (Nez h Dem rkent) kızı D dem’e söyled m. D dem o tar h bulacak, daha ayrıntılı b lg verecek bana.” Ulv ye Taylan: B lg ler n z tar hçem ze, geleneğ m ze belge olarak geçecek; lk k tap fuarının okulumuzun kor dorlarında açılmış olması b zler ç n çok değerl . Doğan Hızlan: “İşte onu belgelend rmeye çalışıyoruz. Bu konuda Nez h Dem rkent çok hassastır ve sıkı çalışır. Mesela Hürr yet’ n de lk Göster derg s çıktığında ş md tab otuz, kırk yıl oluyor; k “Göster ” hâlâ çıkıyor, orada da b r yarışma açmıştık. K tabı le oraya gel p de lk yarışmada ödül kazanan adam da Murathan Mungan. Kırk sene evvel demek… Murathan’a söyled ğ mde çok kızıyor. “Hayır, hayır... Kırk sene olamaz.” d yor. Sonradan epey müz k yazıları ve res m yazıları yazan Mehmet Ergülen, o da denemede ödül kazandı. Göster ’n n etk nl kler vardı o yıllarda. O senen n öyle olayları vardı ve o k tap fuarı da b r köşe taşıdır o dönemde. B z başka yarışmalar da yapardık Hürr yet’te, Nez h Bey’ n sağlığında. Şeh r T yatrosunda b r açılışta ben b r konuşma yapmıştım, gal ba kar katür yarışmasıydı. Artık o kadar çok anı yaşandı k , bunu çok y hatırlıyorum. Bunları ş md s zlere b ld rm ş oldum ama d ğerler n de artık belgeler hatırlasın.”

d nled ğ m müz kler farklıydı. Ş md bunlardan k tap yapıyoruz, Yapı Kred ’de; Murat Yalçın yapıyor. B r tane de İstanbul Beled yes Yayınları, İstanbul’da gezd ğ m yerlerle lg l b r çalışma sted . Bu k tabı da Çağlayan Çev k yaptı. Ancak bunlar zor çalışmalar. K tap düzeltmeler ç n rahmetl Hasan Al Ed z derd k anılar ç n, un çuvalı g b d r, vurdukça tozutur devamlı, b tmez. Düzeltme ş de öyled r. Okudukça yazıdak eks kler tamamlama gereğ duyarsınız. Ben de ş md okuyorum, bu eks k d yorum. Onu yazarken bu da eks k d yorum. Sonu gelm yor. İstanbul le lg l o kadar söylenecek şey var k … Yapı Kred Yayınlarına b r yatak koyup burada yatacağım gal ba.

Zeynep Sarıfakıoğlu: Yazınızda k tapların okurla buluşmasında Beyazıt, Sahaflar Çarşısı, Cağaloğlu, sonra da Beyoğlu’nun rol oynadığından ve TÜYAP’tan söz ed yorsunuz. Okurla buluşmada değ şkenlerle lg l ne söylemek sters n z?

Nesl şah Tara: ‘Şeh r ve kültür kavramlarının dünyada b rb rler ne bu kadar yakıştığı ve anlam kazandığı şehr n İstanbul olduğundan h ç kuşkumuz yok d yorsunuz; İstanbul, Şeh r ve Kültür adlı k tapta. B z gençlerden İstanbul adına, kültür adına beklent n z ne olur?

Doğan Hızlan: “ Ş md efend m, şöyle b r şey... Ş md burada 50’ler, 60’larda ben m gezd ğ m kütüphaneler,

Doğan Hızlan: Herkes n yaşadığı şehr n tar h n , doğal güzell kler n , arkeoloj k güzell kler n heps n b lmes n st -

Sayfa 16

YAZIN


ANLATSIN yorum. O şehr n tadını çıkarmak... Ben b r şehre g tmeden evvel da ma el k taplarından çok, orayı anlatan edeb yatçıların k taplarını okurum. O gözle görmeye çalışırım. İsv çre’ye g tt ğ mde B j t ne yapmış, Almanya’yla lg l şu ne bu ne derken yazılmış eserler d kkat m çeker, yazarlar b r başka açıdan bakıyor oraya çünkü. Ve şehr n de güzell ğ n b lmeden de o şeh rde yaşamanın b r zevk yok. Nerede olursa olsun, yan Trabzon’a g d yorsun Trabzon’da ne var? Ortodoks K l ses var, yukarıda evler var, oraya s nm ş şeyler var. Onları göreceks n z. Ama yaşadığımız şehre d kkat etm yoruz. Her gün önünden geç p g tt ğ m z yerlere d kkat etm yoruz. Çoğunuz İst klal Caddes ’nden geçm şs n zd r. Beyoğlu’ndak b nalar nasıl, hang b nayı sev yorsunuz, d ye sorsam “A, b lm yoruz.” derler. Her gün yaşadığınız yere lg s zl k ve kanıksamışlıkla yaklaşırken lg m z özell kle gezmek ç n g tt ğ m z yerlere oluyor. Yan b lhassa g tt ğ n z yer öğren yorsunuz aslında. Yaşadığımız yere duyarsız olmamalıyız. İstanbul’da B zans var, Osmanlı var, Cumhur yet var. Heps s nm ş buraya. B r yerde b r cam görüyorsunuz, başka b r yerde b r k l se görüyorsunuz, daha farklı b r yerde b r havra görüyorsunuz. Onların yaşama b ç mler var. O bakımdan da şehr n, İstanbul g b b r şehr n zeng nl ğ çok fazla. Dem ş ya şa r: “Ey b n kocadan arta kalan bîve- bâk r / Hüsnünde henüz tâzel ğ n s hr hüveydâ / Hâlâ t trer üstüne enzâr-ı temâşâ”. Sonra Yahya Kemal bunun ters n yazıyor b r ş r yle. Hak katen ne kadar bozsanız da, bu şeh r bozulmuyor. Y ne varoşlara g d yorsunuz, b rdenb re Fener’e g d yorsunuz, başka şeyler... Güzel İstanbul’u görüyorsunuz. Beyoğlu’nda b raz kaldı kalmadı. Ama karşı kıyıya g d yorsunuz başka, bu kıyıdan bakıyorsunuz başka b r şey görüyorsunuz. Çok zeng n. G tt ğ n z yer n zevk n çıkarmanız da öneml . Meyhaneye b le g tsen z o meyhanen n bulunduğu semt n geçm ş n b lmek öneml . İnsan yaşadıkça o yer sev yor, İstanbul böyle ben m ç n.

Mercan Uludağ: “S z İstanbul’u yazılarınızda b r İstanbul aşığı olarak anlatıyorsunuz. İstanbul’da çok sevd ğ n z, hep g der m, ded ğ n z b r yer var mı?” Doğan Hızlan: “İstanbul’un farklı semtler n sever m ben. Samatya’yı sever m örneğ n. Karşı tarafta Boğaz’dak o az b l nen yerler n sever m. Bu tarafta tab , Em rgan’dan ötes ayrıdır. Heps n sevmem n sebeb şu: Heps yle lg l yazarlardan b r şeyler okudum. G tt ğ mde b rdenb re o yazarın met nler , satırları veya d zeler aklıma gel yor. B r nev örtüşüyor bu şeyler… Örneğ n Çamlıca. Çamlıca’yı İnt bah’ta yazmış Namık Kemal, çok güzel bet ml yor orayı. Çamlıca’dak En ştem z var, Abdülhak Ş nas H sar. Hakeza o farklı anlatır Çamlıca’yı. Tüm bunlarla sev yorsunuz bu semtler . Büyükada’ya g d yorsunuz, Cevat Şak r a les n n anlamı var. Çocukluğun o Büyükada’sı, başka b r Büyükada’dır. Heybel –sevd ğ m z b r ada-, o zaman, ben m gençl ğ mde, akordeon çalınırdı; danslar ed l rd . Ş md bunlar değ ş yor. Değ şmemes de mümkün değ l tab , her yer değ ş yor. Londra değ şm yor mu, Par s değ şm yor mu? Çoğunluk, azınlığın kültürünü da ma y yor; İstanbul da maalesef öyle oldu. Azınlık müth ş azaldı, kozmopol tl ğ g tt . Buna rağmen sık sık g tt ğ m, gezd ğ m yerler var tab . Boğaz ve Samatya da bunlardan bazıları.” Zeynep Sarıfakıoğlu: B rçok şa r n ş rler bestelen yor günümüzde, şarkılar yapılıyor. Hatta s z de Fazıl Say’ın “Güz Şarkıları” albümünden bahsed yorsunuz b r yazınızda. S zce bestey yapan k ş n n, şa r yakından tanıması gerek yor mu? Doğan Hızlan: Şarkı sözüyle -Türkçes yle güfte- ş r çok farklı şeylerd r. Yahya Kemal’ n ş rler bestelenm ş örneğ n, d yor k : ‘Valla ben m ş rler m besteye pek g tm yor. Asıl müz k ç n uygun güftey yazan adam, Del oğlan’dır.’ Del oğlan d ye bahsett ğ k ş güfte yazarı ve bestec Mustafa Naf z Irmak. Bunun neden n söyleyey m; opera metn n , l brettosunu okuduğunuzda göreceks n z, b r edeb şaheser değ l. Müz kle beraber olduğunda b r şeye dönüşüyor. İy ş r her zaman y beste olmuyor. O da ayrı b r şey… Ulv ye Taylan: Sanatçının ş r tanıması, çalışması gerek yor, değ l m ? Farklı k d s pl n n b r dünyada buluşması, zley c y ve okuyucuyu tamamlaması mı bu? Doğan Hızlan: Tab … Edeb yatta l bretto yazan, edeb yatta kalmış değ l ama operayla beraber met n kalmış şte. Sanatın o kadar değ ş k yorumu, okudukça görü-

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 17


İç Yazı Başlığı

söyleşi

Doğan Hızlan ile Söyleşi len çokgen yanı var k … Yan , nsan, b lg s n bazen artırıyor; bazen de yok ed yor bazen de yen b lg lerle besl yor kend n . B r zamanların en meşhur k taplarından Şoholov’dan Durgun Don’u çev rm şt Tektaş Ağaoğlu. Savaşı anlatıyor, Ş md kaç k ş onu okuyor. O zamanlarda b r sol hareket vardı. Devr m şarkıları söylen rd . Edeb yatta modaydı bu. Ancak y edeb yat b r gün okunuyor. 1940’ta yazmış Kızıl le Kara’yı Stendhal. !980’de okunur d ye. Kırk yıl sonrayı görmüş. İy b r şey kend n göster yor. Değer sonradan anlaşılıyor, ortaya çıkıyor. Moda değ ş yor, moda eserlere de yansıyor. O dönem revaçta olan b r eser sonradan yen den basıldı ama satılmadı. K mse okumadı. Çünkü hayatın gerçekl ğ ne da r b r şey bu. Yan o romanlarda sevg l s n n el n tutmak ç n günlerce bekl yor kahraman, günlerce peş nden koşuyor. Eee… Ş md k m koşacak sevd ğ n n peş nden canım. Ş md böyle b r şey yok. Beklemek yok. Ben m hoşuma g d yor, beklememek. Ben gençl ğ mde b raz öyleyd m. B r ev n tek çocuğu olduğum ç n, ben arkadaşlarıma artık söyle had , derd m sevd ğ n ; ama söyleyemezlerd . Hatta bak ben g d p söyler m, derd m. Ben söylerd m. O r tm var hayatın, o zamank romanı okumak beyaz d z d ye b r şey vardı, aşk romanları vardı; okunmuyor ş md ama. Günümüzde artık blogerlar var. Her kuşağın da kend ne a t k tabı görme steğ var. Ve ben d yorum k , usta şa r ben başka türlü anlatırım, s z başka türlü anlatırsınız. Çünkü herkes n b r k m , yorumu, ed nd kler farklıdır. O blogerlar da b r genç kuşağın damarını bulmuş, onu yazıyor. Edeb yat tar h ne kalır, kalmaz, ne olur onu kest rmek mümkün değ l. Esk den çok satan romanlar vardı. Okunurdu, konuşulurdu. Ş md öyle romanlar kalmadı artık. Ama klas kler hâlâ var, b r Shakespeare okuyunca nsan d yor k ‘B r adam k dünyadak nsana da r bütün sırları, kötülükler , zavallılıkları görmüş; güzell kler de görmüş. Düşüneb l yor musun kt dar ç n kralı öldüren b r adam Macbeth. Yok mu ş md aynısı? Kend ne ver len mkânı kullanan, babasını b le tanımayan Kral Lear var. Hayatın gerçeğ n keşfetm ş b r adam tab okunur.

Zeynep Sarıfakıoğlu: Murat Bardakçı’nın s z n ç n söyled ğ b r söz vardı: “Doğan Hızlan’ın asıl önem bugüne kadar yazdıkları değ l, yazması gerekenlerde yan henüz yazmadıklarındadır.” Bu söz ben m çok hoşuma g tt , ş md s z d nled kçe anlıyorum k b rçok yönünüzü aktarıyorsunuz ve şu günlerde sanatçı k ml kler n gençlere dokunması pek mümkün olmuyor. Hem deneme hem eleşt r türünde eserler kaleme alıyorsunuz, s z Murat Bardakçı’nın sözüne katılıyor musunuz?

Sayfa 18

Doğan Hızlan: Nur Çolakoğlu arkadaşım, der k bana: “Ab , artık sen k ş ler hakkında yazamayacak kadar öneml s n.” Edeb yat dünyasında, basın dünyasında o kadar çok şeye tanık oldum k ama bu tanıklıklar bende kalacak şeyler. Onu b r sansasyon g b yazamam. Öyle b r şey olmaz. M das h kâyes n b l rs n z. M das berbere g d yor. Berber bakıyor k kulakları büyümüş. Kralın eşek kulağı olmuş. K mseye söyleyem yor. Fakat b r gün gel yor dayanamıyor, ormana g d yor bağırıyor: “M das’ın kulakları eşek kulakları!” d ye. B rdenb re şehr n ç nde uğultular dolaşıyor. ‘M das’ın kulakları eşek kulakları...’ d ye. Güzel b r söz vardır. Kafanızdak n söyled ğ n z anda sır olmaktan çıkar, derler. B zde sır saklamada b raz hata var. D kkat edersen z çok tuhaftır, b z b r yere g tt ğ m zde hemen aramızda kalsın, d ye anlatırız. O, h ç arada kalmaz. Mercan Uludağ: Kalem tutkunuzu okumuştum, b r yazıda; gazeteye yazdığınız yazıları dolmakalemle m yazıyorsunuz, b lg sayarla mı? Doğan Hızlan: B lg sayarla yazıyorum, b lg sayarın güzell ğ düzeltmeler kolayca yapab l yor olması elbette. Geçm şte b r şey yazarsın düzeltme yapmak ç n kırmızı kalem alıyorsunuz el n ze, başlıyorsunuz düzeltme yapmaya. Zahmetl . Ş md öyle değ l. Dakt lo zamanı vardı k o çok daha zahmetl yd . Onu b lmezs n z s z. Teknoloj y b r şey aslında. Teknoloj sev yorum ben. Çok y müz kler m longplayden d nlemey sev yorum çünkü onlarda sıkıştırma yok. Ama bu ben CD d nlemekten alıkoyamıyor. Spotyf’dan İtunes’tan almaktan alıkoyamıyor çünkü b lg sayar başındayken açıyorum b r arya ve d nl yorum. İtunes’tan b r operayı d nl yorum. Bu kolaylıklardan yararlanmak lazım. Kırk yıl evvel gramafon alınır, gramafon ğnes kırılır, zembereğ boşalırdı. Zahmett . Ulv ye Taylan: Doğan Bey, küçük b r hareketle başlıyorlar gençler m z yazma serüvenler ne. Gençler m z n yazmalarını gel şt rmeler anlamında onlara ne öner rs n z? Doğan Hızlan: İnsan önce yazdıklarını başkalarına göstermel , henüz olmadı d ye düşünüp bekletmemel . Yan yazı mutlaka gün ışığı görmel . Yazmanın b r stek, tutku olduğunu unutmamalı. Sa t Fa k örneğ n b l rs n z. D yor ya “Yazmasaydım çıldıracaktım.” Bu husus da öneml . Bunun yanında beslenmek de öneml . H ç k mse tek başına yetenek değ l. Ne kadar yetenekl de olsa bunu göz ardı etmemel yazar adayı. K mse Mozart, Beethoven değ l. Okudukça yazı gücünüz gel ş r ve s z böylel kle yazı geleneğ ne b r şey katmış olursunuz. İnsan esk edeb yatı

YAZIN


sevmese de b lmel , bunu kend ne alt donanım yapmalı. Şu da var, her yazdığınızı beğenmeyeb l rs n z, atarsınız, gel şt r rs n z. Ama yazmaya devam etmel s n z. Bazen bana genç kuşaklardan soruyorlar. “Hocam bu konuyu nasıl besleyeceks n z? Şunlar şunları yaparak d yorum, onlar da yetmez, d ye yanıtlıyorlar ben . Ben de dönüp bu konuyla lg l başka k taplara bakıyorum, yazımı beslemek ç n örneğ n. Onlar da ş md oldu hocam, d yorlar. B r de başka f k rlere de açık olmak lazım. Kend yazdıklarınıza âşık olmamanız gerek r. Yen yayınları da tak p etmek öneml , eleşt rel düşüncelere önem vermel örneğ n. Eleşt r k tapları bu konuda öneml b r şlev görmekted r. Bu konuda yen çıkan b r k taptan söz etmek ster m s ze “Edeb yatta Düello Yapanlar” adlı k tap bu k tap. Puşk n le lg l b r k tap bu. Yapıtta ondan aşk uğruna öldürülmüş b r nsan olarak söz ed l yor. K m öldürmüş, neden öldürmüş b l nm yor. Tab sert b r eleşt r k tabıdır bu k tap. Bunun yanında yemek kültürüne varana kadar eleşt r türünü, kültürünü gen şleteb l rs n z. Ayşe Fahr ye adlı b r hanımın 80’lerde kaleme alınan b r yemek k tabı var “Ev kadınları” adında. K tap başlangıcında hanımlara m zah tadında nas hat ver yor. Gecelere kadar sohbete dalıp h çb r ş yapmayan hanımlar, b raz bu k tabı okuyun da b r şeyler öğren n de çocuklarınız s ze benzemes n. Yataktan geç saatte kalkıp hemen süslenmeye, gezmeye odaklanırsınız, d yerek eleşt r yor. Tab r yer ndeyse yerden yere vuruyor. Gerçekten de böyle m rasyed a leler, hanımlar da vardır o dönemde. K tap bu tür hanımlara sert b r üslupla eleşt r get r r. Yan eleşt r k tapları le haşır haşır neş r olmak başlangıçta ded ğ m g b yazarlığa yen başlamış adaylar ç n çok gel şt r c olacaktır. İlla k okumak çocuklar. İnsan okudukça nsanı, kend n , dünyayı tanır. Kend ç dünyanızı tanımanız açısından çok öneml d r. Bu konuda Bağdatlı Ruh der k mesela, “B ze yüksekten bakanlara b z daha yüksekten bakarız ama b ze alçaktan bakana da

YIL:18 SAYI:18

b z daha da alçak gönüllü bakarız.” İşte edeb yat nsana bunu öğret r gençler. Ulv ye Taylan: Eleşt r ve deneme yazılarınız okurlara ayna tutuyor. Yazı hayatınıza başladığınız g b devam ed yorsunuz. Öykü ya da roman yazmayı h ç düşündünüz mü? Gençler m ze b r tür bel rley p onda devam etmey m tavs ye eders n z s z de? Doğan Hızlan: Her alanda yazanlar var, s z kend n zde bu yeteneğ görüyorsanız yazab l rs n z elbette. Ben eleşt r türü le başladım evet. Ş md evvelden ş r de yazan eleşt rmenler vardı ve onlara den rd k kardeş m sen ş rde başarılı olamadın da eleşt r ye geçt n. Yan adeta ş rde başarılı olamayanlar eleşt r yazarlar demek sterler. Ben ş md böyle b r roman yazsam bana, ş md ye kadar bakın neler yazdı; şu yazdığı romana bakın derler. Ulv ye Taylan: Doğan Bey, pek eleşt r ve deneme türünü s z n ç n okura ulaşma aracı olarak göreb l r m y z? Doğan Hızlan: Evet, elbette. Ben şunu söylüyorum. Okur le yazar arasında bağ kuran k ş d r eleşt rmen. Çünkü yazar kend eser n anlatamaz, anlatmamalı, yanlı b r tutuma kayab l r böyle olunca. Eleşt rmen se bu konuda dengey kuran, kurab len k ş d r. Aslında kurması gereken k ş d r. Bu nedenle eleşt rmen sev lmez, yerersen z s zden kötüsü olmaz. Olumlu değerlend rme yaparsanız da o bu ş y b l r, derler s ze. Zordur eleşt rmen n konumu. Edeb yatın doğası budur ama. Ulv ye Taylan: B ze zaman ayırdığınız ç n teşekkür eder z.

Sayfa 19


İç Yazı Başlığı

öykü

Kadife Menekşeler Huzurev ndek renks z, küçük odasında yatağına uzanmış, balkondak kad fe menekşelere bakıyordu. Yüzündek der n kırışıklıklar yaşını ele ver yordu. Kırışıklıkların der n olması belk de hayatın ona yaşattığı zorluklardı. Kad fe menekşeler ona Büyükada’yı anımsatmıştı. A les , ev , yuvası olan Büyükada’yı… “Her sabah sess zce kalkar, hazırlanır, Büyükada sokaklarına atardım kend m . Günün tatlı koşuşturmacasına hazırlanırdım. Meltem vücudumu okşardı sank . Yüzümü haf f b r gülümseme alırdı. İç m neşeyle dolar, kıpır kıpır olurdum nedense. Belk de Büyükada’da olduğumdan böyle h ssederd m. Matrak Ahmet’ n bakkalına uğrar, sıcacık ekmeklerden alırdım. Evdek ler n yen uyanmakta olduklarını b l rd m. Kend m güne hazırlarken onları da hazırlamalıydım. Kend sokağımıza g r nce ç m kararırdı b rden. Tüm neşem kaybolur, ç m kes f s sle kaplanırdı. Ev n boyaları dökülmüş, duvarın bazı yerler çatlamıştı. Duvarı boyatmayı öyle çok sterd m k … Fakat h çb r ay sonu bunun ç n arta kalan b r para olmazdı. Eve telaşla g rer, hızlıca kahvaltıyı hazırlardım. Çocuklar bazen ş kâyet ederlerd peyn r n zeyt n n yokluğundan ama pek konuşamaz, oturur yerlerd sıcacık ekmekler n . Ben de b rkaç lokma atıştırdıktan sonra çantamı kaptığım g b evden çıkardım. Bu kadar hızlı olmama rağmen pencere tabanındak kad fe menekşeler m asla unutmazdım. Önce su ver r, sonra şe g deceğ m ve onları çok sevd ğ m söylerd m menekşeler me. Geç kalmamak ç n koşardım bazen. Faytona b nmezd m. Faytonun gereks z olduğunu düşünürdüm. Yürümek bana hem mutluluk ver rd hem de fayton parasından kurtulmuş olurdum. Yürürken kafam boşalır, genelde Mehmet’ m düşünürdüm. İç m öyle b r acı kaplardı k , bacak kaslarımdak acı bunun yanında h ç kalırdı. Böyle düşüncelere dalmamın tek y yanı, şe nasıl geld ğ m anlamamam olurdu. Düşünceler ç nde kaybolmuşken b rden kend m Konak Pastanes ’n n önünde bulurdum. İş m çok severd m. Küçükken de rahmetl annem g b garson olmak sterd m zaten. Büyüdüğümde se garson olmak b r seç m değ l, zorunluluk olmuştu ben m ç n. Ne kadar zorunlu olsam da günler geçt kçe ş m sever olmuştum. Sabah saatler nde pek müşter olmazdı, öğle saatler nde esnaf tatlı yemek ç n pastaneye akın ederd . Akşam saat

Sayfa 20

YAZIN


sek z g b kepenler kapatırdık. İşe geld ğ m g b yürüyerek ger dönerd m. Dönerken çocuklarımı düşünürdüm. Merak ederd m onları. Karınlarının aç olduğunu b l rd m. Bunu düşündükçe adımlarım daha da hızlanırdı. Bazen ç mden gel r, eve dönerken b r tane kâğıt helva alırdım Hasan ve Müzeyyen’e. Kâğıt helvayı belk de yılda sadece b rkaç kez y yeb ld kler ç n çok severlerd . Erkenden karınlarını doyurur, k s n de uyuturdum. Kalan zamanda ev şler n yapardım. Uyumam ç n ger ye belk üç belk dört saat kalırdı. Her şeye rağmen ben hayatımdan çok memnundum.” Mukaddes Anne, kapının tıklanmasıyla düşünceler nden sıyrıldı. Gelen hemş reyd . İçmes gereken laçları get rm şt . Doksan beş yaşının verd ğ t treme ve yaşlanmayla yavaşça lacını çt . Bu laçların kend s ne fayda etmeyeceğ n b l yordu. Az b r zamanı kalmıştı bell k . Kalan zamanını düşüncelerden düşüncelere akarak geç rmey terc h ed yordu. “Zaman lerlem ş, altmışlı yaşlarıma gelm şt m. Sıradan b r gün geç r yordum. Evdeyd m. Ev n sess zl ğ n bozan b r telefon geld . Arayan pol st . Çok şaşırmıştım. Aklımda b n türlü senaryo yazmıştım. Pol s n söyled ğ , olmasına en ufak b r ht mal vermed ğ m, aklımdan geçen senaryolardan h çb r olmayan b r şeyd . An den vücudum uyuşmaya başlamıştı. Telefon el mden kayıp der terl kler m n üzer ne düşmüştü. Beyn mde fırtınalar kopuyordu. Olduğum yere çömelm ş kalmıştım. Kırk sened r çekt ğ m Mehmet’ m n acısı ş md üçe katlanmıştı. Yırtınıp d d nerek büyüttüğüm, okuttuğum canım evlatlarım, babaları g b öbür dünyaya göçmüşlerd . H ç olmadığım kadar yalnız h ssed yordum kend m . Evlatlarım bana zeng nl ğ tattırmışlardı ama kend ler yoktu. Onların g d ş nden sonra b rkaç sene yalnız yaşamıştım. Acılarımı kısa sürel ğ ne de olsa bana unutturacak hob ler ed nm şt m. Altmış yaşımda res m ç zmey , p yano çalmayı, dans etmey öğrenm şt m. En sonunda bana hanet eden Büyükada’mı, ev m terk etmeye karar verd m. Kadıköy’dek huzurev ne gelm şt m. Adı g b bana huzur ver yor muydu b lm yordum ama yalnızlıktın kurtulmuştum.” Mukaddes Anne uzandığı yerden hayatını b r kez daha gözden geç rm şt . El nde kalan, çocuklarının kazanmış oldukları paraları hayır kurumlarına, ht yaç sah pler ne dağıtmıştı çoktan. Bunu yaptıktan sonra ç ndek acı b r nebze de olsa azalmıştı. Hayatı le lg l düşüneb leceğ b r şey kalmamıştı. Doğrulup b r yudum su çt . Tekrar yatağına uzandı ve gözler ağır ağır kapanmaya başladı. Su g b akıp geçen hayatı, fırtınada kökünden sökülen ulu b r çınar g b sona erm şt . “Elveda!” ded hayata, “Merhaba!” ded acısızlığa. Sel n İskender 9A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 21


İç Yazı Başlığı

öykü

Sarışın Kızla Cici Oğlan Kötü kokuyordum, hem de buram buram. O zamanlar kaç k ş yle tanışıp kaç k ş y ağırlamıştım, k m b l r. Ne yüzlerle karşılaşmış, ne bad reler atlatmıştım. En büyük aşkından ayrıldığı ç n hayattan uzaklaşmak steyenler n sulu gözler ne de tanık oldum, yen doğan bebeğ ne kavuşmak steyen anne babaların heyecanlı bakışlarına da. Tal b m de çoktu, gezer dururdum zaten. Gezerken elbet b r s ne rastlardım o tal pler arasından. Tal pler m gelmeden önce Hüsey n Ab son ses açardı teyb m n ses n , yakardı s garasından. S gara çmekten sararmış d şler n göstermekten h ç çek nmez, kalın ses yle türküsünü söylerd . Taks m - Sarıyer arasında mek k dokurken Hüsey n Ab ’n n teypten çıkan cızırtılı şarkılar eşl ğ nde söyled ğ türküler d nleyerek geçerd şte tüm günler m. Hüsey n Ab ’m severd m. On üç sene boyunca onun sayes nde o kadar nsanı tanımıştım zaten, sevmemek mümkün mü? Ama artık yaşlanmıştı o da. Yüzündek kırışıklıklara bakardı hep aynamdan. Sonra da ‘’Ah Aysun’um, sen nle b r ömür geç r rsem böyle olurum şte!’’ d ye ç geç r r, ak düşmüş bıyıklarının altından gülümserd . Hüsey n Ab ’ye göre Aysun’du ben m adım. Son yıllarında pek ben mle lg lenemez olmuştu Hüsey n Ab ’m. B r keres nde ben garaja koymuştu, koca b r ay boyunca Taks m - Sarıyer arasındak o

nef s sah l manzarasından mahrum kalıp örümcek ağlarıyla yaşamıştım. O zaman anlamıştım zaten göçüp g tt ğ n ab m n. B r ay boyunca karanlığın ç ne gömülmüş, tozlanmış, k rlenm şt m. Olup b tenlerden habers z beklem şt m sadece. Yağmurun garaj kapısına ş ddetl b r şek lde, sank ben uyarırcasına, vurduğu b r günde kapı büyük b r gıcırtı le açılmış, b r ayın ardından lk defa gökyüzünü göreb lmey başarab lm şt m. Arkadan k adamın ses gel yordu, d nlemeye çalışıyordum ama anlamak ne mümkün. O adamlardan b r gel p camımdan çer bakmıştı. Yen b r yle tanışmak ç n o kadar hazırlıksızdım k adamı görünce çok utanmıştım. Anahtarlarımı kaptığı g b ben dışarı çıkarmıştı. O ş ddetl yağmurun altında b r güzel tozumu k r m akıtmıştım. Bu adam Hüsey n Ab ’mden çok daha gençt . Adını henüz öğrenemem şt m ama s ması o kadar tanıdıktı k . Ya daha önce karşılaşmıştık ya da b r yerde görmüştüm onu. Bu yüz, derg kapaklarında yer almaya layık b r yüzdü. Sank arka koltukta bacak bacak üstüne atarak oturup ‘’C hang r’e g del m.’’ d yecek b r havası vardı. Böyle b r s manın şoför koltuğunda oturmasına pek anlam verem yordum. Yemyeş l gözlere ve s yah, boyalı, yana taradığı upuzun saçlara vardı. Ama yüzünün güzell ğ n bozan tek şey gülmüyor olmasıydı. Pek de memnun değ ld bulunduğu yerden belk de... Bakırköy’den Beş ktaş’a b r arayış hal nde sağa sola bakarak g tm şt . Bell k meslekte yen yd . Hareketler kend nden em n değ ld çünkü... Ab mden kalan türkü

Sayfa 22

YAZIN


kasetler n kurcalamıştı kırmızı ışıkta durduğumuzda. Kasetler teybe b r takıp b r çıkarmıştı ama b r türlü zevk ne göre şarkı bulamamıştı. En sonunda şarkıları kurcalarken en alta karışmış olan b r kaset bulmuştu. İşte lk defa yüzü gülerken görmüştüm onu. Ondan sonra da b r daha düşmed zaten. Heyecanla taktı teybe şarkıyı. Bu şarkı Hüsey n Ab ’n n d nled kler nden farklıydı. İlk defa duyuyordum bu şarkıyı ama kes nl kle son duyuşum olmamıştı. O günden t baren sadece çalan şarkılar değ şmem ş, esk den olanın aks ne hem gündem tak p eder hem de farklı k tap adları tanır olmuştum. Adım b le değ şm şt o geld kten sonra. Sarışın kızım derd bana. Arada b r de dertleş rd öylece benle. Saat yed buçukta sabah bülten n açardı hep. Hep aynı kadın tok ses yle sunardı o günün haberler n . Pek y söz çıkmazdı kadının ağzından. Her zaman cümleler n n sonu “… y ne can aldı” le b t yordu. Çatışmaları, boykotları, grevler anlatırdı. Çok nad r de olsa s nemadan, sanattan bahsed l rd bu haber bülten nde. O, tal pler m gelse b le bu haberler pür d kkat d nlerd . Ama b r keres nde sp ker kadının ‘’Yeş lçam’ın c c oğlanı s nema dünyasında uzun süred r görünmüyor.’’ demes ne fırsat vermeden kapamıştı radyoyu hızlıca. Anlam veremem şt m o zamanlar. B rkaç yolcunun sank onu önceden tanır g b adıyla h tap etmes nden adını öğrenm şt m. Tarık’tı. Ama adıyla h tap etm yordum ona. C c oğlandı ben m ç n o, o gün teyb kapattığından ber . Teyb m z n olmazsa olmaz parçaları artık Cem Karaca, Erol Evg n, Tanju Okan’ınk ler olmuştu. Akşamları okuma saat m z b le vardı. Yan c c oğlan, bazen sesl okurdu sevd ğ yerler ben de d nlerd m onu. Esk den tek b ld ğ m gazete Tercüman’ken ş md Cumhur yet, Hürr yet g b s mler öğrenmeye, hayatımda h çb r zaman k taptan kes t okuyan b r ne tanık olmamışken onun sayes nde buna da tanık olmaya başlamıştım. Ama o bazı k tapları arka koltuğa uzanarak okurdu, bazen de önce sağına soluna bakardı b r

geç yor mu d ye; öyle g zl ce, saklarcasına koyardı bagajıma k tapları. O da Hüsey n Ab g b b r keres nde b r g tm şt b r daha da gelmem şt . B r 12 Eylül sabahıydı. Hüsey n Ab g b onun da böyle ansızın g deceğ n tahm n edeb l yordum. Ama bu kadar erken olacağını tahm n edemezd m. Neden g tm şt ? Farkındaydım b r taks şoförü olab lmek ç n fazla kültürlü, fazla düzgündü. Eller , yüzü fazla nar nd . Öğrenm şt m dört ay sonra ona neler olduğunu. Başkası devralmıştı ben artık. Sabah bültenler nde adı geçer olmuştu. İk buçuk ay yatmış çerde. Ne nar n eller kalmıştır ş md ne de yüzündek o gülümseme. Canı da çok yanmıştır ordayken b z m c c oğlanın. Daha onu yakıştıramazken şoför koltuğumda oturmasına, b t dolu b r hücrede k buçuk ay geç rmes n tahm n b le edemem şt m, hâlâ da edem yordum. Onu son görüşüm ben terk ett ğ gün olmamıştı. Y rm k sene sonra da karşılaşmıştık onunla. Yüzündek kırışıklıklar artmıştı ama hâlâ yakışıklılığından tav z verm yordu. Bu sefer tam sted ğ m g b arka koltuğumda bacak bacak üstüne atıp s garasını yakarak oturmuştu. Seslenm şt usulca: ‘’C hang r’e g del m.’’ N lsu Balcı 9A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 23


İç Yazı Başlığı

öykü

Güzün Güz yağmuru hatırlarmış. Çek len tüm nefesler , bırakılan vazgeç len umutları, korkuyla t treyen eller , heyecanla sarılan boyunları… Bırakmaya başladığı lk yağmur damlasıyla, kalem n kağıda sarılışı g b hatırlar kılarmış tüm nsanları. Her b r yağmur damlası ortak olurmuş kalp atışlarına. “Pek ya ben stemed ysem? Kabul ed lmeyen savaşta ne zamandır yen k sayılıyoruz?” Son kez, göğsünü kabarta kabarta ç ne çekt havayı, der nce. Son kez bu kadar gerçek olduğundan habers z. Artık burnu o hep anlatılan ant sept k kokuyu almıyordu. Burnu acıdan başka koku alamaz olmuştu. Korkudan kaçan her b r damla tüm gücüyle bırakıver yordu kend n kıpkırmızı gözlerden beyaz yere. Ama ‘’Erkekler ağlamaz?’’ Bundan sonra ağlamayacaktı şte. Son kez, adı okununcaya dek, özgürce. “Sen de yanımda get rd m. Cenazeme gelemezsen d ye, yorulma d ye. Başında yanımdaydın, sonunda y ne ben mle ol d ye. H ç üzülme ben m ç n, o kararlı gözler nle kızma bana. B l yorsun küller mden doğduğumu, b r daha saçılan küller m b rleşt remeyeceğ m .” Gözler nden akan sonbaharın son fırtınasında alev alev yanıyordu. Son nefes c ğerler nde takılı kaldı, bıraktığı an dönmeyeceğ n b l r g b . Adını duyunca dünya ç n umarsız, onun ç n kocaman b r cesaretle t treyerek yer nden kalktı. Beden odaya, ruhu mezara g rd . Herkes yıldızlara uzanmaya çalışıyordu. “Sen ben m saçlarıma dokunsan, yeter. Hâlâ en sevd ğ m şey kafamı d zler ne koyup her b r saç tel mde güzel ruhunu h ssetmek. Sana yaptığım kahven n sıcaklığıyla eller n ısıtmanı zlemek. Belk ben artık sana kahve yapamayacağım, ama sen eller n hep sıcak tut. Olur mu? Çocukluğum sen nd r sevg l m. Unutma, onu ve kend n sarıdan uzak tutacaksın.” ‘’Duygularınızı bağışlama steğ n zde kararlı olduğunuza da r lg l yer mzalayın.’’ Defalarca aynı cümley kurmuş kuru ses duydu. “Söz verd ğ m g b sen nle başladım, sen nle b t r yorum sevg l m. Duyduğum, h ssett ğ m son şey sen ol d ye o şarkıyı d nled m. İnan bana duyduğum son şey sens n, mutluluk.” Müz ğ n güçlü r tm acının feryadını bastıramadı. İnce bell kadeh el ne aldı, kan kokan sandalyeye oturmak yer ne penceren n kenarına l şt . Sarı kurdelelere sarınmadı. Gördüğü son şey n sapsarı oda olmasına z n vermed . Gördüğü son şey, bulutlarla yaraşır mav l ktek onun gözler yd . Nefes n bıraktı, ölüm kadeh denen kan kırmızısı laçtan b r yudum aldı. Son kez onun ç n acı çekt . Çekt ğ en güzel acıydı. Becer ks zce tüm pler n kopardı, kest , b rer b rer yok ett ! B r nefes sonra, ona yaşam uzunluğunda geld , gözler n gr ye açtı. Duygularıyla b rl kte savaşı da kaybett . Artık o, toplumun en sevd ğ ‘ nsanlardan’ yalnızca b r yd . Büge Sunar 12B

Sayfa 24

YAZIN


Sessiz Z hn n n rotasını kaybetm ş, karanlıkta düşünceler n n uçlarına basarak yürümeye çalışan b r çocuk düşün. Ölümün esk temed ğ , soluklara adanmış k ml ks z harfler kucaklarken söyleyemed ğ b rçok kel men n d l ne uğursuz b r öpücük kondurduğu b r erkek çocuğu… Sahtekâr düşler emanet b r ruhun bekç l ğ n yaparken h ç olmadığı kadar tutsak b r geçm şe ev sah pl ğ yaptı. En değer verd ğ şeyler b r saatt n t k taklarından daha hızlı kaybett . Yaşadığı esaret halatını boynuna geç rd . Sess zl k, acımasız kamçısını ruhunun ücra köşeler ne kadar şlese de yalnız olmayı hep sevm şt fakat farklı olmayı h çb r zaman ben mseyemem şt . Yıldızlara bakıp düş kurduğu çocukluğunun düzeleceğ ne olan nancı, hayaller ndek manzara le uyuşmuyordu. Bağıra bağıra ağlayamayışındak eks kl ğ ve daha b rçok yüzleşmes gereken hayaller n kat l , kend küçük dünyasının dışında kalanlardı. Ağzını her açışında başaramayışındak kalb ne oturan yükün var ett ğ ağırlık, masum n lt ler n ruhuna dökerken her zamank g b yutkunup zlemey terc h etm şt . Tahr batı olanaksız b r yaranın hep orada var olacağını b l yordu. Doğuştan gelen özell ğ n n b r kusur sayılması ve t treyen ses teller n kara b r çarşaf le örtmes , belk de yaşayıp göreb leceğ tüm olumsuzlukların senfon s olmaya devam edecekt . Ayl n Pak 9C ŞTTL *Jess ca Lopez

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 25


İç Yazı Başlığı

öykü

Kayıp Tren Uzun yolculukların hüznünü dem r gövdes ne nce nce şlem ş tren, sarı sıcak b r gölgey beraber nde get rerek ve sarsılarak lerl yordu; yolculuk başlayalı çok olmuştu. Adı ona sonradan bahşed lm ş Havva daha fazla dayanamadı, tren n dar ve pas kokan kor doruna çıkıp yarı açık pencereden el n uzattı. Her ne kadar küçük el ne b r b let konulmuş olsa da yalnız olmadığını ve gr b r öfkeyle kaplanmış gözler n onu hep tak p edeceğ n b l yor g b yd ; bu sebeple gözler n hep ted rg nl kle kırpıyordu. G deceğ şehre kıyasla b r toz zerres kadar küçük olan bu trende b le kend n kaybolmuş h ssederken el nde h çb r şey n n olmadığını fark ett . Son anda, hayatındak tek merhamet t msal annes koluna b r bez çanta takab lmey başarmış ve Havva evden öylece kapı dışarı ed lm şt . Yıpranmış bez çantada b raz su, b raz ekmek ve köye b r daha dönemeyeceğ kadar uzak şehre b r tren b let dışında h çb r şey yoktu. Tren son stasyona geld ğ nde Havva ç nde h ç azalmayan, aks ne hep tırmanan korkuyla beraber nd . Büyük tren garında ürkek adımlarla dolaşıyor ve başındak k rl şalla açıkta kalan her yer n kapamak ve h ç görünmemek, yok olmak st yordu. Annes n n ona ezberlett ğ g b tren garından çıktı ve köşedek kalabalık otobüs durağının b raz ler s nde onu alacak olan arabayı bekled . Havva, o sırada caddede olup b tenler zled . Göreceğ nsanların köydek lerden farklı olacağı ona temb hlenm şt ancak bu kadarı, genç kızın hayal dünyasının duvarlarını zorluyordu. Kırmızı yüzlü tombul çocukların ya da sarı saçları tasa benzeyen oğlanların rahatça bağırması, kalabalık kaldırımda koşuşturması ç nde b r yere dokunmuştu sank . Saatlerce o durağın yakınında bekled , tek üm d ç nde k m olduğunu b lmed ğ o arabanın gel p onu alması ve annes n n temb hled ğ üzere bundan sonra barınacağı yere götürmes yd ancak araba saatlerce gelmed . Havva sokakların boşalmasını, parlak gündüzün yer n soğuk ve karanlık geceye bırakmasını san ye san ye zled . El nden h çb r şey gelm yor, büyük yemyeş l gözler yle öylece etrafa bakınıyordu. En sonunda b r kadının ona yaklaştığını gördü. Buruşuk eller , zayıf, kopacakmış g b duran b lekler ve dağınık seyrek saçları olan kadın ona doğru hızla yürümeye ve gar p hırıltılar çıkarmaya başladığında oturduğu kaldırım taşından kalktı ve nereye g tt ğ n b lmeden, hesaplamadan koşmaya başladı. İnce bacakları ve yorgun beden el verd ğ nce koştu ve önünde uzanan d md k yokuşun başında durmak zorunda kaldı. Yokuşun k yanında paslı dem rden korkuluklar ve yer yer taşları sökülmüş merd ven basamakları vardı. Arnavut kaldırım taşlarıyla d md k yokuşun sonuna kadar uzanıyor,

Sayfa 26

YAZIN


Havva’nın bakış açısından ufuk ç zg s ne b r yol ç z yordu. Genç kız nefes nefese beklerken bez çantasını unuttuğunu fark ett , artık tamamen dımdızlak b r b ç mde h ç b lmed ğ , yabancı b r şeh rde kaybolmuştu. A les stese onu gel p bulurdu, hatta çok zek b r erkek kardeş vardı, onu kurtarab l rd ama b l yordu; buraya gönder lmes n n tek sebeb a les n n el n kana bulamadan kend kend ne ve yapayalnız ölmes n stemeler yd . Yokuşu ağır ağır çıkmaya başladı, şalı omzuna düşmüştü ama artık bunu umursaması gerekmezd . B r anda durdu, el paslı korkulukta kalmıştı ve nefes nefeseyd . Artık el n bel ne koymaması ya da kalabalıkta yüksek sesle gülmemes ç n onu tak p eden ve sess zce konuşan gözler yoktu etrafında. Her ne kadar acınası b r yalnızlık g b görünse de artık kend hayatını yalnızca kend kararlarının değ şt reb leceğ ne nanmaya başlamıştı. Yaşlı kadının büyük gözler n unutmuş ve yokuşu daha hızlı tırmanmaya başlamıştı, bacaklarını sıkmak zorunda kalmadığından daha hızlı koşuyordu. Uzun, gür saçları bu uzun ve sak n sokakta ğret b r parça değ ld . Yokuşun sonuna gel p düzlüğe çıktığında alçak topuklu ayakkabıların tok sesler n duydu. Kumral saçları ve d z nde b ten s yah elb ses , kolunda taşıdığı çantasıyla genç b r kadın ağlayarak yakarıyordu. Yanındak beyaz gömlekl , uzun boylu ve yapılı adam se kelleşmeye başlamış kafasını avuçları ç ne alıyor ve s n rl gözler yle kadını zl yordu. Genç kadın ağlayışı h ddetlend rd kçe yer nde durmadan kıpırdayan adam büyük el yle kadına vurdu ve sert tokat, gecen n karanlığında kadının bembeyaz yanağında patladı. Sokaktan geçen b rkaç k ş vardı ama sank bu olayı yalnızca Havva’nın gözler görüyor g b yd . İnsanlar yürümeye devam ed yor, dükkânların ışıkları hâlâ h ç b tmeyen b r enerj yle yanıp sönüyor ve uzaktan kötü b r müz k ses gel yordu. Az önce ayaklarını lk defa özgür bırakan Havva, ş md bu büyük şeh r hakkında ne düşüneceğ n h ç b lm yordu. Onu lk defa özgür h ssett ren bu yerde karşılaştığı manzara sank bu sokağa ve bu şehre değ l; geld ğ yere ve oranın toz toprak ç ndek yollarına a tt . Kısa parmaklarıyla şalını sıktı ve yan yana yürüyen ç ft köşey dönene kadar öylece durdu. Kend n yere atsa da, ağlasa da k mse onu görmeyecek g b yd . İşte o zaman, al yanaklı tombul çocuklar g b görünmez olmayı d led . Nazlıcan Uzuner 10A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 27


İç Yazı Başlığı

öykü Ütopya Saat 21.00 Dün, ondan öncek gün ve ondan da öncek günler yaptığım g b bu saatte telev zyon karşısında uzanmış, d nlen yor olmam gerek rd . Genelde el mdek demlenm ş çayın sıcaklığına kend m tesl m ederd m. Çok geçmeden b r baş ağrısı gel r, tüm vücuduma uyuma emr ver rd . Asla yeterl olmayan b r uyku uyuduktan sonra saat 06.00 c varı uyanır, güzel olup olmadığını umursamadığım resm kıyafetler m g yer ve yaklaşık 10 saat boyunca b r daha dönmemek üzere ev m terk ederd m. Yol üzer ndek b r fırından s m t alıp vapura doğru yürürdüm. Arabam vardı ama sabah traf ğ ne katlanmak stemed ğ m ç n vapuru terc h ed yordum. Vapurda s m d m yed kten sonra k msen n adını duymadığı ama kend çapında büyük başarıları olan çalıştığım ş rkete g derd m. Oradak tek muhasebec yd m. Saatler boyu çalıştıktan sonra ş rkettek tek arkadaşımla beraber yemek molasına çıkar ve kanser tedav s olan babasının durumunu ya da ev ne alacağı ked ye b r s m düşünüp düşünmed ğ n sorardım. Konuşkan b r olduğu ç n tek soru sormakla tüm konuşma hakkımı tüketm ş olurdum –bu ben m ç n kötü b r şey değ ld - Y ne saatler boyu çalıştıktan sonra ev n yolunu tutardım. Eğer enerj m varsa yemek yapardım. Yoksa sadece s par ş ver rd m. Ve sonra saat 21.00 olurdu. Aylar boyu bozmadan gerçekleşt rd ğ m bu rut n m bugün bozulmuştu. B r saatt r aynı sandalye üzer nde oturmuş, bugün bana gelen mektubu okuyordum. Tekrar tekrar okuyordum çünkü ben kend ne çekm şt . Hayır, hayır ben ç ne hapsetm şt ve kurallarını b lmed ğ m b r oyunu oynamaya zorluyor g b yd . Sevg l D lek, K m olduğumu ya da sana neden bu mektubu gönderd ğ m b lm yorsun. Ama sana anlatmam gereken bazı şeyler var. İlk olarak senden çocukluğunu düşünmen st yorum. Em n m k çocukken geleceğe da r b r sürü hayal n vardı. Dünyadak b rçok nsan g b bu hayallere ulaşamamışsındır d ye düşünüyorum çünkü h çSayfa 28

b r çocuğun hayal muhasebec olmak değ ld r. Bu hayaller n nasıl öldü? K m öldürdü onları? Bunu h ç düşündün mü? Em n m sana o kadar öneml gelm yordur b r hayal n ölmes ama bu korkunç b r c nayet, D lek. Dünya üzer nde her an herkes tarafından çocuklara karşı şlenen b r c nayet. İnsanlara d kkatl bakarsan herkeste b r yara z görürsün. Ölmüş hayaller n yaralarıdır onlar. Bu yaralara hep b r sınırlandırma sebep olmuştur. En büyük hayal Amer ka’da yaşamak olan b r madd olanakları yüzünden yaşayamaz. Doktor olmak steyen b r matemat ğ yapamadığı ç n olamaz. Vatanını kurtarmak ç n düşünceler n yazan b r vatan ha n sayılarak hapse atılır ve yazdıkları yayınlanmaz. Sınırsız b r dünya mümkün D lek. Herkes n gerçekten eş t olduğu b r dünya. Doğduğun ülkeye, nandığın d ne, sevd ğ n k ş ye veya yetenekler ne göre yargılanmayacağın b r dünya. En doğal hal m z olan çocuklara baktığımızda dünya onları sınırlandırana kadar özgürce, sınırsızca yaşayab l yorlar. Ne güzel dem ş Nazım H kmet “Dünyayı verel m çocuklara” d ye. Ben çocukluğun yok olmadığına nanan nsanlardanım. Maalesef k ç m zdek çocuklar her geçen gün ölüyorlar. Aslında herkes kontrolü ç ndek çocuğun el ne verse sınırsızca yaşayab l r z. Tüm d nlerde b r cehennem nanışı vardır ve bu d nlere nananlar cehennemden kaçarlar. Oysak b z şu an cehennem n ta kend s nde yaşıyoruz. “Abartma.” ded ğ n duyar g b y m. Sana bunu kanıtlamama z n ver. Yanıma gel. Tam anlamıyla cehenneme tanıklık edeb leceğ n b r yerdey m. Türk ye-Sur ye sınırındayım. Oradak nsanlara ben sorarsan esk b r arkadaşı anımsar g b bakacaklar, belk b raz hüzünlenecekler sonra yer m gösterecekler. Adımı söylemey unuttuğumu fark ett m. Adım Ahlam. Sen bekl yor olacağım. G deceğ m! Bu f k r her ne kadar del ce olsa da h ç tanımadığım b r nsanı aramak adına Sur ye kapısına g decekt m. Bu mektubu neden bana gönderd ğ n ve ne yapmam

gerekt ğ n soracaktım. Hemen patronumu arayıp yıllık zn m kullanmak sted ğ m söyled m. Yoğun b r dönemde olmadığımız ç n kabul ett . Gerekl b rkaç şey b r çantaya koyduktan sonra uyudum. Yarın uzun b r gün olacaktı. Her zamank g b saat 06.00’da kalktım. Yıllık zn m Sur ye’ye g tmek ç n kullandığım aklıma geld . Kom kt . Saatler boyunca süren yoldan sonra K l s’e vardım. Saat çok geçt bu yüzden zar zor bulduğum otelde kalma kararı aldım. Ahlam’ı ertes gün arayacaktım. Mektubu tekrar okudum ve mektubun varlığına nanarak kend m del olmadığıma kna etmeye çalıştım. Ertes sabah saat 09.00 g b otelden ayrıldım ve sınır kapısına g tt m. Cennet ve cehennem dünya üzer nde arayan nsanların varlığını b l yordum. Kend m arayacağımı h ç düşünmezd m. Cennet n yer hakkında b r f kr m yoktu ama cehennem n burası olduğuna em nd m. Daha önce belk de çalışıp çabalayıp mal sah b olmuş nsanlar eller nde tek b r poşetle çares zce bakınıyorlardı. A les n kaybetm ş çocukların bazıları bağrınıyor bazıları se sess zce oturuyorlardı. B rkaç nsan kapıda oturmuş, b r n üm tle bekl yorlardı. Oradak herkes yaralıydı. Yaraları f z ksel b r yara değ ld ancak bu yaraların varlığı koyu renkte akan b r kanmışçasına ortadaydı. İç m en çok acıtan şey se bu nsanların benden ya da tanıdığım nsanlardan h çb r farkının olmamasıydı. Ne kadar süre orada d k l p zled m b lm yorum. Neden burada olduğumu hatırlamam uzun sürmed . Ahlam’ı bulmalıydım. “Oradak nsanlara ben sorarsan esk b r arkadaşı anımsar g b bakacaklar, belk b raz hüzünlenecekler sonra yer m gösterecekler.” Mektupta bunu dem şt Ahlam. Demek k bu nsanlar onu tanıyorlardı. Tek başına yürüyen yaşlı b r teyze buldum. Yanına g tt m ve “Ahlam’ı nerede bulab leceğ m b l yor musunuz?” d ye sordum. Teyze gerçekten de esk b r arkadaşını anımsıyormuşçasına hüYAZIN


zünlend ve sonra bana “Ahlam öldü.” ded . Ahlam öldü. Ahlam’ın hayal ett ğ dünyaya olan nancım ben cehenneme kadar get rm şt ve ş md Ahlam’ın öldüğünü öğren yordum. Teyze yüz fadem görünce devam ett . “Arapça b l r m s n?” d ye sordu. B lm yordum. Kafamı k yana salladım. “Ahlam Arapçada hayaller anlamına gel r. Ahlam b zd k, Ahlam çocuklarımızdı, Ahlam ev m zd . Ahlam öldü. Çevrene baksana. Hayallere da r b r şey görüyor musun? Göremezs n. Hayaller m z bombaladılar.” Söyleyecek b r şey bulamadım. Yürüdüm, uzaklaştım, kaçmak sted m. Bu dünyanın b r parçası olduğum ç n kend mden nefret ett m. O mektubun bana nasıl geld ğ n merak ett m ama bununla sonra lg lenecekt m. Ahlam her k mse bana b r görev verm şt . Ben bul dem şt . Ölü de olsa bulmam gerek d ye düşündüm. Sess zce ve çares zce oturan b r çocuğun yanına g tt m ve ona ev nde bıraktığı hayaller n sordum. Ağlayarak anlattı. Başka b r çocuğun yanına g tt m ve ona da sordum. Sonra başka b r ne ve bu böyle devam ett . Heps ölü hayaller nden bahsederken ağladılar. Sank çok değer verd kler b r n kaybetm şçes ne ağladılar. “Em n m sana o kadar öneml gelm yordur b r hayal n ölmes ama bu korkunç b r c nayet, D lek. Dünya üzer nde her an herkes tarafından çocuklara karşı şlenen b r c nayet. İnsanlara d kkatl bakarsan herkeste b r yara z görürsün. Ölmüş hayaller n yaralarıdır onlar.” D lek’ n d nled ğ bütün hayaller Ahlam’ın ütopyasında b r b r gerçekleşt . Zeynep Sarav n 11F

Af ş Yaşlı adamın hayatı g tt kçe durağanlaşıyordu. Artık evden parka b le daha az g tmeye başlamıştı. Günler n evde camın kenarında, esk günler n düşünerek geç r yordu. Esk den ne kadar da akt ft . Sık sık seyahat eder, farklı kültürler le ç çe olma şansını yakalardı. Her seyahat nde kend n daha da gel şm ş h ssederd ; ama ş nden emekl olduğundan ber sank hayatından b r şeyler eks lm şt . A les yle aynı evde yaşıyordu. Herkes onun yardımına koşuyordu, b r ded ğ k ed lm yordu. Ama bunlar yaşlı adamın kend n değers z ve faydasız h ssetmes n engellem yor. Dışarıya çıkmayı, tek başına esk günlerdek g b özgür olmayı st yordu. El nden geld ğ nce dünyaya b r katkıda bulunmayı düşlüyordu. Evdek ler se d nlenmes n laçlarını almasını ve kend n yormaması gerekt ğ n savunuyordu. O sabah uyandığında İç ndek ses se bazen hayatı değ şt reb lmek ç n güven duyulan alandan çıkılıp yen olanaklara kucak açmanın gerekt ğ n fısıldıyordu. İç ndek ses d nled , sess zce evden çıktı. Bastonunun da yardımıyla yürüyeb ld ğ kadar yürüdü. Tem z havanın c ğerler ne dolmasına z n verd . Böyle b r günde evde durmak mümkün müydü? Bahar tüm güzell kler le kend n ortaya çıkarmayı başarmıştı. Gençken b r yaz boyunca çalıştığı k tapçıyı, kış akşamlarında oturmayı çok sevd ğ o kahvehaney geçt . Den z kenarına ulaştığında banka oturup soluklanma ht yacı olduğunu fark ett . Ufka doğru uzun uzun baktı. Gelecekte neler n karşısına çıkacağının hayal n kurarken sağ tarafındak panoda duran af ş d kkat n çekt . B r yardım kuruluşunun yardım gönüllüler ne ht yacı olduğu yazıyordu. İlk önce ç nden yaşlıları gönüllü olarak kabul etmeyecekler düşünces geçt . Sonra se denemekten zarar gelmeyeceğ n düşündü. Ver len adres n de yakın olduğunu görünce harekete geçt . Esk den lkokul b nası olan yerde açılmış bu yardım kuruluşu onun ç n yen b r geleceğe açılan kapı olab l rd . B naya g rd . G r ştek görevl kız ona selam verd . Büyük ht malle yaşlı adamın gönüllü olmak ç n geld ğ aklımdan geçmem şt . Yaşlı adam görevl kıza yaklaştı ve buraya gelme amacını anlattı. Kız lk önce şaşırdı ama daha sonra burada tab k gönüllü olarak yardımda bulunab leceğ n söyled . Yaşlı adamın ç nde b r sev nç ışığı parladı. Bu parıltı gözler ne de ulaşmış olmalı k sterse bugün de başlayab leceğ söylend . Yaşlı adam bu öner y hemen kabul ett . Üst kata asansörle çıktı. Onu çocukların olduğu odaya yönlend rd ler. İçer ye g rd ğ an oyun oynayan çocuklar kafalarını kaldırıp ona baktı. Odaya b r anlığına sess zl k hâk m oldu. Sonra se çocuklar b r ağızdan bağırdılar: “Dede!” Yaşlı adamın onlara yardımcı olmak ç n geld ğ n anlayınca çok sev nd ler. Hemen onu aralarına aldılar. Yaşlı adam onlarla konuştu. Daha sonra se çocukların b r a les olmadığını öğrend . Her çocuk apayrıydı; ama heps n n paylaştığı ortak duygu özlemd . Hayatın zorlukları onları küçük yaşlarında etk lem şt . Heps gereğ nden çabuk olgunlaşmıştı. Ama y ne de heps sevg ye ht yaç duyuyordu. Yürekler n n ç ndek o saflık, o hüzün yaşlı adamı duygulandırdı. İk tarafın da b rb r ne ht yacı vardı. Artık her sabah uyandığında onu hayatta olduğuna sev nd recek b r şey vardı: Çocukları. Ceren Albayrak 9E

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 29


İç Yazı Başlığı

öykü

Bakışlar Güneşl b r lkbahar sabahı kuşların cıvıltısıyla evden çıktım. Kozyatağı’ndan Bağdat Caddesi’ne doğru yürüyorum. Sokaklar kalabalık, her yerde en az on beş katlı binalar var. Etraftak herkes bana gar p bakıyor, sank çok tuhaf bir şey giymişim gibi. Yürürken gözüm açık gri palto giymiş bir adama takıldı. Elli beş altmış yaşlarında biri, o da bana bakıyor. Yaşlı adamı görünce aklıma çocukluk yıllarımda yediğim en güzel dondurmaları yapan Veysel Amca geldi. Annem ve babam ile her ilkbahar akşamı Veysel Amca’nın dondurma dükkânına gider, dondurmalarımızı bitirdikten sonra Bağdat Caddesi’ne doğru yürürdük. Tabii kız kardeşim doğduktan sonra bu pek mümkün olmadı. B raz daha lerled kten sonra esk den s nema salonlarının olduğu yere geld m. -Şu an yer nde y rm katlı b na var.- O gün annem bana s nemaya g tmey tekl f etm şt . F lm b tt kten sonra Veysel Amca’ya g deceğ m z söyleyince hiç düşünmeden teklifini kabul ettim. Filmin adı Forrest Gump’mış. Filmin bitişinde annem bana doğru eğildi ve filmde geçen bir repliği söyledi: ‘Tanrı herkesin aynı olmasını isteseydi herkesin bacağına demirler takardı.’ O zamanlar annemin söylediği replik benim için pek bir şey ifade etmiyordu. Bir iki gün sonrasında babam bana benim çok güçlü olduğumu, her şeyin üstesinden gelebileceğimi söyledi. Babamdan bunu duymuş olmanın verdiği tarif edilemez o duyguyla uyudum. Sabah okula gider gitmez arkadaşlarıma benim çok güçlü olduğumu, her şeyi yenebileceğimi söyledim. Arkadaşlarımdan biri bana ‘Bilek güreşi yapalım mı?’ diye sordu. Tabii ki kabul ettim ama kazanamadım. Akşam babama Oğuzhan’la bilek güreşi yaptığımı fakat güreşte kaybettiğimi söyledim. O da bana bahsettiği gücün böyle bir şey olmadığını söyledi. Bir ay sonra okulda resim yarışması düzenlendi. Annemin tavsiyesiyle resim yarışmasına katıldım. Annemin yardımıyla güzel bir resim yaptım, okulda ikinci oldum. Okul çıkışında babam beni almaya gelmişti. Koşa koşa ona gidip sarıldım ve resim yarışmasında ikinci olduğumu söyledim. Babam da bana demek istediği gücün bu olduğunu söyledi. O kadar mutlu olmuştum ki…

Sayfa 30

B r nc sınıfta res m yarışmasında derece alınca okuldak herkes ben tanımış oldu. Okulda çalışan görevliler, öğretmenler, müdür ve müdür yardımcıları… Bir kısım benimle gururlanırken, bir kısım da benim tüm eksik yönlerimi, yapamadığım ya da kötü yaptığım şeyleri gün yüzüne çıkartma peşindeydi. Her dönem iki kez gerçekleştirilen veli toplantısı yaklaşmak üzereydi. Annem her ne kadar bana hissettirmese de gerçekleşecek veli toplantısı için endişeliydi. Çünkü okuma-yazmada biraz sıkıntılar yaşıyordum. Bize ilk öğretilen fişleri yazabiliyordum fakat ‘Cumhuriyet çok yaşa!’ ve ‘Baba bayram geldi!’ fişlerini bir türlü yazamıyordum. Ben de annemle birlikte her gün ödevlerimi yaptıktan sonra okuma-yazma alıştırmaları yapıyordum. Beklenen gün gelm şt . Annem erkenden hazırlanıp okuluma gitti. Sınıfıma girip ikinci sıraya oturmuş, o günü hiç unutamıyor. Dediğine göre öğretmenin her cümlesi dönüp dolaşıp bana geliyormuş. Benim okuma-yazmada zorlandığımı, derslerde konuştuğumu ve teneffüste yerde oturduğumu anlatıp duruyormuş. Annem okuldan gelir gelmez ağlamıştı. Herkesin içinde beni bu kadar yermesi onun hoşuna gitmemişti tabii. İlkokul son sınıftayım. 23 N san çin sınıfça bir gösteri hazırladık. Benim görevim Ecem’le şiir okumaktı. Ecem o zamanlar en yakın arkadaşımdı. Herkes bizi alkışlamıştı. İlk defa sahneye çıkmıştım. İçimizde heyecanla karışık bir endişe vardı. Coşkulu alkış seslerini duyunca üzerime rahatlık geldi. “23 N san’da gösterisi olacakmış. Her akşam şiiri ezberleyebilmek için evde yüksek sesle okuyordu. Çok mutluydu. Bir okul çıkışında Orhun’un annesi yanıma geldi ve öğretmeninin şiir kısmını iptal ettiğini söyledi. Sahneye çıkması zor oluyormuş. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ne diyecektim şimdi ona!” Ortaokula g tmeye başladığımda okulumu değ şt rmek zorunda kaldım. Zaten öğret m hayatım boyun-

YAZIN


ca b rçok kez okul değiştirmiştim. O dönemler annem çok mutsuzdu ama bana hiçbir şey hissettirmiyordu. Okul müdiresi ile birtakım sorunlar yaşamış, galiba anneme kötü davranıyordu. Öğretmenim de benden hep yerde oturuyorum diye şikâyetçiydi. Ortaokul yıllarımda pek fazla geziye gitmedim. Bir gün annemle sınıf öğretmenim bizim yanımızda kavga ediyorlardı. Öğretmenim beni geziye götüremeyeceğini, benimle uğraşamayacağını söyledi. Oysa o kadar da yaramaz bir çocuk değildim. Ortaokuldak arkadaşlarımın hep kardeş vardı. A leler m z yakın olduğu çin haftada bir buluşur, sokakta oyunlar oynardık. Orhun’un kardeşi Pelin ve Erdem’in kardeşi Şevval de bizimle oynarlardı. Benim de kız kardeşimin olmasını çok istedim. Onları ne zaman bir arada görsem hep benim de bir kız kardeşimin olmasını dilerdim. Ben on bir yaşındayken bir kız kardeşim oldu. Benim adımı annem koyduğu için kardeşimin adını babam koydu: Işıl. Işıl büyüyordu. Onunla d ğer arkadaşlarım g b oyunlar oynayab l yordum. Işıl le b rl kte kend bulduğumuz oyunları oynardık. Onunla b rl kte en çok yapboz yapardım, atçılık ve legolarla oynardım. En çok dedemle birlikte legolarla oynamayı severdim. Dedem o kadar güzel lego yapardı ki! Okuldan geldiğimde odamda kocaman uçaklar, şatolar, hayvanlar bulurdum. Hâlâ Bağdat Caddes ’ne doğru yürüyorum, çok az mesafem kaldı. Dünkü dans gösterimizi kutlamak için arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorum. İnsanların bana neden baktığını anlıyorum. Knadyenlerle yürüdüğüm için gözler hep üstümde. Aslında kendi başıma yaşıyorum, dans ediyorum, ehliyet kursuna da başladım yakında araba da kullanabileceğim. Ama insanlar bunu görmüyor. Onlara göre ben kusurlu, b rtakım şeyler yapamayan, kend ne yetemeyen, yardıma muhtaç, eks k, yaşam enerj s olmayan b r y m. Heps bu!

N l Nalçakan 9B ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 31


İç Yazı Başlığı

öykü

Af Dokuz yıl on ay on k gün oldu tam. Bu dört duvarın arasına lk atıldığımda, değ l yıllar y rm dört saat n b le nasıl geçeceğ n düşünmekten kend m alamamıştım. İlk günü anımsıyorum y ne hava almaya çıkmıştık, etrafta türlü türlü k rl şlere bulaşmış kat l n, hırsızın, tecavüzcünün, dolandırıcının bana sank dünyanın en büyük suçunu şlem ş m g b bakması çok gar b me g tm şt , hâlâ unutamam. Gerç tüm bu bakışlar hâlâ da değ şmed , değ şen tek şey yüzler oldu geçen dokuz yıl çer s nde. Y ne dışardayım ve ne tesadüf k tek başımayım. Son bulacak mı bu esaret, b lm yorum. Gard yanın bağırmasıyla koğuşuma döndüm, bazısı almış el ne anasının fotoğrafını bakıyor, bazısı oturmuş kare tahta masanın çevres ne memleket kurtaracakmışçasına gönder len askerler konuşuyor. Ben m ? Öyle bakıyorum etrafa. Tam o anda çer yen b r n get rd gard yanlar. Koğuştak tek boş yatak olan ben m ranzamın altındak yatağa geçt . El nde çantası yen olduğu her hal nden bell olan ayakkabıları, beyaz gömleğ s yah pantolonu ve yeş l parkasıyla altımdak yatağa yerleşt . Genç adamın yürüyüşü d kt ve kend nden em nd . Böyle b r genc n hang suça bulaştığını uzunca b r vak t düşündüm. Kat l olacak kadar soğuk değ ld bakışları, tecavüzcü desen h ç değ l, hırsız desen aklımın ucundan b le geçmed . Tam da o sırada çantasının fermuarının açık kalan kısmından görünen k taba bakakaldım. Genç adam neye baktığımı anlamışçasına bavulunun fermuarını hemen kapatıverd , gördüğümü anlamış olmalıydı. Anlamıştım o da bendend , bar d ğer mahkûmlar öğrenmese d ye düşündüm, b r koğuşa b zden k taneye tahammül etmezler, saplayıver rler ş ş b r gece ansızın. O gece h ç uyuyamadım, döndüm durdum; başımıza geleb lecek senaryolardan korktuğumdandı belk . Sonra on yıl önces n düşündüm f k rler m özgürce fade etmekten h ç çek nmed ğ m günler , ne de çok değ şt rm şt ben bu hap shane. El mde olan tek özgürlüğüm olan düşünceler m b le el mden almıştı zorla. Zorla d yorsam lafın gel ş değ l ha, kel men n tam anlamıyla şkenceyle ş ddetle almışlardı el mden düşünceler m . O gecen n sabahında onunla lk kez konuştum. Adı Kurtuluş’muş. Okuduğu k tabı sordum, yüzünde varla yok arası b r tebessüm bel r r g b oldu ya da bana öyle geld b lm yorum, cevap

Sayfa 32

vermek ya da vermemekte kararsız kaldı, sonra der n b r nefes aldı ve k tabın kend s n n olduğunu ve buraya g zl ce soktuğunu söyled . Onu gammazlayıp gard yanlara söyleyeceğ mden korkmuş olmalı k ted rg n ted rg n baktı suratıma ama ben onu yanıltacaktım. “Kaç yaşındasın sen?” d ye sordum. “Otuz k me bastım dün. Sen kaç yaşındasın?” d yerek cevap verd . “Senden yed yaş kadar büyüğüm ve dokuz yıldan fazladır o k taplar yüzünden çerdey m, o k taplar bana beladan başka b r şey get rmed genç adam.” ded ğ m anda çocuğun gözler doldu ve söze daldı: “Havaalanındaydım.” ded . “G decekt m hem de Moskova’ya ama son anda kend babam ben pol se hbar etm ş.” Der n b r sess zl k oldu. Kend baban tarafından hbar ed lmen n ne kadar acımasız olacağını düşündüm. Han babalar kahramandı? “K mse b z m f k rler m z duymaya hazır değ l buralarda genç adam.” ded m. Ben başını sallayarak onayladı, gözler nde hayal kırıklığını görmüştüm, bu adamı çerde olmak değ l babası üzmüştü. Sonrak günlerde b ze ne olacağını düşündük durduk. Acaba buradan b r gün çıkab lecek m yd k? Bu dört duvar arasında b raz daha kalamayacağımı anladım zaman geçt kçe, dayanamıyordum. Kurtuluş’a h çb r şey bell etmemeye çalışıyordum ama günler geçt kçe ben aklımın köşes nde yatan f kr daha da çok ben ms yordum. Günler geld geçt . Tek fark Kurtuluş’un varlığıydı. Onunla konuşmak sted ğ m her konuyu konuştum, her konuyu tartıştım. Bana arkadaşlık, sırdaşlık ett . Arada gard yanın ceb ne para sıkıştırarak k taplar get rt yorduk. O gün tam onuncu yılımdı hap shanede. Kurtuluş el ndek k taplardan b r ş r açtı koydu önüme. Okumaya başladım. O ş r n ben m ç mdek bombanın p m n çekt ğ n Kurtuluş asla b lmeyecekt .

YAZIN


Ben çer düştüğümden ber güneş n etrafında on kere döndü dünya, Ona sorarsanız: ’Lafı b le ed lemez, m kroskob k b r zaman...’ Bana sorarsanız: ‘On senes ömrümün...’

s ne koğuşu dağıtmasına, ranzaları dev rmes ne ve gard yanlara saldırmasına k mse anlam veremed . Ne m yd onu del rten? Af çıkmıştı, af! Sıla Akgül 9A ŞTTL

Devamını okumaya gerek dah duymadım, eğer okusaydım daha da fena olacaktım, b l yorum. Gözler m dolmaya, boğazım acımaya başladı. Sanırım ağlıyordum, hap shaneye g rd ğ mden ber lk defa hem de son defa. Pes ed yordum, bu koğuşta olduğum zaman boyunca tecavüzcüler n ve kat ller n bu dört duvar arasından çıktığına sayılmayacak kez şah t olmuştum. Yan ranzamda ham le karısının canına kast etm ş ve çocuğuyla b rl kte karısını katled p öldüren Eşref vardı; d ğer tarafta se sadece okuyan ve f k rler n özgürce paylaşmaya çalışan ben ve Kurtuluş, haber geld bugün. Eşref k haftaya çıkıyormuş. O gece sabaha karşı üçtü. Ömrümün tam onuncu yılının b r nc geces yd hap ste geçen. Yatağımdan sess zce kalktım. Tuvalete g tt m. Gard yanın ceb ne sıkıştırdığım ve ceb mdek son y rm l rayla aldığım pe baktım. Sonrası mı? Gerek yok anlatmaya. En son taburen n yere çarpma ses n hatırlıyorum yaşama da r. Üç saat sonra: Kurtuluş b r huzursuzlukla uyandı, gördüğü kâbusun etk s yle terlem şt . Yavaşça yer nden kalktı yatağında göremed ğ sırdaşının nerde olduğunu düşünürken soluğu tuvalette aldı, yüzünü yıkayacaktı. Göz bebekler yerdek tabureden yukarıya tırmandı yavaş yavaş. O an şte o an belk de hayatında lk defa kör olmayı d led . B r çığlık koptu dudaklarından yer göğü nletecek kadar. Tüm gard yanların tuvalete doluşması b r, b lemed n z b r buçuk dak ka sürdü. B r curcuna koptu. Aynı anda koğuştak ler de tuvalete koştu. Üvey kızına tecavüzden hüküm g ym ş Süleyman “B r ha nden daha kurtulduk.” ded ve otuz k d ş sırıtmasını çek nmeden göstererek geld ğ g b ger döndü. D ğer mahkûmlar da Süleyman’dan farklı değ llerd heps b r ‘ha n’den kurtuldukları ç n mutlulardı. Kend suçlarını h çe sayan bu adamlar tek suçu farklı düşünmek ve okumak olan bu adama laf ed yorlardı. Bundan sonrak k gün oldukça sıradandı koğuşta. Kurtuluş ne y yor ne konuşuyordu. S n rl yd , s teml yd belk de sırdaşına b raz. Çünkü tek bırakmıştı onu koca koğuşta. On gün sonraysa h ç olmaması gereken b r şey oldu. On b r gün önce olsa bu habere karşın mutluluktan ağlayacak olan Kurtuluş’un ş md del rm şçe-

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 33


İç Yazı Başlığı

öykü Ana Kokusu Evden dışarı çıktı, b r sağına baktı b r soluna. Sokakta ne kale yapmak ç n kullanılan küçük ve yassı taşlar vardı ne de m sket oynayan çocuklar. Kend zamanı aklına geld , annes n n onu eve sokmak ç n bağrışlarını hatırladı oysa o sokakta kalıp arkadaşlarıyla futbol ve saklambaç oynamak st yordu. Y ne baktı etrafına ne futbol oynayan çocukları ne de arabanın arkasından ebey gözetleyen çocukları gördü, gördüğü tek şey ev n ç nde oturup parlak ekranla oynayan çocuklardı. O ekran o kadar parlaktı k b nanın en üst katından b le bell oluyordu. Fark etm şt , dev r artık esk s g b değ ld burada. Hatırlıyordu b r ay önce ş tekl f aldığında sev nçten yeğenler yle sokakta futbol oynayışını, o koca vücuduyla arabanın arkasına saklanışını. B r ay geçm şt , sadece “B r ay!”... Sol tarafından gelen motorlu kurye b r defa seslend ona, duymadı; bu sefer dürttü onu, o zaman fark ett ancak. Kurye ona kend apartmanının adres n soruyordu, ardından bunun annes nden geleb lecek köy peyn r olab leceğ n düşündü. Motorlu kuryeye sordu paket n kaç numaralı da reye tesl m ed leceğ n , kurye tereddüt etmeden söyled . Adamın yüzüne b r gülücük kondu, kurye anlamadı paket n sah b n n adam olduğunu, adam söylemek zorunda kaldı kend ev olduğunu. Kurye y ne umursamazmışcasına tereddüt etmeden verd tal matı. Hemen merd venler üçer üçer çıkarak da res ne g rd . Aceleden anahtarları karıştırıp el nde olan bütün anahtarları sırayla anahtar del ğ ne sokmaya başladı. Doğru anahtarı bulduktan sonra ayakkabılarının bağını çözmeden çıkartıp ceket n g r ştek sehpanın üzer ne fırlattı. Hızlıca koltuğa oturup paket n dışındak kaplamayı el yle yırttı ve pakettek kurdeley yavaşça çekt . Paket n kapağını açtığında plast k b r kabın ç nde annes nden

Sayfa 34

gelen en sevd ğ köy peyn r vardı. İlk önce köy peyn r n yavaşça kokladı ardından uzun zamandır özlem n duyduğu bu peyn r n tadına çatala gereks n m duymadan baktı. Gözler n kapattı ve yaşadıklarını gözünün önünden geç rd . Ağzına attığı b r parça onun bugün ç n daha yemek yememes ne yeterd ve yett de.

O günü köy peyn r nden aldığı b r parçayla geç rd . İstese bütün peyn r oracıkta b t r rd ama küçük b r parça almayı terc h ett . Aynı özenle paket kapattı ve mutfaktak raflardan b r n n en d b ne, gözünün göremeyeceğ b r yere koydu. Mutfaktan çıktı ve annes ne m nnetler n duyurmak ç n telefon açtı. Telefonda köy peyn r ne ve a les ne olan özlem n d le get rd . Bunları duyan annes her şey n yolunda olup olmadığını sordu. Annes “Her şey yolunda anam.” cevabını almasına rağmen çocuğunun ses tonundan anladı gerçeğ . Telefon konuşmasının ardından gerçekten yaşadığı bu şartlardan memnun olup olmadığını yatağında düşündü. Ertes sabah yumurtasının yanında daha dün gelen köy peyn r nden sadece b r parça alacağım sözüyle rafın gözle görünmeyen yer nden kabı çıkardı fakat peyn r yerken kend n tutamadı ve büyük b r kısmını y y verd . Ona göre köy peyn r normal b r peyn r çeş d nden çok daha fazlasıydı bu yüzden b t r rd nerde görse. Esk den anasının ve babasının yanındayken b r kısıtlaması yoktu fakat artık sadece b r kalıbı vardı köy peyn r nden. Bazen, ht yaçtandır, süper marketlere g tt ğ nde sözde üzer nde “köy peyn r ” yazan doğal yollarla üret lmem ş fabr kasyon eser olan peyn rlere rastlardı ama b l rd onların asla anasınınk g b olmadığını. O akşam ç n şten arkadaşları ona b r part verd kler n söyley p onu evler ne davet ett ler. İç nden part ye g tmek gelm yordu fakat bu çevreye uyum sağlayab lmek

YAZIN


ç n bu part y y b r şans olarak görüyordu. O da belk b r kentl olab l rd . Part de enva çeş t y yecek ve çecek vardı onlar da part dek k ş ler n b rb rler yle konuşmaları g b doğal değ ld . Bunu fark etmes uzun sürmem şt fakat b r yandan da nanamıyordu. Part sona erd ve herkes evler ne dağıldı. Part de h ç eğlenemed fakat suratını da asmadı, asmadı ama suratını part dek lere ayıp olmasın d ye asmadı, başka b r şeyden değ l. Ev ne doğru yürürken aynı doğrultuda yürüyen ama b raz daha lerde olan part den tanıdıklarını gördü. Uzaktaydılar ama y ne de konuştukları duyuluyordu çünkü sokak o kadar sess zd k k mse dışarda sohbet muhabbet etm yor, ç ğdem ç tlem yordu, evde o parlak ekrana bakıyordu herhalde. Sadece apartman camlarının ç ndek parlak ekrandan çıkan ışıklar sokağı aydınlatmaya yet yor, neredeyse gözler kamaştırıyordu. Part den k k ş az önce gayet güzel b r şek lde sohbet ett kler k ş ler hakkında kötü yorumlar yapıp ağza alınmayacak şeyler söylüyordu. Kend kend ne acaba kent nsanı hep bölye m d y p b r yandan da üzülüyordu. Apartmanın önündek merd venlere oturup kend kend yle dertleşt , annes ne söylemezd çünkü b l rd annes n n tüm bunları dert edeceğ n . Kent yaşamının ona göre olmadığını b l yordu fakat başka yerde de ş olanağı yoktu. Kafası çok karışmıştı ve a les n de çok özlem şt bunun üzer ne z n kullanmaya karar verd . Otobüs yolculuğunda cam kenarlarını severd hep çünkü esk den kent tarafına alışver ş yapmaya g tt kler nde hep yolu zler, süper marketlerden alacağı ç kolatanın hayal n kurardı. Kent n b r zaman sonra onun yaşadığı yer olacağını nerden b leb l rd ? O zamanlar hep hayal n kurardı kentte yaşamın zannederd

YIL:18 SAYI:18

k ne zaman stese ç kolata alıp mutlu olacak. Aslında hayal gerçek olmuştu fakat p şmandı hayal nden. Sabah çok heyecanlı uyandı ve önceden hazırladığı bavulunu, paltosunu ve köy peyn r n alıp otobüs term nal n n yolunu tuttu. Taks n n camından apartmanına son b r kez baktı belk bu apartmana son bakışıydı. Otobüse b nd ve ver lecek olan o m n k kekler bekled . Otobüste ver len m n k kekler ona çok büyük şeyler fade ed yordu yemekten falzasıydı onun ç n. Küçükken otobüste o ver len kekler n heps n ağzına atmaya çalışır fakat h çb r zaman başarılı olamazdı ve kek n yarısından fazlası dışarda kalırdı. Ş md esk d g b kek n heps n ağzına atmayı denemeye karar verd belk bunun ç n büyüktü fakat alışkanlıktı onun ç n. Kek ağzına attı, b lm yordu heps n n g receğ n , b r anlık durakladı ve ne kadar büyüdüğünü fark ett , şaşırdı. Yolculuğun sonunda anası onu karşıladı. Anasını görünce gözünden dökülen yaşlarla ona sarıldı, onu kokladı, öptü ve y ne gözyaşı döktü. Kenttek sıkıcı, daraltıcı kokunun ardından masum ve ahır kokan anasının kokusu onun ç n çok pahalı b r parfümden ya da deodoranttan daha ferahlatıcıydı. Anasına arabanın nerde olduğunu sordu, anası yorulacak d ye kend s n n kullanmasının sakınca oluşturup oluşturmayacağını sorunca durakladı anası ve ona b r kez daha sarıldı aynı çtenl kle. Unutmuştu arabalarının olmadığını, kent değ ld k burası!

Tuna Gürer 9A ŞTTL

Sayfa 35


İç Yazı Başlığı

öykü Hanımel Kokusu B r an olsun uyku tutmadı gözünü tüm gece. B r km ş acıları gözyaşı olmuş b rer b rer süzülüyordu kızarmış yanaklarından aşağı. Çığlıklar eks lm yordu aklından. Hep aynı kareler tekrar tekrar gözünde canlanıyordu. Günler, aylar, hatta seneler geçm şt üstünden belk de ama onun ç n yaşadıkları gecen n kesk n soğuğunda kend s n şehr n sokaklarına atab lecek kadar tazeyd . Gözler n gecen n karanlığında mav l ğ kaybolmuş den ze d km ş, y ne aynı şeyler düşünüyordu. Den z n dalgasıyla yüzüne sıçrayan b rkaç damla, ona o günkü toz bulutundan sonra ç n ısıtan ılık yağmuru anımsatmıştı. Her şey n sona erd ğ o anı. Kızı Derdekea, onun d kt ğ bez bebeğ ne m n k eller n dolamış uyuyordu. Oğlu Eth’se çoktan uyanmış beş ğ nden çıkmak ç n çabalıyordu. Oğlu henüz b r, kızı se yed yaşındaydı. Oğlunu kucağına alarak yavaşça yatağa koydu ve odadan sess zce çıkıp mutfağa doğru yöneld . Mutfakta hang dolabı açsa koca b r h çl kle karşılaşıyordu. Günlerd r evden çıkmadığı ç n evdek y yecekler n heps tükenm şt . Ayrıca kocasından b r haber yoktu. Onu hayata bağlayan tek şey çocukları ve ç nde kıvılcımı henüz sönmem ş olan umuduydu. Artık dışarı çıkması gerekt ğ n n farkındaydı. Yoksa açlığa dayanamayacaklardı. Kend s buna katlanab l rd fakat Eth ve Derdekea’nın yaşı buna el verm yordu. Yatak odasına g rd ğ nde Eth’ n de ablasının yanında tekrar uykuya daldığını görmüştü. Derdekea’nın saçlarını okşayarak usulca kulağına “Hemen geleceğ m güzel kızım.” d ye fısıl-

Sayfa 36

dadı. Yanağına küçük b r öpücük kondurdu ve oğlunu da saçlarından öptü. Çocuklarının kokusunu ç ne çekt . İlkbaharda kokusuyla etrafa huzur saçan hanımel g b yd onların kokusu da. Üstler n y ce örtüp merd venler çıkarak kapıya doğru yöneld . Aklında ve kalb nde olan tek şey onlardı. B r anlığına b le y t rmem ş olduğu umudu onu yalnız bırakmamıştı. Ger döneceğ ne em nd . Kapıdan dışarıya adımını attığı an tüm nsanlığın ayıbı olan o manzarayı görmek zorunda kalmıştı. Yıkık dökük evler, ansızın karşısına çıkan ölü bedenler, çocukların eller nden yere düşen yıpranmış oyuncaklar… Mahallede henüz h çb r hasar görmem ş olan evlerden b r de onlarınk yd . Hızlıca k sokak ötede nsanların ht yaçlarını karşılamak ç n kurulan büyük çadıra doğru yürüyordu. Oraya vardığında kalabalığa karıştı. Herkes acele ett ğ nden sıra hızlı lerl yordu. Yemek, g ys ve laç doluydu çer s . İnsanların heps eller dolu pan k çer s nde hareket ed yordu k koca çadırı sess zl k bürüdü. H çb r şey anlamamıştı. B r konuşuyordu fakat o duyamıyordu. Sess zl ğ n yer n cümbüş almıştı. Herkes telaşla koşturmaya başladı. O sırada b r n sıkıca tuttu ve olanları sordu. O k ş sadece tek b r kel me söylem şt fakat o kel me onun dünyasının yıkılmasına neden olab lecek kadar büyüktü: “ Gelm şler!”…

Gelm şlerd . Herkes bunun ne anlama geld ğ n o kadar y b l yordu k k mse k m d ye sormamıştı. Onun aklındak se çocuklarıydı. El ndek unu, suyu, oğlu Eth ç n zar zor bulduğu b r teker kopmuş olan oyuncak arabayı ve Derdekea’ya aldığı beyaz elb sey

YAZIN


Düşen B r Yaprağın Ardından

fırlatarak koşmaya başladı. Uzun eteğ ayağına dolanıyor, saçları yüzüne çarpıyordu. Rüzgâr ten ne değ yordu. Sokağın köşes n döndüğünde gördükler onu mahvetm şt . D md k ve kend nden em n duran asker b r el yle Derdekea’yı d ğer yle se Eth’ küçük kollarından tutmuş sürüklüyordu. Koştu çocuklarına. Haykırdı yüreğ ateş ç nde: “ Durun, yapmayın n’olursunuz! “Asker b r anlığına arkasına baktı ama umurunda b le olmamıştı gözyaşları ç nde koşmaya çalışan kadının çabası. Eth ve Derdekea’ysa anneler n fark etmeler yle bağırmaya başlamışlardı. Yüksek sesle hıçkırarak ağlıyorlar ve “Anneee!” d ye bağırıyorlardı. Çocuklar bağırmayı, anne se koşmayı bırakmamıştı. Asker daha fazla tahammül edemed . Çıkardığı tabancasını çocuklara doğrulttu ve “Uzaklaş buradan!” d yerek kadına seslend . Çares zce donup kalan kadın ne yapacağını şaşırmıştı. El nden h çb r şey gelemezd . G tmeler ne razı olmuş ve yavaşça d zler üzer nde tozlu yola çökmüştü fakat çocuklar çırpınmaya devam ed yordu. Her hareketler nde kollarından daha da sıkı tutan asker hızla lerl yordu. Tanka yaklaşmıştı k kulakları sağır eden b r patlama ses duyuldu. Yaklaşık ell metre ler de tahm nen b r bomba patlamıştı. Asker bunu h ç beklem yordu ve bu şaşkınlıkla çocukları bıraktığı sırada b r dahak bombanın onlara doğru yaklaştığını fark ett fakat kurtuluşları ç n artık fazlasıyla geçt . Asker, daha kaçış planını düşünemeden bomba tam da onların olduğu yere düşmüştü. Çocuklarının ardından bakakalmış annen n yüreğ n ateşler sarmıştı. Eth ve Derdekea’nın anneler yle göz göze geld ğ o an umudun sona erd ğ andı. Bombanın patlamasıyla yalpalayarak koşmaya başlayan anne çocuklarının parçalanmış beden n toz bulutu çer s nde zar zor bulab ld . Çocukları ölüme sürüklen rken gözler n n çer s ne bakıp h çb r şey yapamaması onu kahreden en büyük şeyd . Yerde öylece donakalmış duruyordu. Şu anda se neden hâlâ hayatta olduğunu düşünüyordu. Onu hayata bağlayan tek b r şey yokken çocuklarının ölümüne sebep olmuş olan bu dünyada neden bu kadar uzun süre yaşamaya devam etm şt h çb r f kr yoktu. Belk de b r annen n başına geleb lecek en kötü sonu yaşadığı ç nd ölümün ona haf f gelmes . O zaten her gün o anı tekrar yaşayarak ölüyordu. Beden n n bu hayatta olması h çb r şey değ şt rmeye yetm yordu. Hayatla olan savaşını o gün kaybetm şt . O artık lkbaharda hanımel kokuları almıyordu.

Sıradan b r sonbahar günüydü. Yapraklar dökülmüş, ağaçlar çırılçıplak kalmıştı. Düşen yapraklar öyle güzel gözüküyordu k ... Ama nedense benden hep süpürmem st yorlardı yaprakları. Süpürürüm elbette, ş m bu değ l m zaten? Fakat asfaltı görmek daha mı hoşlarına g d yor? Aldım süpürgey el me. Sokağa çıkıp başladım süpürmeye, süpürmeye… O gün evs z b r adam, b r duvarın d b nde soğuktan b r nebze korunab lmek ç n sokak köpekler ne sarılarak uyuyordu. Haksız yere mesleğ nden hraç ed lm ş b r öğretmen, bu durumu eş ve çocuklarına söyleyemed ğ ç n ev nden çıkıp akşama kadar sokaklarda dolanıyordu. B r taks şoförü akmayan traf ğe olan hıncını bağırıp çağırarak, kornaya basarak çıkarıyordu. B r kadın, bakışlarıyla kend s n rahatsız eden sözde b r adam yüzünden eteğ n aşağıya doğru çek yor ve yere bakarak lerl yordu. Annes n n sürdüğü tekerlekl sandalyes yle dışarı çıkan çocuk, önünden kırmızı parlak b s kletle geçen b r çocuğa ç geç rerek bakıyordu. Hastanen n bahçes nde bankta yatan yaşlı adama k mse b r şey sormuyordu. B r ler gel p güzel m ağaçları kesmeye başlıyordu, bell k b na d keceklerd . B r ler el ele dolaşan k sevg l ye suç şl yorlarmışçasına bakıyorlardı. Okulda olması gereken küçük b r çocuk, ustasını d nley p m n c k eller yle çalışıyordu. Üstü başı k rl , yüreğ tertem z nşaat şç s üstündek yorgunluğu atmak ve memleket ne olan hasret n az da olsa g dermek ç n s garasını yakıyordu. Yaşlı b r adam oturduğu bankta gazetes ndek “aşk c nayet ” başlığıyla yazılmış, b r sapığın b r kadını “sev yordum, kıskandım” d yerek bıçakladığı alçakça b r c nayet n haber n okuyordu. Görgüsüzün tek arabasının camından yere çöp atıyordu. B r genç anlık b r zevk ç n uyuşturucuya bulaşıp sefalet dolu günler ne başlıyordu. Kend yaptığı oltasıyla balık tutan b r yaşlı, aç olmasına rağmen tuttuğu tüm balıkları etrafında toplanan ked lere ver yordu. B ten sıradan b r günün yorgunluğunu atmak ç n ev n sıcaklığı gel yordu gözümün önüne. Koşarcasına lerl yordu ayaklarım evde rahatlamanın üm d yle. Derya Ece Baş 9A ŞTTL

Şevval Ünlü 10A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 37


İç Yazı Başlığı

öykü

Ada H çb r tartışmanın son bulmadığı, her gün ayrı b r olayın çıktığı bunaltıcı yazın sonlarına doğru artık neredeyse aşırı depresyondan İlaç almaya başlayacaktım. Artık gerçekten yeterd . Her gün, ama her gün babamla saçma sapan nedenlerden tartışmaktan bıkmıştım. Bu kadar kapalı f k rl , başka düşüncelere bu kadar karşı ve natçı b r yle üç ay boyunca aynı ortamda o bunaltıcı adada bulunmak o kadar zordu k gerçekten bıkmıştım. Her konu üzer nde saatlerce tartışıp b rb r m zden nefret etmeye devam ederken ben y ne mümkün olduğunca kend m savunmaya çalışırım, h ç k mse kusura bakmasın. Bardağı asıl taşıran son damla yazın sonlarında gerçekleşen b r olaydır. O günden sonra kend s n hayatımdan s ld m. Babam olarak görmemeye başladım. Hoş sank önceden çok umurumdaydı b r b yoloj k bağımız olması. Gece saat 10.00, etraftak meyhaneler boş almaya başlamıştı. Personeller yanında d nlen rken g tt kçe azalan müşter ler n yemek yemeler n zl yordum. Bense babamın otel n n önünde, yandak meyhanen n sah b n n eş ve kızıyla konuşuyordum. Bell yd yakında b z de adanın merkez nden çıkıp merkez dışındak ev m ze g decekt k. İstem yordum sırf beyefend n n uykusu erken gel yor d ye eve g d p karanlıkta sıkılmak stem yordum. Babamın dışarı çıkıp şems yeler topladığını görünce yakında g deceğ m z anlamıştım. B r şek lde ertelemem gerek yordu. Ne kadar merkezde kalırsam o kadar y yd . O karanlık, ıssız yere g tmek stem yordum. Ben de d rekt k arka sokağa g tmeye karar verd m. Babamın önünden geçerken yürüyüşe çıkıyorum, ded m ve uzaklaştım. G decek çok fazla yer olmadığından sadece b r kaldırımda oturup telefonumda b rkaç oyun oynadım. Yaklaşık on dak ka sonra ger g tt ğ mde otel kapalı, babam da ortalarda yoktu. Meyhanec n n karısıyla kızı babamın g tt ğ n söyled kler nde b r an korktum. Kalacağımız ev yaklaşık

b r buçuk k lometre ler deyd ve nasıl g deceğ m b lm yordum. Ben de babamı aradım telefonu açtığında bağırmaya başladı: “Neredes n sen çabuk söyle!” Ben alması ç n Adakale market n yanına gelmes n söyled m. Markete doğru yürürken telefondan bağırma sesler gel yordu ama d nlem yordum. Bıkmıştım artık. Arabaya b ner b nmez bağırıp küfür etmeye başladı. “Sen ben kandırab leceğ n m sandın ger zekalı!” Oradan bakınca aptala mı benz yorum? B r halt b ld ğ n yok, gelm ş bana oyun oynamaya çalışıyorsun. Anlamıyordum, neden olayı abarttığını anlamıyordum. B rkaç san ye sonra fark ett m. Ben m kaçtığımı sanmış. Ama ona yürüyüşe çıktığımı söylem şt m. G tt kçe daha çok bağırıyordu. Ortada b r yanlış anlaşılma vardı ama bu onu fark etm yordu. Kend m savunmak ç n ben de bağırarak cevap ver yordum. Tartışmaya daha ne kadar katlanab l r m d ye düşünürken ses daha da arttı: “Sen bu ç boş beyn n n çalıştın mı sanıyorsun?” Han yumruk yaptığınızda el n z n arka kısmında bel ren kem kler vardır ya… Hatta bazı öğretmenler öğrenc lere haf fçe eller n n kem k-eklem kısmı le vurur. H ç beklemed ğ m b r anda babamın el n alnımın sol üst kısmında h ssett m. Tartışmadan bunalırken ş md bu çıkmıştı. Acıyordu, çok acıyordu. Ağlamak sted m ama acıdan değ l. Artık bıkmıştım, katlanamıyorum bu çok fazlaydı. S n rden çares zl kten ağlamak st yordum. H çb r şek lde kaçışı olmayan bu adada, sonuna kadar nefret ett ğ n b r yle kalmak zorundaydım. Eve varınca dolaptan buz aldım, ş şm şt . Acısı yaklaşık Üç gün boyunca devam ett . F z ksel acısı. Asıl acı b tmeyen bıkkınlık ve hüzün, değ l yazın sonuna kadar, yılın sonuna kadar b le devam ett . Ben de karşılığını f z ksel b r şek lde verd m; ama bunu b r ne söyleseyd m ş Es rgeme Kurumu'na kadar g derd . Çok fazla seçeneğ m yoktu. İk yıl geçt bunun üzer nden ve hala nefret m devam ed yor. Çocuktur hatırlamaz, demey n Efend m ded m kend kend me. Çocuk hatırlar ve unutmaz. Rana Furuncı 9F

Sayfa 38

YAZIN


İstanbul ve Ben Karanlık gökyüzü y ne. Soğuk çarpıyor ben üstümdek tek parça kartonun nce kenarlarından. Ve kafamı kaldırıyorum gökyüzüne ben. “Allah’ım, bugün de yaşayab lecek m y m? Yoksa alacak mısın bu atan kalb benden?” d ye düşünüyorum. Her gün söyled ğ m g b bu sabah da tekrarladım. B raz ler de annem, küçücük eller n ve ayaklarını nce rüzgârdan saklamak ç n nereden bulduğunu b lmed ğ m b r örtüyü üstüne örtüyordu. Tüm gece boyunca uyumamıştı, b l yordum. Ağlıyordu. Ben annem nad ren ağlarken görürdüm. O gülümserd b ze hep. Böyle olmazdı. İç m acıdı. Yanına, o koca beden n n sağına çömeld m. Eller n örtüden çıkardı. Saçlarımın arasında gezd rmeye başladı. Sonra örtüyü açarak ben de sardı. Annem n koynuna g r nce o dışardak nce soğuğu b rden unutmuştum. Bu mutlulukla annem n gözler n n ç ne baktım. “Ne oldu anne?” d ye sormak st yordum. Annem se sadece o mav gözler nden akan küçük damlaları örtüsüne s l p ben sarıyordu. Bana bakınca kend me geld m; Anne. Ne oldu? Bana söylemeyecek m s n? Kuzum. Kara Mustafa’m. Takma kafana böyle şeyler . Öyles ne çıkıyor şte yaşlar gözümden, bende b lm yorum k neden. İç m b raz daha rahatlamış b r b ç mde örtünün ç nde, annem n koynunda kayboldum ve güneş n doğmasını, yen b r ateş yakmasını bekled m. Annem n örtüsü üstümdeyd ama koynu yanımda değ ld uyandığımda. Yatmak ç n g rd ğ m z ben m ev ded ğ m bu küçük sokakta ne annem ne de ondan b r şey vardı bu örtünün dışında. Yerdek karton nce rüzgârın etk s yle yer nden kalktı ve caddeye uçtu. O da yalnız bırakmıştı ben . Artık ev mde sadece ben ve b r örtüm vardı. Kend me ded m b rkaç dak ka bekleyeceğ m annem ç n. Gözler m kocaman açık, karnımın gurultusunu d nlemeden bekl yordum. B razdan annem yemek get recekt . Artık örtü ısıtmıyor ben . Eller m t tr yor, üşümeye başladığım ç n d şler m tak tak sesler çıkarıyordu. Kend m sıkıyorum ve güçlü b r sesle “Anne!” d ye bağırıyorum. Ses yok. Bu ses n ardından yankılanan ben m yankım var. Sokaktan dışarı kafamı uzatıp yürüyen nsan sel ne şah t oldum. Etraf b raz daha ısınmıştı. Örtümü çıkarıp yanıma serd m ve sokağın caddeye uzanan tarafındak merd venlere oturup küçük gözler mle annem aramaya başlamıştım. B rkaç nsan sank st yormuşum g b cepler ndek o k rl b r l ralarla örtümü k rlet yorlardı. Hemen üstündek paraları alıp merd vene koydum. Örtüyü k kere çırparak tem z b r şek lde y ne yanıma serd m. Annem “ nsanlar” derd . Onlar b zden çok farklılar. Anlamıyorum k ne demek sted ğ n . Eller m sıkarak ayağa kalkıp nsanlarla yürümeye başlıyorum. Bana nsan değ lm ş m g b bakıyorlar. Ben m ne farkım var k onlardan. Yürüdüğüm yolda b r sırayı bana bırakıyorlar. K mse oradan geçm yor. Ben de stemeden ev mden çok uzaklara yelken açıyorum. İlk vardığım durak b r den z.

YIL:18 SAYI:18

Sen n gözler ne benz yor anne. Üsttek teneke yığınlarının ses yle rk l p ger kaçıyorum. Çok büyükler anne. Koca koca konulmuş taşlar üzer ne çıkıp koşuyorum. Kuş g b uçuyorum. Annem belk tutar d ye çok uzaklara atlıyorum ama düşüyorum. Esk s nde olduğu g b . Karnım ben yürümekten alıkoyuyor. Kaç gündür yemek yem yoruz anne. 2, 3… Hatırlamıyorum k bende. B r adam den z n yanında kocaman kırmızı arabasıyla bağırıyor. ”S m tç ”. Arabanın ç nden o güzel s m tler görüyorum. Bana bu s m tler lk gördüğümde b r tane almıştın ya aynı onun g b ceb mdek kuruşlarla b r tane alıyorum. Ve den z n karşısındak koca taşlara oturup den z kokluyorum, doğayı kokluyorum, sen kokluyorum anne. S m d m n yarısı b t nce sonrası ç n yamalanmış ceb mde bozuk paralara karşı onu terk ed yorum. Yürüyorum. Den z b tm yor anne. Her yürüdüğümde dalgalar b raz daha hızlı çarpıyor sank karaya. Ama o nce rüzgâr var ya, o nce rüzgâr. Ben durmaya zorluyor. Üşüyorum anne, donuyorum. Bu sefer ben ısıtab lecek b r ateş yakanım yok. Tuzlu suyun o acı kokusuyla yan yana kalıyorum. Sen özlüyorum anne. O kahve saçlarım nce rüzgârla b rl kte sallanıyor. Ben t tremeye başlıyorum. Gözler m kapanıyor anne. “Durun” d yorum. “Lütfen, bar b r bu cennet n neres olduğunu söyles n.” B r ses gel yor anne. “İstanbul” d yorlar. En son göreb ld ğ m nsanların arasında hışımla dalgalarını karaya çarpan o mav den z oluyor. Aynı sen n gözler n g b . Ve kapatıyorum anne gözler m . Yarım s m d m ceb mde kururken, sen n örtün üstümden yavaşça kayarken. Umarım o da uçmamıştır sen n g b anne. Eller m t tr yor. Ve ben o kırmızı yanaklarımdak yaşları h ssed yorum. Öyles ne çıkıyor şte yaşlar gözümden, bende b lm yorum k neden. İç mden “Ah, İstanbul” d yorum. “ O den z n bu kadar üzülmes n b z m ç n. Bu dalgalar k tarafa hışımla vurmasın. Ne olursun. İnsanlar rahatsız olmasın.” Ded kler m oluyor ve ben b rden o den z n hışımlı ses n unutuyorum. B rden kend m annem n o koca beden n n sağında buluyorum. Eller n örtüden çıkarıp saçlarımın arasında gezd rmeye başladığı zamanda. Sonra örtüyü açarak ben de sardı. Anladım k örtü uçmamış. Koynunda nce soğuğu b rden unuttum. Bu mutlulukla annem n gözler n n ç ne baktım. Annem se sadece o mav gözler nden akan küçük yaşlarla... Gözler n s l p ben sarıyordu. Gökyüzüne baktım. Karanlıktı. Soğuk çarpıyordu ben üstümdek kartonun nce kenarlarından. Ve kafamı kaldırıyorum gökyüzüne ben. “Allah’ım, bugün de yaşayab lecek m y m? Yoksa alacak mı İstanbul, ben m o atan kalb m benden ?” …

Yağmur B ngül 10A

Sayfa 39


İç Yazı Başlığı

öykü D k ş Mak nes Ben kızlarla dolu b r a lede büyüyorum, etrafımda hep teyzeler m ve kız kuzenler m var. Hal böyle olunca özel günlerdek sohbetler m z n konusu da sıklıkla ne g yd ğ m z ya da ne g yeceğ m z olur. Bu sohbetlerde annemler büyükannem n onlara bayramlarda d kt ğ elb seler ballandıra ballandıra anlatırlar. Bugün y ne özel b r gün ama üzücü b r gün; çünkü her bayramda ev ne topladığımız büyükannem kaybett k ve onun eşyalarını toplamak üzere büyükannem n ev ne g d yoruz. Kapıdan g rerken hep m z farklı b r duygu le yüklüydük. Arka odadan büyükannem n “Kızlar, s z m geld n z? d ye seslenmes n sank hep m z h ssett k. B r süre sess z b r şek lde oturduktan sonra annemlerle b rl kte b z de şe koyulduk. Annemler mutfaktak eşyaları toplarken ben de kuzen mle büyükannem n yatak odasındak eşyaları toplamaya başladık. Ben lk ş olarak büyükannem n başucunda duran hep merak ett ğ m büyük kutuya yöneld m. Kutunun ç nde onun genç kızlık dönem ne a t olduğunu düşündüğüm günlüğünü buldum. Kuzen mle oturup günlüğü okumaya başladık. Günlüğü okudukça annemler n bayramlarda anlattığı büyük annem n d kt ğ elb seler n h kâyes ortaya çıkmaya başladı. Büyükannem henüz on üç yaşındayken b r kız ve b r erkek kardeş yle b rl kte annes n n ve babasının steğ üzer ne Yugoslavya'nın Bosna şehr nden İstanbul'un Cağaloğlu semt ne göç etm şler. Babası b r tekst l fabr kasında çalışmaya

başlamış. İstanbul'da geçen b rkaç zorlu seneden sonra büyükannem n annes vefat etm ş. Büyük annem de evde kardeşler ne bakmaya başlamış. 18 yaşına g r nce kardeşler n okula başlamasıyla b rl kte a les ne destek olmak ç n babasıyla tekst l fabr kasının dokunma kısmında çalışmaya başlamış. B r süre sonra atölye sah b haftanın bell günler ona kumaş vermeye başlamış. O kumaşlarla ne yapab l rd k ? Bu nedenle annes n n sandığında onları b r kt rmeye başlamış. Y rm k yaşına geld ğ nde genç b r hukuk öğrenc s le evlend ğ nde babası ona düğün hed yes olarak d k ş mak nes almış. Büyükannem sandıktak kumaşlarla k kızına ve kend s ne elb seler d kmeye başlamış. Salonun başköşes nde duran düzenl tozu alınan d k ş mak nes n n h kâyes n duyunca ev n en güzel köşes nde duruyor olması daha anlamlı gelmeye başladı. Günlüğü annemler n b ze seslenmes le ger yer ne koydum ve çer onların yanına g tt m. Eve dönüş yolunda keşke b z kızlar bu d k ş mak nes n n h kâyes n büyükannem n ağzından d lem ş olsaydık, ded m. Ama kuzen mle b rl kte okunması da key fl yd . Eve döndükten sonra evde olan her esk eşyaya farklı b r gözle bakmaya başladım ve lk fırsatta onların b r h kâyes varsa onu öğrenmeye çalıştım. Ela Tuğrul 9E

Sayfa 40

YAZIN


Sonbahar Kızı

Km günler yağmur bulutlarının öfkelerini çıkardıkları dünyayı izlerim. Sonbaharın şımarık çocuklarıdır yağmur bulutları. Burunları havada dolaşır durur, üç günlük dünyanın fani meseleleri peşinde koşarken ayağı takılan insanlarla alay ederler. Sonbaharlı ıslıklı rüzgârını, narin yapraklarını, iyimser gökkuşağını komik bulur; yüzlerine üflerler. Çocuktur yağmur bulutları, insanlar da oyuncakları... Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

YIL:18 SAYI:18

yağmur bulutları.

Sonbaharın asalet n n altında der n b r hüzün yatar. Kenarları yıpranmış, sararmış, eski bir fotoğrafın geçmişte kalmışlığına rastlarsınız dökülen kuru yapraklarda. Hiçbir zaman kahkaha attığını göremezsiniz sonbaharın; yalnızca çekingen bir tebessüm belirir ağaçların dallarında. Yakın olduğu kadar uzaktır size, sıcak olduğu kadar soğuk, mesafelidir. Siz kovaladıkça kaçar; bu yüzdendir güz günlerinin göz açıp kapayıncaya kadar geçmesi.

Sonbaharın şımarık çocuklarıdır

Babaannem hep "Sonbahar kızısın sen." derd . Es nt l , huysuz bulutların gerg n gerg n dolaşıp önlerine gelene çattıkları bir kasım sabahı doğmuşum. Gerçekten de derin bir husumetim olmuştur, daima sonbaharla. Babaannem de fark etmiştir bunu. Henüz küçücükken, gülüşüme eşlik etmeyen bakışlarımı, ayak seslerim duyulmasın diye parmak uçlarımda attığım adımları görmüştü.

Sayfa 41


İç Yazı Başlığı

öykü İbl s Yapılmasının kararlaştırıldığı andan ber sorun yaratan b r durumdu sokağımızdak yen apartman. Sokağın tüm sak nler n n huzurunu kaçıran ne o zamanlar y rm beş yaşında olan apartmanımızın kömürlüğünün yıkılması ne tamamlanmayacağının kararlaştırıldığı yıl yed yaşında b r çocuğun bacağının kes lmes ne neden olması ne de şç lerden b r n n ölümüydü. Asıl sorun bunca yıldan sonra b le yarım kalan nşaatın çürümüş b r ceset g b orada durması ve etrafa nsanın canını sıkan b r koku yaymasıydı. Artık yer nde olmayan apartmanımızın üzer ne kocaman b r gölge düşürüyor, y rm b r yaşına kadar ç nde uyuduğum odaya güneş g rmes n engell yordu. Sokağımız zaten dar, nsanın ç n bunaltan b r yerd . Çoğu son on yılda nşa ed lm ş, den zle odamın camı arasında bar kat kurmuşlardı. Hang s n n daha yen olduğunu anlamak ç n balkonların “Fransızlığına” bakmak gerek yordu. O balkonsuz haller yle b le hang s n n camından el n z uzatsanız yanındak n n duvarına dokunab l yordunuz. Ancak b z şanslıydık. Apartmanımızın sol tarafı ana caddeye uzanan sokağa bakıyordu, sağında se küçücük b r arsa vardı. Kışın burada arkadaşlarımla kartopu oynar, neredeyse yarım saat ç nde de çamurdan başka b r şey bırakmazdık üstünde. Böyle zamanlarda b z m kömürlüğün üstüne çıkar, dedem görene kadar kar toplamaya çalışırdık. Dedem cama çıktığı g b bağırmaya başlar, kaçmayanların kafasına mandal fırlatırdı. B r kardan adamlık kar toplayamayacak bu küçük arsaya b r ev yapılmasını b z geçt m, yet şk nler b le düşünemem şt . B z, arsanın dört köşes ndek kırmızı

Sayfa 42

halkaları haz ne şaret sanıp sev nçle koşuşurken annemler korkunç b r gerçeğ fark etm şlerd : bu halkalardan b r kömürlüğün h zasındaydı. Dedem köyde olduğu ç n durumu dayım arsanın sah b yle halletmeye çalışmıştı ya da kend s öyle söylüyordu, çünkü anneme göre arsa sah b “Yıkın bu kömürlüğü!” ded ğ anda dayım “Hemen!” d ye cevap verm şt . Babamın da mantıklı çözüm öner ler var g b yd . Gerç , bunları ev n ç nde ağzından alevler çıkararak söyled ğ ç n ben öyle sanmış da olab l r m. Babamın bu kna etme takt ğ başkalarının üzer nde bende ve annemde yarattığı etk y yaratmıyor g b yd . “Damat” et ket n üstünden b r türlü atamamıştı babam, görüşler doğrudan elen rd . Sonunda dedem aramak b r n n aklına geld ğ nde arsa sah b b r ay ç nde nşaatın başlamasını planladığını çoktan salık verm şt . Bu “arsa sah b ” den len adam öyle korkunç b r hale gelm şt k gözümde, Haluk’la b rl kte, tıpkı oyunlarımıza konu olan tüm canavarlar g b , onu ç zmeye çalışmıştık. Kâğıtta bel ren şey b r nsandan başka her şeye benz yordu. Bu ec ş bücüş yaratık annem ve dayımın b rb rler yle konuşmayı tamamen kesmeler yle sonuçlanan olaylar d z s n başlatmış, kömürlüğümüzü yıktırmıştı. Dayım ç çekl ktek b tk ler toplarken annem mutfak camından onu zleyerek söylen yordu. İnşaatın temeller atıldıktan sonra her şey çok hızlı oldu aslında. Sank b r bl s yeraltından yükselmeye çalışıyor, önce eller n uzatarak kırılan koca taşların yarattığı çukurun kenarlarından destek alıyordu. O der nlerden yükseld kçe b z de nasıl b r vücudu ol-

YAZIN


duğunun farkına varıyorduk. Odamın camından nşaatı zlemek en büyük eğlencem olduğu ç n en yakından zleyen de bend m onu. İşç lerden k s n ayırt edeb lmeye başlamıştım b le. B r ses güzel olandı; öğle yemeğ nden sonra çalışmaya başladıklarında sürekl türkü söyler, annem de sadece o zaman salonun camını sonuna kadar açardı. D ğer Abbas’tı. Abbas göçmend , ne tam Türkçe konuşab l yor ne de anlıyordu. İsm n ustasının sürekl “Abbas oraya g t! Abbas şunu get r! Ben söylemeden yapman lazım bunları Abbas, yoksa usta olamazsın!” d ye bağırmasından öğrenm şt m. Gençt , kıvırcık saçları ve kısa sakalları vardı. B r keres nde ben camdan bakarken göz göze gelm şt k ve bana gülümsem şt . O zamanlar neden olduğunu anlamadığım b r şek lde k nc kat çıkıldıktan sonra geceler hep nşaatın zem n katında uyurdu. Babam ona neden bekç kulübes nde uyumadığını sorduğunda ustasının z n vermed ğ n söylem şt . Y ne de Abbas ustasını sever g b yd . Usta ona bu apartmandan sonra başka b r nşaat ş olduğunu söyled ğ nde Abbas, “Sen nereye, ben oraya,” dem şt. Sokağımızdak mantıcıda öğle yemeğ n yerken ben ve arkadaşlarımı yanına çağırmıştı Abbas. Arkadaşlarım hemen kaçmıştı ama ben tanıyordum onu. Yanına g tt ğ mde omzuma haf fçe k kere vurmuş, h ç açmadığı kola ş şes n el me tutuşturarak ger yollamıştı. Ertes gün, ağustosta olmamıza rağmen, günün ortasında sağanak yağmur başladı. İşç ler yavaş yavaş toparlandıkları sırada b r bağırış yükseld , “Abbas düştü!” İlk anda Abbas’ın sadece b raz yalpa-

YIL:18 SAYI:18

ladığını sanmıştım. Ancak nşaata b r hafta kadar devam ed lmed ğ nde Abbas’ın durumunun daha c dd olduğu çoktan bell yd . Beş nc katta ayağı kaymış, çukurun d b ne kadar düşmüştü. İnşaat çok daha uzun süre olduğu g b kalmaya devam ett , b z se bu kazanın etk s n çok çabuk atlattık. Ek me doğru nşaatın dördüncü katından sarkan kalın b r halatla k nc kattan en yakın kaldırıma doğru sallanmaya başlamıştık b le. Ne var k çok uzun sürel olmadı bu; Baran hızını almak ç n halatı tutarak koşarken düşmüş, bacağına ç v saplanmıştı. Baran h ç ağlamamış, korkulu gözlerle bundan annes ne bahsetmemem z stem şt . Baran’ın annes nden hep m z korkardık. Ne zaman oğlunun başına b r şey gelse onu önce döver, sonra gerek yorsa yarasını tedav ederd . Ağlarsa da daha sert vururdu. Öfke dolu bağırışları tüm sokakta yankılanırdı. Bu sırrı yaklaşık k hafta saklamamızın karşılığı olarak b ze b r enfeks yonla teşekkür eden Baran’ın bacağı, başka b r yol olmadığı söylenerek kes ld . Annes n n, sonucunda Baran’ı dövmed ğ tek kazaydı bu. Y ne de her şey yer ne oturdu. Apartmanımız kırk yaşına geld ğ nde tıpkı kömürlüğü g b saatler ç nde yıkıldı, Baran protez bacak takmaya başladı, nşaat ustası da muhtemelen onlarca farklı yerde çalıştı. Ancak yed yaşındayken gördüğüm, çukurdan yükselen bl s orada, artık tamamen Fransız balkonlarla dolu sokağı zlemeye devam ett . Ayçe İd l Okatan 10A ŞTTL

Sayfa 43


İç Yazı Başlığı

öykü

Son Durak 19.41... İş çıkışı... Beyl kdüzü metrosu. Her zamank g b kalabalık. Kartta parası yoktu. Kart yükleme noktasına g tt , yarısı boş cüzdanından beş l ra çıkardı ve karta yükled . Ş md l k ş n görürdü. Metroya doğru lerled . Metronun rayları gıcırdatan ses n duydu. Adımlarını hızlandırdı. Tüm yolculuk boyunca ayakta g decek gücü yoktu. Son b r güçle metro kapısının önüne attı kend s n . Üstünde ş kıyafetler , yanında taşıdığı ş çantası, gevşek kravatı, aceleyle ütülenm ş beyaz gömleğ , gömleğ n n üzer nde yemek lekes ve el nde az şarjlı telefonu le kapıya yakın b r yere oturdu. Metro sonuna kadar dolu ve nsanlar hâlâ çer g rmeye çalışıyor. G deceğ mesafe uzun, neceğ yer son durak. Çok yorgun. Ayaktak ler gözler n dört açmış yer kapmaya çalışıyor. İnsanların göz hap sler nden kaçıyor çünkü yer n vermek stem yor. Yanındak teyze de onu b r yandan sıkıştırıyor. Sıkışık ve kalabalık, metronun kapıları sonunda kapandı ve metro sank o kadar nsanın ağırlığını kaldıramıyormuş g b lk önce yavaşça lerled , sonradan hızlandı. B r saatl k eve dönüş yolculuğu başlamıştı. Şöyle b r etrafına bakındı. İğne atılsa yere düşmezd . Önünde b r grup l se çağında genç vardı. O kadar yakınlardı k konuşmalarını rahatlıkla duyab l yordu. Gençler zled kler d z ler hakkında konuşuyordu. D nlemeye başlayınca bunların yabancı d z ler olduğunu anladı. Gençler n heps yabancı gençl k d z ler n zl yordu. Türk gençl k d z ler n n olmadığını düşününce gençlere hak verd . Telev zyondak d z ler n çoğunluğu fak r kız, zeng n erkek ya da erkeğe muhtaç kadın senaryolarıyla dolu olduğu ç n gençler n başka d z lere yönelmes normald . Aslında kal tel yerl gençl k

Sayfa 44

d z ler olmadığı ç n gençler yabancı d z lere yönel yordu, b r bakımdan kend kend m z yabancılaştırıyorduk. Bunları düşünürken gençler metrodan nd . Önü açılınca karşısında test çözen çocuğu gördü. B r öncek gün haberlerde görmüştü. Sınav s stem y ne değ şm şt . Eğ t m s stem ne zaman oturacaktı? Çocukların sınav merkezl b r s stemde yet şmes n n etk ler n düşündü. Acaba çocuğa b r met n yaz dese yazab l r m yd yoksa tek cevaplı sorulara alıştığından k kel mey b r araya get remeyecek m yd ? Yanındak teyzen n sıkıştırması artmıştı, neyse k teyze o durakta metrodan nd . Metrodak nsan sayısı b r türlü azalmadı. İnsanlar metrodan nd kçe yerler ne yen b r ler gel yordu. Bu sefer karşısına kıyafet farklı ve dekoltel b r kadın oturdu. Metrodak nsanlara şöyle b r göz gezd rd kadın. Metroda farklı g y nm ş b rçok k ş vardı. B r yanda kapalı b r kadın otururken d ğer b r yanda daha açık g y nen b r kadın oturuyordu. Yanında küpel b r erkek otururken ayakta da uzun sakallı b r olab l yordu. Bütün farklılıklara rağmen b rl kte yolculuk yapab l yorlardı. Pek , neden herkes b rb r ne benzet lmeye çalışılıyordu? Farklıklarla beraber yaşamak bu kadar zor muydu? İnsanlar neden dış görünüşler ne, d nler ne ve buna benzer b r sürü şeye göre sınıflandırılıyor ve ötek leşt r yordu?

YAZIN


Bu düşüncen n sonucu b r örnek o sırada yaşandı. Ayakta g den adamlardan b r kadının kıyafet n beğenmem ş olacak k daha kapalı g y nmes gerekt ğ n söyled . Kadın b r anda ses n yükseltt ve adamın bu tavrına karşı koydu. Adam kadının üstüne yürümeye çalıştıysa da etrafındak ler n bakışlarından ve kadının güçlü b r şek lde karşı koymasından kend nde o gücü bulamadı ve sess zce ger çek ld . Aslında kadın kend haklarını b lse, kend n savunab lse, toplum da bu konuda b l nçlense, kadına ş ddet haberler nden eser kalmazdı. Bunun çözümü eğ t mden başka b r şey olamazdı. Ülken n, dünyanın dört b r yanında kadınlar da erkekler de bu konuda y b r eğ t m alsa, b l nçlense metrodak g b b r erkek b r kadına ne yapması gerekt ğ n söylemez, nsanların kıyafetler ne karışmaz, kadınlar da kend n savunacak durumda olurdu. Düşüncelere o kadar dalmıştı k metrodak nsan sayısının azaldığını fark etmed . 20.11... Yolun yarısı b tm şt . Yanında ne onu sıkıştıran b r vardı ne de metroda kavga eden b r ler . Gözler n rahatça kapadı. Sabah yed den akşam yed ye kadar çalışıyordu. Evden kahvaltı yapmadan çıkmıştı. Kahvaltı yapacak ne zamanı ne de parası vardı. Günde on k saat çalışmanın karşılığında asgar ücret alıyordu. Bugün ayın kaçıydı, maaşını ne zaman alacaktı? M lyonlar kazanan futbolcuları düşündü. Onlar da ün vers te

YIL:18 SAYI:18

b t rm şler m yd , günde on k saat çalışıyorlar mıydı acaba? Karnı guruldadı. Saatlerd r b r şey yemeden duruyordu. Evde yemek de yoktu. Yemek alacak parası da kalmamıştı, tüm maaşını harcamıştı. Annes n gördü karşısında. “Acıkmışsındır sen, sana en sevd ğ n yemeğ hazırladım.” d yordu annes ona. Annes n çok özlem şt . İşe başladığından ber onu h ç göremem şt . Kend ayakları üzer nde durmayı pek başarab l yor da değ ld . Açlığını unuttu, sadece annes n n özlem aklındaydı. Yanına g d p annes ne sarıldı. “Beyefend ?” Artık rahattı, annes yanındaydı. “Beyefend ?” Keşke hep çocuk kalsaydı, h ç büyümeseyd . “Beyefend , son durağa geld k.” Uyumuştu. Sersemlem ş b r halde yer nden kalktı. Saat ne baktı. 20.41... Tam b r saat olmuştu. Telefonunun şarjı da b tm şt . Metrodan nd . Karnı tekrar guruldadı. Annes n görmes sadece b r rüyaydı, gerçek hayata ger döndü ve yalnız b r şek lde ev n n yolunu tuttu. Cansu Köseoğlu 9A ŞTTL

Sayfa 45


İç Yazı Başlığı

öykü

Kahvereng n n En Güzel Tonu Merd venden gelen ayak sesler n duyuyordum. Kalb m küt küt atmaya başlamıştı. G del tam altı saat on k dak ka olmuştu. Onsuz geçen her san ye kend m eks k h ssed yordum. Onunla b r elmanın k yarısı g b yd k. İlk karşılaştığımız anı hatırlıyorum da, ne kadar heyecanlanmıştım. Hayatımda gördüğüm en güzel gözlerd onunk ler. Mutluluk, heyecan ve hayranlıkla bana bakan b r ç ft göz… Dışına doğru haf f elaya çalan, kahvereng n n en güzel tonu olan o gözler ışıl ışıl parlıyordu. Kapı sertçe açıldı. Yatağın üzer ne çantasını fırlattı. Çok yorulduğu bell yd . O kadar uzun süre çalışıyordu k eve yorgun argın dönüyordu. İlk günler eve gel nce hemen ben kucaklar ve bana gününün nasıl geçt ğ n anlatırdı. Onu konuşurken d nlemek o kadar hoşuma g derd k her gün sabırsızlıkla bana dönüşünü beklerd m. Yıllar geçt kçe sohbetler m z azaldı, ben yokmuşum g b davranmaya başladı. Yemeğ n y yor, hemen telev zyonun başına geç yordu. Oysak ondan tek sted ğ m ben mle lg lenmes yd . Saat 19.30. O sevd ğ telev zyon programının saat geld . Her zamank g b koşa koşa telev zyonun karşısına geçt . Kumandayı bulamamış olacak k b rdenb re bağırmaya başladı. Uzun süren arayışının ardından sonunda kumandayı bulmuştu. Yan oda olan yatak odasında olmama rağmen telev zyondan gelen sesler rahatça duyab l yordum. T z, kısa süre çalan b r z l ses n n ardından bağrışmalar, tezahüratlar ve ara ara çalan b r düdük ses … Son zamanlarda en çok zled ğ program bu olmuştu. O programdan sonra esk sevecen, sak n ve duygusal nsan g tm ş, yer ne saldırgan ve hırçın b r s gelm şt . Son zamanlarda bana karşı sert davranışları kalb m n y ce kırılmasına neden olmuştu. Artık em nd m benden sıkılmıştı, artık ben stem yordu. Tamam, çok güzel sayılmazdım. Orantısız b r vücudum vardı, kollarım ve bacaklarım normalden daha kısa ve kalındı. Hele göbeğ m… Gerç kulaklarım ve burnum da b raz büyüktü. Boyumun kısalığındansa h ç bahsetm yorum b le. Ama ben beğenmese lk gün bana öyle bakmazdı, o kadar k ş arasından ben seçmezd . Hem lk günden ben annes yle de tanıştırmıştı. Ben beğenmese bunları yapmazdı değ l m ? O yüzden uzun süre aramızın neden bozulduğunu, neden ben artık esk s g b sevmed ğ n düşündüm ama b r tek neden b le bulamadım. Bana sert davranışları gün geçt kçe daha da ş ddetlen yor ve g tg de artıyordu. Ne yapacağımı b lemez hale gelm şt m. Bu hayat ben m ç n ne kadar zor olsa da onsuz b r hayat düşünem yordum. Onu o kadar çok sev yordum k ona son b r şans daha vermeye karar verd m. İzled ğ program b tm ş olacak k odaya geld . Yatağa doğru lerlerken b r anda göz göze geld k. O anda gözler ndek boşluğu gördüm. Bana esk s g b bakmıyor, h çb r şey h ssetm yordu. Artık hayat anlamsızdı. Bana yaşama sebeb veren o gözler artık ışıldamıyordu. Artık kararımı verm şt m. Onun sevg s olmadan yaşamaktansa, yaşamamayı terc h ederd m. Eller m boynuma doğru götürdüm. Korkuyordum fakat bu şek lde yaşamaya devam edemezd m. Eller m boynuma y ce yaklaştırdım ve d k şler m kopardım. Boynumdak pl kler b rer b rer sökülüyordu. İç mdek pamuklar dışarı dökülmeye başlamıştı. Pamuklar çıktıkça ç m boşalmaya, kusur olarak gördüğüm göbeğ m yok olmaya başlamıştı. Kahvereng tüyler m y ce büzüşmüş, esk güzell ğ n kaybetm şt . Artık ben h ss z, bomboş sadece b r oyuncak b r ayıydım. Ek n Su Yalaz 9A ŞTTL

Sayfa 46

YAZIN


Kaybolmak Yetmed ğ n düşünmek, yeterl olamamak, kaybolmayı mı gerekt r r? Pek yalnızlığın neden k md r, toplum mudur? Bu sorulara Doğu cevaplar arıyordu kend nce… Yaşama da r bu sorular onu der nlerde korkutmuş, cevapsız kalmayı kabullenemem şt . Y ne sıradan b r gündü. Doğu ve Gece b rb r n tamamlayandı aslında. Gece, Doğu’nun yalnızlığından uzaklaştırandı ve onu ayakta tutan aşkıydı. Fakat gerçekle yüzleş nce hayat değ ş verd Doğu ç n, Gece’n n çok hasta olduğunu öğrend ğ nde. Gece’den çok Doğu etk lend bu durumdan. Çünkü Gece’y kaybederse ne yapardı k … Uzak durduğu çevre onu anlamaya çalışır mıydı? Gece’ye yeter kadar destek olup olmadığını b lem yordu. Kaygılıydı sevd ğ ne yardım edememekten, yalnız kalmaktan... Uzak durduğu çevre ona yeterl değ ld , pek ya o… Gece, kurumuş yaprakların kend n kaybetm ş b r yağmurla sürüklend ğ b r sonbahar günü g tt ; dönmemek üzere hem de. Doğu onun g d ş yle boşluğa düştüğünün farkındaydı. B rl kte yürüdükler sah lden dönerken ağlıyordu. Gözyaşları pınar olup akıyordu yanaklarından.

Nereye baksa Gece’den kalan anılar vardı, Gece yoktu ama… Anılara son b r kez dönse, yüzünü gösterse, kend n gösterse belk y gel r hayatın unutturmadıkları ona. Gece’n n g d ş nden sonrak günler, haftalar, aylar boyunca düşündü bunları… Yol boyunca nsanlarla tanışmak, sohbet etmek stem şt ama olmuyordu sted kler . İnsanlar onu umursamıyordu. Yaşadıklarına rağmen gerçekte ne kaybedeceğ n , neler n kaybolacağını b lm yordu. Yürüyüş sonrası dededen kalma ev ne geld . Kaybetme olasılığı olan anılarıyla yüzleşmes gerekt ğ n anladı. Korku sadece onu değ l, esk den onun tek umudu kadının da yaşadığı odayı ele geç rm ş, Doğu’yu kend ne hapsed yor, dünyadan koparıyordu. Doğu kırmızı defter n açtı ve şunları yazdı: ‘’Mutlu olacağım yer k msen n ben göremed ğ , göremeyeceğ der nl klerdeyd . Mutlu olab leceğ m tek yer, kaybolacağım yerd .’’ B r gün Doğu, mav fakat gr tonlarını ekleyen, canlı fakat solgun olduğu fark ed len b r yaz akşamında Barbaros Bulvarı’ndan ner, meydana kadar gürültülü b r sess zl kle gel r. Gece’n n fotoğrafı el ndeyken lerler yol boyu. Onunla paylaştığı ne varsa b r b r düşünür. Haf f b r rüzgâr, fotoğrafı el nden alır, aynı çevres g b … Bu düşüncelerle zaman lerler, geçer g der… Hayatı gönlünce yaşayamasa da artık kabullenm ş b r ne dönüşür Doğu. Ve kalabalık dağıldıktan sonra meydandan uzaklaşır, gözden kaybolur. Not: Kurgu aşamasında olan ve yakında yapmayı planlanan ‘’Kaybolmak’’ adlı kısa f lm n metne aktarılmış hal d r.

Arın Kanber 10B

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 47


İç Yazı Başlığı

öykü

Gramofonun Evde sess z ve sıradan b r gündü. Güneş ışığı, kenarları esk t lm ş odun le kaplı penceremden çeri giriyor ve biraz da olsa bana kendimi büyük, eski Victoria tarzı 90’lardan kalma evde yalnız hissettirmiyordu. Odamdan çıkmak için güzel bir sebep yoktu, ıslanmış meşe rengindeki guguklu saate baktım: 13.00. Birkaç dakika sonra aynalı bir tepsi ile üstünde İngiliz çayı ve birkaç kurabiye ile birlikte cılız bir hizmetçi gelecekti. Her seferinde bana getirmemesini söylediğimde ilginç aksanı ile bana ‘’Ben sadece emirleri uyguluyorum, efendim.’’ der ve çıkardı. Evdek yetk l k ş ‘’Madam Elena’’ ismiyle tanınırdı. Şu ana kadar kimse isminin gerçekten o olup olmadığını bilmiyor. Evde çalışanlar dışında sadece ben ve Madam Elena yaşıyoruz. Malikânenin en alt kısmı çalışanların kalması için ayrılmış, bu alana ‘’ev sakinlerinin’’ girmesi yasak. Ben m yaşadığım ‘’ev’’ kısmı se, terk ed lm ş b r evden farksız. Tavanda asılı duran büyük elmas taşlar le çevrili avize geldiği günden beri kullanılmamış, belli. Şöminenin yanındaki odunlar, onun hemen karşısında cam yemek masası. Ve en sevdiğim köşe, aslında köşe bile denemez, yemek masasının arkasında kalan kütüphanenin hemen sol kısmında, duvarın köşesindeki eski ahşap küçük sehpanın üstündeki gramofon. Gramofon, Madam Elena’ya İngiltere’de yaşayan bir ‘’arkadaş’’ından geldi. Tahminimce bu ‘’arkadaş’’ Madam Elena tarafından pek sevilmiyor, sonuçta böylesine güzel bir gramofon böylesine yalnız bir köşede terk edilmez.

Sayfa 48

Madam Elena sorulardan hoşlanmaz, gramofonun eve geld ği gün heyecanıma yenik düşüp Madam Elena’ya onun ne olduğunu sormuştum. Madam Elena sorum karşısında donuk ve ciddi surat ifadesindeki şaşkınlığı saklamaya çalıştı, bana dönüp derin bir ses tonu ile ‘’Gramofon.’’ dedi. Ben an bir kediden farksızdım. Gramofon bir balıkmışçasına takip ediyordum. Henüz. Gramofon her zamank g b köşes nde duruyordu, tozlanmıştı. K taplığın yanındak m n k çana gittim. Çanı salladım ve iki dakika sonra merdivende hızlı adımların seslerini duydum. Merdiven üstüne basılan ayaklara karşı haykırıyordu. Kapıdan Hosin girdi. Hosin bana saygı duyardı. Hosin eskiden Almanya’da yaşıyordu, nasıl bilmiyorum ama -herhalde eskiden çalıştığı bir işten- Hosin oldukça bilgili bir uşaktı. Der n b r nefes aldı, ‘’Efend m, s ze bu alet hakkında b lg veremem b l yorsunuz, kusura bakmayın. Başka b r steğ n z yoksa…’’ kafasını eğd ve g tmek çin kapıya doğru bir adım attı. ‘’Hayır, Hosin, aslında başka bir şey istiyorum senden. ‘Bu akşam Madam Elena’ya yemekte ona katılacağımı ilet.’’ dedim ve arkamı dönüp uzaklaştım. Bu eve geldiğim günden beri Madam Elena ile yemek yememiştim. Davet edilmediğimden değil, sadece dediğim gibi, Madam Elena’nın sahte gülümsemelerine eşlik ettiği yemeklerde bulunmak istemedim. Yavaş ve gerg n adımlarla aşağı nd m. Ahşap gıcırdamaya başladığında siluet arkasını dönüp bana baktı: Madam Elena. Hafif tebessümle bana oturmamı işaret etti. Yemekler önümüzdeydi ama servis için

YAZIN


Sess zl ğ ortalıkta kimse yoktu. ‘’Nasılsın?’’ demesini bekledim. Ve ev daha az ölü hissettiriyordu kendimi, sanki salonda bir sıcaklık vardı. Arkamı döndüm, şöminenin içindeki odunlar çıtırdıyor ve etrafı biraz canlandırıyordu. O sırada şöminenin çıtırtısı salonu dolduran tek sesti. Kafamı gramofona çeviremiyordum. Utanıyor ya da korkuyordum. Biraz daha bekledim. Cesaretim gelir diye… Derin bir nefes aldım, mendilimi masaya bıraktım, kafamı şömineye çevirdim, gramofona bakmaya utanıyordum. Yavaşça kalktım. Acı çeken bir gülümsemeyle kafamı salladım Madam Elena’ya. İfadesini bozmadan bana baktı ama sanki bu sefer başka bir şey saklıyordu o ciddi ifadenin altında. Sanki bir gülümseme, gerçek bir gülümseme… Masadan kalkarken Madam Elena’nın masaya koyduğu nesneye baktım, b raz duraksadıktan sonra merd vene yöneldim. Durdum. İnsanın gözlerini kapatıp tüm gün dinleyebileceği tarzdan bir melodi yayıldı ortama. Gözlerimi kapayıp olduğum yerde durarak kendimi melodinin akışına bıraktım. Melod n n kes lmes içimdeki huzuru kaçırmıştı. Arkamı döndüğümde Madam Elena’nın gramofonla bir şeyler yaptığını gördüm. Madam Elena birkaç hareketle huzur dolu melodiyi tekrar başlattı. İncecik eli kapıya uzandı ve kafasını bana çevirdi, ‘’Plak olmadan, gramofon sadece süstür.’’ dedi ve gitti. Artık h çb r ayrıntı umrumda değ ld . Ev n çindeki boşluğu dolduran melodi, bana yaşamın daha farklı olacağını söylüyordu… Mel s Erc yes 11F

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 49


İç Yazı Başlığı deneme

Kırmızı Karanf ller Şehr İstanbul

öykü

Sayfa 50

Yağmurlu b r ek m geces karşılaştım onunla. Muhtemelen öğleden sonra beş sularıydı ama b l rs n ek m günler hep geced r aslında. Annem toprağa verel on dört ay olmuştu. Bu ıslak günde, param olmadığı ç n mezar taşı yer ne üzer ne tülbent n bağladığım tahta parçasının dayanıp dayanmadığını görmek ç n onu z yarete g tm şt m. Genelde mezar z yaretler nde tek olurum. Malum, İstanbul şte. Ölüsünü hatırlayan nsanlar İstanbul’da yaşayamaz. Devamlılık şehr , devam şehr … Ama şte oradaydı, b r karaltı -erkek olmalıydı, r yd , yapılıydı- annem n mezarının yanındak mezarda –taşı olan, bakımlı b r mezardı bu, kıskandım- el nde b r deste ç çekle bekl yordu. Ayaklarımın ıslak toprakta çıkardığı sesten mezarcı çocuklardan b r olduğumu sanmış olacak, “Su stemez!” ded . Aldırmadım. “Keşke ç çek almayı akıl etseyd m.” d ye düşündüm. Tanımadıklarından üstün olma çabasıdır İstanbul. B r süre sonra döndü adam, özür d led . “S z … ben… şey sanmıştım…” İsraftı, yanıtlamadım. Adam kahvereng ms yeş l parkasının ç ceb nden b r paket s gara çıkardı. Ne kadardır çem yordum? Ah, param olsaydı… “Alır mıydınız?” “Evet.” Ardından kend m n b le duyamadığı nce teşekkür. En son ne zaman çt ğ m hatırlayamadığım n kot n yumağının dumanları arasında gözüme ç çek destes tekrar l ş verd . İlg m bell etm ş olmalıyım, adam bana bakarak yarım b r tebessümle “Karanf l!” ded , “Kırmızı karanf l!” “Annem...” ded m, “severd . Pembes n .” Adam huzursuzlandı, “Pembe kolaya kaçmaktır.” ded . “İçtenl k, şefkat göster r ama asla der n sevg değ ld r.” Babam asker seferlere çıkmadan önce alırdı. “Solmadan döneceğ m!” derd . B r gün karanf l soldu, o dönmed . D yemed m. S garayı yere atıp ayağımla gereğ nden fazla der ne tt m. “Annem, rahmetl , ben küçükken odamı beyazlarıyla süslerd . Babam ölünce… bıraktı.” dey verd m. Sadece yabancılara ç n dökeb leceğ n b r şeh rd r İstanbul. Adam gülümsed . D şler annem n karanf ller kadar beyazdı. “Beyaz karanf l saflığı s mgeler. Babanızın kaybıyla saflığınızı kaybetmen z çok normal. Ölüm, çocukları erken büyütür. Kaybınız ç n üzgünüm.” B r s gara daha uzattı. Hayır demed m. Dumanı üflerken “Sağ olun!” d yeb ld m. Adamın başında durduğu mezar,

YAZIN


öykü desten n aks ne mor ç çeklerle kaplıydı. Ve konuşmamızın bana kattıklarıyla mor ç çeğ n de karanf l olduğu kanısına ulaştım. Sank ç m görmüş, aklımı okumuştu. “Mor asalet s mgeler. Rahmetl m göreb leceğ n z en as l nsandı.” Rahmetl m… K m böyle seslen rd k ölüsüne? Çok değerl , sevd ğ b r yd sanırsam. “Karanf llere çok lg l s n z.” ded m. B r pot kırmamış olmak ç n dua etmeye başladım. “Evet, elbette lg l y m. Heps n n b r anlamı vardır, tıpkı sözcükler m z g b . Tıpkı paramız g b desem daha doğru olur aslında çünkü mor ve sarı karanf l nad rd r, ceb çok yakar. S z sormadan söyleyey m, sarı sıcaklığı ve sevg y göster r. B r de zeng nl ğ tab k .” Sormayacaktım aslında ama kırmak stemed m adamı. Teşekkür ett m. Uzun zaman sonra lk defa b r yle bu kadar uzun b r let ş mde bulunuyordum. “B r kere sarı karanf l görmüştüm. Nefes kesen b r güzell ğ var. Keşke… alab lseyd m.” Evet tab . Her şey b tt , b r sarı karanf l kaldı. “Önce annene mezar taşı yaptır sen.” ded m ç mden. Ceb ndek lerden utanma şehr d r İstanbul. Ya da ceb ndek eks kl klerden… B r süre k m z de konuşmadık. N ce sonradır k hatırladım kırmızı karanf l n anlamını sormadığımı. “Pek , kırmızı karanf l? B r anlamı var mı?” Aşk, sevg , der nl k tarzı b r şey bekl yordum. “Kırmızı karanf l.” ded adam gözler buğulanarak, “H kâyes vardır. D nlemek ster m s n z?” Daha y b r ş m yoktu, dolayısıyla haf fçe kafamı salladım. Adam mezar taşına baktı ve el yle severm ş g b dokundu. Boğazını tem zled , ağlamaklıydı, gözünü taştan ayırmadan konuştu: “Artem s’ b l r m s n z? M toloj de vahş doğa ve avcılık tanrıçası. B r gün bu tanrıça avlanmaya çıkar hep yaptığı g b . Ancak kötü b r gündür onun ç n, el boş dönmek zorunda kalır. S n r tepes nde Artem s, dönerken yolda b r çobana rastlar. Flüt çalan bu genç çoban Artem s’ n s n r n n kurbanı olur. “Sen m s n ben m avlarımı kaçıran?” d ye gürleyerek çobanın gözler n yuvalarından söker tanrıça.” Adam burnunu çekt , b r s gara daha yaktı. Eller t tr yordu. Uzun zamandır k mseye anlatmamış olsa gerek. Kend m kötü h ssed p h ssetmemek arasında kaldım. Kararsızlıklar şehr d r İstanbul. S garasından b r yudum alınca düzeld adam, devam ett : “An s n r geç nce, çobanın masum olduğunu anlar Artem s. Öfke kurbanı tanrıça p şmandır ama yapab leceğ b r şey yoktur. Çobanın gözler n n düştüğü toprakta k ç çek açar. İk

YIL:18 SAYI:18

kan kırmızısı karanf l. O günden ber kırmızı dökülen masum kanı s mgeler. Yapraklarında haksızlık, p şmanlık açar.” Adamın ağlamamak ç n kend n tuttuğu bell yd . Arkadaşım ded , 301 ded , çok okurdu ded . Çok okurduk, yasaktı ded . otuz yıl oldu ded . Sevd ğ md ded . Evlenecekt k ded . İçer g rm şler. Hastalanmış. Tedav ett rmem şler. İşkence etm şler. Genel af çıktı, ben çıktım, o çıkamadı ded . Masumdu ded . Masumduk. Düşünmen n suç olduğu şeh rd r İstanbul. Sarısına, pembes ne, beyazına, moruna benzemez kırmızı karanf l. Erdemd r, parayla satın alınamaz. O günden ber ne zaman annem z yaret etsem yanındak mezara da uğrar, b r kırmızı karanf l bırakırım. Mezarlara başka renk karanf l bırakab leceğ m z gün geld ğ nde ancak y leş r İstanbul. Hatırla İstanbul. Umut Sel n Tuncer 11F

Sayfa 51


İç Yazı Başlığı

öykü

B r Mart Günü Mart ayı her ne kadar bahar mevs m ne a t olsa da lk yarısı kıştır aslında. Aralıktan soğuk, şubattan sert geçer lk günler . Ocak g b acıması da yoktur rüzgârının, est m ç ürper r nsanın. Halk arasında da dend ğ g b kazma kürek yaktıran türdend r soğuğu. Martın sokakları da ketum, sess z olur, yaşananları görmezden gel r. Tam da böyle b r mart gününde D ke, olacaklardan habers z, her gün g tt ğ kasaba meydanında, her zaman oturduğu bankta oturuyordu. Arkadaşı Er s’ n ev nden yen çıkmış, aklında aralarında geçen konuşma, dalgın dalgın gökyüzünü zled b r süre. Uzun zamandır üzer nde çalıştığı yazısını yayımlamaya karar verm şt . Bunu Er s’e söyled ğ nde arkadaşı kend s ne d k d k bakmıştı. Aralarında geçen tartışmadan sonra D ke başka b r gün y ne uğrayacağını söyley p g tmek stem şt . Evden çıkacağı sırada “Bu yazıyı yayımlayamazsın...” d ye bağırmıştı Er s, yoksa kurtulamazsın eller nden. Hem sana mı kaldı adalet sağlamak?” d ye devam etm şt ev telefonunun olduğu sehpaya lerlerken. Çantasına koyduğu müsveddey çıkardı, uzun uzun baktı, katlayıp tekrar çantasına koyacağı sırada karşı banktak adam l şt gözüne. İlk defa görüyordu onu. B r süre bakıştılar, D ke kafasını çev rd . Aklına arkadaşı geld . Belk de haklıydı. Onca nsan arasında doğruluğu, düzen sağlamak ona mı kalmıştı? Sonra o günü düşündü. Onlarca nsan, bazılarının kucağında küçücük bebekler, ülkeden sürülmüş, çares z bırakılmışlardı. Bunları gören b r nsanın değ l unutması rahat uyuması b le beklenemezd . Oysa nsanlar yüzler n çev rm ş, sıcak evler nde otururken bunları b r an b le düşünmüyorlardı. Yaşananları hatırlayınca ç nde o duygu bel rd y ne, sess zce, h çb r şey yapamadan tanık olmanın get rd ğ v cdan azabı. B r anda kalktı, çevres ne bakındı ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Karar verm şt , bu yazıyı yayımlayacaktı. Tenha sokaklarda ayakkabılarının tıkırtıları yankılanıyordu. Yokuşu d k b r sokaktan geçerken arkasında b r n n olduğunu h ssett . B rkaç kez arkasını yokladı, kaldırımda oturan d lenc den başka k msey göremed . Adımlarını sıklaştırdı. B r yandan uçmaması ç n kırmızı fötr şapkasını tutuyor, b r yandan da sürekl omzundan düşen çantasını tekrar omzuna yerleşt r yordu. Lac vert paltosunun etekler uçuş uçuş, gözler nde h ddet ve kararlılık… Gazete b nasına doğru âdeta süzülüyordu. Aklında şah t oldukları bankta oturan adam, arkadaşıyla tartışması, gördüğü d lenc ve b r türlü kaybolmayan tak p ed lme h ss yle koşar adım lerlerken son sokağın başına gelm ş olmanın verd ğ b r huzur kapladı ç n . Üstünü başını düzeltt , saçlarına çek düzen verd ve yürümeye devam ett .

Tam köşey döndüğü sırada gazete b nasının önünde korkunç b r kalabalıkla karşı karşıya kaldı. Kalabalığın ler s nde pol sler gördü. Herkese sorular soruyor, bağıra çağıra b r n arıyorlardı. Ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada b r memurla göz göze geld . Memur onu tanıyan bakışlarla arkadaşına yöneld , k s de ona doğru d k d k bakıyorlardı. D ke, hemen arkasını döndü ve hızla yürümeye başladı. Arkasından yükselen bağrışmaları duyduğunda koşuyordu. Köşey dönmeden hemen önce de k el s lah ses duydu.

Sayfa 52

YAZIN


Koşarak yokuşu nd , tek güvenl yer olan ev ne g decekt . Koşar adım yürürken başının döndüğünü fark ett . B r an duraksadı, sırtında korkunç b r acı h ssett . Duyduğu s lah ses aklına geld . Ardından gelen sesler n yakınlaştığını fark ed nce tekrar yürümeye başladı ama gözler kararıyor, ayakları vücudunu taşımıyordu. Nefes alıp ver ş sıklaşmıştı. Yürümeye çalışıyor, yalpaladığında düşmemek ç n evler n duvarlarından destek alıyordu. Böyle böyle geçt koşar adım geld ğ sokakları. Ev n n olduğu sokağın başında duraksadı. Ev n gördüğünde gözler n n ç parlamış, dudağının sağ kenarı haf fçe yukarı kalkmış, yüzünde ufak b r tebessüm oluşmuştu. Ev ne doğru yürürken eller n n t tremeye başladığını fark ett . Aceleyle paltosunun ceb nden anahtarını çıkardı. Artık sab t tutmakta zorlandığı eller yle kapıyı açtı, kapatıp doğruca çalışma odasına koştu. Odanın k l d n defalarca çev rd . Masasına yöneld ğ sırada beden n taşımaktan yorgun bacakları tutmaz oldu. Kütüphanes n n önüne yığıldı. Artık nefes alıp ver ş y ce hızlanmış, y den y ye üşümeye de başlamıştı. Gözler n b rkaç kez kapatıp açtığı sırada aklına Er s geld . Arkasından bağırırken telefona doğru lerlemes sadece tesadüf müydü? Pek bankta oturduğu adamı lk defa o gün görmüş olması... Adamla b r anlığına göz göze geld ğ n anımsadı. Sonra banktan kalkışı, kasaba meydanından çok uzakta, boş b r sokakta d lenen adam ve b r türlü kaybolmayan tak p ed l yor olma h ss … Bütün bunlar b r anda, âdeta b r f lm g b geçt gözünün önünden. Nefes alışları yarım yarım olmaya başlamış, ayakları ve eller buz kesm ş, h ss zleşm şt . Kapının yumruklanmasıyla rk ld . Alacaklı g b çalınma b r süre sonra kapıyı kırma g r ş mler ne dönüştü. B rkaç denemeden sonra etraf sess zleşt . Tels z sesler duyulmaya başlamıştı. D ke, çer g rd kler nden em n olmuştu artık. Bu pol sler n ev ne lk gel ş de değ ld . Daha önce pek çok kez ev aranmış, her yer d d k d d k ed lm şt . Her defasında önce salona bakarlar, d ye düşündü D ke. “Koltukların arkasına, yastıkların altına, ne aradıklarını b lmeden bakacaklar y ne. Sonra mutfağa g decekler, dolapları arayacaklar. Sank g zl belgeler saklayacak en em n yer mutfak dolaplarıymış g b . Oradan da banyoya hızlıca bakacak, pek lg lenmeden yatak odasına g decekler. Önce yatak örtüsünün altına bakarlar hep n yeyse, ardından g ys dolabına. Kes n y ne bütün kıyafetler m yere atacaklar, heps darmadağınık kalacak. En sonunda orada da b r şey bulamayınca lk bakmaları gereken yere, yan çalışma odasına gelecekler. Aslında, bütün kütüphaney alt üst ed p tüm kağıtlara şöyle b r baktıktan sonra evden çıkarken y ne gelecekler n haber ver rces ne bana d k d k bakab l rlerd . Tab çalışma odasına g reb lselerd .” Aklında bu düşüncelerle kütüphanes n n önünde üşümekten tortop olmuş, acıdan kıvranırken kapı yumruklanmaya başladı. Sesler artık boğuk boğuk gel yordu kulağına. Y ne de ne söylend ğ n anlayab l yordu. Kapıyı yumruklayan memur, kapıyı açmasını, aks takd rde kırarak çer g recekler n söylüyordu. Söylenenler n arasında tutuklu olduğu da vardı. Yer nden kıpırdayamaz halde, parmak uçlarıyla dudakları üşümekten mosmor olmuş, son nefes n verd ğ sırada son b r şey duydu. Son hayal kırıklığını yaşamasına neden olacak son b r cümle: “Bayan D ke, Er s Duvar ’n n hbarı üzer ne tutuklusunuz!” Not: D ke, m toloj de adalet ve düzen sağlayan tanrıçayken Er s, kötülüğü ve ha nl ğ tems l eden tanrıçanın sm d r. Damla Elbeyl 10A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 53


İç Yazı Başlığı

söyleşi

İshak Reyna ile Edebiyata,

İsh Reyna: Heps dâh l aslında. İlk söz de öneml İshak d r, arka kapak da öneml d r. Ancak ben eserler n sonuna bakmamayı terc h eder m. Bazıları bakar, buna b r t ra razım yok. Ben yapamıyorum açıkçası. Arka kapağa gel nce ben onunla da arama b r mesafe koyarım çünkü h çb r yayınev arka kapağa “Aslında bu roman çok par parlak değ l ama şte b z m yazarımız, daha önce yazıları larını bastığımız ç n bunu da bastık.” d ye yazamaz. Bu ned nedenle arka kapağı b r f ltreyle okurum. Ama lk cümle öne öneml d r. De Derleme eserler n b reysel okul kütüphaneler öne önem s zce ned r?

Öncel kle ok l m a geld ğ n z ve e b z mle b okulumuza bu güzel söyleş y gerçekleşt receğ n z ç n teşekkür eder z. B z gençler ç n kültürel b r k m m z gel şt recek ya da edeb yata bakış açımızı değ şt recek başlangıç eserler tavs ye edeb l r m s n z? Ş md , tek tek s zler tanımadığım ç n; nelere merakınız, eğ l m n z olduğunu b lmed ğ m ç n ortaya karışık b r şey söylemem zor. Ancak ben m hazırladığım tarzda seçk ler şe yarar. Çünkü s ze b r açık büfe sunar. S zler oradan beğen ler n z doğrultusunda b r şeyler seçeb l rs n z. Y ne de daha da özelleşel m ve s zler n yaş grubunda çok meraklı olunan b r alandan yola çıkalım stersen z: Fantast k edeb yat. Örneğ n ben m ç n Tolk en’ n “Yüzükler n Efend s ” çok kıymetl d r. Hemen arkasından bu alanda çok öneml b r kadın yazarın adını verel m: Ursula Le Gu n, Yerden z Büyücüsü. Bütün bunlar Harry Potter’a g den yolun k lometreler n de döşem şt r. Ayrıca “Açlık Oyunları”nın lk k tabı da bence çok y d r. Okuma süreçler n zde s z esere çeken bell özell kler var mıdır? Kapak fotoğrafı, lk cümle ya da arka kapak yazısı g b ? Sayfa 54

çn

İsh İshak Reyna: En kıymetl yanı, az önce bahsett ğ m g b s ze b r açık büfe sunmasıdır. D yel m k herhang b r türe meraklısınız. Söz gel m pol s ye okumaktan hoşlandığınızı varsayalım. Hep m z b r şeye başladığıhoş mızda o alanı daha yen yen tanıyoruz ya, d yel m k mız Sherlock Holmes’u b l yorum, Agatha Chr st e’y b l yoShe rum ama başka şeyler de okumak st yorum. O zaman o seçk ya da o antoloj s ze o türü, o alanı, daha fazla sayıda yazarıyla tanıtma mkânı sunar. S z de aralarından okuduklarınızdan hoşunuza g denler başka k taplarıyla da okumaya başlarsınız. S ze yen kapılar açab l r. Avantajı budur. Temat k derlemeler sanıyoruz k zeng n b r b r k m gerekt r yor. Bu b r k m m s z yönlend r yor yoksa önce derleme yapacağınız temaya mı odaklanıyorsunuz?

İshak Reyna: Ortaya karışık aslında. B r örnekle açıklayayım s ze, P casso’nun bu duruma çok şahane b r cevabı var. Çok zeng n b r kadın dem ş k P casso’ya “Gözümün önünde tuvale b r res m yapmanı st yorum, b tt ğ nde sana 1000 dolar ödeyeceğ m.” P casso da almış fırçayı el ne, beş dak kada b r res m ç zm ş. “Borcunuz şu kadar” dem ş kadına. “Evet, ama bu resm beş dak kada ç zd n z.” dem ş kadın P casso’ya. “Evet, ama ell yıl artı beş dak ka” d ye cevaplamış P casso da. Sanıyorum bu h kâye sorunuzu da yanıtlıyor. YAZIN


Gençliğe ve Topluma Dair…

Günümüz yazarlarından hazırlayacağınız b r derlemede yer vereceğ n z lk beş s m hang ler olurdu? İshak Reyna: Türkçe edeb yat ç n konuşuyorsak ben seçk ler m bazen başlangıçtan bugüne, bazen de bugünden başlangıca doğru hazırlıyorum. Terse çev rmeye çalışıyorum kronoloj k akışı. Bugünküler ç nde de seçk ler me aldığım pek çok s m var. Beş sme odaklanacak olsam, Cem l Kavukçu muhtemelen lk beşte olacaktır. Fat h Özgüven öneml b r genç yazar, yaşayan b r s m. Son kuşaklardan da Özlem Yılmaz g b b r öykücü g rer bu seçk ye. Üç oldu sanırım, ama daha sözü geçecek pek çok s m var. Gençler yaşamı sorgulamaya tmel m ? Bu sorgulamanın aslında b raz da f t l ateşlemek olarak değerlend r l p değerlend r lemeyeceğ n merak ed yorum.

O zaman tam da bu noktada b z gençlere da r b r soru daha sormak st yorum. “Hayvan Ç ftl ğ ”nde nsan olmamak adına b rçok anlaşma yapılıyor ancak eser n sonunda hayvanlar nsan özell kler n heps n göster yorlar hatta k tabın sonunda değ l ortalarında başlıyor bu durum. Bu bağlamda başkaldırış üzer ne düşünüyorum uzun zamandır, sanırım b z m sonumuz da böyle olacak. Eğer hep m z çok y ün vers telere g dersek, hep m z çok y l selerden mezun olursak, doktora yaparsak, sosyal hayatımızda b r sürü etk nl ğe katılırsak b z m sonumuz y ne değ şt rmek sted ğ m z nsanlar g b olmayacak mı? B z m aslında ne yapmamız gerek yor? Bu kadar çabamız neye karşı? Çünkü hep m z çabalıyormuş g b davranıyoruz ama bazen kayboluyoruz. y

İshak Reyna: Gençl ğ n sorgulaması olmadan ben-ce b r şey olmaz. Şöyle düşünmek lazım: Ben b r orta yaşlı olarak s zlerden çok korkuyorum aslında. Ben değ l tab , şahsen ben b r şeyden korkmuyorum merakk etmey n de, yan genel olarak orta yaşlılar b r kuşakk çatışması t bar yle s zlerden korkuyorlar. Çünkü s z onların gelecekte yer n alacak k ş lers n z. Ee, bu sterr stemez b l nç dışı olarak nsanda b r korku yaratır. Bunlar yer me geçecekler, dolayısıyla bunları engelle-yey m. Ben tam ters n düşünüyorum. Ben ben geçemeyecek genç arkadaşlarımla ün vers tede kürsüde e neden çalışayım? Çok şahane b r olduğumdan değ l, ben geçmek çok kolay zaten de, ben ben geçecekk b r ler n almayı terc h ed yorum kürsüme k daha y olab ls n eğ t m alanı. Ama genel olarak doğasında n-sanın böyle b r korku var. Kuşaklar arası çatışmanın neden olduğunu sanıyorsunuz? Sadece anney babayı beğenmeyen çocuktan, çocuğu beğenmeyen anne babadan dolayı olmuyor herhalde. Y ne de bu hayatın b r döngüsü, yapab lecek b r şey yok. Gelecek o genç-ler, korkmanın b r faydası yok. Korkunun ecele faydası yok. YIL:18 SAYI:18

Sayfa 55


İç Yazı Başlığı

benim yaptığım sadece yolun farklılıklarına işaret etmek... İshak Reyna: Benden de b r özet cevap bekl yorsanız yanılıyorsunuz. Ayrıca kend yapab ld ğ yle çel şen b r tavs yede bulunacak değ l m. Ben m yaptığım sadece yolun farklılıklarına şaret etmek. K msey herhang b r yola doğru tmek ya da başkaldırıya yönlend rmekle mükellef değ l m. Öyle b r şey n de zorlama olacağını düşünüyorum. Ben seçenekler n çer s nde b r farklılık da olab leceğ n , en azından b r farklılık olab leceğ n düşünmem z gerekt ğ n , söylüyorum. Teknoloj pek çok şey değ şt reb l yorsa özgürüm. Bugün Skype’den Kanada’dak b r arkadaşınızla konuşab l yorsunuz, Whatsapp’tan da konuşursunuz tab k . Söz gel m teknoloj , bütün mekân farklılıklarını ortadan kaldırdı. Bana kalırsa sanat bu konuda teknoloj den b r tık daha lerde. Çünkü ölülerle b le konuşmamıza mkân sağlıyor. Teknoloj henüz onu halledemed , yan Walk ng Dead g b ser ler dışarıda bırakırsak değ l m ? Ölüyle konuşma mkânımız henüz yok ama sanatta var, Sa t Fa k’ n öyküler n okuyab l yoruz ve üzer ne gevezel k edeb l yoruz. O b r ölü ama duruyor orada yazdığı şeyler. Yan dolayısıyla sanatın ya da teknoloj n n değ şt reb ld ğ pek çok şey var hayatımızda ama s stem komple değ şt rmey başarab ld ler m ? Hayır. Sanat değ şt reb l r m ? Kısmen değ şt reb l r. En azından b ze bu yoğunluğu göstermek konusunda cesaret vereb l r; k m yollara fener, ışık tutab l r. Bazen yollar tıkanab l r de. Sanatçı ç n de tıkanab l r, b zler ç n de tıkanab l r. H çb r zaman garant yoktur hayatta. Ne le lg l var k ? Dolayısıyla bu konuda da b r garant yok yan ama b r ht mal yan b r farklı ht malden söz açıyorum s ze. Sadece açıyorum, yapab leceğ m bu. ‘Sen ne yaptın?’ dersen de şte ortada. Söyled ler b yograf mde.

İshak Reyna: B r kere en öneml nokta şu sanırım: Bahsed len dezavantajlı kes mler b zzat kend mücadeleler n verm yorlarsa başarmak çok daha zor oluyor. İng ltere’de kadın hareket çok c dd bedeller öded ve çok c dd b r mücadele verd . Sadece tepeden ver len haklar b r süre sonra sekteye uğrayab l yor. Tıpkı b zde de olduğu g b . B z aslında kadınlara oy hakkının ver lmes açısından epey öndek ülkelerden b r y z. Ama bunun ne kadar değer n n farkına vardık? Bakın Osmanlının sonlarında da kadınlar mücadele verd . H ç ver lmed g b anlamayın lütfen. Ama o kadar genelleşemed gal ba. Pek , s zce bu mücadeley şu anda vermemem z n ya da ver lmemes n n neden ataerk l toplumdan gelen kültürel bakış açısı olab l r m ? Ya da kadınlara hep bu şek lde öğret ld ğ ç n başkaldırıda bulunmamaları esas neden olab l r m ? İshak Reyna: Tab k çok c dd b r etk s var bunun elbette. Ama bu böyle d ye de mücadeley bırakmamak lazım. Mücadele derken lla sokaklara çıkalım ve m t ng yapalım demek stem yorum yan . O da yapılab l r ama pekâlâ kadın dernekler n n söz gel m part lere kadın kotası konusunda b r baskı uygulamaya çalışılması g b şeyler de olab l r. Her alanda mücadele ed lmel . Bu güzel söyleş ve değerl b r k mler n z b zlerle paylaştığınız ç n çok teşekkür eder z. İshak Reyna: Ben teşekkür eder m.

Toplumsal b r sorundan söz açmak st yorum. İng ltere bundan yüzyıl önce ün vers telerde c ns yetç yaklaşımlarda bulunuyordu. Aynı şek lde günümüzde de, özell kle Doğu’da, bu sorunla karşılaşıyoruz. İng ltere’n n bugün gelmey başardığı nokta le d ğer ülkeler n n başaramama nedenler n karşılaştıracak olursanız neler söylers n z?

Sayfa 56

YAZIN


fabl

Eşek le T lk Herkes herkesle her şey n paylaşmalı, Hep ben m d yerek c mr l k etmemel , Karşındak n n aklını küçümsememel , Benc ll k yaparsa başına gelenlere üzülmemel , İş n sonunu düşünmeden hareket etmemel . Açgözlü mü açgözlü b r kurnaz t lk varmış, Herkes n yemeğ nde gözü varmış, Bu huyundan dolayı tek arkadaşı varmış ç ftl kte. Arkadaşı eşek de pek b r safmış, H ç düşünmezm ş el ndek azmış çokmuş. K mseden g zl s saklısı yokmuş. Paylaşırmış varını yoğunu, Herkes alırmış el ndek n , B lmezm ş el ndek malın kıymet n . Fakat bundan rahatsız olmazmış eşek, Herkes n mutluluğunu düşünerek, Yaparmış bunları b lerek. Çünkü b l rm ş dostluğun her şeye değd ğ n . B r gün t lk gez n rken etrafta, Çıkmış karşısına arkadaşı eşek heybes yle. T lk durur mu h ç kurnazlık yapmadan, Bakmış k eşeğ n heybes ot dolu, Harekete geçm ş hemen faydalanmak ç n, B r plan yapmış anında kafasında. T lk eşeğe seslenm ş kurnazlıkla: -Arkadaşım eşek, Nereye g d yorsun? Yazık değ l m sana, Heyben pek ağır g b gözüktü bana. Bu kadar yükü değer m taşımana? İstersen edey m yardım, Taşıyayım heyben adım adım.

Zavallı eşek nanmış t lk n n lafına, Şöyle dem ş t lk ye sev nçle: -T lk arkadaşım ben m, Bu heybey nasıl taşıyacağımı düşünüyordum. İy k sen geld n oldun y l k meleğ m. Yürü heybemle adım adım, Ben sana yet ş r m, hemen arkandayım. Kurnaz t lk almış ot dolu heybey , Görmüş lerde saklanacak ağacı. Koşmuş ağaca doğru hızla. T lk kend yle gurur duymuş b r şek lde, Açmış heybey heyecanla ağacın altında. Yem ş yemekler af yetle. Sonra b r ağırlık çökmüş üstüne t lk n n. Uyuyakalmış, rüyalar âlem ne dalmış t lk . Ağaca yaklaşan eşek, Görmüş t lk n n hal n üzülerek. T lk n n yanına eğ lerek şöyle dem ş: -T lk arkadaşım, canım arkadaşım. Heybe ç ndek otlar, y yen k ş y zeh rler. Ben onları götürüyordum çöpe, Sen yed n m den döndü çöplüğe. Bu durumdan sızlanma, Kend düşen ağlamaz, unutma. Alp Atalay 9A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 57


İç Yazı Başlığı

ikililer Hatalar ve Çıkarımlar Hep kayboldun, yanlış seç mler yaptın, yanlış yönlere g tt n, boyuna da reler ç z p durdun etrafında. Ömrün boyunca b r lab rentte hapsolmuş g b yanlış kararlarının bedel n ödey p durdun. İşte y ne, güney yer ne kuzeye, batı yer ne doğuya yönel yorsun; sana y ne yanlış seç m yaptıracak kend n b ld ğ nden, g tmey düşündüğün yer n aks yönüne g d yor; sağa g deceksen sola, sola g deceksen sağa yürüyorsun. Ne kadar çabalarsan çabala, doğru olduğu düşünülen yerde olamadığını fark ett ğ n an, çares zl k kend n göster yor. Hep b r mücadele ç ndes n, düzeltmeye çalıştığın her hatanın, daha büyük etk lerle tepk göstermes sen her zaman zayıf kılıyor. Geçm ş ne dönüp bakıyorsun, yaşanmışlıklarından çıkarab ld ğ n tek şey, hatalarının b r gölge m sal peş n bırakmayışı. İrem Enç 9B ŞTTL

Etle Tırnak

ben

Ayrılamazlarmış. Öyle d yorlar. Çok canı acırmış nsanın. B r ayırdınız mı öyle b r kanarmış k kanı durdurmanız saatler n z alırmış, y leşmes kend n toparlaması se ayları… Özen göster rd o da. S yah kalem eteğ n n üstüne g yd ğ krem reng askılı bluzunu çek şt r rd hep önü açılmasın d ye. Saçlarını yıkadığı şampuanın kokusu, kend kokusunu bastırırdı. Ortaköy'ün sokaklarını altına üstüne get r p aldığı rengârenk taş şlemel yüzükler n nce parmaklarına takmadan asla dışarı çıkmazdı. O nce parmaklarına ne kadar çok yüzük takardı. Sev neceğ n düşünmüştüm ben m hed yem karşısında. O kadar yüzük takardı ama b r tek ben m aldığımı takmadı. Sonra da ortalıkta görünmed b r daha zaten. Oracıkta kalakalmıştım. Han olur ya okulda tam ders n başlangıcında uyuklamak üzereyken öğretmen gel p ''Defter ve k taplarınızı kaldırın, sınav yapıyorum'' der. B r an hazırlıksız yakalanır, çares zce öğretmene bakarsınız. Ben de uyukluyormuşum aslında, bu sefer ben uyandıran öğretmen değ l, o oldu. Ayrılmaz denen şeyler de ayrılırlarmış. Şu anda kanıyor, canım çok yanıyor. Ama dünden daha y , yarın daha da y olacak. İz kalmaz, d ye umuyorum ama doktorlar “Yara bandı yapıştır.” d yor. B r türlü yara bandını bulamıyorum, sanırım pansuman ç n başka b r ne ht yacım var.

N lsu Balcı 9A ŞTTL

sen Sayfa 58

YAZIN


Âşık Olmak ve Sevmek B rb r ne benzed ğ düşünülen ama b r o kadar uzak k kavramdır bu k l . Âşık olmak, dünyanın en tehl kel duygusudur. Zülfü L vanel ’n n ded ğ g b “Aşk, b r uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümekt r.” Bu duyguyu yaşamaya başladığınız anda artık aklınız durur ve kalb n z harekete geçer. Bu duygu s ze her şey yaptırab l r. Ne kadar ağır yaşıyorsanız bu duyguyu o kadar tehl kel d r s z n ç n. Yaşattığı en güzel anları s zden çok can yakarak ger alır. Sevd ğ n z nsandan başka k msey göremez hale gel rs n z. Onun ses tonundan başka ses duymaz olur kulağınız, onun kokusundan başka b r koku almaz olur burnunuz, onun dokunuşundan başka b r dokunuşu h ssetmez olur ten n z. B r de asıl konu lk aşkınız se her şey çok daha zordur. B r daha k msey onun g b sevemezs n z. Her şarkı anlamlı gelmeye başlar artık s ze. Gördüğünüz her res mden, her yazıdan b r anlam çıkarırsınız. Belk de lk kez, okuduğunuz k taplardak cümleler n altını ç zmeye başlarsınız. Ama “Onsuz yaşayamam!” ded rtse de s ze lk aşkınız, yaşarsınız. B r şek lde yaşarsınız. Ne kadar acı verse de... Sevmek, dalından ç çeğ koparıp ona kuruyuncaya kadar değer vermekt r. Dalında sevmek, ona bağlanmak varken s z sadece kısa sürel ğ ne güzel duygular beslers n z. Güzel, acısı olmayan, sak n, herkes n kolaylıkla ve sıklıkla yaşadığı b r duygudur sevmek. Gel p geç c d r. Aşk kadar kuvvetl değ ld r bu duygu. Aklınız le hareket eders n z. Daha çok dış güzell ğe önem ver yorsanız, bu s ze sadece sevme duygusunu yaşatır. Karşınızdak k ş n n çok kıymet n b lemezs n z. Vazgeçmes kolay b r duygu olduğu ç nd r bu kıymet b lmezl k. Nazım H kmet’ n sevd ğ g b sevmek farklıdır ama. P raye’ye yazdığı her d ze onu ne kadar güzel sevd ğ n göster r. Aslında o da kıymet b lmeden severd ben m kanımca. Çok güzel severd ama b r o kadar kolay vazgeçerd sevd ğ kadınlardan. Çağla Arpacı 9B ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 59


İç Yazı Başlığı

ikililer Yapboz Parçaları Kalem le Kâğıt b rb r nden ayrılamayan, b rleşt ğ nde b rb rler n tamamlayan k yapboz parçası g b d r. Her ne kadar ayırmaya, bozmaya ve aralarındak bağı parçalamaya çalışsanız da onlar y ne b rb rler ne herhang b r ht yaçta bulur. B r arada olmayınca zamanın geçmeyeceğ n b len, tek başlarına ken şe yaramaz b rer nesne oldukları g b nsanların da dertler ne derman b le olamazlar. Bazen o d le get remed ğ m z ama ç n zde b r yara açmış ya da kelebekler n uçmasını sağlamış, o der n duygu ve düşünceler sanatsal b r d lle kaleme kâğıda aktarırsınız ya… İşte o an rahatlayıp sonunda b r ne derd m anlattım d yeceğ n z uygun zamanlardan b r olur. Bu k l o sıralar s z n ç n dünyanın en güzel k parçası hal ne gel r. Mesela ne olursa olsun yanından b r m n k defter ve kalem ayırmayan ve b r anda montunun ceb nden çıkarıp ömrü boyunca ş rler öyküler romanlar yazan Sa t Fa k o kalem ve defter le kend s n hüzne ve huzura kavuşturmuştur. Kalem ve kâğıt h çb r zaman esk mem ş, varlığını hala her türlü ht yaçta bell eden k araçtır. Şu an yan günümüzde b lg sayarlar tabletler ve telefonlar var; ancak h çb r b r kalemle kâğıda yazılmış olan b lg kadar hafızada kalıcı olmamıştır. Her ne kadar anlamazlıktan gelse de nsanlar teknoloj k aletlerle kalem kâğıt k l s n n yarattığı değ ş m n farkındadırlar ve natla redded p es geçmeye devam ed yorlar. Mel sa Aktalay 9D

Türk Kahves ve Su Her Türkün b ld ğ şeyd r. B z sohbet etmey çok sever z. Bu yüzden de sık sık arkadaşlarımızın, akrabalarımızın evler ne g der z. Yemek olsun, sohbet olsun çoğu zaman kahve kram ed l r. Tab k b r de yanında su. Kahve b ze lk defa Osmanlı dönem nde Yemen'den geld . Türk mutfağının öneml çecekler nden b r olan kahven n Türk ye'de yet şmemes ne büyük ron … Bence kahve ve su evl b r ç ft g b d r. Her zaman beraberler, h ç ayrılmıyorlar. Sohbet etmek ç n b r akrabalarına ya da arkadaşlarına ev ne g den b r a ley andırıyorlar. Genell kle sohbet açan anne olmaz mı? Kahve de aynen öyled r, her türlü konuyu açab l r. Suyun Türk mutfağında b rçok yer vardır. Kahven n yanında kram ed ld ğ n zaten söyled m. Rakının, b rçok tatlının yanında da kram ed l r. Bu yüzden su, her konuya ayak uyduran babaya benz yor. Çocukları se b tter ç kolatası le lokum. Bu kardeşler küsler ama anne ve babalarının çok sev yorlar. Bu yüzden asla beraber g tm yorlar, ancak anne babalarını da yalnız bırakmıyorlar. Kahve ve su kram ed l rken evde ne olduğuna bağlı ya lokum ya da b tter ç kolata kram ed l r. Bu da aynı öyle, b r s n n ş çıkarsa d ğer eşl k ed yor. Türk kahves ve su b rb r n tamamlayan evl b r ç ft , yanında bazen kram ed len bazen ed lmeyen lokum ve b tter ç kolata da bazen gelen bazen gelmeyen çocukları yansıtıyor. Bahar Erg nbay 9D

Sayfa 60

YAZIN


Sütlü B sküv K m ler ne göre bebekler n yed ğ b r mama. K m ler ne göre çocukluğun tatlı hatıraları. Ben m ç nse vazgeç lmez b r tatlı sütlü b sküv . Annem n evde olmadığı zamanlarda kardeş m le beraber yaptığımız kaçamakların baş tacı, tek başıma yaptığım lk tatlı... Çocukluk anılarının lezzet n alırım her y y ş mde. O güneş n parlaklığı, kahkahaların sıcaklığı, ışıldayan gözler n yansımaları vardır malzemeler n n en başında. İnsan, sütlü b sküv y her yed ğ nde oynadığı çakıl taşlarıyla b le mutlu olab ld ğ çocukluk anılarına el n uzatsa dokunab lecek kadar yakın ama ger dönüp o anları tekrar yaşayamayacak kadar uzak olduğunun farkına varıyor. Ş md se beştaş ya da seksek oynamak ç n çakıl taşı tutan eller m zde dosyalar, telefonlar veya kalemler var. Sütlü b sküv n n yer ne se sert, acı b r kahve… Kum saat ndek hızla aşağı düşen kum taneler g b akıp g den bu hayatta farklı farklı amaçlar… Hayaller ç n rüzgârın ş ddet ne dayanamayan b r yaprak g b oradan oraya savrulup duruyoruz. Saatler, günler, yıllar geçer. İy ya da kötü her yaşanmışlık, kalb m z n b r köşes nde kend yer n almıştır. Kalb m zdek en saf, en güzel köşeye, çocukluğumuza dokunmanın tar f se çok bas tt r. Malzemeler se b raz b sküv , b raz süt ve şeker n yet ne s l k ama sah c b r tebessümdür. Fatma Mel sa Gemeç 9A ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 61


İç Yazı Başlığı

şiir

Solan Sayfalarım

Zamana Tutsak San yeler saatlere tutuldu Zaman küstü güne B tmeyen b r sona Başlangıç adımında Akrep yelkovanı kovalar Yelkovan hızla kaçar Sonu gelmez kovalamaca Sürer b r ömür boyunca Avş n Topçu 11C ŞTTL

Kaleme aldığım her ş r yırttım, Buruşturdum bütün yazdıklarımı. S ld m tekrar başladım, Sana yakıştıramadım çünkü Mükemmele mükemmel olmak gerek. Kalemle ç zd m her b r ayrıntını. Kel melerle anlatamadığım duygularımı Yapraklara serpt m Dağıldı düşünceler m her b r yana, Savruldu aşkım sağdan sola. Hatıralarıma sığındım, yardım sted m Fan aşktan aldım en büyük yardımı. Umudun yolu gördüm aşkını kend me. Karanlık yollarda lerled ğ m ışığı aradım Kayan yıldızı sen n ç n tuttum Hep el m tut, h ç bırakma d ye Yaktığım mumu balona sardım sarmaladım. Karanlığı aydınlatan b r yıldız daha olsun d ye. B r beyaz sayfa daha soldu sevg mden, T treyen eller m n arasından akıp g derken. Avş n Topçu 11C ŞTTL

Sayfa 62

YAZIN


avuntu Yıkımı lt haplı avuç çler mde sıkıştırıyorum. Cepler mde başka arabaların bıraktığı esk toz bulutları. Eller m görem yorum ama uzun süre pençelenmekten yer ed nm ş tırnak zler ben acıya kandırmaya çalışıyor, ben mse ağzımın kenarından akan aynı uyuşukluk. Ormana sığınmış gövdeler var. İç çe geçm ş rasyonel düzen. Gövdeler n üzer nde deş lm şl kler var. Yığılamamış durağanlık, yağmur sonrasında kalmış b r hatıra g b yapışmış bu tabloya. Belk de sadece fırçaların attığı sert boya darbeler d r gövdeler n üzer ndek müphem soyukluluklar. Her çıtırtıda hang kargaşanın döl verd ğ n kaçıncı son nefes n k mses z ölüye a t olduğunu anlamama müsaade etmeden ölüm haber m get ren tellal ben dansa davet ed yor sank . Duyuyorum z hn me seslen yor. Tek göreb ld ğ m ağaç gövdeler arasında kaçan çıplak b r beden. Ve vücudundan akan s n. Bu çıplaklıkta karartılar parçalanmış beden n n üstüne. Her b r ağaç gövdes n n ardında farklı b r perde, geç ş doğuyor sank . Nereden çıkacağını kest rem yorum. Bazı ağaçların arkası rasyonel değ l. Kaçışına ve keder n n melod s ne alışıyorum ya da unutamadığım b r bant kaydı çalıyor ç mde hep aynı sızıda. Farklı eş klerde hang del k y ne aynı ormana düşürüyor bu beden ? Salt aralıklarda da çares zl k bâk . Belk de asıl geç ş bu ormandır ve geç şler kronometreye sığdırab lmek ezbere b ld ğ m tek tekerlemed r. Aldanıştır gökyüzüne değeb len yaprakları düşleyeb lmek ç n uydurduğum. Ama kafamı kaldıramam, ama kafamı kaldıramam. Yahut aldatmacadır tüm v zyonum. Aynalarla döşenm ş ve lab rentleşt r lm ş yer nde sallanan tek b r tabloya bakıyorum. Boş bardağın çalkantılı tınlamalarıyla düşüşün süregelm şl ğ ne uyanıkıyorum. Beden hâlâ kaçıyor. Beden hâlâ çıplak. Tasavvurunu ett ğ m z hn m n değ şken suret n hang düşüşün m l tanı ayyuka çıkaracak? Hak kat kaçıncı ağaç gövdes n n ardında bulayazıyordum. Ve vücudumdan akan s n. Maskeye bıraktığım leke.

YIL:18 SAYI:18

Zeynep Başeğmez 10C ŞTTL

Sayfa 63


İç Yazı Başlığı

şiir

Davet Sus artık müsavat Kabullen hez metler

Boşlukta

İnsan, nsan olmayı Say’da bıraktı.

sonu olmayan b r çukura düşüyorum

Neden d ye sorma

yanımda sevd kler m olmadan

Sevg l mum

sadece sted kler m ve bağımlılıklarımla gereks z b r emek

Anneannem n ç çek desenl

tatm n ed lemez b r açlık

Gömleğ g b ve altın

tükett ğ m v cdanım

Küpeler g b

sayılarda aradığım mutluluk

Yalnız kalacaksın

hırsımın altında gömülü kaldı

Altın kolye

ve ben ş md b l yorum k çt ğ m kadehler dolusu şarapların, z yafetler n

Kaar ,

ten me değen güneş n b r damlasını

Tefr kalanmış hayatların

dak kasını gerçekten yaşasaydım

Konuklarından

heps değerd , belk de

Olma

ama ş md b r boşlukta ç mde daha büyük b r boşlukla

Mour r özne,

karanlıkta kayboluyorum

Masum ç zg lere

arkamda bıraktığım tek şey

Davetl lord

b r zamanlar ruhumdak boşluğu dolduran zeh r

Zaman geçt kçe

ve heps n gözümü kırpmadan

B rer b rer damla

uykum kaçmadan tekrar, tekrar ve tekrar...

Kaar , Sen, sen olmayı

Yasem n İmre 10C

Sana öğretme Dört fazla ol Beyza Ergün 11G

Sayfa 64

YAZIN


Şah Mat Yürüyorum nereye g tt ğ m b lmeden Bakıyorum etrafa d kkat etmeks z n K m n n haber yok s lg s s lmek yer ne k rletecek K m n n haber yok s lg s yazısını s lemeyecek Çıkıyorum b r merd venden k şer üçer Güneş arkamda kalmış önümde ay Günlerden perşembe, saat on k Güzel b r kız var karşımda Sank üç günlük ölü yüzünde güller açmış G r yorum b r çıkmaz sokağa sıradan b r şek lde İk genç var sokağın sonunda satranç oynayan İzl yorum onları kaldı son hamles Ve kafamın arkasında soğuk b r namlu Şah... Mat Berkay Karakuş 9B ŞTTL

O Gece O gece… Bir tek güzel söz dökülmüyordu Dudaklarından. Oysa özlemiştim, O masal gibi sesini özlemiştim. O gece… Dışarı atmak istedim kendimi. Uğultulu sokaklar çağırıyordu beni, Karanlık gök ise içeride kalmaya zorluyordu. Yapayalnızdım o gece, Hevesi kursağında kalmış bir çocuk gibi… O yanımda yatıyordu, Hareketsiz, sessizce. Aysu Temel Hazırlık A

Selam Güneş uyanırken tüm haşmetiyle Saçlarımda dans eden bakırlar ve altınlar Kıskanıp giden yıldızları Korkudan solup giden ayı Selamladılar Zeynep Nur Bingöl Hazırlık B

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 65


İç Yazı Başlığı

deneme

Sanatta Gördüğümüz h çb r şey aynen takl t ed lemez. Gerçekten yola çıkan sanat gerçeğ aynen yansıtmaz çünkü o artık başka b r n n gördüğünün yansımasıdır. Sanat dünyası ç nde takl t bulundurulmamalıdır. Sanatçının bakış açısı b ze b ld ğ m z b r dünyanın sanatçı tarafından nasıl algılandığını anlatır. Sanatçının çıkış noktası real te olmalı ve estet k, kurgu kavramları le yola devam etmel d r. İnsan tarafından yaratılan sanat kurgusaldır. Sanat eser nde bütün unsurlar b rb r ne bağlıdır.

N tel parçalar n cel , tek ler tümü oluşturur. Sanat eser nde parçalar b r kompoz syon oluşturur. B ç m se bütünün ç ndek her unsurun düzenlenmes ve sınırlandırılmasıyla oluşur. Estet k zevk, aldığı b ç mle bütünlenm ş parçalar le düş ve gerçek uyumundan gel r. Çağrışımlar b r kompoz syon oluşturur. Estet k görüş, görenle görülen n b rb r yle kaynaşmasıdır. Ancak bana göre sanat eserler nde nesnel ver lerde vardır. Bu yüzden sanat eser zley c s n yönlend r r. Örneğ n Edvard Munch'un "Çığlık" tablosuna baktığımızda "mutlu ve neşel " duygular h ssetmey z. Bu da korkunun nesnel bağlamda herkes tarafından "mutluluk ve neşe" kavramlarıyla bağdaşmadığını göster r. Yan Çığlık tablosunun ressamı Edvard Munch, sanatçızley c l şk s nde zley c y mutlu etmek amacı gütmed ğ n b l r. Bu da sanatçı ve zley c s arasındak g zl bağdır.

Sanatta algı çok öneml d r. Sanatçının yansıttığıyla zley c n n algıladığı bambaşka şeyler olmamalıdır. Yan sanatçının yansıtmak sted ğ zley c tarafından yoruma açık olsa b le yorumun hang yönde yapacağı sanatçı tarafından eserde ver lmel d r. Örneğ n Van Gogh'un Ampul Alanları adlı resm nde yerde d kdörtgen alanlar ç nde ç çek ve benzer renkl b tk ler bulunmaktadır. Bu renkl b tk ler sadece b rer ç zg den baret olup herhang özel b r b tk ya da ç çeğ anlatmamaktadır. Amma velak n zley c tabloya baktığı zaman ç çekler ya da b tk ler n ne olduğunu anlamasa da farklı renkler n b r araya geld ğ zaman oluşturduğu güzell ğ göreb l r. Yan sanatçının fırça darbeler zley c n n algısını yönlend r r. Bana göre sanatta algı doğrudan esere yönel k olmalıdır. Sanatçının eserler n n güzell ğ nden z yade spes f k olarak zled ğ m z eser n güzell ğ ve n tel ğ öneml d r. Pablo P casso'nun "Telegraph" adlı portres estet k açıdan b r güzell k taşımazken, Nedret Sekban'ın "Mısırcı" adlı tablosu zley c s ne estet k zevk vereb l r. Pablo P casso'nun eserler n n çoğu estet k güzell k taşıyor d ye ya da P casso'nun ününden dolayı eserler ne paha b çmek yanlıştır. Bu yüzden ben sanatta yozlaşmayı önlemek ç n algımı sanatçıya değ l esere yönel k doğrulturum. Bu şek lde sanata vermem z gereken gerçek değer verm ş oluruz. Aks takd rde sanata değ l sanatçıya değer verm ş oluruz. Kemal H. Turşuoluk 11A

Sayfa 66

Algı YAZIN


Sözcüklerle anlaşamamaktan vazgeç p gözlemlemeye başladığımdan ber , buğulu gözler n zde kend yansımamı görüyorum. Konuşuyorsunuz, durmadan z yan ed yorsunuz en ht şamlı sözcükler ; ama puslu z h nler n zden asıl geçenler, ağızlarınızın kenarlarında b r k yor. Araba kornaları, ked m yavlamaları, bebek ağlamaları, alçaktan uçan b r uçağın gürültüsü, camları sonuna kadar açık otomob lden yükselen pop müz k uğulduyor kulaklarımda; s z se b rer japon balığı g b dudaklarınızı aralayıp kapatıyor, bomboş gözlerle, kurallara uyuyorsunuz. Yalnızca b rkaç san ye sürüyor kaldırımların er y p g tmes ayaklarımın altından. Ş md adımlarınızı duyuyorum yalnızca, bana b r asker öbeğ n n b r örnek yürüyüşler n hatırlatıyorlar, aynı anda, aynı ayağın attığı adımlar, aynı tok ses... Konuşmak değ l, anlaşmak ç n b r n z durduruyorum; şaret parmağımın ucunu, pürüzsüz b leğ ne dokunduruyorum an den yer nde tökezleyen nsanın. Porselen olmalı, düşünces dolanıyor z hn mde; ten sert, buz g b . Bell k uzun zamandır eller terlemem ş, nabzı hızlanmamış; nar n b leğ uzun b r uykuya dalmış. Parmaklarım h ss z boynunda, göçük elmacık kem kler nde; gözler n n altındak , modern nsanın h ç de yabancı olmadığı mor halkalarda dolaşıyor. Yıllardır sulanmayan b r saksı b tk y andıran güçsüz saçları; alnında, enses nde, kulaklarında... Dalgın gözler nde b r anlam arıyorum çares zce, küçücük b r t treme ya da heyecanlı b r parıltı ama naf le. Bakıyor ama görmüyor, susuyor ama düşünmüyor, yürüyor ama z bırakmıyor. An b r hareketle başının k yanını tutuyorum -tam da soluk, duyan ama d nlemeyen kulaklarının üstünü- ve sarsmaya başlıyorum. Kend m b ld m b lel ç mde b r yerlerde parlayan kıvılcım, h ddetle büyüyor ve ateş, z hn m , duygularımı, mantığımı etk s altına alıyor. İnsanı sarstıkça gözler aynı anlamsız bakışla ben mk lere d k l kalıyor, saçları beklenmeyen hareket n etk s yle ruhsuzca sallanıyor. Dak kalar sonra, yanaklarına uzanan ve yüzünü sımsıkı kavrayan gerg n parmaklarıma kayıyor gözler m, tırnaklarımın hemen yanında, tuttuğum renks z yüzde b r parça kırmızılık görüyorum. Bu, güneş yanığı kırmı-

zısı değ l, utangaç b r kızarma da; gökkuşağının en parlak reng . Heyecanımı g zleyemeyerek b raz daha sıkıyorum nsanın yüzünü ve b r parça yeş l kaplıyor nce burnunun çevres n . Sonra sırasıyla mor, mav , turuncu ve sarı; yüzündek damarlarda akan renkl sıvılar g b b r bel r p b r kayboluyorlar. Kısacık b r an, gözler nde b r şey gördüğümü sanıyorum. B r şey... Ne b r parıltı ne de heyecan... İnsan, end şel görünüyor. Kend n sıkmaya, en nde sonunda gerçekleşeceğ n b ld ğ b r şey ertelemeye çalıştığını h ssed yorum. Bell bel rs z alt dudağını ısırıyor, gözler çares zce, yardım sterces ne kısılıyor. İç mden b r ses, başını sıkmaya devam etmem söylüyor, ç mdek ateş b r yangın artık ve ben sıkıyorum; karşımdak nsanın yüzü, renkler n kabul ed p etmemek arasında g d p gel yor. En sonunda her şey duruyor. Yalnızca b r san yel ğ ne, end şel bakışlar da, gökkuşağı da yok oluyor. Sonra yen den başlıyor. Renkler, bozuk b r muslukçasına nsanın burun del kler nden akıyor. Başlarda açmaya d rend ğ ağzından, önce kes k kes k, sonra yüzlerce anlamsız sözcük dökülüyor: "zorluk", "mutsuz" ve "heyecan"... Sözcükler ayaklarıma çarpıp büyük b r gürültüyle yere düşüyorlar. Gözler önce çatlıyor, sonra çatırdayarak kırılıyorlar; öbek öbek nsan, b na, ağaç er yor ve akıyor, her yere bulaşıyor. Bu tuhaf manzara karşısında oldukça rahat h ssed yorum kend m . İç mdek ateş, karşımdak nsan ç n boşalttıkça yavaş yavaş sönüyor. Vücudundak her boşluktan akan yapışkan ve bulanık şeyler gönül rahatlığıyla zl yorum. Kaldırım taşlarını görüyorum. Araba kornaları, ked m yavlamaları, bebek ağlamaları, alçaktan uçan b r uçağın gürültüsü, camları sonuna kadar açık otomob lden yükselen pop müz k uğulduyor kulaklarımda. Etrafımdak yüzlerce nsanın, donuk gözlerle, d ller n n üzer nde b rer küçük baloncuk olup patlayan sözcüklerle konuştuklarını görüyor ama duymuyorum. Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

DUY-MU-YOR-UM YIL:18 SAYI:18

Sayfa 67


İç Yazı Başlığı

deneme Akıllı Telefonlar Suskun İnsanlar Gün ç nde arkadaşlarımızla, a lem zle, nsanlarla ne kadar let ş m kuruyoruz? Telefonlarımız akıllandıkça b z susma ht yacı h ssett k nedense. Aslında "telefon" denen c hazın bulunuş amacı nsanlar arası let ş m artırmak, uzaklarımızdak yle konuşmaktı ancak günümüzde sanırım bütün let ş m engelleyen araç oldu. Telefonun muc d Graham Bell, sevd ğ kadınla görüşemed ğ ç n cat etm şt r telefonu. Hatta telefonda lk söyled ğ "Alo!" sözü de kız arkadaşının sm n n baş harfler nden oluşuyor.*

Esk Es E sk de d den n nsa n nsanlar, sa anl nlar, ge nla g geceler ce ele lerr neredeyse ner ered edey eyse se evler evl vler er nde er nde h ç oturmaz, otu turm rmaz az, a lecek lece le ce ek dostlarıyla dost do stla ları rıyl yla a b r araya aray ar aya a gel gel r, sohbet soh ohbe bett ge g ece c lerr düzenlerm dü üzzen zen enlerm lerm le rm ş. ş. B rb rlerr ne n vak vak t ayırırlarmış. ayı y rı r rl rlar armı m ş. Elektr Elektrr kler n olm mad dığ ığı, tteknoloj ekno ek nolojj n n ne olduğunu old lduğun nu geceler olmadığı, b lmed lmed lm d kkler lle er ; te tele ele efo f nu un, telev zyonun kapılarından kapıla la arından g remed ğ zamanlarda.... Bu gecelerde şarkılarr telefonun, söyl sö ylen en n r, r ye yyemekler mekler yen en rrm m ş. S oba ob a üs üstü tünd nde e kestaneler kest ke stan anel eler er p ş r l r, r, or orta tam m gü güze zell koksun koks ko ksun un d ye ye portakal port po rtak akal al kakasöylen Soba üstünde ortam güzel buğu yakılırmış. İnsanlarla ortak değerler, duygular, düşünceler paylaşılırmış... İlet ş m kurulurmuş. O zamanlarda art arda mesaj gelen telefonlar yokmuş. Mektup yazılır ve dört gözle o mektuba karşılık beklen rm ş. Artık nsanlar telefonlarına bakmaktan yürüdükler yolu görem yorlar. Son b r yılda telefon bağımlılığından ölen nsan sayısı köpek balığı saldırısından ölen nsan sayısından fazla değ l m? Demem o k , nsanoğlu olarak, teknoloj k gel şmelerle sağlıklı let ş m kurmayı amaçladık. Telefonlar, telev zyonlar yaptık fakat zaman lerled kçe bu küçük aygıtlar b z m beyn m z ele geç rd . Onsuz yaşayamaz olduk ve bağlandık. Bu anlamsız aygıtlara bağlandıkça da konuşmayı unuttuk. Ah Graham Bell, ne dertler açtın başımıza! İnsanlarla konuşamaz olduk... *Allessandra Lol ta Oswaldo (Sonradan Oswaldo Graham Bell' , üstünde çalıştığı telefondan başka b r şey düşünmed ğ gerekçes yle terk ett . O günden ber Bell, sevd ğ kadının onu b r gün arayacağı umuduyla yaşadı ve çalan her telefonu "ALO!" d yerek açtı. Bu b r gelenek oldu ve tüm kent, telefonları “ALO!” d yerek cevaplamaya başladı.) Ecem Arpacı Fen10

Sayfa 68

YAZIN


Herkes sever aslında karla oynamayı. Beyaz, soğuk b r eğlence… Kar yağar, nsanlar dışarıya akın eder; kalın kalın montlar… Herkes n ç nde b r mutluluk… Sonrasında evdek o müth ş sıcaklık… Kış öyküler okumak kar yağarken lapa lapa… Oysa o büyü ç nde k mse fark etmez b r öyküdek yırtılmış önems z sayfayı çünkü b r anlam fade etmez okuyan ç n. O kış öyküler nden yırtılan ve fark ed lmeyen b r sayfa olsanız, o h kâye nasıl olurdu o zaman? Yalnızlığınıza eşl k eden soğuk günler, soğuk kalpler… Pek , hem yırtılmış hem de ıslanmış b r sayfa olsanız, k m s z kurutup okurdu? Pek ya h kâyeye yön veren sayfa olsanız, ne değ ş rd ? S z olmadan h kâye anlamsız olurdu. B r de tüm

önems z sayfaların s z n g b yırtılıp ıslandığını düşünel m, ne mar fet kalırdı öneml sayfanın tek sayfa olduktan sonra. Asıl mar fet buluttaydı ama herkes yağmura ş r yazdı.* Ş md bu kış öyküsünü okuyan olduğumuzu düşünel m, yırtılan sayfayı fark edeb l r m yd n z? Onu b lmem ama öneml sayfayı, öneml yapanın önems z sayfalar olduğunu fark edeb l rd n z. Bunu herkes fark edeb l r, müh m olan baktığını görmek… Karla oynamaya devam mı edeceks n z yoksa ıslanmış sayfaları kurutup okumayı mı deneyeceks n z? *Cah t Zar foğlu Batuhan Şah n 9B ŞTTL

...hem yı ılmış hem de ıslanmış bir sayfa olsanız... YIL:18 SAYI:18

Sayfa 69


İç Yazı Başlığı

“B r anda tüm dengeler değ şt ve dünyanın hâk m hayvanlar oldu. “

Kafes Günlerd r dem r parmakların arasından solgun b r ışık sızan, zar zor hareket edeb ld ğ m b r kafestey m. En son ne zaman doğru düzgün b r şey geçt boğazımdan, hatırlamıyorum. Günde b r kez r b r kangal; kafesler n dar parmaklıklarından çer b rer kem k bırakıyor. D şler m öyle güçsüz k bırakın yemey denemey , onları ısıramıyorum b le… Son gücüyle odayı aydınlatmaya çalışan floresan lamba başımı ağrıtıyor. Artık dayanamıyorum. B r yle konuşmam lazım. Korkak b r tavırla parmaklıkları yokluyorum. Güçsüz eller m, dem r n dondurucu soğuğuyla ürper yor. Başımı kafese dayıyor ve etrafı kolaçan ed yorum. Kafes m n tam karşısındak akvaryumda, gözler n benden ayırmadan duran balık har c nde k msey görem yorum. Gard yanımın hafızasının pek kuvvetl olmadığımı b l yorum. Parmaklıklara b raz daha asılıyorum. Kapı açılıyor. Sert zem ne yuvarlanırken başımı kafese çarpıyorum. B t ş ğ mdek hücrede kalan çocuk rk l yor. Onu lk defa görüyorum. Günlerd r her nled ğ nde acıyla kulaklarımı kapattığım nsan, ş md karşımda. Buz mav s gözler , beyaz ışığın altında korkuyla ben mk lere bakıyor. Tam ağzını açacakken “Şşt!” d ye fısıldıyorum, “Ses n çıkarma,.. “ Komşum heyecanla başını sallıyor. Parmaklıklara yaklaşıp yüzünü daha y ncel yorum. İnce çehres n n b r zamanlar nasıl göründüğünü merak ed yorum. Kulağıma eğ l p fısıldadığında kes k nefesler n duyuyorum. Hasta olmalı… “Nasıl çıkab ld n?” d ye soruyor soluk soluğa. “Köpekler otor teye sadakat konusunda b r numara olab l rler ama pek zek sayılmazlar.” d ye yanıtlıyorum. Komşum zorlukla gülümsüyor. Köpekler sözcüğü, boğucu havada asılı kalıyor. Gözler m z h ç hareket etmeyen balığa çev r yoruz. Ne demem gerekt ğ n b lm yorum. B rkaç gün önce hayvanların hükmett ğ b r dünyada hap shane hayatı yaşayacağımı söyleseler, bunun kom k b r şaka olduğunu düşünürdüm. O akşamı düşünürken b le soğuk soğuk terl yorum. Tuhaf b r son dak ka haber dünyayı kasıp kavurduğunda küçük apartman da remde günün yorgunluğunu atmaya çalışıyordum. Sunucu kadın korkuyla bağırıyor, yanlış g den b r deney hakkında ayrıntılar anlatmaya çalışıyor ancak cümleler n tamamlayamıyordu. K mse sokağa çıkmamalıydı. Evler n kapı ve pencereler ne tahtalar çakılmalıydı. Güvenl k önlemler … Yarım yamalak d nled ğ m haber n üzer ne küçük kızımın güvenl ğ nden em n olmak ç n esk eş m aradım ancak telefon hatları kes lm şt . Kend m dışarı attığımda saat dokuzu geç yordu. Sokak lamları yanmıyor, b rkaç boz ayı ağızlarında fenerlerle dolaşıyorlardı. Sonrasını hatırlamıyorum. El nde şırıngayla b r şempanze üşüşüverd z hn me… Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

Sayfa 70

YAZIN


Ben dokuz yaşımda b r kaldırım kenarında oturmuş onun kanayan d z ne bakarken de büyüktüm. Hatta çocukluğum asırlar öncede kaldı. Farkında mıydım yok oluşundan oyunlarımın… Gülümsemeler m n çalındığını da hatırlamıyorum. Geçm ş n tozlu sayfalarında dönmek, yapamadıklarım ve yapamayacaklarım ç n hüzünlenmek de stemezd m. Oralar ben m ç n hep düşmekten korktuğum çukurlarım oldu. Sank geçm ş n perdes gözüme nd ğ an geçm ş ben ç ne çekecekt . Ne kadar kaygılı düşüncelerle beslem ş m kabuslarımı… Otuz yaşımı kaçarak harcamışım, geçm ş mm ş aslında bana çözüm olan, onu fark edememekm ş ben yer altına sürükleyen. O günler, o sokaklar, kaldırımda d z kanayan annem, mend ller m, b lyeler m… İşte ben yer altına sokanlar bu sefer de ışık, nefes oldular bana… Sess zl ğ mden, karanlığımdan çek p çıkardılar ben . Sormadılar bana, ben ster m y m d ye…

kulüpten...

Annem, Mend ller m, B lyeler m…

Nesl şah Şara Yücel 11F

İlk sarhoşluk…

Şaraptan, aşktan ya da ş rden İk koca sene duruyordu aramızda duvar g b , bunu sen aradığım zaman da b l yordum. Aramızdak k senen n lafı oluyorsa, arkanda bıraktığın b ze a t beş senen n lafını neden h ç geç remed m sana? Ben o duvarın bana bakan tarafını gözler n n reng ne boyadım, yüz yüze konuşalım sted m bu koca k sened r. Yanaklarına kaf yel , serbest ş rler düzdüm. Senden güzel olmasın… Sen de ded n çok uzun zaman oldu d ye. Bunu senden çok ben b l yorum. Adımın sen n ses nle değere b nmed ğ k sene… Canım, sen bu yüzden aradım. Duvardak gözler n de soldu, b raz hatırım varsa b rkaç kadeh b r şeyler çel m sted m yüz yüze. Etekler m n dalgasını göreb les n d ye o zam masayı hazır ett m sana. Ee tab b r de yüzünü saat m n camına yansıtsın da utancımdan eller me bakarken yüzünü görey m d ye. En sted ğ nden doldururdum kadehler , b r de Nazım’dan, Att la İlhan’dan, Üm t Yaşar’dan… B rer d zeler koydum masanın sen tarafına. B rkaç tane de El f’ten serp şt rd m. Normalde k b rl b r nsan değ l m b l rs n. Anlayacağın bu çt ğ m kadehler önümüzdek k sene ç n son kadehler olmasın d ye el mdek tüm kozları kullandım. Ama sen, sen canım sen, geleceğ m dem şt n. Neden gelmed n? Ne okunmamış d zeler ben bu kadar sarhoş ett , ne de aşk. Kadehlere desen dokunmadım. Bana ne olduysa zaman yaptı. El f Er ş 10A

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 71


İç Yazı Başlığı

Güvende ve Mutlu B r B r zamanlar el n tuttuğu adamı sevd ğ n h ssed yordu. Güvendeyd , mutluydu o yıllarda. En azından öyle olduğunu düşünüyordu. Onunla İst klal Caddes 'nde yürümey sev yordu. Onun hed ye ett ğ bej, metal tokalı kol çantası el ndeyd . O da ona hed ye ett ğ beyaz boğazlı kazağa özel b r anlam yüklem şt . Beyazdı çünkü, yaşamdak karalara nat... O, kazağın üzer ne de s yah kalın kabanını g ym şt , s yah ve beyazın b rl ktel ğ daha önce h ç bu kadar göz alıcı olmamıştı onun gözünde. En son ne zaman böyle h ssett ğ n düşündü; ne b r ayrıntı ne b r duygu kırıntısı geld z hn ne. Çok vak t geçm şt . Z hn nde canlandıramadı b r an, esk sevd ğ n n ç zg ler n . Aslında yanlarından geç p g den adam ne kadar da benz yordu sevd ğ ne, yoksa o muydu? Tab k o, olamazdı; o yanından geçse b rb rler n fark ederlerd . Oysa yanlarından geç p g den adamın umurunda değ ld dünya. Eğer sevd ğ yse yanından geçen, üzer ndek s yahbeyaz karmaşadan çek nm ş olmalıydı. Boynuna doladığı atkısına sıkıca sarıldı. İk adamdan da kaçışı oradaymış g b . Mercan Uludağ 11E

Kalabalığa Karışamamak Temmuz sıcağının erittiği eski kaldırım taşları, lastik spor ayakkabılarının tabanlarına yapışıyordu. Stresli bir hayatın izlerini taşıyan seyrelmiş saçlarında gezdirdi ellerini. Parlak mavi tişörtü terden sırtına yapışmıştı. Tekdüze, mutlu hayatın; insan konuşmalarının, kırmızı tramvayın sıkıcı parıltısından kurtulabilmek adına siyah camlı güneş gözlüklerini düzeltti. İstiklal Caddesi'nin yorucu kalabalığında ilerlemeye ve yaşamaya çalışan küçücük bir nokta olarak, adımlarını hızlandırdı. Sıkılıyordu. B tmeyen velayet şlemler nden, susmayan telefonlardan, eş n n büyük bir özenle kendisinden kaçırmaya çalıştığı küçük oğlunu düşünmekten... Kaç gecedir uyku girmemişti gözüne. Eski eşim, diye düzeltti kendini; ‘‘hastalıklı annem; hiçbir zaman bitmeyen ve bitmeyecek borçlarım; herkesi azarlayıp küçük düşürmekten başka bir şey bilmeyen, müşkülpesent patronum...’’ sözleri zihninde çınlıyordu sanki… Sank daha hızlı atarsa adımlarını, peş n bırakmayan dertler nden kaçabilecekti; bir an olsun onları unutup caddede coşkuyla yürüyen kalabalığa karışabilecekmiş gibi, arkasına bile bakmadan ilerliyordu eski binaların arasında. Sah , nasıl oluyordu da herkes böylesine keyifle dolaşabiliyordu? O sevmedi İstiklal Caddesi'ni; dudaklarında uyuşuk birer gülümseme ve kollarında marka çantalarla yol boyunca gidip gelen, vitrinlerde mutlu... Onun gözleri nasıl ışıldardı acaba? En son ne zaman hayatın onun yüzünü güldürdüğünü hatırlamıyordu bile... Yansımalarını süzen, gözleri yaşama sevinciyle ışıldayan insanların sahte neşeleri moralini bozardı. Zeynep Sarıfakıoğlu 11G Sayfa 72

YAZIN


kulüpten... Leylak Kokusu Cama sol omzumu yaslamışım, beyaz gömleğimin kolu cama benden önce yaslanan anları kendine çekiyor sanki. Leylak kokusu sinmiş tam da buraya, içimi kucaklıyor, kalabalığın içinden hızla akarken yalnızlığımın kuytularını dostça yokluyor taze leylak kokusu. Ardımda bırakmalı mıyım kentin en işlek caddelerinden birinin kalabalık ıssızlığını bilemedim, şimdilik diyelim. Leylak kokusuyla sarmalanmış ruhumu anın akışında caddenin geride kalışı durdurdu. Durdum, camdaki kokunun beni bırakmayan dostluğuyla cama sol omzumu yaslamadan önceki zamanı, zamanın bana taşıdıklarını ve benden çekip almak isteyip de alamadıklarını ve alamayacaklarını düşünürken. Duraksamam çok uzun sürmedi, kararlı adımlarla zamanı avuçlarıma aldım, içinde eriyecektim gönlümce zamanın. Zamanın esaretine girmeden caddenin kalabalık ıssızlığında yürüyecektim, yürüdüm. Leylak kokusunun izinden küçük adımlarla yürüdüm. Ruhum kendini buldu, adımlarımın güvenirliği iyilikleri derinlerden denizlerle buluşacak ırmaklara taşıdı. Ulviye Taylan

Lambalar, Taşlar ve Yaşlı B nalar Puslu gökyüzünü aydınlatan, dar sokağın iki yanına dizili apartmanların aralarına gerilmiş lambalar, binaların boyası yer yer dökülmüş cephelerini de aydınlatıyordu. Eğri büğrü kaldırım taşları, yıllardır Ortaköy sakinlerinin sırlarını sakladıklarını anlatmak istercesine aşınmış, ayakkabı tabanlarının şekillerini almışlardı. Loş sokaktaki vişne çürüğü apartmanın oymalı kapısının önünde; yol üzerindeki birkaç küçük kafeden gelen, günün sona ermekte olduğunun habercisi sesleri dinleyerek uyuklayan şişko bir kedi yatıyordu. Yıllardır her akşam, koşuşturmacanın bitip dinginliğin başladığı saatleri keyifle seyreden yaşlı binalar, o gün de sokaktan elini ayağını çekmiş, pencere pervazlarında memnun bir ışıltıyla güzellik uykularına hazırlanıyorlardı. Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 73


İç Yazı Başlığı

yaşlı meşe ağacını ağacının fısıldadıkları ... Gece Ne Çok Yakışıyordu Mahallen n en yaşlısıydı, parkın ortasındak kalın gövdel meşe ağacı. Gür yapraklarıyla akşam rüzgârının şarkısına eşl k ed yordu. Güneş n, yıkık dökük apartmanların ardında batarak yer n ayın hüzünlü ışıltısına bıraktığı saatlerde, yalnızca bu şarkı duyulurdu bozuk asfaltlı sokaklarda. Balkon dem rler ndek çamaşırları toplayan teyze durup d nler, kes k araba kornaları b le yavaşlayıp kulak kabartırdı sank . Yorgun argın pedal çev ren b rkaç b s kletl , saçlarını ve gençl kler n arkalarında dalgalandırarak hızla geçerlerd esk b naların arasından. Günün lk ayazı n p d zler k rl çocukların yanaklarını al al kızarttığında, anneler üşüşürlerd evlatlarının başlarına. Meşeye göz kırpan lk yıldız bel rd ğ nde gökyüzünde, kocalarının yolunu gözleyen genç kızların nefesler yle buğulanırdı pencereler; gözler nde taze umutlar ve b r parça evhamla... Küçük b r kız kaldırım kenarında bebeğ n salladıkça uykusu gel rd mahallen n. Gündüzün hareketl türküler b rer n nn ye dönüşürdü. Perdeler yavaş yavaş kapansa da herkes b l rd tüm sak nler n gecey d nled ğ n . Meşe ağacı uyumazdı b r tek, ayın beyaz ışığında gün yüzüne çıkan dertler , sıkıntıları, korkuları, tozlu anıları zlerd ve hayret ederd ; gece ne çok yakışıyordu mahalleye... (Keşke bazı geceler h ç sabah olmasaydı.)

Hayatımızın Kökleri Gölgesi iki katıydı, hayatın yemyeşil günlerini geride bıraktığı tüm sıkıntılara rağmen dimdik duruşundan anlaşılan çınarın. Cumbalı, yenilendiği cilalanmış ahşaplarından anlaşılan konağın karşısındaydı konakla yılları geride bırakmanın gururunu taşıyan ağaç. Yerini seçme, soğuğa dayanamama gibi kaprisleri yoktu cumbalı konağın önündeki leylakların da çınar gibi. Keşke yalnız ilkbaharda değil de her mevsim yemyeşil kalsalar, bizimle olsalar, hayatımıza kök salsalar varlıklarıyla. Kökler; ağacın, konağın, konaktaki hayatın kökleri... Arnavut kaldırımlı sokak nerelere, hangi hayatlara uzanıyordu? Aramak için, iz sürmek için yürüyecektim. Görünürde kimse yok muydu bilemedim... Parlak ışığın gizeminde, cumbanın kafesleri ardında, beyaz kapının açıldığı anlarda buluşabilsem kendi köklerimle. Ulviye Taylan

Zeynep Sarıfakıoğlu 11G

Sayfa 74

YAZIN


kulüpten...

Asfalt fazlasıyla soğuk. Yer nden çıkmış küçük taşlar sırtıma batıyor, yatışımdak huzuru el mden almaya çalışır g b . Gözler m sonsuz mav l ğe takmışım, gözüme çarpması gereken b r şey varmış g b bakıyorum. Dört b nanın b rleşmes yle ortada oluşan boşlukta tek başıma hapsolmuşum sank . B naların sah p olduğu pencereler saymaya çalışıyorum. Otuz üç, otuz dört... Sıkıldım, vazgeçt m. Pencereler n görünmeyen yüzler n hayal etmeye çalıştım. Got k döneme a t yapısı, desenl kolonları ve süslemeler yle b nanın en üst katında veya en alt katı da olab l r. Tersten baktığım ç n em n değ l m. B r kadın var, üzer n değ şt ren. Utanıyorum kend adıma, gözler m kaçırıyorum. Gözler m y ne sonsuz mav de b r şey arıyor. Herhang b r şey. Sank göremed ğ m şeyler var uzakta, en sonda. Yeter nce sabredersem göreb lecek g b y m. Bekl yorum saatlerce. Saat sabah altı. Hava aydınlandı. Ay yer n tüm ht şamıyla güneşe devrett b le. Sırtıma batan taşlar dayanılmaz halde artık. Kıpraşıyorum b raz, kollarımı gerd r yorum. Eller m b t rd ğ m şarap ş şes ne değ yor, dev r yorum ş şey . Belk tüm bu düşünceler fermante olan üzümler n suçu. B raz da suçu onlara atayım. Neden her şey n suçlusu ben olmalıyım k ? Mercan Uludağ 11E

Emekl Olduktan Sonra Babasından kalma gr kep n takmış; her zaman oturduğu bankta el ndek az susamlı, fazlaca yanık s m d yle gelen geçen seyred yordu. Boş gözlerle bakmaktan çok, bu et yığınından farksız nsanların k mler olduğunu merak ed yordu. K ş l kler var mıydı, karakterler nasıldı? Her gün s m d n aldığı s m tç evl m yd , çocukları var mıydı? Sonuçta nsanlar, evlenerek toplumdan kabul gördüğü b r ülkede yaşıyordu. B r nsan hakkında en merak ed len n bu olması k msey rahatsız etmem şt daha önce. El n kolunu umarsızca, kolu le omzu arasından herhang h ç kas yokmuşçasına sallayan zabıta göründüğü kadar gaddar mıydı? Yoksa bu gaddar görünüşü ona ceb ndek copun yapab lecekler m ver yordu? Y rm numaralı tramvayın kondüktörü, yıllardır çalıştığı bu şten sıkılmamış mıydı artık? Sonuçta her gün onlarca nsanın emeğ n n kötü kokusunu çekmek kolay değ ld . Düşünceler, aklındak küçük karede dolanıp duvarları yıpratırken ayağa kalkmaya yeltend . Sonuçta aynı anda bunca ş yapmak onun ç n kolay değ ld . Kolundak saate baktı, zaman gelm şt . Boynuna asılı gözlükler n taktı, ağır adımlarla bakkala lerled . Her gün aldığı gazetes n koltuğunun altına sıkıştırdı. Mahalle kahves ne g rd , kahven n arkasına yöneld ve sol köşedek mav m nderl metal sandalyey hedef aldı. Yıllardır buraya gel p de o m ndere oturmayı görev b l rd , - ayıptır söylemes - sandalye m nder poposunun şekl n almıştı. Gömlek ceb nden tükenmez kalem n çıkarttı. D kkatl ce, sank daha önce h ç çözmem ş g b gazeten n son sayfasındak bulmacayı çözmeye başladı. Astronotluktan emekl olduktan sonra tek eğlences bu kalmıştı. Mercan Uludağ 11E YIL:18 SAYI:18

Sayfa 75


İç Yazı Başlığı

şiirden bize Çiçek Senfonisi Çiçeklerin akşamlarını Akşamların çiçekleri Aydınlatır.. Çiçeklerin adlarını Birbirlerine benzemezlikleri Adlandırır. Biri alır bir güneşi Öbürüne yıldız sunar, Biri öbürünü yağmurlandırır. Bir başkası bir güzelliği Akıl almaz çalımıyla Karanlıklandırır. Bir düğünü aklandırır biri, Biri bir yalanı silerken Biri bir ölümü anılandırır. Biri bekler sabahları, Biri gündüz diye çıldırır Bir başkası aydınlığı akşamlandırır. Biri bağlar-bahçeler içinde nazlı, Biri kendi kendini doğurur bayırlarda, Biri kayalıkları ayaklandırır. Pencereden bakar biri, Biri el sürdürmez kimseye, Biri kendini ağaçlandırır. Tırmanır biri el ermez dikliklere. Biri yerlere yaslar yüzünü Topraklandırır.

Biri ordusunu yayar birdenbire Tarlalara, öbek öbek, Kanlandırır.

Biri şarkılarla gözleri besler, Yeşillikleri ve sevgilileri Umutlandırır. Çiçekler hep bekler gibidir, Oysa hiç beklemezler; Biri arılandırır, biri kuşlandırır. Biri rüzgârlandırır gönülleri, Biri kızdırır soğumuş külleri.. Biri de kendini kucaklandırır. Biri tek başına yürür yazgısında, Biri sepetlerde demet demet Ününü kaldırımlandırır.

Biri vazolandırır kendini salonlarda, Biri kurur bir kitabın içinde, Biri de kafes arkasında saksılandırır. Çiçekler bir şölen yaşamda, Renklerin en büyük orkestrası.. Dursuz-duraksız çalar her insanda Sevinci, aldanıyı, ölümü ve yası.

Özdemir Asaf Sayfa 76

YAZIN


Yağmur bastırır ya aniden duygulara Öfkesi zamanların görünmezlikleri Doğayla buluşma düzleminde yüreklendirir Biri kalbini kırar sevdiğinin Biri başına çiçekler

kulüpten...

bizden şiire

Ilık bir esintinin fısıltısında

Hani tam da birkaç adım kalmışken aşklara

Taçlandırır

Düşünceleri bulutlandırır Ulviye Taylan

Biri kelebekler kondurur yüreğine Biri ayçiçeklerini Güneşlendirir Biri rüzgârda savurur Mercan Uludağ

Kokusunu Biri taşır bedenini Bir genç kızın toprağa uzanmış

Çiçeklerin ruhunu Renkleri anlamlandırır Kırmızı tutkuyu alır

Dostluğu sari ışıklandırır Turuncu coşkulandırır vazoyu

Çiçekler sahibidir renklerin Kokunun, aşkın, Gönül açan, canlandıran Yürekten yüreğe gezen Levent Toprak

Benzemezlik gönülleri ferahlatır Bir mevsimdir yaşamda onlar Biri nefes olur Biri de hüzün

Biri saklanır genç kızların saç tellerine

Sonsuzdur varlığı insanda

Erken olan geceleri

Neslişah Şara Yücel

Çocuklaştırır

Döker biri yapraklarını, çıkmaza bakan evde Hayata kızgınların pervazlarını Efsunlandırır Zeynep Sarıfakıoğlu

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 77


İç Yazı Başlığı öykü

gazetecilik Sahne Sanatları Efend m ş md b z m ney m z var o ler Batı’dan farklı olarak? Ney m z var tab . Pek onun dışında, bu konuda ne özgünlüğümüz var? Çevresinde toplandığımız orta oyunlarımız var, hayal perdesi üzerinde hayat bulan cahil Karagöz ve okumuş Hacivat’ımız var, sokak ortasında bir baston bir bez ve bir tabureyle bin kişi olup daracık sokakları şenlik merkezine dönüştüren meddahlarımız var. Peki söyleyin bakalım bizde bunca çeşit varken bu konuda o her konuda ileri Batı’dan eksiğimiz olabilir mi? Olur efendim, bal gibi olur. Onlarda ne tek kişilik kumpanya meddahlar ne de can bulan deve derisi kuklalar vardır lakin bütün dünyanın bildiği ve saygı duyduğu tiyatro denen sanat türü barınmaktadır onların yanında. Bu türün en güçlü yanı sistemli ve herkese erişilebilir olmasıdır. Mesela bizimkiler müsait olan yerde sanatlarını sergilerler ve bu da her zaman başlarına gelmez. Dolayısıyla her gün zevkle bir oyun izleyemeyiz şöyle belli bir yerde. Oysa onlar bu sorunu çözmüşler. Şimdi bu tiyatro oyunları da eskiden köşe başlarında yapılıyormuş ve halk yine bizim gibi böyle eğlenceyi her zaman bulamadığına üzülüyormuş. Sonunda devletler görmüş bu işin ciddiyetini, insanlarına katabileceklerini, tiyatro sahnelerinin inşaatlarını teşvik etmişler. En bilineni Glob’dan daha niceleri yapılmış ve halk fakiri zengini ayırt edilmeksizin, tabi verdikleri bilet fiyatları oturdukları yeri belirlemiş, buralara akın etmiş. Böylelikle bütün sınıfların ortak bir eğlencesi oldu hem de tiyatroda verilen dersler daha geniş bir kesime ulaştı. İşte b z de bu ş becermel y z sevg l okurlar. Batı’nın s steml t yatrosunu almalı ve kend öz kültürümüzün harikalarıyla donatıp kendi halkımıza sunmalıyız. Böylelikle toplum olarak beraberce bir adım atabilir ve ilerleyebiliriz. Tekir Paşa / Berkin Işık 11B ŞTTL

Mukaddime Şimdiye kadar hiç kimse gazete çıkarmak için adım atmamıştır. Müslüman olmayanlar gazete çıkarırken Müslümanlar çok geç kalmıştır. Bu durum Devlet-i Aliyye tarafından fark edilip telafisi için mezuniyet-i resmiye verilmiştir. Birkaç gazete ve biz mezuniyet-i resmiye ile harekete geçtik. Gazetemizde, umûma Osmanlıdan ve dünyadan haberler olduğu gibi aktarılacaktır. Anlatımda bîtaraf ve basît bir üslup kullanılacaktır. Kulaktan dolma bilgilerin asıllarını yaymak gayemizdir. Gazetemizde umûmun ilgisini çekecek ilim, sanat, sıhhat, terbiye gibi alanlarda yazarlarımız yazacaktır. Zaman içinde umûmun hevesine göre mütenevvi konularda yazılar yayımlanacaktır. İşleyen demir ışıldar; Namık Kemal'in deyişiyle cevher olan umûmuz da okudukça parlar, değerlenir. Yazarlarımız Tekir Paşa, Tayyar Paşa, Aliye Hanım ve ben Latife Fikriye Hanım kıymetli cevheri eskisi gibi değerli yapmak için bu mühim yoldadır. Taşradan şehirlere umûmun hepsine ulaşmak gayemizdedir. Arz eylediğimiz gibi; umûmu değerli kılmak, yol göstermek gayemizdir. Geceleri hep kaybolanlara yön gösteren Nesr-i Tâir gibi, biz de bu zor zamanlarda umûma doğru yolu gösterme gayesindeyiz. Ziya Paşa’nın lutfettiği gibi: İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah Senay Songur 11B ŞTTL

Sayfa 78

YAZIN


N da Ahal 3 Kasım 1839 Tanz mat Fermanı'nin lanı ve Gülhane Parkı’nda bu fermanın halka duyurulması le b rl kte Devlet- Al ye’m z tarafından yapılan düzenlemeler artık halkın da siyasi, toplumsal, ekonomik ve sosyal hayatta düşüncelerini paylaşabileceği, yapılan yeniliklerden haberdar olabileceği bir kaynağın gereksinimini doğurmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak adına çıkarılan gazetelerin halkın sesine yeterince kulak veremediğini düşündüğümüzden dört yazar birleşerek Nida-i Ahali gazetesini yayımlama kararı aldık.

Gazetem z; f k rler m z özgürce paylaşabileceğimiz, Devlet-i Aliye’miz tarafından alınan sosyal, siyasi ve ekonomik kararları ve bu kararlar çerçevesinden gerçekleşen hadiseleri halkımıza aktarabileceğimiz özgür bir düşünce platformunun oluşturulmasını ve her şeyden önce halkımızın her kesiminden vatandaşa ulaşmayı amaçlamıştır. Batılılaşma rüzgârının başlamasıyla Osmanlı üzerinde esen hak, hukuk, adalet ve eşitlik gibi kavramların gemilerimize yön vermesi hedeflenmiştir. F k rler m z n yaver olan gazetem z aynı zamanda devlet ve m llet hak me arasında köprü vazifesi görecektir. Zihnimizin kapılarını aralayan gazetemiz uyanışımızın simgesi haline gelecektir. Yenileşme mücadelemizi kalıcı kılacak ve haksızlıkları gün ışığına çıkaracaktır. Kısacası temelinde eşitlik ve adalet yatan ve her bireyin faydalanabileceği bir mekteptir Nida-i Ahali. Her gün daha da bilinçlenebilme, farkındalık kazanma, hak ve özgürlükleri tanıma yolunda halkın en önemli destekçisi olacaktır. Tüm bu amaçların neticesinde 1863 yılında 4 kıdemli yazar olarak bir araya geldik. Ben Cemile Hanım ve diğer yazarlarımız olan İlmiye Hanım, Ulvi Efendi ve Eşref Efendi halkın sesine kulak olmak adına bir yıl süresince yaptığımız çalışmaları bir araya getirerek 1864 yılının mayıs ayında ilk olarak İstanbul ve sonrasında tüm Anadolu ve Avrupa’ya yayılmasını hedeflediğimiz Nida-i Ahali gazetesini çıkardık. Gazetemizin bünyesinde toplumumuza yeni girmiş olan edebi türlerden bölümler bulunacaktır. Bunlar başlıca; tefrika halinde romanlar ve tiyatrolar, tenkit yazıları ve halkımızın alışık olduğu türden şiir yazılar yer alacaktır. Aynı zamanda gazetemiz düzenli olarak her gün yayımlanacaktır. Net ce t bar yle, düşünceler m z aktarmak amacıyla kurduğumuz gazetem z, devlet m z tarafından b ze sağlanan b r hak olduğu g b aynı zamanda vatanımıza karşı b r sorumluluğumuzdur. N da- Ahal bu sorumluluğumuzun sosyal hayatımızda vücut buluşunun t msal olacaktır. Ceyda Solmaz 11B ŞTTL

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 79


İç Yazı Başlığı

gazetecilik

Aşk-ı Hürr yet Kas des Olmak taraftar-ı hürr yet tek gayed r Bu da kastımız çin belagat-ı irşadiyedir Evvela icraat yapar seni pir Kul edene akik cehennem, hür edene de cennet bakidir Zalimin ahlak-ı seyyiesine azaim olmak gerektir Ayn-ı şerre müdahilan erbâb-ı denâettir Halkını satan için korku büyük ve pistir Hürriyeti kesen için tek hak kötektir Safe olup süzülmek verir lezzet-i ömür Abd olan tek can için bile yedi cihan üzülür Ab-ı kevser olsa özgürlük doymak bilinmez Hürriyet için ab-ı hayat akıtmak yetmez Hürriyet hastası olduysak eğer, afiyet haramdır, şifa ise beter Bu acıyı ancak ve ancak hür olmak keser Eren Yenigül 11B ŞTTL Belagat-irşadiye: Doğru yolu göstermek için sözün muhataba ve amaca uygun olarak söylenmesi Akik: sıcak Ahlak-ı seyyie : Kötü ahlâk Denaet : Alçaklık Safe : Kanatlarını havada yayıp uçan kuş. Lezzet-i ömür : Yaşama zevki Abd : köle Ab-ı kevser: Cennetteki Kevser Irmağının suyu. Ab-ı hayat: Hayat suyu, kan.

Sayfa 80

YAZIN


Özgürlük Kasidesi Ahval-i maziye bakınca yapılan galatat müşahede ecel –i mübrem Tanzimattan akdem halkın sözü yok sayılmıştır Ölüme yol açılsa bile halk sözünü himaye edecektir İmdi susmak yerine adalet özgürlük hak vardır Özgürlük millet olarak halkın bir hakkıdır Bu hak cedid doğan bir bebeğin henin etmesine sebep olacak olsa bile milletten kopartılamaz. Buna karşı çıkanlar var ise zalimin ta kendisi Eskiyi isteyen zalim bu köpekler milletin özgürlüğüne adavet duymaktadır Biz öyle bir milletiz ki ister nice afetler olsun Ahdi bozacağımıza millet yolunda can vermeyi yeğleriz Ne kadar bediiyat vatanımıza toprak atılmaya çalışılırsa çalışsın Bu vatan efsunkar özgürlüğü ile asla paslanmaz Ey umudumu göklere çıkmasını sağlayan acib özgürlük Seni arayayım derken andelib-i aşka dönüştüm Ey mücadeleme neden olan afitabcemal özgürlük Seni buldum derken sahralara bölündüm Olanların tefehhüm et mürg-i bal-şikeste Kurtar yurdunu bu gafletten aheste aheste Günümüz Türkçesi

Geçmişteki hallere bakılınca yapılan yanlışları gözle görmek kaçınılmaz olan bir ecel Tanzimattan daha önce halkın sözü yok sayılmıştır Ölüme yol açılsa bile halk sözünü koruyacaktır Şimdi susmak yerine adalet özgürlük hak vardır Özgürlük millet olarak halkın bir hakkıdır Bu hak yeni doğan bir bebeğin ağlamasına sebep olacak olsa bile milletten kopartılamaz Buna karşı çıkanlar var ise zalimin ta kendisi Eskiyi isteyen zalim bu köpekler milletin özgürlüğüne düşmanlık duymaktadır Biz öyle bir milletiz ki ister nice afetler olsun Sözümüzü bozacağımıza millet yolunda can vermeyi yeğleriz Ne kadar güzelliklerle dolu olan vatanımıza toprak atılmaya çalışılırsa çalışılsın Bu vatan büyüleyici özgürlüğü ile asla paslanmaz

Ey umudumu göklere çıkmasını sağlayan hayret veren/benzeri görülmeyen özgürlük Seni arayayım derken aşk bülbülüne dönüştüm Ey mücadeleme neden olan güzel yüzlü/sevgili özgürlük Seni buldum derken sahralara bölündüm Olanların farkına/idrakına var kırık kanatlı kuş Kurtar yurdun bu gafletten yavaş yavaş

Meysa Selim 11B ŞTTL YIL:18 SAYI:18

Sayfa 81


İç Yazı Başlığı

dergicilik

Mecmua- Servet- Fünun’un Ex gence’ Değerl okurlar, dönem m z n en sof st ke ve en préc eux mecmuası olan Servet- Fünun mecmuası ç n kaleme aldığım bu pet t yazıya başlamadan evvel remerc ementler m sunmak sted ğ m dört büyük nsan var. Ou , kend ler Reca zade Mahmut Ekrem, Ahmet İhsan, Tevf k F kret ve Hüsey n Cah t Mösyöler m zd r. Bu dört büyük nsan k şahsıma böyle grand b r honneur sah b olma şansı verm şlerd r. Bu yazımın objekt f şahsen bu “de toute beaute” mecmuayı övmek olarak şek llenecekt r. Pourquo ? Çünkü, b l m , l m , sanatı ve her tür Batılı y l ğ destekleyen bu derg Grand Ottoman’ın en ler derg s d r, b en sur. Ouest b r tarzda söylemek gerek rse, 1896 yılına tekabül eden zamanda bu mecmuayı yayınlama ngen euxluğunu, ntell gentl ğ n göstermekle b r grup aydın genc un f e hale get ren ma trem z Reca zade Mahmut Ekrem, b z m g b aydın auteurları b r araya get rerek sanırım bu yüzyılın en akıl dolu hamles n yapmıştır. Pek ya Mösyö Tevf k F kret’ n, mon am çok sever m kend ler n , böyle yüce, böyle sof st ke b r kurumun başına geçmes ne, ed törlüğünü üstlenmes ne ne demel ? Kend ler nden bana gönder len b r mektup, çok sevd ğ m b r p ano eser n cra ett ğ m momentte el me ulaştığında ne kadar sev nd ğ m , nasıl b r fel c te çer s nde olduğumu tahm n b le edemezs n z az z dostlar. Bu mektupta yazanları aynen aktarıyorum s ze. “Az z Dostum Batuhan, B r c k ahbabıma bu mektubu yazarken ç m heyecan dolu. İç mde yen b r hareket yaratacağımıza da r b r h s büyümekte dostum. Yen b r mecmua açıyoruz. Daha önce görülmem ş b r emel m z var bu sefer. Madem kontrol ed l yor her yazdığımız, madem nsanlara b r şey öğretmek yasak, o zaman b z de kend zevk m z yayarız bu gazetede. Edeb yattan zevk alan, b l me lg s olan aydınlara h tap edeceğ z dostum. Senden de r cam şudur, b r sonrak sayımızda sen n de b r katkın olsun st yorum. Sevg ler mle, Ton Am Tevf k F kret “ İşte bu konuda d yeceğ m odur k , edeb yattan derk etmek, b l me lg duymak g tt kçe Batılı b r sof st ke anlayışa dönüşüyor. Bu durumda yapacağımız tek şey Batı’nın o beau cultureüne ayak uydurmak olacaktır. Kend cultureümüz ne kadar gel ş rse gel şs n b r D van özent s olmaktan kurtaramıyor kend n . B z aydınlar, b z Servet- Fünun adı altında un f e olmuş halkın ler gelenler , bu derg m zde sanatımızı cra edeceğ z, ş rler yazacağız. D van’ın Doğu etk s nden kurtulacak ve Ottoman l tteratureüne d gne b r üslup ben mseyeceğ z. Batı l tteratureü müess r yet yüksek, pla s r fazla b r edeb yattır sans doute. S z okurlar, s zden d leğ m odur k bu mecmuayı okuyun, bu voyageda b z tak p ed n. Atabek Batuhan B lg ç Fen11

Sayfa 82

YAZIN


Dekadanlar Tartışmasının Sonu Yaklaşık dört yıl g b uzun b r süre devam eden “dekadanlık tartışması” n hayet son buldu. Hafızalarımızı şöyle b r yoklarsak uzun yıllar edeb yat ve f k r dünyamızı meşgul eden bu polem k, Cenap Şahabett n’ n “Mektep” derg s nde çıkan “Terane- Mehtap” adlı ş r nde geçen “saat- semanfam” (yasem n renkl saatler) tamlamasının çok tepk uyandırmasıyla başlamıştı. Dekadanlık sözcüğü, Ahmet M that Efend ’n n Sabah Gazetes ’nde yayımlanan Cenap Şahabett n’ tham ett ğ “Dekadanlar” adlı makales yle 1897 yılının Mart ayında lügatımıza g rd . “Dekadan” kel mes aslen Fransızcadan gelmekte olup “ nh tat, yozlaşma” anlamlarına gelmekted r. Ahmet M that Efend ’n n bu makales nde kullandığı “dekadan” sözcüğü o günden sonra Servet fünuncuları yermede kullanılan b r sözcük oldu çıktı. Bundan sonra sadece Ahmet M that Efend tarafından değ l, Servet fünun edeb yatı ve tems lc ler n beğenmeyen herkes tarafından olur olmaz, b l n r b l nmez st mal ed l r oldu. Ahmet M that, yazısında Servet fünuncuların düşmüş Türkçe kullandıklarını, muhakat ve takl t b r edeb yat meydana get rd kler n dd a etm şt . Onların yabancı kel meler gereğ nden fazla kullanıp Osmanlıcanın yapısını bozdukları dd asındaydı. Cenap Şahabett n başta olmak üzere Servet fünuncular se yen ve n tel kl b r edeb yatın yalnızca yen sözcükler ve terk plerle nşa olunacağı görüşündeyd . Ahmet M that’ın bu yazısıyla Servet fünun yazarlarına t raz ve saldırılar yoğunlaştı. Ne yazık k bu tartışmada Servet fünun Derg s tek başına b r cephey oluştururken karşısında çok sayıda derg ve gazete buldu. Servet fünuncuların yanında yer alan tek gazete Tar k oldu. Çok man dardır k sorunun kaynağı olan tartışmayı başlatan Ahmet M that Efend ’n n “Dekadanlık” makales n yayımlayan da Tar k’t . Sorunun son bulmasında rol oynayan yazısını yayımlayan gazete de y ne Tar k oldu.

Servet fünuncuların kend ler ne yönelt len eleşt r lere önceler önem vermey p cevaplandırma gereğ b le duymadıklarını unutmayalım. Ancak bu durum meydanı münakaşat ve tartışma yaratanların gözünde susmak, sess z kalmak ve yen lmek anlamına geld ğ ç n Servet fünuncular kend ler n savunmaya başlamışlardır. Bunu da olgun b r üslupla, usul erkan dah l nde yapmışlardır. Eleşt r lere, d l ve edeb yat açısından gerçekleşt rmek sted kler n zah eden karşılıklar verm şlerd r. Mamaf h ağır hücumlar karşısında onların da sabrı taşmış, zaman zaman sert karşılıklar vermek zorunda kalmışlardır. Bu sert hücumlara karşı se Servet fünun’un en ateşl savunucusu Hüsey n Cah t olmuştur. Tanz mat Dönem ’n n öneml ve değerl sm Şemsett n Sam ’n n sorunun çözümünde öneml payı olduğu yadsınamaz. Şemsett n Sam ’n n b r yazısında Servet fünunculara açıkça destek vermes tartışmanın sona ermes nde öneml b r gel şmed r. Bu yazı sonrasında Ahmet M that Efend ’n n Tar k gazetes nde yayınlanan “Tesl m- Hak kat” başlıklı makales yle n hayet tartışma b tm ş, münakaşalar son bulmuştur. Unutmayalım k edeb yatımız Tanz mat le Batılılaşma yönünde b r değ ş m geç rmeye başladı. Bu b r vakıadır. Servet fünun edeb yatı se Batılılaşma yönünde b r adımdır. Sanılanın aks ne b r bakıma b r ger ye dönüş söz konusu değ ld r. D ldek Arapça, Farsça sözcükler n çokluğu Servet fünuncuların d l n esk yapmaz. Zaten eleşt r ler n odağı olmaları da yen l k yolunda fazla hızlı g tmeler nden değ l m d r? Ancak ne yazık k bazı yazarlar yazılarında tahm n mce Servet fünuncuları Ahmet M that’ın da onaylamayacağını düşündüğüm b r üslup ve sev yede eleşt rm şlerd r. Sonuç olarak Servet fünuncular çok sık olarak haksız yere “dekadanlık” suçlaması le karşı karşıya kalmışlardır. Esk edeb yat yanlıları ne yazık k bu şte gal p çıkamamışlardır. Tanz mat dönem nde d lde gerçekleşt r lemeyen b rçok yen l ğ yıkıcı ve ağır eleşt r lere rağmen Servet fünuncular hayata geç rm şlerd r. Fermude Neşe Ürmez Fen11

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 83


İç Yazı Başlığı

dergicilik

Biçare Bekleyiş Ayrılmak zordur, kaybetmek daha da zor fakat en zoru vazgeçmekt r. Ben hem ayrıldım hem kaybett m lak n asla vazgeçmed m. Vazgeç r ld m, susturuldum, kandırıldım... Yıllar önce kenar mahallemde volta atıp arkadaşlarla del dolu yaşarken ömrü, ş md se Boğaz ç ’nde den ze karşı bakıp maz y özler oldum. Tüm suç bende, ne geld yse başıma kend aptallığımdan. Zeng n b r kadınla evlen p çgüveys olmaktı en büyük hayal m. En sonunda erd m muradıma. Güln hal Hanım büyüktü benden yaşça, önemsemezd m bunu lk zamanlarda. Yer, çer keyf me bakardım. Kayınval dem n sözünü k letmeden d nler, em rler n yer ne get r rd m. Güln hal Hanım ve a les ne dedeler nden kalan m ras kend ler ne yed düvel yeteceğ nden umursamazlardı madd yatı. Ben m bu gözü karalığım ve paraya olan sevdam, teyzem yaşındak kadına - Güln hal Hanıma - tutkuyla bağlanmama yet yordu. Yalıdak her şey muazzamdı. Aynalardan alamazdım kend m , gür bıyıklı, kara kaş, kara gözlü yağız b r del kanlıydım. Ben Beyoğlu’nda alışver ş yaparken görmüş Güln hal Hanım. H ç evlenmem ş bugüne kadar. Madd arzularımı anlamış fakat h ç ses etmem şt . Etmezd zaten, kayınval dem Ferhunde Hanım g b değ ld kend ler . Açardı ağzını, yumardı gözünü kayınval dem. Genç yaşımda yıldırdılar ben paradan puldan. Çok p şmanlıklar yaşadım sonradan. İy b r s yd Güln hal Hanım b r teyze olmak ç n fakat b r eş… Yıllar geçt g tt böyle. Gen şt Güln hal Hanımların eş dost ve a les . Ben değ şt ren gündü o gün. Her zaman olduğu g b şıktım o gün de pahalı kıyafetler mle. Lak n m saf r m z olduğunu b lmeden şıktım o gün. Güln hal Hanım tal m etm şt g y nmey , yemey , konuşmayı bana. Çok şükran borçluyumdur kend ler ne. Fakat sadakat öğretemem şt bana çünkü o gün hayatımın ger kalanını etk leyecek b r şe kalkıştım. Sevdalandım lk defa güzeller güzel b r hatuna. F rdevs’t sm . M saf r m z Ahmet Bey’ n müstakbel eş . Fakat gönül bu ferman olsa d nlemez. Alamıyordum gözler m gözler nden. Korkmuyor da değ ld m yakalanırsam d ye. Gençt , güzeld F rdevs, bakışları acıtırdı sterse canımı, sterse açtırırdı laleler bahçemde. Sıklaşmıştı son zamanlarda buluşmalarımız Ahmet Beyler le. H ç sev-

Sayfa 84

mezd m kend ler n aslında, ger kafalı, kara parayı aklamış, şuursuzca parasını çarçur eden ve ben her fırsatta hor görmeye çalışan b r yd . Ama F rdevs’ n b r tebessümünü görmek ç n razıydım onun o gudubet suratını görmeye. Tehl kel yd F rdevs, korkuturdu ben . Ahmet Bey’e neden katlanırdı acaba? Hep bunu düşünür kend m helâk eder olmuştum. F rdevs stese bütün erkekler kul köle ederd güzell ğ yle kend ne lak n neden bu kocamış adamdı? Çok geç olmadı anlamam. F rdevs de ben m g b ym ş. Yoksul b r kenar mahalle d lber . Belk de lk gördüğü zeng ne kaçmıştır. Bu durumu h ç önemsemed m. Aynı yolun yolcusuyduk sonuçta. B r kuru ekmeğ yeğlerd m ben onunla. Ben böyle düşünürken o ne derd bu duruma? Kafama koymuştum, çek p kenara konuşacaktım. Del g b sen st yorum d yecekt m. Kabullen ben böyle, aşığım sana d ye haykıracaktım. Lak n olmadı, bu durumu böylece planlarken b r gece Güln hal Hanım ‘’Sakın!’’ ded . Hayretler ç ndeyd m. Neden böyle b r şey ded ğ n anlamamıştım. Ardından devam ett : ‘’ F rdevs’e bakarken b le görmek stem yorum sen .’’ Donup kaldım çıt b le çıkarmadan yattım o gece. Ertes sabah Ahmet Bey’ n yazlık ev ne g deceğ m z b lmeden çıktım Güln hal Hanım le. Doğru düzgün kıyafet b le alamamıştım yanıma. Beş gün kalırmışız Heybel ada’da. Yolda öğren nce durumu Güln hal Hanım’dan, gözler m n önünde F rdevs’ n s lüet bel rd . Mutluluktan ç m pır pır ed yordu. Eve yerleşt kten sonra Güln hal Hanım’dan çek nmekle beraber fırsat kovalıyordum F rdevs’e yaklaşmak ç n. İlk k gün böyle geçt kten sonra el me b r fırsat geçm şt onunla konuşab lmek ç n. Üçüncü gün b r ebr- bahar le uyandım ve F rdevs’ bahçede tek başına otururken gördüm. El m ayağıma dolaştı ama yanına g tt m, ona: ’’Gayem zat-ı âl n z tac z etmek değ l, efkârı umum de muhabbet kurmaktır. Cevabı müspet n z kalb- hazı hal m tam r ve tem n edeceğ nden destmuhabbet n ze tal b m.’’ ded m. H ç beklemed ğ m şek lde karşılıksız değ lm ş bu aşk. Artık her fırsatta yaklaşıyordum ona. A le yemekler nde b le yanına oturuyordum. Güln hal Hanım küplere b nerd ben öyle görünce. Akşam gel nce de yatarken unutmazdı cezamı kesmey . Ama bu seferk acıydı. Ben ger yollamıştı yalıya. Çok uzaktım artık F rdevs’e. Güln -

YAZIN


hal Hanım artık mahrem- esrarımdı ve bu ben ürpert yordu. Farkındaydı her şey n. F rdevs ben m menba-ı hayatımdı fakat Güln hal Hanım varlıklı ve güçlüydü.

Hüzün doluydu içim, Kan ağlıyordu gözlerim. Saatler durmuştu sanki ...

Yalıya dönmüştüm Ferhunde Hanım’ın aşağılayıcı bakışlarını tekrar görmek baht-ı karalığımdandı muhtemelen. Aklımdan çıkaramıyordum F rdevs’ h çb r şek lde. Unutamazdım bu afet- devranı fakat Güln hal Hanım… Ertes gün erken uyandım b r bad-ı saba le. Hüzün doluydu ç m, kan ağlıyordu gözler m. Saatler durmuştu sank F rdevs’ göremey nce. Şeb- yeldayı münecc m, muvakk t ne b l r? Müptelâ- gâma sor geceler kaç saat? İk gün sonra Güln hal Hanım teşr f ett ler yalıya. Mutlu gözüküyordu. Ahmet Bey’ n Güln hal Hanım’dan hoşlandığı d llere pelesenk olmuştu evvelden ber . Lak n ben ses çıkartamıyordum bu vaz yete. Bu mutluluğun sebeb bell g b yd lak n ben bu vaz yet açamadan o ben mle konuştu. Artık evden g deb leceğ m , ben stemed ğ n ve F rdevs’ bulab leceğ m d llend rd . D laramdı F rdevs ben m apar topar çıktım evden onu aramaya. Canfezaydım onun uğruna. Aradım durdum koca şehr- İstanbul’da. Üstünden b r hafta geçt . Gayr-ı mesmure uğraşmıştım. Bulamadım. Yalıya döndüm kend m affett rmeye, Güln hal Hanım le konuşmaya. Tam kapıdayken Ahmet Bey’ gördüm Güln hal Hanım le sarmaş dolaş. Fırladım yanlarına vaz yet sordum, Ahmet Bey F rdevs’ yollamış uzaktak mahalles ne, şehr- İstanbul’un d ğer ucundaymış, bulamazdım artık onu. Son kez k a'mak-ı enzarım le ayrıldım yalıdan. Bedbaht ve b d renk b r adamdım canan-ı sultanını kaybetm ş. Kend denaet m yüzünden. Lak n en çok da b çare b r adam... Y ne aynı bad-ı saba eşl ğ nde yürüdüm en n- kalb m duyulurdu dışardan o an. Ferağ etm şt m tüm paradan puldan Güln hal Hanım’ın sah p olduğu. Ç çeğ m kopararak, F rdevs’ yollayarak sağladılar Ahmet Bey ve Güln hal Hanım ayrılığımızı; kaybett m aşkımızı ben yalnızlığa mahkûm ett kler nde lak n vazgeçmed m, âlemdek en büyük arzum madd yat değ lm ş meğer. Aşk, yâr n bahçes nden geçmek, gülünden b r şen gül seçmekm ş. Ben vazgeçmed m. Vazgeç r ld m, susturuldum, kandırıldım… Canımdan cananım kopartılarak. Bekl yorum ben de b çare…

Mertcan Baş 11A

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 85


İç Yazı Başlığı

dergicilik Kırık Kalpler Yalısı Hal de, Cah t’ n tahassürüyle yanıp tutuşuyordu. Cah t ne zaman gelecekt ? Acaba h ç gelmeyecek m yd ? Bırakıp g tm ş m yd onu, al yanaklı soluk ben zl Hal de’s n ? Üç ay kadar kısa b r zaman önce Cah t ş olan doktorluk hususunda Almanya’ya g tm şt . Bu alanda namını salmış, el y ş tutan, hastaların güven rl ğ n b r tebessümüyle kazanan b r doktordu Cah t. Almanya’ya, tutkusu olan tıp b l m hakkında daha da çok b lg ed neb lmek ç n g tm şt . Ardında, Boğaz’da güzel beyaz duvarlı beyaz panjurlu yalısını ve onu canından çok seven karısı Hal de’y bırakmıştı. Hal de’y her ne kadar çok sevse de bu sevg ona doktorluk kadar heyecan verem yordu. Ne zaman uzun b r mesa den sonra, tüm o yorgunluğu unutma umuduyla ev ne dönse, kapıdan g rd ğ ve bahçedek ç menler n kokusunu aldığı anda tüm o umut b r kar tanes n n sıcak b r alına değd ğ nde hemencec k kaybolması g b yok olurdu. Sorun karısında mıydı? Çok mu rak t buluyordu l şk ler n ? Cah t ne zaman bu konular hakkında düşünmeye başlasa kalb b r tuhaf atmaya başlıyor, duvarlar üstüne gel yormuş g b oluyor ve gözler kararıyordu. Bu nedend r k pek fazla düşünmemeye çalışıyordu Hal de le olan hayatını. Alık yüzlü Hal de, Cah t’ n k bar laflarına, yakışıklı tebessümüne ve pek de h ssetmeden söyled ğ lt fatlarına aldanıp aşkın egemen olduğu ayrı dünyalara kaçıp g d yor ve ger dönem yordu. Sanıyordu k münevver yüzlü Cah t onun tek ve gerçek aşkı. Cah t ne zaman eve gelse ve deryaları kıskandıran mav gözler yle Hal de’n n kömür s yahı gözler ne baksa, Hal de bu gözler n ç nde kaybolur saatlerce kend ne gelemez ve Cah t’e olan aşkıyla ölüp b terd . B r hülyalar ç nde yaşar, o hülyalardan çıkamazdı Hal de.

Hep böyleyd , gerçekl kle arası h çb r zaman y leşemed . Daha küçücük b r kızken annes n n ölümüne tanık olmuştu. Annes n odasında yerde yatarken bulmuş, onunla oyun oynadığını sanmış fakat b lekler nden akmakta olan kanı göz ardı etm ş ve ölü gözler ne bakmamaya çalışmıştı. “Anne! Anne! Ben geld m, had bana b r h kaye anlat!” Babası Hal de’n n gürültüsüne gelm şt “Ne oluyor kızım? Annec ğ n rahat bırakmaz mısın sen h ç!” sonradan fark etm şt k b r c k karısı yerde öylece yatıyor, b lekler nden ona ş md ye kadar hayat verm ş olan sıcacık kırmızı yaşam sıvısı akıyor. Babası, kızının annes n n nt harını böyle b r oyuna yormasını küçüklüğüne verm şt . Fakat Hal de, gerçekten de uzun b r süre nanmamıştı annes n n yokluğuna. Y ne hülyalar ç nde dolanıyor, annes n arıyordu ev n ç nde. İşte o yüzden h çb r zaman y leşmem şt Hal de’yle hak kat n arası. Cah t’ n en ufak b r hücres ne b le tapıyor, onun da onu sevd ğ hayal ne kapılıyor bu hayal , hak katle karıştırıyor ve bu hayale daha b r sürü hayalle temellend r yor ve böylece hayaller g tg de güçlen yordu. Ne yapsın da nanmasındı bu hayallere? Hak kat bu kadar canını yakarken, pamuk şeker pembes nden hayaller ne sırtını mı dönseyd ? Ne yapsın şte, nanıyordu bu hayallere. Cah t’ n yokluğunda ona b nlerce aşk ş r yazmış, onun o gümüş çerçevedek s yah beyaz resm ne bakakalmış, hayallere dalmıştı. Oysa Cah t, Almanya’ya geld ğ nden ber Hal de hakkında el nden geld ğ kadar düşünmemeye çalışıyordu. Ne yapsındı? Asıl aşkı olan tıp b l m ç n

geld ğ bu yerde nasıl Hal de’y özles nd ? Onun ç n evl l k b r hak kat, tıp se hayal dünyasıydı. Tıpkı Yıldız g b o da sevm yordu hak kat . Ne yazık k b r hafta çer s nde ev ne dönecekt ve evl l k hak kat yle yüzleşecekt . Hal de ç nse y olacaktı bu eve dönüş. Hayaller n süsleyen aşkını görecekt . O çok özled ğ mav gözlere dalacak ve hayal kuracaktı. Hal de, kocasının geleceğ günü ple çek yordu. O gün geld ğ nde sabahın lk ışıklarından son ışıklarına dek evler n n bahçe kapısını ve yolunu gören penceres nden kocasının gel ş n bekled . Onun ç n beklemek sorun değ ld , hayallere dalmak ç n b r bahaneyd çünkü.

Sonunda Cah t, kahvereng der bavuluyla kapıdan çer g rd . Hal de, hızlı adımlarla kocasının yanına koştu. Kalb ağzından çıkacak g b yd . Kocasının boynuna sarıldı ve yanağına sıcak buseler kondurdu. Cah t bu sevg göster s ne pek katılmak stemeye stemeye karısının alnından öptü. “Ne oldu Cah t? Yoksa Almanyalı düşkünlerde m kaldı gözün!” Yıldız ağzından çıkmış ve b r daha ger dönüşü olmayan bu lafa karşı büyük b r utanç duyuyordu. Nasıl olur da aşkına böyle b r şey söylerd ? Cah t’ n yorgun gözler büyüdü ve Hal de’ye karşı büyük b r nefretle doldu. Adeta gözü dönmüştü. Hareketler n kontrol edem yordu, hareketler onu kontrol ed yordu. El n kaldırdı ve Hal de’n n al yanaklarına sert b r tokat attı. Zaten ncec k olan Hal de, bu darbeyle kend n yerde buldu. Bu tokat, onu hak kate öyle b r çarptırmıştı k . Artık hak katten dönüşü yoktu. Dönemezd b r daha hayaller ne. Karşısında duran bu adama karşı h çb r şey h ssetmed ğ n anımsatmıştı bu tokat ona. Soğuk yanaklarına b r b r sıcak göz yaşları dökülüyordu. Hak kat bu kadar acı olmamalıydı ama öyleyd şte. Yerden zorla kalktı. Karşısında ona şaşkınlıkla bakakalan, yaptığı hareketten p şmanlık duyan Cah t’e b r bakış attı ve uzun merd venler yuta yuta üst kattak odalarına çıktı. Kapıyı da sertçe kapattı. Hal de’n n tek hayal bu aşktı. Bu aşka nanmıştı. Cah t onu gerçekte sevmese de, hayaller nde sırılsıklam aşıktı ona. Fakat bu tokat bu hayaller b r b r öldürmüştü. Hayaller olmadan Hal de ne yapardı? Yapamazdı. Hal de paldır küldür tüm çekmeceler açıp kapıyor, Cah t’ n s lahını arıyordu. O koca, soğuk, yalnız odanın tüm köşeler ne baktı. Fakat bulamadı s lahı. Tek umuduydu o s lahın get receğ sıcak ölüm. Sonunda aklına geld s lahın nerede olduğu. Tab ya! Cah t s lahını yatağın altında saklardı. Güçsüz eller yle yatağı karyolasından ayırdı ve şte! S lah orada duruyordu. S laha öyle b r aldı k nce eller ne… Ş md tastamam b r nsandı, kavuşacaktı b razdan ölümüne. Cah t kapıyı kırarcasına çalıyor, Hal de’n n b razdan yapacağı şeyden korkuyor, ona bunu yapmaması ç n yalvarıyordu. Ama naf leyd . Hal de, h ç çek nmeden s lahı kend ne doğrulttu, ağzını açtı, s lahı gonca dudaklarına oturttu. Gözler nden son b r yaş süzüldü ve tet ğ çekt . Koca beyaz yalıda b r s lah ses , ardından Cah t’ n çığlığı, suya düşmüş hayaller ve ölü b r kadın beden … Duru Ustaoğlu 11G

Sayfa 86

YAZIN


Nec p’ n Ev Otuz yaşlarına ulaştığı zamanlara kadar a les yle beraber oturduğu büyük konaklarından uzaklaşmak h ç aklına gelmem şt Nec p’ n. N ye böyle b r şey yapsaydı k . Kend s de varlıklı b r a leden olan karısı İkbal b le evlend kler gün gel p bu esk konakta yaşamak sted ğ n söylem ş böylece Nec p karısı le beraber a les le yaşamaya devam etm şt . Nec p’ n şu âna kadar genell kle y b r hayatı olmuştu. Çağının el t nden b rçok başka genç g b eğ t m n Fransa’da görmüş, ger döndüğünde burada tanıştığı Hüsey n ve b rkaç arkadaşı daha le b r edeb derg yazmaya başlamıştı. B r yandan memur yette yüksek gel rl ş n yürütürken b r yandan da derg ye türlü türlü farklı yazınlar sağlamıştı. Ancak kış başladığından ber dört ay olmuş ve h çb r eser veremem şt . Son zamanlarda bu esk köşkte kend n daralmış h ssed yordu. Ev n mermer döşemeler soğuk, tahta korkulukları çürük, taştan duvarları kaba ve etraflarını saran ağaçlar karanlık ve tehd tkâr görünmeye başlamıştı gözüne. Sank hayatı boyunca güzel anılar yaratmış olan bu ev b r anda ona düşman kes lm ş bütün lham ve yaşam steğ n ondan alan büyük, karanlık b r hücreye dönmüştü. Ş md se karısının ve kend parasını toplayıp boğaz yalılarından b r ne taşınmayı her şeyden daha çok st yordu. Orada kaybett ğ lhamını doğanın güzell ğ nde bulmayı; arkadaşları g b dalgaların, ağaçların, hayvanların zarafetler le lg l ş rler yazmak st yordu. Uzun tartışmalardan sonra İkbal le bu çok sted ğ Boğaz yalısı f kr n gerçekleşt rmek ç n fırsat buldu. Nec p yen yalılarını görür görmez ç açılmış, gözle görülür b r rahatlıkla hareket eder olmuştu. Yen yalıları büyükçe b r bahçen n kuzeybatı köşes nde duruyordu. Bahçen n farklı süslemelerle donatılmış dem r kapısından bu eve doğru zar f b r taş yol uzanıyor ve m saf rler en y manzaraların ve en güzel kokan ağaçların yanından eve götürüyordu. Beyaz duvar boyası ve c lalı tahta döşemeler le yen evler daha umutlu b r geleceğe şaret ed yordu. Bahçes nde türlü türlü meyve ağaçları ve daha önce h ç görmed ğ kadar yeş l ç menler vardı. Burada b rçok güzel günler oldu. Doğal olarak buluşmalar düzenlend ve toplumun en zeng nler nden m saf rler ağırlandı. Bu şenl k havası b r haftadan b raz daha uzun sürdü ama b ter b tmez Nec p artık eserler n yazmaya hazırdı. Masasına oturdu ve mürekkepl kalem n el ne aldı ama h çb r şey yazamadı. Böylece b raz oturdu ve henüz boğazın güzell ğ n anlayamadığı, doğanın ona kend vadett ğ lhamı henüz veremed ğ kanaat ne vardı. Ertes gün Boğazı boydan boya, mahalle mahalle gezd . Daha sonrak günlerde se yürüyüşler ve sandal gez ler yaptı. Daha sonra eve gel p yazdı, yazdı. Yazdığını yırttı, attı. Sonra y ne yazdı ve y ne attı. Boğazı gezm ş, ç açılmıştı ama aklına gelenler beğenm yor, heps n atıp yen den başlı-

YIL:18 SAYI:18

yordu. Daha zamanı çok olduğuna karar veren Nec p yazmayı bıraktı. Daha sonrak günlerde de aynı gez ve yazı zamanları düzenleyerek bütün lkbaharı geç rd . N san ayında se İkbal le uzun b r kavgadan sonra ş nden ayrıldı. Derg ye zar zor yazab ld ğ b r veya k ş r verm şt ve bunlar da arkadaşlarınınk lerle yarıştırılamayacak türden ş rlerd . Arkadaşlarının saygısını kaybett ğ n düşünen Nec p bundan böyle boşa çıkmış olan zamanını kullanarak k m sl yazdı, üç m sl gezd ve bahar sona erd .

İkbal başlarda çok mutluydu yen evler nden. İlk gördüğünde düşünces sadece buraya gelerek ne y yaptıkları yönündeyd ama artık bütün b r mevs m geçm ş, yaz başlamış ve yen b r sorun ortaya çıkmıştı. Buraya geld kler nden ber İkbal de b rkaç yürüyüşten, m saf rl kten ve sandal gez s nden nas b n almıştı ama yen b r yokluk baş gösterm şt ş md de. Bu yokluk kocasıydı. Yaz başladığından ber dışarıda b r avare hayatı yaşayan kocası evde se b r entelektüel edasıyla gez yor, odasına kapanıp saatlerce dışarı çıkmıyordu. Haz ranın sonlarına varıldığında Nec p yazı odasında uyumaya başladı. Ona gün ç nde lg s z kalan kocası ş md se onu tamamen kend nden mahrum bırakıyordu. Kocasının yazı odasında kend kend ne kızarak, bağırarak çalıştığı b r gün İkbal g y nd , süslend . Ne kocasına ne uşağa ne de bahçıvana görünmeden dışarı çıktı. Bunun ardından mektuplar başladı. Yanında kocası veya a les yokken erkeklerle konuşmaktan çek nen, “sonra babam ne der?” g b düşüncelerle hayatı korku ç nde geçm ş olan İkbal tuhaf b r rahatlama h ssed yordu. Bu boşluğu b r başkasıyla ve aldığı r sk n heyecanıyla doldurmuştu. Bütün yaz böyle geçt . Ancak yazın son haftalarıydı k her şey değ şt . Nec p b ten mürekkeb n n yer ne yen mürekkep almak ç n karısının odasına g rd ve çalışma masasının üzer nde unutulmuş mektupları gördü. O akşamk kavgada hayatında b r karıncayı b le nc tme-

Sayfa 87


İç Yazı Başlığı dergicilik

dergicilik m ş olan Nec p s n rlend , bağırdı ve sonunda da vurdu. Bundan sonra se evl l kler soğuk bakışlarla ve ruhu daraltan boğucu b r s s n ç nde geçt . Artık aynı ev çer s nde ayrı hayatlar yaşıyorlardı. Nec p yazı odasını kend odasına çev rd . İkbal se eve g r ş ve çıkışlarını Nec p’le karşılaşmamak üzere planladı. Yemekler n kend odalarında y y p kend odalarında yattılar. Nec p olab ld ğ nce lg s z b r tavırla gez ler n yapmaya ve yazılarını yazmaya devam ett . İkbal se büyük b r hüzün ve end şe çer s nde dışarı çıkmaya ve mektuplaşmaya devam ett . B r gün olanların söylent s etrafta duyulmaya başlandı. Artık nsanlar onların arkasından konuşuyor, b rb rler ne söylent ler n gerçekl ğ le lg l sual ed yorlardı. Bu İkbal’ daha önce benzer n duymadığı b r dehşetle dolduruyordu. Zar zor yemek y yor gelen mektupları cevapsız bırakıyor, dışarı çıktığında boş gözlerle dolaşıyordu. Ek m n sonlarında b r gün Nec p y ne mürekkep almak ç n odasından çıktı ama h çb r yerde mürekkep bulamadı. Buna karşılık kend saf benl ğ ne özgü b r end şe le karısının odasındak mürekkeb stemek ç n hazırlandı ve kapıyı tıklattı. Cevap alamayan Nec p kapıyı b r daha tıklattı. H çb r ses duymayan Nec p’ n aklından İkbal’ n dışarı çıkmış olab leceğ düşünces geçt ama kapıyı açtığında karısının ev terk etmem ş olduğunu büyük b r dehşetle anladı. B r zamanlar çok sevd ğ karısı ölmüştü. Nec p karısının yerden yüksekte duran beden ne bakarken aklından karısıyla yaşadığı bütün anıları geçt , sendeled ve kapıyı kapattı.

Karanlık Aşk Herkes b l r k hayatın kaynağı aşktır. Odur hayallere sürükleyen, olmayan şey mümkün, olacak şey mkânsız kılan… Gerekt ğ nde b z var eder bazen se kahreder. Zamanla olur derler lak n beklemez bu syan… K md r, ned r? H ç k mse b lmez, şeytan aslında odur.

B l r m ben b r kız, sarı saçlı, mav gözlü, lügat burunlu… Kurbanı oldum kader n, artık kaçamıyorum. Haykırasım gel yor “Yeter!” d ye. Yorgunum… Hals z m… B l yorum k artık amaçsız değ l m. Soruyorum kend me “Mutlu musun?”, “Yoksa mutsuz musun?”. Hüzün, hasret, heyecan bırakır mı peş m acaba? Bazen se kend m se batan, paslı, esk b r gem h ssed yorum. B r günü hayal eder m, o kız der k bana “Artık kaçmıyorum, burada olmak st yorum!“ İşte o zaman anlarım k aşk denen bu oyunun ad l oluğunu… Düpedüz bell d r k bu oyunun ad l olmayacağı… Bora Ofluoğlu 11F

Nec p o kış neredeyse h ç dışarı çıkmadı. Ev ne b rkaç zabıttan başka g ren veya çıkan da olmadı. K mse b r oda har ç evde h çb r hareketl l k görmüyordu artık. O kış uzun ve zor b r kış oldu. Nec p kapıları kapatıp bütün hüzünler yle kend n ev ne k l tled . Şubat ayında se eve b r b r mektup get rd . Bu tuhaf durumdan meraklanan Nec p mektubu aldı, okudu. Sonbaharda ölen annes n n ardından babası da üzüntü ve hastalıkla boğuşmuş ve sonunda o da dayanamamıştı. Nec p evdek az b r eşyayı topladı ve bahçeden dışarı b rkaç adım attı. Arkasına dönüp ev ve bahçey boş bakışlarla süzdü. Ev n beyaz boyası solmuş, yer yer dökülmüştü. B rçok ağaç ölmüştü ve bahçedek o en yeş l ç menler kararmış, bahçen n her yer n yaban otlar bağlamıştı. O görkeml dem r kapının se süslemeler n n üzer n boğucu b r karaltı kaplamış, menteşeler nden paslanmıştı. Nec p arkasını döndü ve o esk karanlık eve doğru yöneld . Babasının ev ne yerleşt ve hayatının sonuna kadar burada, ona düşman kes lm ş bu evde yaşadı. Nec p’ n ev ne b r daha ne lkbahar geld ne de yaz.

Doğu Dem rtaş 11F

Sayfa 88

YAZIN


mektup

Ayrı B r Gözle Başlangıçlar ne kadar zorsa vedalar da öyled r. Ben başlangıcımızı hatırlamıyorum, daha sonra annem n ağzından d nled m. Annem beklem şs n amel yathanen n önünde. Ben lk ne zaman tuttun? Ben kucağına aldığında ağladım mı? Yoksa tatlı b r uykuya mı daldım kollarının rahatlığında? İlk torununu tutmak nasıl b r h st ? Bana hep gözümün lk ağrısı derd n. Torunlarının sayısı artsa da bana ayrı b r gözle bakardın her zaman. Farklı şeh rlerde de olsak her zaman hayatımın öneml b r parçasıydın. Sık sık gel rd n buraya, annem şe g tt ğ nde bana bakardın. Annem n gel ş n beklerd k. Yatağa uzanırdık, ben telev zyondan ev n önündek kamerayı açardım. Ha geld ha gelecek... Oradan gel ş n zlerd k annem n. Oyalardın ben o sırada oyunlarla. Ayları sayardık... Eylül, ‘Geveze’ çıkardı hep. Her tat lde Bursa’ya g derd k; heyecanlanırdım her zaman dayımı, dedem , sen göreceğ m d ye. B r şek lde daha çok severd m Bursa’yı. Belk b s klete b neb ld ğ mden belk de bana orada göster len lg den. Ben m büyük b r bebeğ m vardı, adını Saf naz koymuştum. Sen korkardın bu durumdan, sabah kalkınca ‘’Gerçek bu Saf naz!’’ d yeceğ mden; ben de gülerd m ve bazen de natlaşırdım sen nle. Çocukluk aklım şte, kom ğ me g derd böyles haller. Ben mle p şt oynardın, b rçok kart oyunu öğrett n bana. Hayal meyal hatırlıyorum nasıl oynandıklarını ş md . K m b l r başka neler yapmışızdır b rl kte ben m unuttuğum. Bunların heps ç n teşekkür eder m! Bana yıllar boyunca baktığın ç n, tüm oyunlar ç n, annem alma demes ne rağmen aldığın tüm ç kolatalar ç n teşekkür eder m. Küçükken en büyük hayal m sana okuma yazma öğretmekt , o hayale ne oldu b lm yorum. Öğretemed ğ m ç n üzgünüm. Sen okumayı b lmesen de bu kel meler b r şek lde g decek sen n yanına, buna nanıyorum. Küçükken sen n hırkanı g yerd m kend kend me oyun oynarken. Bana çok büyük gel rd , onun b r peler n olduğunu hayal ederd m. Ne oynadığımı, ne hayaller kurduğumu tüm ayrıntılarıyla hatırlamıyorum ama sen n bana bakıp bakıp o hal me çok güldüğünü hatırlıyorum. Bunlar ç n de teşekkürler! Bursa’dak ev ben m ç n gerçekten b r ev yaptığın ç n, hırkalarını g ymeme z n verd ğ n ç n teşekkürler! Vedalar zordur, ben sana veda edemed m. Annem acısız g tt ğ n söyled gözyaşları arasında, umarım öyled r. Umarım g tt ğ n yerde mutlusundur. Ben burada ne yapacağımı b lm yorum. Uzun zamandır hıçkırıklarla ağlamamıştım. Yanımda arkadaşlarım da olmasa nasıl ayakta dururum, nasıl dayanırım b lem yorum. Dünyayı sens z hayal etmeye çalışıyorum, Bursa’dak ev de sens z olmayacak, b l yorum bunu. Gözyaşlarıma boğuluyorum anında, ç mde b r şeyler kırılıyor. Ama bu kadar umutsuz konuşmak stem yorum anane, sen bunu stemezd n. ‘Sıkma canını!’ derd n. Gülerd n haf fçe, ‘Oy, oy’ dey p kollarını açardın sarılmam ç n. Annem de aynısını yapıyor, acaba senden m öğrend ? Bu yüzden söz ver yorum sana, toparlanacağım. Ayakta duracağım, devam edeceğ m. Zamanımı alacak tüm bunları yapmak ama söz ver yorum yapacağım. Sen asla unutmayacağım, o gururlu gülümsemen hep ben mle kalacak. Hep yanımda olan arkadaşımın ded ğ g b , sen kalem mde yaşatacağım. Her zaman kel meler mde, kalb mde olacaksın. Ben de böyle ed yorum sana vedamı; gözyaşlarıyla, b r sözle ve b r mektupla. Hoşça kal anane, hoşça kal... Sena Ecem Altun 12A

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 89


İç Yazı Başlığı

öykü ARKA KAPAKTAN... Ben olmamış b r kahraman emekl s , ben b r kırmızı çarpı, ben uygun adım serser , b r gençl k düşü, ben b r yanılgılar b leş m , ben: yer bell olan; geç p g d yorum şehr n ç nden. Hayatın akışına aldırmıyorum. Çünkü ben suskunluk ve unutuşun s v l fades y m. Aslında Promete'n n c ğer n söken kartal olmalıymışım. Promete olamadıktan sonra... B r k tabın b ze yen b r dünyanın kapılarını aralamasını ya da kend deney m m ze farklı ve daha parlak b r ışık tutmasını bekler z çoğu kez. Çares z b r anlam arayışıdır bu. Murat Gülsoy, İstanbul'da B r Merhamet Haftası'nda, bu çares zl ğ n nsan boyutunu aramaya çıkarken okurlarını da peş nden sürüklüyor. K m zaman ürkek, k m zaman saldırgan kahramanları, k m zaman ş rsel, k m zaman mekan k üsluplarıyla b z "bakmaya" davet ed yorlar. Ancak, Gülsoy'un edeb yatı, röntgenc heveslerden uzakta, arka pencereye değ l, yazıdan b r aynaya bakmaya çağırıyor okurunu. Anlamı kend nde g zl b r dünyayı seyre dalan nsanların z h nler nde gez n yoruz. B r şeye, dünyaya, nsanlara bakmanın kend m ze bakmak; kend m ze bakmanın b r şeye, dünyaya, nsanlara bakmak olduğunu h ssederek...

VE BİZİM 8. GÜNÜMÜZ B r Balık Olsam… Kırmızı keçe kaplı tahta masanın üzer ndek ş şe yapayalnız duruyordu. Rüzgâr est ; ş şe b r dayandı, k dayandı, üçüncüsünde devr ld . Devr lmes yle b rl kte ş şen n ç ndek nce, nazlı b r edayla yere döküldü. İç nden s yah kuyruklu, beyaz gövdel b r balık çıktı. Balık çk n n döküldüğü ve ş md küçük b r gölette benzeyen b r k nt n ortasında hop hop zıpladı. Zavallıcık! Hayatı ç n mücadele ed yor; b ze hayat veren hava, onun ölümü oluyordu. Zıplamaları g t g de yavaşlıyordu ve kend n ölümün anaç eller ne bırakıyordu. Fakat o da neyd ? Suda salına salına yüzmes n sağlayan tülümsü kuyruk; s yah takım elb se ve s vr uçlu s yah ayakkabı g ym ş, k nce ama güçlü erkek bacaklarına dönüştü. Daha sonra yüzgeçler er d ; uzun, çel ms z beyaz b r gömlekle örtünmüş kollar ve gövdeye dönmüştü. En son o aval aval bakan balık yüzü, kem kl zayıf b r nsan yüzüne dönüştü. Onu güçlü gösteren kemerl b r burna, kenarları haf f aşağı dönük nce dudaklara sah pt ; k s yah çakıl taşının üstünde bekç g b bekleyen yay kaşları vardı. Önce o da şaşırdı bulunduğu yere. Neredeyd acaba? Sonra alıştı bu duruma. Önce kocaman eller n yere yapıştırarak gövdes n doğrulttu, sonra bacaklarını hareket ett rerek bastı ve hooop! Ayaktaydı. B r ayağını, ötek n n önüne ata ata yürüdü. Gerç tuhaf b r yürüyüştü bu, salınıyor muydu, dans mı ed yordu? B r gar pt r. Bu acem adımlar yen yürümeye başlayan b r bebeğ nk n andırıyordu y y p çt kler ndend gal ba! Evet… Evet y y p çt kler ndend . Duru Ustaoğlu 11G

Sayfa 90

YAZIN


Altıncı Gün İşte kendimle baş başa kaldığım bir gece daha paramparçayım. Boğuluyorum ve olmam gereken yerden çok uzaktayım. İnsanlara eskiden bir bütün olduğumu anlatmaya çalışıyorum ama beni gören kimse inanmıyor. Haklılar, ben de inanmazdım. Kelimeler, acımasızlar. Sürekli beni takip ediyorlar. Her yerdeler. Odamda, zihnimde, bindiğim otobüsün şoförünün gözlerinde. Tüm dünya yüzüme haykırıyor gerçeği ama kabullenmemekte ısrarcıyım. Kim inkâr edebilir bir kahraman olmadığımı? Eski yaz günlerini anımsıyorum. Dertlerin var olmadığı diyarlardaki yazlar… Yetişmeye çalışacak bir yerimizin yoktu çünkü bilirdik: bizi şehre götüren arabanın her daim yenisi gelirdi. Sevgiden yoksun kalmak gibi bir durumumuz yoktu çünkü birbirimize verecek bolca sevgimiz vardı. Tek yaptığımız şey geceleri evden kaçıp birbirimizi sevmekti. Oradayken bizdik. Temiz, dışarıyı olduğu gibi gösteren bir pencereydik. Kırılmayız sanıyorduk, yanılacağımızı bilemeyecek kadar çocuktuk. Sevgimiz güneşten geliyordu. Ne zaman ki soğuk, yüzünü göstermeye başladı ilk darbeyi aldık. İnsanın ilkin ayakları donarmış. Tamamen yalan! İlkin ellerim dondu. Hepimiz ellerime baktık. Ellerimi ısıtmaya çalıştık ama boşuna bir çaba olduğunun farkındaydık. Farkındaydılar. Ben sadece donuyordum. Böylece o camın kırılan ilk parçası oldum. Eylül gelmişti. Arından ekim, kasım, aralık, ocak, şubat ve mart. Her ay bir parçam daha dondu. Tüm benliğimi kaybettim yavaş yavaş. Şu an sadece kalbim sıcak. O da soğumaya yüz tutmuş. Bu ay öleceğim. Herkes farkında bunun. Onlar farkında. Onlar da dağıldı aslında. Cam parçalandı ama onlar sıcak kaldı. Onlar evin içine dağılmışken ben sokakta kaldım. Oysa onlara en başta söylemiştim donarak ölmekten korktuğumu. Piyano çalmayı öğrenmedim hiç ama küçükken hevesim vardı. Sonra çıktı aklımdan ve kemanda ağlamaya başladım. Şimdi anlıyorum ki piyanodaki hüzün hiçbirinde yok. Mozart insanüstü yeteneğe sahip bir adammış. Ölüm, kelimelerle hatta fiziksel acıyla bu kadar iyi anlatılamazdı. Ölüm Lacri mosa’nın ta kendisi. Zaten Mozart da bu acıya dayanamamış ve besteledikten kısa bir süre sonra ölmüş. Ya da öleceğini hissedip bestelemiş, orasını bilemem. Birazdan uyuyacağım, yine kendimle baş başa kalarak uyuyacağım. Düşüncelerim susmayacak, sabaha kadar sürecek biliyorum ama yine de denemek zorundayım. Kurtuluşum o uykuda saklı. İnanıyorum, bir gece rüyamda çalacak Lacri mosa. "Altıncı Gün Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, Siz yoktunuz. Özdemir Asaf Zeynep Saravin 11F YIL:18 SAYI:18

Çizim: Max Ernst

Yalnız Bir Sandalye Günler ondan bağımsız akıp giderken o sadece oturup olan biteni izlerdi. Kendi hayatında bir sandalye kadar rolü olmadığını hatırlayıp içten içe üzülürdü. Ama güzel, el işi dantellerini evin her yerine yayarken derdi tasası kalmazdı. Kötü olan hiçbir şeye değmemiş gibi bembeyaz ve bir o kadar da parlaktılar ki… Bazen onlarla konuşurdu tüm içtenliğiyle, yalnızlığıyla mı demeliyiz? Henüz küçük bir kızken ve dünya onun için birçok hedefi kalbinde var ederken… Günün birinde hayalini kurduğu evde yalnız bir sandalye kadar yeri olacağını tahmin edemezdi. Ama o, bunları düşünmez ve mutlu bir aileye sahip şanslı bir kadın gibi dantellerini okşar ve şükrederdi. Kocası, yüzü hiç gülmezmiş gibi ifade yoksunu bir çehreyle yalnızca kaşlarını çatar, bazen avazı çıktığı kadar bağırarak konuşsa da o, dediklerinden bir anlam çıkaramazdı, çaresizce beklerdi. Artık çalışmayan, eski ama anısı var diye atılmayan radyolar gibi cızırtılı sesler çıkarırdı karşısındaki adam. Hep öfkeliydi ama o hislerini belli etmez ‘’İçinde çok umutlu insan var onun.’’ derdi. Alışır sandı ama öyle olmadı. Geçen gün uğradığımda karşılıklı oturmuşlardı ki o ana şahit olmak gerekir. Zavallı, kendisi olmaktan öylesine korkmuştu ki hele o anda… O çok sevdiği dantellerden, anıların gölgesindeki sandalyelerden bir farkı yoktu. En az onlar kadar narin, güzel ve bozulmamış olmayı dilerken… Karşısındaki öfkeli sandalye öfke saçtı üzerine. Her ikisi de hallerinden memnun muydu, ailelerinin tabloları da tamam mıydı? Hayalleri kaybolmuş sürükleniyordu düşüncelerinde. Özge Gürbüz 11G Sayfa 91


İç Yazı Başlığı

öykü

VE BİZİM 8. GÜNÜMÜZ

Keşke Açıkçası benden istediğin otomatik yazma eyleminden nasıl başarılı bir şekilde ayrılabileceğimi bilmiyorum. Aklımda gezinen milyon tane soru varken yazıya başlamam cümlelerimi anlamsızlığa sürüklemez mi, bilmiyorum. Kabul etmeliyim, sen de biliyorsun zaten saklamanın ne manası var; lise dönemimizde Türkçe dersimin başyardımcısıydın, yazı pek bana göre değildi fakat sadece bir resim gönderip içinden geldiği gibi yaz demen de benim için ne kadar açıklayıcı olabilir ki? Ayrıca şunu da söylemeden resme odaklanamayacağım. Evet… Ben artık o eski Yaren; kütüphane köşelerinde ders anlattığın, senin her dediğini yapan, seni çocuksu hayranlıkla izleyen ve dinleyen Yaren değilim. Çok değiştim… Tamam artık, çok uzattım galiba resme yoğunlaşmalıyım. Burası bir krallık! Sarayda kralın dairesindeyiz… Etrafımızda gri duvar ve kırmızı dolap… Kralla Sultan’ın karşısında askerler başları önde kralın isteklerini bekliyorlar. Kral yine giyinmiş, takmış heybetli altın tacını. Sultan ise bürünmüş siyahlara; buluşturmuş dizlerini, bir sultana yakışır bir şekilde sessiz ve isteksiz oturuyor kralının yanında. Kral yine emirlerine başladı, sağ elini beline koymuş sol elini kaldırmış kim bilir neler istiyor kullarından… Her şey bu kadar gri ve siyahken neden sadece kral renkli ki… Bilmiyorum belki de onun renkleri etrafını soldurmuştur. Çok da güzel gidiyordu aslında ama kafamda canlanmaması gereken mazi resme yerleşti bir anda. Özellikle mi seçtin bu resmi? Bu resim sence de tam anlamıyla bizim son dönemlerimizi çağrıştırmıyor mu? Evet, her zaman çok başarılı bir öğrenciydin; birçok kez sınavları da geçmemi sağlamış olabilirsin bunları unutmadım ama sana sonsuza dek minnettar kalmamı da beklememelisin. Bir dönem ‘’Ben senin destekçinim, hep yanındayım!’’ derdin; ya sonra… Sonrası yok değil mi, sen farkında mısın bendeki kırgınlığı… Başlangıçta güzel başlayan dostluğumuz bize iyi gelse de , sen çok içten görünmüş olsan da zamanla yardımların beni resimdeki kırılgan sultan yaptı. Yaren sınıfta kalem kutumu unuttum, getir; Yaren ödevlerimi tamamla, Yaren, Yaren… Tamam sen birçok konuda bana destek verdin ama bu, beni senin kölen yapmaz. Sana benim arkamdan konuşma hakkı vermez. Neden arkadaşlığımızı mahvettin, anlamıyorum ki… Ya şimdi… Mailini gördüğüm yazıya başladığım ilk andan beri aslında sana kızgınlığımın soğumamış olduğunu fark ettim. Kafam çok karışık; bir yanım seni affetmiş, kaybedilen dostluğun üstünü küller örtmüş; aklım da kalbim de kaybedilen günlerin geri dönüşü olmamasına öfke dolu. Galiba bu kadar… Sözcüklerimin sana değeceğine inanırsam eski dostumun yazılarını okuyabilirim. Kalemim belki bu sefer sana ulaşır, iyilikle kal. Neslişah Şara Yücel 11F

Sayfa 92

YAZIN


Çay Saati Saat 4.30 gibi meydandaki çeşmenin önünde olmamı söylemişti. Tam o saatte meydandaki banklarda oturup çeşmenin etrafında kuşlarla oynayan çocukları izliyordum. Birkaç dakika sonra arkamdan bir el omzuma dokundu ve ‘’Merhaba!’’ dedi. İçimden bir an hiç gelmeyeceğini düşünmüştüm oysa. Yavaşça arkamı döndüm ve ona ‘‘Merhaba!’’ dedim. Güneş arkadan vurduğu için arkamı döndüğümde yüzünü tam seçemedim. Güneş, gözlerimi almıştı, gözlerimi kısarak ayağa kalktım. Gözlerimin içine baktı ve beni yanağımdan öptü. Karşımda dünyanın en sempatik insanı duruyordu sanki. Mavi kazağı ve kahverengi şapkasının uyumunda bayılmıştım. Meydanın hemen karşısındaki kafelere doğru yürümeye başladık. Çocukların arasından geçerken elimi tuttu. La Vien Rose isimli bir kafeye oturduk. Yer seçimi hoşuma gitmişti. Masaya oturur oturmaz garsona ‘’Her zamankinden iki tane lütfen!’’ dedi. Biraz şaşırmıştım açıkçası çünkü daha önce buraya gelmediğini düşünmüştüm. Kafasındaki şapkayı çıkarıp masaya koydu ve elleriyle saçını düzeltip şapkasını kafasına tekrar taktı. Çaylar gelene kadar hiçbir şey konuşmamıştık. Garson çayları masaya koyarken ‘’Yasemin seversin değil mi?’’ diye sordu. Kafamı evet der gibi salladım. Yasemin çaylarının yanında limonlu makaron gelmişti. Karşımdaki adamın kim olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Sanki hemen kalkmak istiyormuş gibi çayını hızla içmeye başladı. Yanımda sanki bir yabancı oturuyordu. Altı aydır görüşemiyorduk ve ondan içtenlik bekliyordu. Çok da umursamıyormuş gibi durmamak için arada çayını yudumlarken gözlerime bakıp gülüyordu. Bir şey aklıyor gibiydi. Onun tavrı karşısında dayandım. Çayımı içmeye ve etrafı izlemeye başladım. Bulunduğum durumdan çok rahatsızdım ve sonunda dayanamayıp ‘’Kalkabiliriz.’’ dedim. Masaya yaslanarak kalkmak isterken çay bardağı devirdi, pantolonu ıslandı. Çayın dökülmesinden rahatsız olmuştum. Hiçbir şey yapmadım, sadece onun tepkilerinin nereye varacağını merak ederek onu izlemekti niyetim. Beklemediğim biçimde bana söylenmeye ve bağırmaya başladı. Günümün bu kadar güzel başlayıp sonunun kötü bitmesini istemiyordum. Bana bağırmaya devam ederken o, ben masadan kalktım ve uzaklaşmak istedim, yaşadıklarımdan uzaklaştım da. Kendimi günün sonunda İstanbul sokaklarında buldum. Şu an sokakların ıssızlığına gömülmüştüm, yaşamı sorguluyordum. Sokakların sessizliği ve yalnızlığım bir olmuştu. Ağır adımlarım, gecenin karanlığıyla buluşturdu beni ve ilk defa kaybolmak istedim, kocaman görünen küçücük dünyamda. Elif Oktar 11G

Eve Dönüş Hep hüzündü bunun sonu. O da biliyordu ben de. Ne kadar olmuştu biteli? Ne kadar olmuştu gideli? Şimdi vapurun üst katında oturmuş çayımı içiyorum. Etrafta işten koşturarak çıkmış, evlerine yetişmeye çalışan insanlar var. Ben nereden geliyordum? O sıralarda oturduğum zaman nefret ettiğim şimdi bir o kadarda özlediğim biricik lisemin mezunlar gününden. Herkes ne mutlu gözüküyordu. Ya da sadece dekorları iyi hazırlanmış tiyatronun oyuncularılar mı? Ben onlar gibi iyi değilim. Hiç iyi olmadım, ne lisede ne şimdi. Hepsi evlenmiş, evlenmeyen iş sahibi olmuş, iş sahibi olamayan dünyayı gezmiş… Ben de gezdim. Başkalarının üzerine kurulmuş hayallerde uyumsuz bir turist gibi gezdim. Gezdim, gördüm. Her yer, herkes birbirinin aynısı. Ben daha anlam yükleyememiş bir Sisifos’um. En tepeye taşımam gereken kayanın altında ezilmekten korkanım ben. O da bu yüzden gitti. Bir eksi daha yazıldı haneme, gerek yok bahaneye Utanç için buldu kusur şahaneye… Eve dönme vakti şimdi. İndim vapurdan. Vapur da başkalarının yüklerini taşımak için ayrıldı iskeleden. Süslemiştim ilişkimizi dantellerle. Bir annenin samimiyetiyle sarmıştım üzerimize. İttin onları üzerime tüm hatalarımla. Yerden topladım dantelleri anne evime taşımak için. Daralıyorum ama korkmuyorum. Şehvetli kırmızı duvarların altında ezilmiş bir uyumsuz gibi saklanacak bir kol alıyorum. Sen değilsin çünkü çoktan belledim senin gömleğinin bir tarafını darağacım. Çok da geç değil aslında yalnız savaşmayı öğrenmek için. Gerçek çok da uzak değil. Sadece geç oldu, ilişkimizin de aynı televizyonların üzerindeki danteller gibi bir süs olduğunu fark etmem. Hep kötü hatıralar beynimin içinde. Tek kurtuluş eve dönmek… Büşra Seven 11E YIL:18 SAYI:18

Sayfa 93


İç Yazı Başlığı

VE BİZİM 8. GÜNÜMÜZ

öykü Simurg Demek ki neymiş? İnsan ne kadar çabalasa da geçmişinden kaçamazmış. Bütün o “İyiyim! Çok, çok iyiyim!” ayakları hikâyeymiş. Evet! Yetti artık! Saklamaktan çok sıkıldım. Çok ama çok sıkıldım hem de. Her sabah gülen yüzümü takıp suç mahalline dönmekten, kimseye hiçbir şey anlatamamaktan, incinmekten, korkmaktan hatta incinmekten korkmaktan da bıktım artık. Bazı şeylerin üstünü örttük onlarla yüzleşmeden. İyi olur sandık. İyi oluruz sandık. Artık hepsini sana da kendime de itiraf etme vaktim geldi. Bazı günler hâlâ seni seviyorum. Nadiren de olsa… Bazen sabahın beş buçuğunda uykusuzluktan balkona çıktığımda görüyorum seni. Eskiden olduğu gibi 68 model Ford’unla geliyorsun. O döküntüyü hayatta tutmak için harcadığın çabayı ilişkimiz için harcasaydın, diyorum sana. Duymuyorsun… Ne kadar çok yaktığından şikâyet ediyorsun sadece saatler boyu. Tamirci değilim ki ben? Bunu en iyi sen bilirsin. Sonra gözümü kapıyorum bir süre. “O artık yok.” diye tekrarlıyorum içimden birkaç kere. Gözümü açtığımda mavi döküntü yok artık, ya da mavi gözler… İçeri giriyorum ilaçlarımı almak için. Bu ritüel sandığından uzun sürüyor. İnsanın yaptıklarını kabul etmesi için şişelerce hapa ihtiyacı olması hep komiğime gitmiştir. O artık yok… Çok saçma, öyle değil mi? Hayatını mahveden kadının seni tamamen unutamamış olması. Bence de. Sırf seni değil, hayatını zindan ettiğim bir kişiyi bile unutamadım. Çünkü gerçekten çok pişmanım. Farklı olabilseydi, farklı olacağını bilseydim hiç düşünmeden elimden gelen her şeyi yapardım. Ama olmuyor, olmayacak. Yaptığım bütün çılgınlıklar, çıkardığım bütün kavgalar, kırdığım bütün kalpler ve mahvettiğim bütün dostluklar… Bunlarla yaşamayı öğrenmem lazımdı. Değişmeliydim. Kendimden yeni biri yapmalıydım. Ve yaptım da. Uzun bir süre boyunca herkese iyi olduğumu söyledim, iyiydim de. Her gün eski hayatımın karakterlerini görmeye devam ediyordum ama kapanmış bir defter olduğunu kendimi öyle inandırmıştım ki içimi yiyip bitiren şeyin tam da bu olduğunu anlamadım. Kimseyle, en önemlisi de kendimle barışmadan yeni bir hayat kurmuştum ve sen de bunun bir parçasıydın. Birbirimizi affetmiştik ve benim değiştiğime olan inancımız tamdı. Değişim diye bir şeyin

Sayfa 94

mümkün olduğuna inandığımız saflık zamanlarımızdı tabii. Mutluyduk. Sonra araya başka şeyler girdi. Kovalanması gereken hayaller, daha çok sevilmesi gerek kişiler, sorumluluklar… İyi koşullarda ayrıldık, biliyorum. Ama söz konusu bensem genelde hiçbir şey iyi olmuyor, sakın inkâr etmeye çalışma. Ne kadar kötü şeyler yapmış olsam da hep yanımdaydın, affetmeye hazırdın ve bu beni çok yıprattı. Asla böyle bir sevgiyi hak edecek biri olmadım. Diğerleri, o hep arkalarından konuştuğum ve bana yardım etmedikleri, arkamda durmadıkları için kızdığım diğerleri bana tam olarak hak ettiğimi verdiler. Bu yüzden onları sevmedim, onlardan kaçtım. Her gün ama her gün onları görmeye devam ediyorum. Bir zamanlar en yakın arkadaşım dediğim kişiyle en son ne zaman konuştuğumu hatırlamıyorum. Bu öyle bir kaçış, öyle bir “iyi olma” hali ki bakışlarımız bile buluşmuyor herhangi bir kalabalıkta. Diğerlerinin iyiliği için yaptıklarımı kabullenmem ve hayatlarından uzak durmam gerekiyordu sanmıştım. Hiçbir şey demeden herkesin hayatından çıktım ve ne uğruna? İyileşmek için mi? Sen yanımdayken hiç iyileşemedim ki! Ne zaman ki sen de gittin, o zaman çok geç oldu. Her şeye geç kaldım ben hayatta. Hatalarımı düzeltmek için çok geç kaldım. Düşündüm… Bunları düşünmeye başladığımda – bunları fark ettiğimde- işte tamamen kafayı sıyırdım galiba. Bir sabah beyaz hastane duvarlarına uyanırsan bakalım sen nasıl aklını yerinde tutacaksın. Benim o muhteşem üç aylık Güney Amerika tatilim aslında yirmi beş metrekarelik bir hücreden daha ileriye gitmedi. Her sabah aynı doktor konuşuyordu benle ve diyordu ki: “Yüzleşmelisin.” Devam edebilmemin tek yolu buymuş. Başka biri olabilmek, kendimden sıyrılabilmek için yaptıklarımın sorumluluğunu almam gerekiyormuş. Herkesi üzdüğümü kabul etmeliymişim. İnkâr eden yoktu ki zaten! Her şeyi berbat ettim. Kimse de toparlamam için yardım etmedi.

YAZIN


Olan her şeyden sonra başkalarından bana sahip çıkmalarını beklemek büyük hataydı. Sen yardım ettin bir süreliğine tabii ama ani ve haklı gidişinden sonra bütün bunlarla tek başıma kaldım. Ve “arkadaş” olmak sana bunlardan bahsedememem demekti. Dolayısıyla sana da gülen yüzümü taktım. Doktor “Şu maskelerden kurtul artık,” dedi. Her şeyi şimdi anlatma sebebim tam olarak bu. Senden saklamak istemedin, yaşadığımız onca güzel günlerin anısına. Üzerinden zaman geçmiş olsa da bazı şeyleri unutamadığımı görmek benim için bir hayli utanç verici ama kalan zamanımı yaptıklarım için kendimi suçlayarak geçirmek istemiyorum. Olan oldu, umarım beni anlıyorsundur. Yazılanlara cevap verme gibi bir huyun olsaydı “Sen benim hayatımı mahvetmedin ki!” diyeceğini adım gibi biliyorum. Hâlâ bu durumda bile bana sahip çıkmaya çalışman gurur verici. Ben sadece iyi olmaya çalışırken ortalığı batıran bir insanım. Yanlış kararlarım çok fazla kişiye acı verdi, bunu itiraf etmenin kolay bir yolu yok. Onların bilmediği tek bir şey var ki onlarla beraber ben de acı çektim. Bazen onlardan daha fazla incindim. Şimdi yeni şeyler denemeye, yeniden sevmeye ve yeniden başlamaya korkmam bundandır. Yine batırmaktan, yine pişman olmaktan korkuyorum. Doktorun yazdığı son ilaç kutum bitmeden aynı hataları yapıp aynı acıları çekmeye dayanabilir miyim, bilmiyorum. Şunu da belirtmeliyim ki hâlâ bazı zamanlar seni sevdiğimi düşünsem de kendine göre bir hayatın olduğunu bildiğimden sana buruk bir sevda duymaktan öteye gitmiyorum. İlişkimizin bitmesinde seni suçlu tutsam da kızgın olmadığım zamanlar senin suçlu olmadığını bilebiliyorum. Ve her geçen gün daha az kızgın, daha az mutsuz oluyorum. Tam da şu anda bunları önüne dökebildiğim için mutluyum çünkü artık ben de yaşamak istiyorum. Kendimden yeni biri yaratmak istiyorum. İstediğim şey ne kadar olabilir bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki, eğer yeterince çabalarsam geçmişimle yüzleşebilecek ve daha mutlu biri olabileceğim.

Makineleşmiş Toplum Bugün aldığım resim beni oldukça şaşırttı. Açıkçası ilk baktığımda aklıma oturan bir kadın bir de erkek oldu yalnızca. Robota dönüşmüşlerdi sanki. Makineleşmiş insan, hepimiz gibi biraz… Etrafımdakileri düşündüm. Herkesi deriyle kaplı birer makine olarak hayal ettim. İşin garibi hiç de garip gelmedi. Hepimiz gitgide robotlaşmıyor muyuz? Herkes gitgide monotonlaşmış hayatlarının içine gömülüyor gözlerimin önünde. Peki, neden kimse buna karşı çıkmıyor. Neden kapa tuşuna basmıyor içindeki robotun? Korkuyor mu yoksa elindekileri kaybetmekten. Otoritenin sözünden çıkmamakta bu kadar ısrarcı olabilir mi insan? İnsanlar otoriteye kendi benliklerinde vazgeçecek kadar bağlanmış mıydı sahiden? İçime bir bunalma duygusu çöktü. Korku mu yoksa? Sabah sabah çok farklı duygular, düşünceler içine girmiş buldum kendimi. Sanırım daha önce göremediğim ya da diğerleri gibi görmemekte ısrar ettiğim gerçeklikler yüzüme bir tokat gibi inmişti. Yaşadığım dünyadan korkmaya başlamıştım sanırım. Acaba ben de mi o robotlardan bir tanesiydim, ben de mi onlar gibi kendimden uzaklaşmış, benliğimi kaybetmiş, körleşmiştim? Yoksa o fotoğraftaki kadın ben miydim? Zeynep Çomcuoğlu 11F

Sence diğerlerine özür borçlu muyum? Özür dilemek için çok geç olduğunu düşünüyorum. Zamanın bile değiştirmeyeceği bazı şeyler var ve artık bunlara alışmalıyım. Ben onları kendi kafamda suçladığım her şey için affettim. Umarım onlar da beni affetmiştir ya da bir gün ederler. Yarın işe gittiğimde onları görürsem eskisi kadar kötü hissetmeyeceğim. Umarım onlar da etmezler. Bir de, umarım sabah kalktığımda seni gördüğümü hissetmem. Bu biraz zor olacak gibi. Söylemeyi unuttum, geçen gün yeni araba aldım. 68 model mavi Ford Mustang… Umut Selin Tuncer 11F YIL:18 SAYI:18

Sayfa 95


İç Yazı Başlığı

inceleme

Ana Temanın Parçası: Karakterler Refik Halid Karay’ın “Hakkı Sükut” adlı eserinde ve Sait Faik Abasıyanık’ın “Mürüvvet” adlı eserinde işlenen modern yaşamın ve kapitalist düzenin sonucu olarak insani değerlerin yitirilmesi teması kitaptaki kişiler üzerinden aktarılmıştır. Her iki yazar da öykülerinde ana temayı; kişilerin konumlarına, durumlarına uygun şekilde seçilen evlilik özlemini yansıtan Mürüvvet ve hesap işleriyle uğraşmayı anlatan Hasip Efendi gibi kişi adlarıyla, insanın yazgısının değişmezliğini vurgulayan yaşadıkları yoksul çevrelerin seçimiyle, kişiler üzerinde baskıyı destekleyen öğle vakti, akşam gibi zaman dilimlerinin seçimiyle desteklemeye çalışmışlardır. Her iki öyküde de odak figürler –“Hakkı Sükut”ta Hasip Efendi, “Mürüvet”te Osman Ağa- fabrikada çalışan kıdemli işçilerdir. Bu durumun her iki eserde de daha başlangıçta belirtilmesi, okuyucuda onlar hakkında bir ilk izlenim oluşturmaktadır. “Hakkı Sükut”ta yazar, Hasip Efendi’nin fabrikadaki yüksek konumunu onun işçileri denetlerken zihninden geçen düşünceler yoluyla, iç monologlarıyla; “Mürüvvet”te ise odak figürün bu konumu olay aktarımı sırasında, eserdeki kişilerden biri olan Ahmet’in kolunu fabrikada bir makineye sıkıştırması sonucu birbirini takip eden çatışmaların anlatılmasıyla yansıtılmıştır. Her iki öyküde de odak figürlerin ilişkide bulunduğu kişiler -“Hakkı Sükut”ta Fotini, “Mürüvvet”te Ahmettemanın oluşmasında çatışmanın çekirdeğini oluşturmaları bakımından, eserlerde haksızlığa uğrayan kişiler olmaları bakımından önemli rol üstlenirler.”Hakkı Sükut”ta Hasip Efendi’nin sevdiği kız olan Fotini’nin yaşadıkları odak figürün fabrikadaki parayı ve çıkarları ön plana çıkaran ve bu uğurda insanların felaketine yol açan acımasız düzeni sorgulamasına yol açmıştır. Öyküde ipek fabrikasında kullanılan zehirli gazlardan zehirlenip ölen pek çok işçi kadın vardır ancak bunların hiçbiri Hasip Efendi’nin dikkatini çekecek nitelikte değildir. İşe yeni alınanlardan biri olan Fotini, Hasip Efendi’nin yıllar önce kaybettiği karısına benzerliği yönüyle onun dikkatini çeker ve böylece Hasip Efendi’nin kişisel trajedisi sezdirilmiş olur. Hasip Efendi’nin sevdiği herkesi kaybetmeye dayalı yazgısı onun kadere ve düzene isyan edip iç çatışmalar yaşaması sonucu bu acımasız düzenle

Sayfa 96

ilgili farkındalığını artırmasını ve sorgulamalarda bulunmasını sağlamaktadır. Odak figürün sevdiği kız hastalanınca, işçilerin haklarını içten içe savunmaya başlaması düzendeki çarpıklıkların ve sermayeyi elinde tutan sınıfın para hırsıyla insanların felaketine yol açmasının sergilenmesini sağlamıştır. Sistemin bu şekilde sorgulanışına Sait Faik’in “Mürüvvet” adlı öyküsünde de rastlanmaktadır. Öyküde odak figürün iç çatışmalar ve vicdan hesaplaşması yaşamasına yol açan Ahmet ömrünün geri kalanını rahat bir şekilde yaşamasına yetecek tazminatı alabilmek için kolunu makineye bilinçli olarak kaptırmıştır. Ahmet burada haksız olmasına rağmen bu öyküde de karşımıza “Hakkı Sükut”ta olduğu gibi düzenin sermaye sahipleri lehine işlemesi ve kanunlardaki boşluklar sebebiyle işçilerin iş güvenliğiyle ilgili düzenlemelerin yapılmaması ve iş kazasına uğradıktan sonraki tazminat haklarını alamaması durumu çıkmaktadır. Her iki öyküde de fabrika sahiplerinin işçiye karşı tutumları ve bakışları benzerdir. Bu benzerlik; para hırsı, paraya aşırı değer verme sonucu insani değerlerin göz ardı edilmesi temalarını desteklemektedir. “Hakkı Sükut”ta Hasip Efendi, fabrika sahibine sevdiği kızın öldüğünü söylediğinde “O kim?” diye yanıt almasıyla sermaye sahibi zengin sınıfın işçi sınıfına bakışının ve onları değersiz görüşünün diyalog tekniğiyle yansıtılması, yazarın kişilerin özellikleriyle ilgili okuyucuya izlenim kazandırmada iç monolog tekniğinin yanı sıra diyalog tekniğini de etkin bir şekilde kullandığını göstermektedir. “Mürüvvet”te ise öykünün ilk kısımlarında okuyucuya anlatıcının izlenimleriyle ve tasvirleriyle yansıtılan Mürüvvet’in sevdiği kişiyle evlenememesi, mutlu bir yuva kuramaması durumunun temelinde parasızlık, yoksulluk ve düzenin insanları acımasız çarkları içinde umutsuz bir hayata mahkum etmesi yatmaktadır. Mürüvvet’e sevdalı olan Ahmet’in bilerek kolunu makineye kaptırması bu bağlamda sorgulanır. Ahmet’in bu yanlış fiili düzenin adaletsizliği ve baskısı çerçevesinde sorgulanır. Osman Ağa bu sorgulamanın sonunda Ahmet’in hilesini patrona açık ettiği için üzülmektedir. Osman Ağa dürüst olmayan bir sistemin içinde dürüstlük taslamış ve bunun sonunda da bu insanların mutsuzluğuna yol açmıştır. Bu noktada patronun Ahmet’e bakışı ve onun yaptığı bu fiili ahlaksızca görmesiyle düzenin işveren lehine işleyen ahlaksız yapısı

YAZIN


Refik Halid Karay’ın “Hakkı Sükut” ve Sait Faik Abasıyanık’ın “Mürüvvet” adlı öykülerinde kullanılan kişiler, kişilerin modern yaşamdaki çıkışsızlıkları ve çözümsüzlükleri, anlatıcıların bu durumları yansıtmadaki işlevleri ve her iki eserde de maddenin ön plana çıkışıyla insani değerlerin değersizleşmesinin ortaya konmasıyla hem içerik hem anlatım bakımından bir benzeşim söz konusu olmuştur. Her iki öykü de bu şekilde, okuyucuyu bu düzen ve haksızlıklar üzerinde sorgulamaya, eleştirmeye yöneltmiş ve sistemin eziciliği karşısında okuyucuda da bir tepki oluşturmayı amaçlamıştır. Bilgesu Özcan 11 IB-I

YIL:18 SAYI:18

sistemin eziciliğine karşı tepki:

Her iki eserin de haksızlığa çanak tutan bu kahramanlar tarafından aktarılması bu iki kişinin yaşadıkları vicdan hesaplaşmasının yansıtılması, düzenin eninde sonunda herkesi boyun eğme mecburiyetinde bırakmasını göstermesi bakımından temayı destekleyen bir fonksiyon üstlenmiştir. Bu anlatıcıların ezen ve ezilen arasında bir ara konumda olmaları eserlerdeki temalara objektif bakışın sağlanmasında etkili olmuştur.

sait faik abasıyanık / mürüvvet

Her iki öyküde de isim sembolizasyonları bu haksız düzenle çeşitli yönlerden bağlantı kurmaktadır. Mürüvvet, evlenme isteğini, mutlu bir yuva kurma özlemini ifade ederken öyküde sistemin ezilen insanlara bunu bile çok gördüğünü, onları çıkışsız ve çözümsüz bıraktığı yansıtılmıştır. Hakkı Sükut’ta Hasip isminin hesap çağrışımı yapması, sevdiği kızın içine düştüğü durum karşısında işçi sınıfa yakınlık göstermeye başlayan Hasip Efendi’nin bile bu sistemin bir parçası olmaktan kurtulamayacağını, “Mürüvvet”teki Osman Ağa gibi sisteme hizmet etmeye devam edeceğini sezdirmektedir. Osman Ağa, doğudaki feodal düzeni çağrıştıran “Ağa” lakabıyla bu köle-efendi sistemine yaverlik yapmaya, çanak tutmaya nasıl devam edecekse Hasip Efendi de kendi çıkarlarını hesaplayıp başkaldırısından geri dönecektir.

refik halit karay / hakkı sükut

diyalog ve iç monolog teknikleriyle okuyucuya yansıtılır ve bu konuda okuyucunun da değerlendirmeler yapmasına olanak tanınır.

Sayfa 97


İç Yazı Başlığı

inceleme Olaylar ve Kişilerin Yarattığı Zulüm Düzeni Yazarlar, bireylerin birbirlerine uyguladıkları zulmü eserlerinde olaylar, oluşturdukları atmosfer ve çizdikleri kişilerle yansıtabilirler. Bu durum Refik Halit Karay’ın “Yatık Emine” adlı öyküsünde yaşamını fuhuşla kazanmak zorunda kalan Emine adlı figürün Anadolu’nun ücra bir kasabasına “ıslah” olması amacıyla gönderilmesiyle burada yaşadığı dışlanma, sosyal linç sonucu yaşadığı yokluk, haksızlıklara uğraması ve toplum tarafından sürüldüğü kasaba dışında bir barakada çaresizce can vermesiyle örneklenmiştir. “Yatık Emine” de toplumun bireye uyguladığı zulüm; namusun kadın üzerinden yürütülmesi, kadının toplumdaki ezilmişliği, acımasızlık ve ahlaki yozlaşma temaları üzerinden anlatılmıştır. Toplumun birey üzerinde uyguladığı baskı ve zulmü anlatan bir başka öykü Sait Faik Abasıyanık’ın “Papaz Efendi” adlı öyküsüdür. Bu öyküde “Yatık Emine”ye benzer şekilde şehirden uzakta bir mekanda bireyin baskı görmesini kolaylaştıran dar sınırlar içinde hapsolmuş küçük toplum yapısının getirdiği sığ anlayış yüzünden dar kalıplarından oluşan bir duvara çarpan ve mekânsal sıkışmışlığa paralel olarak ruhsal bir sıkışmışlığın da acısını yaşayan bir papazın yaşadıkları anlatılır. Papaz bu kasabada konumuna uygun davranışların dışına çıkması ve ruhunun gerektirdiği şekilde hayattan zevk alarak özgürce yaşamaya çalışması yüzünden halk tarafından dedikodu konusu yapılmış, toplumsal bir baskıya tabi tutulmuş ve sonuçta bunun acısını yaşayarak ölmüştür. Bu öyküde papazın yaşadıkları yaşama sevinci, özgürlük, doğa sevgisi ve toplumun acımasızlığı temaları doğrultusunda anlatılmıştır. Her iki öyküde de odak figürler, kısıtlandırılmaları, acı çekmeleri ve zulme uğramaları nedeniyle onlar için kapalı bir mekan haline dönüşen kasaba hayatında toplumun kalıplarına ters düşmeleri nedeniyle uğradıkları baskı ve kuşatılmışlık karşısında çözümsüzlüğü, çıkışsızlığı yaşamaktadırlar. Eserlerdeki çatışmaların kaynağında bu çatışmalar yer almıştır. Her iki öyküde de odak figürlerin toplumun bireye biçtiği rollerin dışına çıkmaları, sınırların dışına taşmaları toplum tarafından kendi varoluşuna yönelik bir tehdit olarak algılanmış ve toplum saldırı olarak algıladığı bu eylemler karşısında odak figürleri cezalandırma

Sayfa 98

yoluna gitmiştir. Emine, kasabanın tüm kadınları tarafından kocalarını ellerinden alabilecek bir tehdit olarak görülmüştür, erkeklerin Emine’ye bakışları daha ikiyüzli bir niteliktedir. Emine’yi arzulayan kasaba erkekleri istediklerini alamayacaklarını görünce onun kamu ahlakına bir tehdit oluşturduğunu ilan etmişler ve Emine böylece kasabadan sürülmüş, halkın görüş açısının dışına çıkartılmıştır. Kasabaya gelişinde kaldığı hapishanede diğer kadınların şiddetine ve haksızlıklarına maruz bırakılan Emine’nin bu acımasız toplum yapısında da yazgısı değişmemiş ve kasabada barınması da mümkün olmamıştır. Öyküde, kasaba halkının acımasızlığı tek başına kalmamıştır. Devlet otoritesinin Emine’ye bakışı da aynı yönde oluşmuştur. Böylece kalıpların dışında eylemler sergileyen bireye karşı uygulanan zulme devlet de ortak ve onaylayıcı olmuştur. Denebilir ki bu zulmün oluşmasında devletin onaylayıcı tavrının teşvik ediciliği de vardır. Devletin temsilcisi konumundaki jandarma komutanı Dal Sabri burada Emine’ye nefes aldırmayan bir tavır içinde olmuş ve onun ölümüne giden yolu kasaba halkıyla birlikte hazırlamıştır. Emine’nin kasabada yüzünün güldüğü ve azıcık nefes aldığı tek mekan bir süre hizmetli olarak çalıştığı hastane ortamı olmuştur. Emine burada kendisine yardımcı olan tek figür Gürcü Server’le tanışma fırsatı bulmuştur. Fakat kasaba halkının ve Emine’yi beğendiği halde küçük gördüğü için bunu kendine itiraf edemeyen Dal Sabri’nin kıskançlığı onun hastanedeki yaşamının son bulmasına yol açmıştır. Emine böylece toplumdan dışlanan, ötekileştirilen Tatar göçmenlerin bulunduğu kasabanın dışındaki yerleşim alanlarına sürülmüş olur. Bu mekanda Gürcü Server’in yardımlarıyla hayatını yeniden oluşturma fırsatı bulsa da Server’in askerlik görevini yerine getirmekte olan bir genç oluşu Emine’nin bu refahının geçici olduğunu sezdirmektedir. Öyküde anlatıcı tarafından sık sık çeşitli hayvanlara benzetilen Emine toplum tarafından insan sınıfına hiçbir zaman konmamış ve sonrasında da kendi kaderine terk edilmiştir. Fakat ona yönelik baskı ve taciz sürgün edildiği yerde sona ermez, evindeki eşyaları çalınır, evi boşaltılır; yaşama tutunma çabası her defasında boşa çıkarılmaya çalışılır. Sait Faik’in “Papaz Efendi” adlı öyküsünde ise “Ne filozofum. Ne papazım. Evsiz barksızım. Hem de dinsizim. Sadece insanım.” gibi söylemlerde bulunan aykırı bir kişiliktir papaz. Toplumun papaz algısına ters düşmesi, “Sarhoş, genç kız düşkünü” gibi etiketlerle anılmasına yol açmıştır. Papazın hayattan zevk almayı, özgürce sevinç duymayı önceleyen kişilik yapısı onun doğaya yakın bir kişilik olmasını, bir doğa emekçisi

YAZIN


refik halit karay / yatık emine sait faik abasıyanık / papaz efendi şeklinde öyküde belirmesini sağlamıştır. Ppazın toplumdaki kirli ilişkilerden, çıkar ilişkilerinde, sahtekarlıklardan kaçarak doğaya sığınması ve yozlaşmış dış dünyaya karşı yaşama sevincini ve aşkı savunması düzenin varlığına karşı bir tehdit olarak algılanmış ve onun toplumdan bağnaz bir anlayışla dışlanmasına yol açmıştır. Eserlerde kalıpları, ön yargıları aşmış bu bireyleri etkileyen bir başka durum ise toplumla çatışmalarının kendi ölümleriyle sonuçlanması ve böylece trajik birer kahramana dönüşmeleridir. “Yatık Emine”de Emine, toplumdaki herkes tarafından kapıların yüzüne kapatılmasıyla yalnızlığa ve çaresizliğe mahkum edilmiş, bu durumun yansıtılmasıyla anlatıcının okuyucuya toplum eleştirisi yapma fırsatı sağlaması mümkün olmuştur. Bu veriler ışığında okuyucunun vicdanında toplum, bu yaptıklarıyla ahlak bakımından gösterdiği yozlaşma ve acımasızlıkla yargılanan bir konuma düşmüştür. Papaz Efendi’nin ölümünde ise toplumun doğrudan etkisi yokmuş gibi gözükse de hakkında yapılan dedikodulara içerlemesi onun ölümüyle ilgili bazı soru işaretleri oluşturmaktadır. Onun siroz hastalığına yakalanmasına sebep olan aşırı alkol tüketiminde, içine düştüğü yalnızlık ve mutsuzluğun payı olduğu da sezdirilerek okur bu konuda bir şüphe ve belirsizlik içinde bırakılmıştır. Her iki eserde de topluma göre şekil almamak bireyleri trajik sona götüren bir sebep olarak gözükmektedir. Yazarlar, eserlerinde kullandıkları tahkiye tekniğini okuyucuyu toplumu yargılayacak şekilde kullanmışlar ve böylece toplumun farklı bireylere karşı tutumlarını eleştirme ve yargılama işini okura bırakmışlardır. Odak figürlerin iç monologları, okuyucuyu onların yanında yer alma konusunda yönlendirici olmuştur. Okuyucunun dış dünyaya onların gözüyle bakması okuyucuyu da aynı dışlanan konum içinde bırakmasıyla çatışmaların içine çekmektedir.

“Yatık Emine”de Emine’nin eylemlerinin “oluşdurum” anlamları içermesi, ona baskı uygulayan kasaba halkının ve devlet otoritesinin eylemlerinin genellikle “iş-kılış” anlamı içermesi Emine’nin pasif bir konuma yerleştirilmesinde ve okuyucuyu onun yanında yer almaya ve onu savunmaya itmesinde etkin rol oynayan bir başka unsur olmuştur. Papaz Efendi’de papazın hayat algısı, leitmotif olarak kullanılan “yaşam” sözcüğü ve büyüleyici doğa betimlemeleriyle yaşamın güzelliğinin savunulması okurun papazın yanında yer almasını sağlamıştır. Böylece okuyucu, “Yatık Emine”de ezen-ezilen karşıtlığından yola çıkılarak yaratılan çatışmada ezilenin; “Papaz Efendi”de yaşama sevincini savunan-kalıpçı anlayış arasındaki çatışmada yaşama sevincini savunan papazın yanında yer alma ihtiyacı hissetmektedir. “Papaz Efendi”de ikili anlatıcının olması, anlatıcının öykünün yarısında anlatma görevini kendi üstüne alması yarısında da papazı görevlendirmesi, anlatıcının da benzer bir kaderi paylaşan ayrıksı bir birey olarak kendisini papazın yanında konumlandırma isteğinden kaynaklanmıştır. Okuyucu için bu öyküde, değişen anlatıcılar sayesinde, haksızlığa uğrayan kişileri desteklemek için daha güçlü bir istek uyandırılmıştır. Refik Halit Karay’ın “Yatık Emine” ve Sait Faik’in “Papaz Efendi” adlı öykülerinde toplum-birey çatışmasına farklı eksenlerde bir yaklaşım sağlanmış, farklı tercihlerde bulunarak toplumun onlar için belirlediği sınırların dışına çıktıkları için toplum tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve bu nedenle toplum tarafından kuşatılmış, sıkıştırılmış, cezalandırılmış bireylerin trajik öyküleri anlatılmıştır. Her iki öyküde de bulundukları coğrafya odak figürler için bir kader görevi görmüş; mekanlar ve bu mekanlarda yaşayan insanların yüzeysellikleri, sürü psikolojisi içinde hareket etmeleri onların yaşadıkları baskıyı destekleyici bir rol üstlenmiştir. Elifsu Kıdemli 11 IB-I

YIL:18 SAYI:18

Sayfa 99


yazarsanız roman olur Hasan Ali Toptaş’tan ... “Öyledir, dedi Zübeyir; bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.”

…………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… ……………………………………………………………………………………………………………

Murathan Mungan’dan ... “Yokluğunda her sabah bozuk bir günaydın atıyorum çocukluğumdan kalma eski kumbarama, geldiğinde sana güzel bir hoş geldin almayı planlıyorum.”

…………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………………… ……………………………………………………………………………………………………………




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.