Gelişim Dergisi 2021 - Sayı 21

Page 1

RUHSAL KETLENMENİN

ÖĞRENME SÜRECİNE ETKİSİ Konuk Yazar: Uzman Psikolojik Danışman Yasemin Büyükak Çakmak

Röportaj:

Bilinçli Farkındalık: Mindfulness Prof.Dr. Zümra Atalay

Ergenlik Döneminde Ruhsal İhtiyaçlar

Çatışmayı Anlamak


02 08

30 16

38

İçindekiler 01 Editörden - Hülya Seferoğlu 02 Ergenlik Döneminde Ruhsal İhtiyaçlar - Uzman Psikolojik Danışman Berna Ergun 08 Çocuğun Özerklik Çabaları - Uzman Psikolojik Danışman Didem Yıldırım 12 Çatışmayı Anlamak - Uzman Psikolojik Danışman Gülseren Kaya 16 Bilinçli Farkındalık: Mindfulness Prof. Dr. Zümra Atalay ile röportaj: Uzm. Psk. Dnş. Müge Kösoğlu / Uzm. Psk. Dnş. Tuğçe Erguvan Eryılmaz 24 Ruhsal Ketlenmenin Öğrenme Sürecine Etkisi Konuk Yazar: Uzman Psikolojik Danışman Yasemin Büyükak Çakmak 30 Sohbete Var Mısınız? - Uzman Psikolojik Danışman Asude Işık Tunca / Psikolojik Danışman Belkıs Elitaş 34 Zorluklardan Güçlenerek Çıkmak - Psikolojik Danışman Filiz Koçak 38 Affetmek - Psikolog Meltem Cingöz 42 Bizden Haberler


Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi Sahibi Mehmet Güneş Terakki Vakfı Okulları Genel Müdürü Yayın Direktörü Demet Uysal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi Koordinatörü Editör Hülya Seferoğlu Psikolojik Danışman Yayın Kurulu Funda Tezer Uzman Psikolojik Danışman Neşe Eşer Uzman Psikolojik Danışman Müge Kösoğlu Uzman Psikolojik Danışman Tuğçe Erguvan Eryılmaz Uzman Psikolojik Danışman Tasarım ve Uygulama Redaksiyon Dilek Özçelengir Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Katkıda Bulunanlar Bora Gönenç Terakki Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Banu Akbaşlı Kurumsal İletişim Koordinatörü Baskı

ÖREN MATBAA / 0 (212) 544 65 98 Yayın Türü Süreli (yılda 2 kez) Sayı 21 / Ücretsizdir Dergideki tüm yazılar Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi uzmanları tarafından hazırlanmıştır. Gelişim, Terakki Vakfı Okulları tarafından T.C yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Gelişim’in ismi ve yayın hakkı Terakki Vakfı Okulları’na aittir. Gelişim’de yayınlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

gelisimdergisi@terakki.org.tr

Editörden Değerli Okurlar; Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi olarak Gelişim dergimizin 21. sayısı ile tekrar sizlerleyiz. Anne baba olmak bir yolculuk… Bizler de bu yolculukta çocuklarınızı tanımanıza, anlamanıza destek verecek Gelişim Dergimizdeki yazılar ve röportajlarla yanınızda olmaya devam ediyoruz. Sevgili anne babalar, Mart 2020 tarihinden itibaren hayatımızda birçok değişim oldu ve olmaya devam ediyor. Yaşanan COVİD-19 salgını nedeniyle bir yandan ailemizin sağlığı ve güvenliği için endişe duyarken bir yandan da yeni durumlara uyum sağlamaya çalışıyoruz. Gelişim ekibi olarak tüm bu meseleleri kapsayacak, sizlere yol göstereceğini düşündüğümüz bazı konulara yer verdik. Konuk yazar Uzman Psikolojik Danışman Yasemin Büyükak Çakmak, çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimlerinin zihinsel gelişimlerini nasıl etkilediğini aktardığı “Ruhsal Ketlenmenin Öğrenme Sürecine Etkisi” konulu yazısı ile sizlerle buluştu. Çakmak, ruhsal ve zihinsel dünyamızı birbirinden ayıramayacağımızı, bizi biz yapanın hem hissettiklerimiz hem de algılarımız, düşünme, muhakeme, problem çözme, hayal kurma, hafıza, dil becerileri gibi özelliklerden oluştuğu ve zihinsel kapasitemizin yaşadığımız ruhsal durumlardan etkilendiği üzerinde durdu. Ayrıca öğrenmenin gerçekleşebilmesi için oluşması gereken koşullara ve anne babaların nasıl destek olabileceğine değindi. Prof. Dr. Zümra Atalay’la son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan “Bilinçli Farkındalık: Mindfulness” kavramı üzerinden bir röportaj gerçekleştirdik. Atalay bilinçli farkındalık ve kabul kavramlarının düşüncelere değil, duyulara yoğunlaşarak, “an”ı daha kaliteli yaşamak üzerine odaklandığını vurgularken Mindfulness in içerik değil süreç odaklı bir yaklaşım olduğunun altını çizdi. Okurken sizlerin de bizler gibi keyif alacağınızı düşünüyoruz. Danışman arkadaşlarımız ise beğenerek okuyacağınızı düşündüğümüz çeşitli konularla sizlerle buluşmak istedi. Bu yazılarımızı “Ergeni Döneminde Ruhsal İhtiyaçlar”, “Çocuğun Özerklik Çabaları”, “Çatışmayı Çözmek”, “Sohbete Var mısınız?”, “Affetmek” ve “Zorluklardan Güçlenerek Çıkmak” başlıkları altında okuyabilirsiniz. Gelişim dergisi ekibi olarak olarak iki güzel haberimiz var. Bugüne kadar basılı ve çeşitli dijital ortamlarda okurlarıyla buluşan Gelişim, içinde çeşitli içerikleri arama olanağı da sunan, okumayı kolaylaştıran bir web sitesine sahip oldu. Gelişim’de yer alan yazılara, arşiv niteliğinde hazırlanan yeni web sitemiz http://gelisim.terakki.org.tr/ adresinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca Gelişim dergimizden seçilen çeşitli konulardaki içerikler Terakki’nin yeni sosyal medya platformu Açık Yol @acikyol1877 adlı Instagram hesabımızda yayınlanmaya başladı. Merak ettiğiniz birçok konu Gelişim arşivimizde okumanız için hazır ve Açık Yol @acikyol1877 ile parmağınızın ucunda sizleri bekliyor. Gelişim dergisi ekibi olarak bu yeni platformumuzun sizlere yol göstermesini hedefliyoruz. Gelişim ekibi olarak bu yeni platformumuzun sizlere yol göstermesini arzu ediyor “Nerede yaşam varsa, orada umut vardır.” diyerek 2021 yılının hepimize güzel başlangıçlar getirmesini diliyor, sağlıklı günlerde tekrar görüşmek üzere diyoruz. Sevgiyle kalın,

Hülya Seferoğlu Psikolojik Danışman

01


Yazan: Uzman Psikolojik Danışman Berna Ergun

Ergenlik Döneminde

RUHSAL İHTİYAÇLAR Yeni deneyimlerine uyumlanmaya çalışan, anne babayı bu denli korkutan, ilerleyen yaşları zorlayıcı deneyimlerden ibaret gösteren bu algının kaynağı neye dayanır? Ergenlik neden hem ebeveyn hem de çocuk için korkulu bir rüyadır? 02


Bir bebeğin doğduğunda kendisine bakım verene ihtiyacı oldukça fazladır. Anne, baba veya bakım veren her kimse kendi hayatını ikinci plana alır ve bebeğin ihtiyaçlarına odaklanır. Çünkü dünyaya yeni gelmiş bu canlının adaptasyonu için eşliğe ihtiyacı vardır. Bu dönem aslında bakım verenler için zorlayıcı ve yorucu da olabilmektedir. Ancak bakım verenler ne zaman yorgunluğunu ya da zorluğunu dile getirecek olsalar, çevresindekilerin birbirine benzer söylemleri ile karşılaşırlar, bu günlerin iyi günler olduğu, bebeğin büyüdüğünde asıl o zaman zorlukların anne ve babayı bekliyor olacağı gibi. Yeni doğmuş bebeğin bocalayan anne babasına adres gösterilen bu zorlu yıllar, çocuğa yaklaşım ve ergene yaklaşım açısından da birbirinden farklı ele alınabilmektedir. Örneğin bir bebeğin her geçen gün farklılaşan davranışları onun büyümesi ve gelişmesine eşlik etme heyecanı ve mutluluğuyla karşılanır. Ellerinden tutmadan kendi kendine ayakta durduğu ilk an, kendini anlatmaya başladığı ilk sözleri hiç unutulmaz, o anlar bir kutlama anı gibidir sanki. Ailelerin birçoğu, bu şahitlik ettikleri büyüme anlarını, tarihleri not ederler ve bu yıllarca anılır. Sıra ergenliğe geldiğinde gelişme ve büyüme çabası bambaşka bir tepki ile karşılaşacaktır. İlk söyleyeceği kelimenin heyecanla beklendiği bebeklikten, kendini anlatmasından, ifade etmesinden, rahatsızlık duyulan hatta zaman zaman susturulmaya çalışılan bir yaşam dönemine geçilmiştir. Coşkuyla karşılanan desteksiz ayakta ilk duruş veya ilk adımlar, bağımsızlığını arayan ergenin uzaklaşma çabası söz konusu olduğunda, coşkunun yeri endişeye bırakılır, hatta devreye engellemeler girebilir. Bu dönemdeki “büyüme” ebeveyne çoğu kez korkutucu gelebilir ve o kadar da hoş karşılanmayabilir. Yeni deneyimlerine uyumlanmaya çalışan, anne babayı bu denli korkutan, ilerleyen yaşları zorlayıcı deneyimlerden ibaret gösteren bu algının kaynağı neye dayanır? Ergenlik neden hem ebeveyn hem de çocuk için korkulu bir rüyadır? Büyüyüp gelişmenin hızla yaşandığı ergenlik döneminde neler yaşanır, neler deneyimlenir? Ergenlikle birlikte ortaya çıkan değişimlere ve bu değişimlerin ne kadar aniden ergenin ve ailesinin yaşantısına etki ettiğine işaret etmek isteyen Nergis Güleç bu süreci anlatımında Orhan Veli’nin “Birdenbire” adlı şiirinden yola çıkar.

Birdenbire Her şey birdenbire oldu. Birdenbire vurdu gün ışığı yere; Gökyüzü birdenbire oldu; Mavi birdenbire. Her şey birdenbire oldu; Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan; Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire. Yemiş birdenbire oldu. Birdenbire, Birdenbire; Her şey birdenbire oldu. Kız birdenbire, oğlan birdenbire; Yollar, kırlar, kediler, insanlar... Aşk birdenbire oldu, Sevinç birdenbire. Orhan Veli Kanık Güleç (2014), ergenliği bir çeşit ikinci doğum olarak ele alırken, ergenlerin “aniden” karşı karşıya kaldıkları değişim sürecini yaratıcılığa ve canlılığa dair algılamakta zorluk yaşadıklarını dile getirir. Çünkü tüm bu değişime ayak uydurmak, kendini yeniden tanımlamak ve tüm ilişkiler içerisinde yeniden konumlandırmak ergen için zorlu bir görevdir. “Birdenbire bedenleri değişmiştir, narsisistik olarak beslendikleri, yaslandıkları anne babalar yabancılaşmış, tanıdık olan ne varsa sanki yitirilmiştir.” Ergen için oldukça zorlayıcı, ergeni kıvrandıran ancak kıvrandıkça da büyümesine ve kendisini bulmasına yol açacak bu süreç, çoğu kişi tarafından olumsuzluklar atfedilmiş bir dönemdir. Ergen, bu dönemde anne babasını alıştığı, tanıdığı, belki daha kolay iletişim kurabildiği ilişkisinden, yeni bir dönemin kapılarını açarak bu bilinmezliğin içine çeker. Şimdi hem kendini bulmak hem de ilişkilerini baştan yapılandırmak için anne ve babasıyla yeni yollar keşfetmelidir. Ancak ergenin bu bilinmezlik ve bilinmezliğin içinde kendi başına salınma arzusu, anne babayı zorlayan en önemli unsurlardandır. Birçok şeyde olduğu gibi bilinmezliği yenmek için daha çok düşünmek, anlamaya çalışmak ve kapıları

03


04


açık tutabilmek için de ergenin duygusunu anlayıp ona eşlik edebilmek önemlidir. Bunu yaparken ergenin davranışlarından çok ihtiyaçlarına odaklanılmalıdır. Çünkü anne babayı zorlayan, hep yeni çözüm yolları bulmaya iterken zaman zaman da öfkelendiren tüm o davranışlar, aslında anladığımızda hak verip belki de destek olmaya çalışacağımız ihtiyaçlardan doğmaktadır. Bu ihtiyaçlar ergen için aslında kendi belirlediği ihtiyaçlar değildir. Gelişiminin ona dayattığı, bazen ayak uydurmakta hatta belki de tıpkı ebeveynleri gibi anlamlandırmakta zorlandığı, ama bir anda hayatını şekillendirmeye başlayan değişimlerdir. Yerini, zamanını, gidişatını belirleyemediği, sanki izleyicisi olduğu ama bir taraftan tam da başrolünde olduğu bir dönüşüm başlamıştır. Ergen fiziksel ve duygusal değişim süreçlerindeki salınımları içinde zorlanırken ebeveynin yapması gereken ona tıpkı bebekliğinde olduğu gibi gelişme fırsatını vermek ve aynı zamanda da onu koruyacak çerçeveyi sağlamaktır. Peki ergen bu dönemde neler yaşar ve nelere ihtiyaç duyar? Bu ihtiyaçlar nasıl ele alınmalı, güven veren çerçeve nasıl oluşmalıdır?

Özgürleşmek Tüm bu değişimler esnasında ergen kendi sınırlarını yeniden çizmeye, değişen bedenine ve kimliğine uygun sınırları belirlemeye çalışırken özgürleşme ihtiyacı belirgin olarak kendini gösterir. Bu ihtiyaç ebeveyn ile ergenin en büyük çatışma konusu olabilmektedir. Ergen hayatındaki değişimleri deneyimlemek için özgürlüğe ihtiyaç duyarken ebeveynin kaygıları tetiklenir. Daha düne kadar çocuk olan bu birey bu özgürlüğün üstesinden gelebilecek mi? Hatalar olduğunda sonuçlarına katlanabilecek mi? Yaralar alacak mı? Bu yaralarla baş edebilecek mi? gibi sorular ebeveynin gündemini meşgul eder. Ebeveyn ergenin yakınında olup tüm kaygılarını kontrol altına almaya, olası yaraları kendince ‘en aza’ indirmeye çalışırken aslında ergende de tam bir karşıt olma ihtiyacı belirir. “Karşı çıkmak, ergen için etraftaki yetişkinlerle, özellikle anne babasıyla ilişkisinde kendisini konumlandırmanın ayrıcalıklı bir yoludur. Dayanıklılığını denerken, ‘karşı’ olduğunu belirtirken, bir ayrışma hareketi başlatır. Ötekiyle farkı ölçüsünde, kendisinin kim olduğunu keşfeder.” (Jeammet, 2012)

Mesafe Koymak Ergenin kendini keşfetme süreci ayrışma, mesafe koyma ihtiyacını da beraberinde getirecektir. Ergenliğin en çatışmalı durumlarından biri de belki birey olabilmek için diğerinden yani ebeveynden ayrışabilme sürecidir. Ayrışabilmek mesafe koymakla mümkün olur, bu hem gözle görülen hem de ilişkisel bir mesafedir. Ergen odasının kapısını kapatarak, mesafesini somutlaştırır. Daha az anlatır, daha az konuşur, aynı alanı daha nadir paylaşır anne ve babasıyla. Bir küçümseme, bir alay belirir dilinde. Tüm bunlar aslında anne baba ile çocuksu ilişki biçimini değiştirmek, dönüştürmek ve kendisinin ayrı bir birey olarak konumlandığı yeni bir ilişki biçimine kavuşabilmek içindir. “Her şey kolay olabilirdi: ergen büyürken yavaş yavaş özerklik kazanacak, yenilik isteyecek, ihtiyaç olarak hissettiğinde gitmeyi arzu edecek. Zaten ebeveynleri hazır olacak, güvenliğine dikkat ederek inisiyatif kullanmasına izin verecekler.” (Jeammet, 2012) Ancak tüm bunlar, söze döküldüğü kadar kolay değildir elbette. Çünkü ergen zorlu bir ikilem içindedir. Hem anne babasına ihtiyacı vardır hem de onlardan uzak olmaya… Bu çelişkili süreci yürütmek hiç de kolay değildir. Burada ebeveynin sağduyulu yaklaşımı önem kazanır. Alan açan, ihtiyaç hissedildiğinde tam da orada olduğu mesajını verebilen ebeveyn bu ikilemi ve ergenin kaygılarını yatıştırmaya yardımcı olacaktır.

Özdeşleşmek Uzaklaşmak istediği anne baba, aslında bir taraftan da çocukluktan itibaren süregeldiği gibi özdeşim nesneleridir ergenin. Uzaklaşmak isterken bir taraftan da yakınında olmasına, gözleyip modellemeye, anne babanın kadınsı ve erkeksi rollerinden kendini yeniden oluşturmaya ihtiyaç duyar. Çünkü yetişkinliğe giden yolda cinsel kimliğini oluştururken anne ve babanın kadınsı ve erkeksiliğinden kendisine bir özdeşim yaratacaktır. Jeammet (2012) ergenin anne baba ile gelgitli ilişkisini şöyle anlatır: “Yetiştirme dinamiği ebeveynin otoritesi ve ergenin özerkliği arasında yer alır. Fazla özgürlük bir terk ediliş gibi yaşanabilir, çok az özgürlük ise, dayanılmaz bir zorlanma gibi. Ergen karşı çıkarak kendisini hala anne babasına bağlayan ve hala ihtiyacı

05


olan ilişkinin kuvvetini dener. Kendini aramaya tek başına cesaret edemezken onlara karşı çıkmak varlıklarını ve ilgilerini garantiler. Karşı çıkmak ergen için kişiliğini yapılandırmanın ideal bir yoludur.” Bu karşı çıkışın ebeveynden ergene nasıl yansıdığı önemlidir. Karşı çıkış karşısında buna alan açan, ergenin hemen gerisinde bir yerlerde onun ihtiyacını bekleyen, yol bulma çabasına sabır gösteren bir ebeveyn olabileceği gibi, kayıp endişesi yaratan bir ebeveyn, misilleme yapan, acı çektiren, cezalandıran bir ebeveyn figürü de görülebilir. Özdeşim nesnesini seçerken ergen ve anne babası arasındaki ilişkinin yansımaları farklı şekillerde ortaya çıkar. Ergen kaybetmekten korktuğu ebeveyne sımsıkı tutunabilmek için onu da özdeşim nesnesi yapabilir, ona acı veren ebeveyni de seçebilir. Bu seçim çocukluktan itibaren süregelmiş ilişkilerin ışığında bilinçdışı bir seçim olacaktır elbette. Ancak en sağlıklı olan iki ebeveynin farklılıklarının da yer alabildiği ve bunun çocuğun kendi yapısıyla bütünleşebildiği, sindirebildiği bir özdeşimdir.

Bütünleşmek “Ergenlik bütün insani maceralar gibi denemeler, yanılmalar, ilerlemeler, vazgeçişler, keşiflerden oluşan yoğun bir çalışma dönemidir. Bu yolda ergen ve anne babası birçok çelişki ve belirsizliğin merkezindedir.” (Jeammet, 2012) Çelişkiler ve belirsizliklerle dolu bu yolda özgürleşmek ve mesafe koymak hikâyenin girişiyse, hikâye özdeşimlerle gelişir ve aslında bütünleşme de ergenliğin sonuna yaklaşıldığının göstergesi olarak görülebilir. Bütünleşmek ayrıştıktan, özgürleştikten, birey olduğunu kendine ve çevrene kanıtladıktan sonra bütünün de bir parçası olabildiğini, içinde yaşadığın toplumda yerini bulabildiğini görebilmektir. Bütünleşme sanılanın aksine çocuğun/ergenin belli kalıplara sokulması konusundaki katılıkla değil, tam tersi farklılığın olumlu karşılanması ile kolaylaşacaktır. Kabul edildiğini hisseden her birey gibi ergen de kendini ispat çabasıyla risk getiren hazlara daha az ihtiyaç duyacak ve ait olduğu toplumun içinde kendi renklerini taşımaya devam eden toplumun bir parçası olabilecektir. Okul, arkadaşlar, kulüpler, çeşitli topluluklar ergene bu yolda kapılar açarlar ve ilerlemeyi sağlarlar.

06

Ebeveyne Düşen... Ergenlikte esas mesele değişimler ve dönüşümler arasında salınan ergene, anne babanın ebeveynlik rollerinden vazgeçmeden eşlik edebilmeleridir. Ebeveynin sağlam çerçevesi içinde ergenin gelişmesine imkân tanıyacak dinamiğin bulunması önemlidir. “Anne babalar, ergenlerin içinde bir özerklik alanı yaratacakları belli bir sınırın koruyucularıdır. Bu iki pozisyon, kuşak farkı içinde bir arada var olmalıdır, iki taraf da teslim olmadan. Fazla kuvvetli otorite veya anne babaların ergenle birbirlerine karışmalarına yol açacak kadar direnç ortaya koymamaları, özerkleşmeyi oldukça benzer yollardan engelleyen tutumlardır. Ergenin kendi alanını idare etmesine izin verilecek bir çerçeve oluşturmak mümkündür, çerçevenin içinde verilecek hareket payı ona özgürlüğünü sunacaktır.” (Jeammet, 2012) Tam burada “Peki nasıl olacak?” sorusu devreye girer. Çünkü ergen kadar anne baba için de nerede duracağını bilmek, hem koruyan hem özerklik veren alanı yaratmak zordur. Bu düğüm ancak ‘iletişim’ ile çözülecektir. Ebeveyn ile çocuk/ergen arasındaki iletişimde eksik kalan şey çoğunlukla duyguların iletilmesi olmaktadır. Jeammet “Sınır koymak, herkesin kendi alanına saygı göstermek, karşıtlığın ortaya çıkmasına izin vermek ve karşıtlığın düzenlenmesi için birbirine bağlanmak, paylaşacak alanlar bulmak, ya da iki ayrı alanın buluşmasına müsaade etmek; bütün bu girişimler ebeveynlerle ergenlerin iyi iletişiminin geri planını inşa eden olmazsa olmaz koşullardır.” diyerek iyi iletişimin önemine vurgu yapar. Sağlıksız bir iletişim yaralayıcıdır; çünkü ergen dile dökemediğini ya çevresine ya da kendisine yönelik saldırganlıkla ifadeye yönelebilir, sözle anlatamadığını aşırı davranışlarla ortaya koyabilir. Ergenle iletişim kurmak her zaman kolay değildir. Duymaya, dinlemeye, kabul etmeye tepkisi fazla olabilir. Ancak bir taraftan da ilişkinin dinamiğini ve yaşanan tüm kaygıları düzenleyebilmenin yolu konuşup ‘uzlaşabilmek’ değilse bile an azından anlamaya çalışmaktan geçecektir. İletişim ilişkideki bağın temsilidir. Ergen bir yandan özerk olmak isterken bir yandan da anne babasından kopmak onu korkutur, çünkü bu güvenli limana hala çok ihtiyacı vardır. Bu nedenle iletişim önemlidir, ebeveynle konuşabilmek, ona alan açıldığını, görüldüğünü ve yalnız olmadığını hatırlatacaktır.

KAYNAKÇA • Güleç N., Psikanaliz Yazıları “Ergenlik: Anlamak ve Anlaşılmak Üzerine” Bağlam Yayınları 2014 • • Jeammet P., Ergenlik: Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları, Bağlam Yayınları 2012


07


Yazan: Uzman Psikolojik Danışman Didem Yıldırım

ÇOCUĞUN ÖZERKLİK ÇABALARI Çocuğun sorumluluk sahibi bir birey haline gelebilmesi için örnek bir yetişkine gereksinimi bulunmaktadır. Erken çocukluk döneminden itibaren çocuğun sevgiye, güvene, çevresindekilere inanmaya, özgürlüğe, büyüdükçe bazı şeyleri kendi başına yapmaya ihtiyacı vardır. 08


Otonomi başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisine denir. Başkasına bağımlı olmadan, kendi değerlerini yerleştirebilmiş ve bağımsız karar alabilen kişiler otonom (özerk) kabul edilir. Çocukların özerklik çabaları, onlara sınırları çizilmiş güvenli ortamlarda keşfetme, seçim yapma, hedef belirleme, hedefine ulaşmada sabır ve motivasyon gösterme, plan yapma/planını gerçekleştirme özgürlüğü ve sorumluluk konusunda verilen olanaklarla desteklenebilmektedir. Hedef belirleme, planlama yapabilme, izleme ve değerlendirme adımları öz düzenleme sürecinin de önemli bir parçasıdır. Kendine spor, sanat veya bilim alanında hedef koyan özerk bir çocuk, hangi alanda olursa olsun bunu gerçekleştirmek için plan yapar, çalışır ve hedefine ulaşır. Ebeveyn olarak çocuğa eşlik edebilmek, gerektiğinde model olmak ve sorgulama yapması için sorular sormak, çocuğun hedefine ulaşırken destekleyici olacaktır. Çeşitli araştırmalarda özerklik, bireylerin sağlıklı bir kimlik ve kişilik geliştirmelerinin temel yapısı olarak görülmüştür. Özerklik, bireyin kendisini başkalarına fark ettirmesi, başkalarına kendi ihtiyaçlarını duyurması ve gerektiğinde kendi haklarını koruması ile ortaya çıkmaktadır. Özerk bireyler karar verirken, verdikleri kararın ne anlama geldiğini ve buna nasıl ulaşacaklarını bilen bireylerdir. İlkokul çağında özerklik ve girişkenliğin artmasıyla birlikte, çocuklar bağımsız hareket edebilir, düşünebilir ve iyi bir oyun arkadaşı olabilirler. Bu durum çocuğun kendi başına öğrenebilen bir birey olmasına katkı sağlayacaktır. Kendi başına öğrenebilen çocuk ise yetişkin hayatında kendine hedefler koyabilen, hangi yoldan ilerleyeceğine dair karar alabilen bir birey olma yolunda ilerleyebilecektir. Bireyin kendi ayakları üzerinde durabilmesi özerkliğin ön koşulu olduğu gibi, kişinin yaşamdan doyum alması ve mutluluğu için de önem taşır. Özerk bir bireyde eyleme geçebilmek, katılım gösterebilmek ve sorunlarla başa çıkma yöntemlerini etkin uygulayabilmek öncelikli olarak göze çarpan davranış ve tutumlardır.

Eyleme Geçebilmek Gerektiğinde bir başkasından yönlendirme beklemeden, kendiliğinden bir işe başlayabilmek, bir davranış sonucu ortaya çıkabileceklerin sorumluluğunu alarak yol alabilmek ve yetişkin dünyasında harekete geçmek her zaman kolay

bir durum olmayabilir. Eyleme geçmenin küçük yaşlardan itibaren desteklenmesi ileriki yıllara yatırım olabilir. Eyleme geçebilmek, çocukların yaşına uygun ev işleri yapabilmesi, kendi çantasını düzenleyebilmesi, haftalık çalışmalarını takip edebilmesi, hatırlatmalar olmadan sorumluluklarını yerine getirebilmesidir. Yemeğini kendisinin yemesi, banyosunu kendisinin yapması, kıyafetlerini giyebilmesi gibi öz bakım becerisi gerektiren işler yapabiliyorum duygusunu güçlendirir.

Katılım Gösterebilmek Çocukların, dünyada varlıklarının anlamlı olduğunu hissetmeleri, özerk bireyler olarak toplumda yer alma çabalarını destekler. Katılım gösterme inisiyatifini alan çocuklar, birçok sorun için farklı çözüm yolları bulabilirler. Çocukların kendi varlığının, başkaları için anlamlı ve önemli olduğunu fark edebilecekleri etkinliklere katılımını yüreklendirmek, sosyal sorumluluk programlarına katılımını sağlayabilmek ve kendini ifade edebileceği platformları kullanabilmeleri gelişimlerinde etkili olacaktır. Çocukların becerilerini pratiğe dönüştürebileceği işler yapmalarına olanak tanımak, katılımı aktif olarak hissetmelerini sağlar.

Sorunlarla Başa Çıkma Yöntemi Yaşamda sorunun kendisinden çok onunla nasıl başa çıkıldığı önemlidir. Bazı olaylar kontrol edilemez bir şekilde gelişebilir. Pandemi, doğal afetler gibi bireyin yaşantısının akışını bozan, bağlantıyı kesen olaylarda; kontrol kurmaya çalışmak yerine rol model olmaya çalışmak büyük kazanç sağlayabilir. Burada kontrol edilebilen şey tepkilerdir. Çoğu zaman olayın nasıl algılandığı stres durumunu etkiler. Stres yaratan olay ile en iyi başa çıkma yolu, olayı doğru değerlendirmek ve yaşanan olay bittiğinde etkisinin kişinin hayatındaki önemini kaybetmesidir.

biri kimi zaman yazı yazma, kimi zaman uzun yürüyüşler olabilir. İhtiyacını fark ederek ona uygun çözüm yollarını bulabilmek özerk bireylerin davranışları olarak tanımlanabilir.

Anne Baba Tutumları Anne babaların çocuklarının ihtiyaçlarına dair gözlemleri, yönlendirmeleri ve gerektiğinde yardım etmeleri, çocuğun kendini kontrol etmesini kolaylaştırır. Hayata hazır ve özerk bireyler yetiştirebilmek için; • Çocuğa sevgi, anlayış ve ilgi ile yaklaşmak, duygusal bağı güçlendirmek, • Onun ayrı bir kişiliği olduğunu fark etmek, bağımsız birey olduğunu kabul etmek, • Çocuğa yönelik tutum ve davranışlarda tutarlı olmak, kararlı ve kararında olmak, • Yaşına uygun sorumluluk vermek, • Çocuğun ihtiyaç duyacağı güvenlik sınırlarını korumak, kurallı davranmak, sağlıklı anne-baba tutumları olarak sıralanabilir. Çocuğun sorumluluk sahibi bir birey haline gelebilmesi için örnek bir yetişkine gereksinimi bulunmaktadır. Erken çocukluk döneminden itibaren çocuğun sevgiye, güvene, çevresindekilere inanmaya, özgürlüğe, büyüdükçe bazı şeyleri kendi başına yapmaya ihtiyacı vardır. Küçük yaştan itibaren çocuğa, yaşına, yeteneğine uygun

Çocuğun dışarıdan bakıldığında riskli ve ilgi çeken davranışlarının çoğu, acı ve stresle başa çıkma kaynaklı olabilir. Böyle bir durumda çocuğun kendini rahatlatma, olaylarla başa çıkma becerisinin gelişmesi için etkin yöntemler göstermesi onun yaşam kalitesini artıracaktır. Özerk bireylerin kendi yaşamlarında stresli olaylarla karşılaştıklarında bu durum ile ilgili kendilerine yardımcı olacak kaynakları keşfetmiş kişiler oldukları görülür. Bu kaynaklar kimi zaman sanat dallarından

09


10


görev ve sorumluluklar verilmesi çocuğun güven duygusunu pekiştirmektedir. Sorumluluğu öğretirken önemli olan çocuğu, kendine özgü kişiliğe sahip bağımsız bir birey olarak kabul etmek ve onun hak ve özgürlüklerini, sınırlarını dengeli bir biçimde belirleyebilmektir. Özerk ve otonom çocuklar karar vermeyi ve verdikleri kararların sorumluluğunu alıp sonuçlarına katlanmayı öğrenebilirler. Daha bağımsız, esnek, toparlanabilme becerisine sahip çocuklar olabilirler. Kontrolün kendi elinde olmadığını düşünen bireyler, yaşadığı olaylarla ilgili çevresel faktörleri fazlaca sorumlu tutmaya eğilimli olabilirler. Esnekliğe, dayanıklılığa ve toparlanma becerisine sahip bireyler ise, olumsuz olayların sadece onların başına gelmediğini anlayıp karar almaya ve çözüm bulma konusunda yeteneklerini geliştirip sonucu etkileyebildiklerini fark edebilirler.

Oyun ve Akranların Rolü Yapılan bir araştırmada; çocukların sosyal problem çözme becerileri arttıkça özerkliğinin de arttığı, karışık yaş gruplardaki çocukların daha fazla sosyal etkileşime girdiği ve daha az öğretmen yönlendirmesi gerektiren etkinlikler sergiledikleri görülmüştür. (Ölçer, S.Yılmaz,G.2019) Özellikle ilkokul çağında kuralları takip etmesi, strateji geliştirmesi gereken oyunlar çocuğun, karar verme, hedef belirleme ve seçim yapma becerilerini, özerkliklerini geliştirmekte önemli rol oynar. Müzik ve hareket bu dönemde eğlenceli ve eğitici alternatif olmaya devam eder. Bu dönemde de müzik ile ilişki içinde olmak, enstrüman çalmak ya da dans etmek öz düzenleme becerilerini desteklemeye yardımcı olacaktır. Duygu düzenleme, kişinin amaçlarını gerçekleştirmek için duygusal tepkilerini kontrol etmesi, izlemesi, değerlendirmesi ve değiştirmesidir. Duygu regülasyonu kişinin kendi kendine “Dur, sakin ol.” demesini sağlayan içsel konuşmalar ve buna bağlı olarak gelişen davranışlardır. Bu kimi çocuk için sevdiği birine sarılmak, kimi çocuk için yalnız kalmak, kimi için su içmek olabilir. Çocukların kendilerini ve duygularını tanımaları kadar yetişkinlerin onlara rehberlik yapmaları, kendi kendilerini rahatlatabilmelerinin yollarını bulmalarına yardım etmeleri için yol göstermeleri gerekebilir.

Araştırmalar duygusal özerkliğin; duygusal yakınlığın olduğu ailelerde daha iyi geliştiğini göstermektedir. Özerklik kavramı, duygusal desteğe yoğun olarak ihtiyaç hissedilmemesi, duygusal baskı hissetmeme, ebeveyn ve akran baskısına karşı koyabilme, kişiler arası ilişkilerde yeterlik kazanma, yaşına uygun sosyal sorumluluk sergileme, sosyal bağımsızlıkla yakından ilişkilidir.

Son Söz... Erken çocukluk döneminden itibaren, çocuklara ayaklarının üzerinde kendi başlarına nasıl duracaklarını öğretmek anne baba olarak çocuğa özerklik kazandırmak ve sorumluluk vermek için tek başlarına bir şeyleri denemelerine izin vermekle, gerçekten ihtiyaçları olduklarında onları desteklemek arasındaki dengeyi kurmak çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki çocukların kendi kararlarını verebilen, kendine güveni olan, kendine saygı duyan, ailesi ve çevresiyle güçlü duygusal bağlar kurabilen bireyler olarak yetişebilmeleri için, güvenli hissedeceği, sınırları olan ve özerklik duygusu hissettiren tutumlara ihtiyaçları vardır. KAYNAKÇA • Ernas, Ş. (2017). Özerklik ve Psikolojik Dayanıklılık Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. • Oktay, A. (1999). Yaşamın Sihirli Yılları; Okulöncesi Dönem, Epsilon Yayıncılık: İstanbul. • Ölçer,S.Yılmaz, G. (2019). Çocuklarda Özerklik Algısı ile Öğretmenlerin Özerkliği Etkileyen Faktörler ve Geliştirmeye Yönelik Stratejilere İlişkin Görüşleri, Araştırma Makalesi, Journal Of Awareness Cilt / Volume 4, Sayı1. • Seçkin,Ş. Hasanoğlu,A. (2016). Çocukta Rezilyans, İstanbul: Remzi Kitabevi • Sungur, M. (2020). Belirsizlikle Barışmak Kaygı ve Endişeyi Yönetmek, İstanbul: Büyükada Yayıncılık

11


ÇATIŞMAYI ANLAMAK İnsanlar, çocukluktan yetişkinliğe ailelerinin, sahip oldukları sosyal çevrelerinin, aldıkları eğitimin, içinde bulundukları toplumun etkisiyle kendilerine bir değerler sistemi oluştururlar. Hedeflerini gerçekleştirirken, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda karar verirken nasıl davranmaları gerektiğini inanç ve ilkelerinden oluşan bu sisteme göre belirlerler.

Yazan: Uzman Psikolojik Danışman Gülseren Kaya

12


İnsanlar bir ilişkiler ağı ile sarmalanmış şekilde hayatlarını sürdürürler. Ailede, okulda, iş yaşantısında, sosyal çevrede onlarca kişiyle kurulan ilişkilerin toplamıdır bu ağ. Etkileşimde bulundukça gelişen, değişen, dönüşen dinamik bir yapıya sahiptir. Her ne kadar bu birbiriyle bütünleşik haldeki ilişkiler yumağını bir arada tutan ortak değerler, fikirler, zevkler olsa da yakından bakıldığında bireysel farklılıkların da çokça olduğu görülmektedir. Bu farklılıkların kimi zaman ters düşmelere, anlaşmazlıklara ve yoğun bir şekilde yaşandığında çatışmalara neden olduğu görülür. Aslında her insanın bakış açısının, kişisel özelliklerinin, istek ve ihtiyaçlarının, aile yapısının, bulunduğu sosyo-ekonomik grubun vb. farklılıklar gösterdiği göz önünde bulundurulduğunda, bu durumun hayatın doğal ve kaçınılmaz bir parçası olduğu söylenebilir. Bu noktada önemli olan karşıdaki ile çatışma yaşandığında bu durumla nasıl baş edildiğidir. Görmezden gelip yokmuş gibi davranmak mı? Öfkeyle hareket edip tüm bağları kopartmak mı? Yoksa uzlaşmak mı? Çatışma, kişinin herhangi bir konu üzerine kendisiyle, bir başka kişi ya da grupla yaşadığı anlaşmazlıktır. Bunun yanı sıra birbirine denk seçenekler arasında karar verirken güçlük yaşaması da çatışmadır. Aslında hayatın olağan akışı içerisinde sıklıkla yaşanan bir durumdur. İnsan, bazen kısıtlı zaman içinde birden fazla isteğini yerine getirmeye çalışırken kendi içinde yaşar bu durumu ve hangi isteğinden vazgeçmesi gerektiğine karar veremez. Bazen de karşısındaki ile önemli bir karar alma vakti geldiğinde hayata aynı yerden bakmadıklarını fark ettiğinde yaşayabilir bu durumu. Birbirlerine olan kızgınlıklarının asıl nedenini paylaşmaktan sakınan iki arkadaş da kendini bu noktada bulabilir, çocuğunun söylediklerine yeterince kulak vermeyen anne baba da… Gerginlik, kırgınlık, hayal kırıklıkları eşlik edebilir bu duruma. Her şeyin hızlıca yaşandığı, kolayca tüketildiği, insan olmaya dair değerlerden gün geçtikçe uzaklaşıldığı günümüz dünyasında rekabet, bireysellik, mükemmellik gibi özellikler fazlasıyla ön plana çıkartılmaktadır. Bu duruma ayak uydurma çabasında olan bireyler farklılıklarını törpüleyerek, eksikliklerini görmezden gelerek, kendilerini hayatın merkezine koyarak, kendi öz benliklerinden uzaklaşıp “ideal” olana yaklaşma çabası gösterirler. Bunu gerçekleştiremediklerinde hissettikleri duygu genelde hayal kırıklığı, durdukları yerin kendilerine uzaklığının yarattığı gerilimin adı da çatışmadır. Kendi içlerinde yatıştıramadıkları bu savaş, aynı zamanda başkalarıyla yaşayacakları

çatışmaları çözüme ulaştırma noktasında da zorlanmalarına sebep olacaktır. Barınma, beslenme, korunma, üreme insanların hayatlarını sürdürebilmelerini sağlayan temel yaşamsal gereksinimlerdir. Sevmek sevilmek, ilgi ve değer görmek, sıcak ve güven dolu ilişkiler kurmak, toplumda arzu edilen yere ulaşmak, saygın biri olmak ise psikolojik gereksinimlerdir. Hayat boyu bu ruhsal ve bedensel gereksinimlerini doyurma amacıyla hareket eden bireyler, bu amacı gerçekleştirmek için kendi hayat deneyimleri, fikirleri, değerleri, istekleri, inançları ve ilgileri rehberliğinde yol almaya çalışırlar. Bu yolculuk sırasında yapılan manevralar, bir başkasının gereksinimleriyle ters düştüğünde ya da benzer şekilde karşı tarafın sergilediği tutumlar kişinin kendisinde bir engellenme hissi oluşturduğunda çatışma ortaya çıkar. Gündelik yaşamda bu ihtiyaçlarını karşılayamamış olmak kişiyi daha gergin ve tahammülsüz biri haline getirebilir. Çatışmanın nedenlerinden bir diğeri de mevcut kaynakların sınırlı olmasıdır. Bazen zaman yetersiz gelir kişiye, bazen de sahip olduğu eşyalar. İnsanlar, çocukluktan yetişkinliğe ailelerinin, sahip oldukları sosyal çevrelerinin, aldıkları eğitimin, içinde bulundukları toplumun etkisiyle kendilerine bir değerler sistemi oluştururlar. Hedeflerini gerçekleştirirken, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda karar verirken nasıl davranmaları gerektiğini inanç ve ilkelerinden oluşan bu sisteme göre belirlerler. Kimliklerinin bir parçası olması, insanların diğer kişilere karşı kendi değerlerini koruma refleksi göstermelerine neden olur. Bu da kişiden kişiye farklılıklar gösteren değerleri, çatışmanın en önemli kaynaklarından biri yapar.

Çatışma Her Zaman Olumsuz mudur? Çatışma kavramının insan zihninde yarattığı çağrışımlar genelde negatif yöndedir. Yüksek sesle birbirine bağıran insanlar, fikirsel uyuşmazlıklar dolayısıyla yaşanan ayrılıklar, geri dönüşü olmayan küslükler, öfke patlamalarıyla neticelenen tartışmalar, ruhen yaşanan zorlanmaların bedende yarattığı etkiler... Öyle ki kimileri çatışmaya atfedilen benzeri olumsuz yargılardan ötürü sahnede hep “Her şey yolunda, hiçbir problem yok.” rolünü oynar. Her bir birey birbirinden bu kadar farklıyken, peki böyle bir durum ne kadar mümkündür? Aslında pek çok şeyde olduğu gibi çatışmada da kişinin kendini konumlandırdığı yer

ve olaylara bakış açısı oldukça önemlidir. Kişi çatışmayı çözmek için kendi çıkarlarını ön plana koyar, karşı tarafın isteklerini önemsemez ve hatta baskı kurmaya çalışarak kendi isteklerinin olması için zorlarsa çatışmayı yıkıcı tarafıyla ele almış olur. Bu da doğal olarak olumsuzlukların baş göstermesine sebep olur. Yazarlar, romanlarını kaleme alırken vermek istedikleri mesajları, paylaşmak istedikleri düşünceleri oluşturdukları karakterlerin kendi içlerinde ve diğer karakterlerle yaşadıkları çatışmalar üzerinden aktarmaya çalışırlar. Olay örgüsüne atılan bu düğümleri çözmekle geçer okuma serüveni. Okuyucular karakterlerin pişmanlıklarını, kendileriyle olan yüzleşmelerini, tereddütlerini, olaylar karşısında verdikleri tepkileri sayfalar arasında ilerlerken öğrenirler ve kendi algılayışlarına göre durum değerlendirmesi yaparlar. Aslında kişinin çatışmayı olumlu tarafından ele alması da bu duruma benzerdir. Çatışmanın verdiği gerginlikle gözden kaçırılan en önemli noktalardan biri, kişinin kendini ve karşısındakini gerçek anlamıyla görememesidir. Oysa yeri geldiğinde durup sakinleşmek, sanki dışarıdan bir gözmüş gibi hissedilenleri, düşünülenleri okumak kişinin kendisini açıkça görmesini, çatışmayı çözüme kavuşturmak için nelere ihtiyacı olduğunu fark etmesini sağlar. Süreç yapıcı bir şekilde yönetilebilirse çatışmanın kişinin kendisini tanımasına fırsat veren, bağlarını kuvvetlendiren, çözüm üretme becerisini geliştiren yönlerinin de olduğu görülür. Karşıdaki ile gerçek bir diyalog ve iş birliği kurularak çatışmanın zarar verici yanı aşılmış olur.

Çatışmayı Çözerken... İnsanlar gerçekleştirmek istedikleri amaçların ve başkalarıyla kurdukları ilişkilerin önem derecesine bağlı olarak farklı çatışma çözme yolları kullanırlar. Başka bir deyişle kişi, kendine çatışmaya neden olan amacın ne kadar önemli olup olmadığını, anlaşmazlığa düştüğü kişi ile olan yakınlığını sorgular. Kendine verdiği cevaplara göre yol almaya çalışır. Kişiler hissettikleri yetersizlik duygusu nedeniyle, bazen sadece sorumluluktan kaçmak için, genelde ise kendilerince basit olduğunu düşündükleri sorunların çözümünde ya da yakın ilişkiler kurmadıkları kişilere karşı kaçınma davranışı sergiler. Çatışma çözümünde bu yolu tercih edenler sorun yokmuş gibi davranabilir ve karşı tarafın olayları büyüttüğüne dair suçlamalarda da bulunabilirler. Karşı tarafla bir arada, aynı ortamda bulunmak istemeyebilirler. Bu durum iletişimin kesilmesine, karşı tarafta daha

13


yoğun duygular yaşanmasına, dolayısıyla da ilişkinin bozulmasına sebep olabilir. Bu yol olumsuz duyguların yoğunluğu fazlaysa, ortamın atmosferi gerginse ve çözüm yolu bulmak zamansal açıdan doğru değilse kullanılabilir. Ancak genel olarak bir çözüm yolu olarak benimsenmesi yeri geldiğinde küçük sorunların büyük problemlere dönüşmesine yol açabilir. İlişki kurdukları kişiye ve aralarındaki bağa kendi isteklerinden daha fazla önem verenler, çatışma yaşadıklarında karşı tarafın taleplerine uyum gösterme yolunu tercih ederler. Aralarındaki bağın yıpranıp kopmasından korktukları için kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmekten kaçınırlar. Bu yolla sorun çözülmüş gibi görünse de uyum sağlayan kişinin kendi beklentilerini gerçekleştirememiş olması süreç içerisinde olumsuzluklar yaşamasına sebep

14

olabilir. Bu yüzden etkili bir çatışma yöntemi olduğu söylenemez. Kişi, probleme neden olan davranışın kendi hatası olduğunu düşünüyorsa, gerçekleştirilmek istenilen şey karşı taraf için gerçekten büyük önem taşıyorsa tercih edilebilir. Tam tersi şekilde bazı kişiler içinse kendilerinin amaç ve istekleri, kurdukları ilişkiden çok daha önemlidir. Karşılarındaki kişinin ihtiyaç ve isteklerine aldırmazlar. Savaşın tek bir galibi vardır, o da kendileridir. Bu sebeple de kendi buldukları çözüm yolunun doğru olduğunu düşünür, karşı tarafın da uymasını beklerler. Hatta bunun için baskı uyguladıkları da görülür. Bu uzun vadede ilişkilerin bozulmasına neden olabilen bir yoldur. Konunun kişinin kendisi için önemi çok büyükse, hızlı bir şekilde karar alınması gerekiyorsa, haklı olunduğuna tam anlamıyla inanılıyorsa tercih edilebilir. Ancak bu noktada ilişkiye zarar vermemek

adına karşı tarafa ihtiyaç ve amaçların ne olduğu açıkça anlatılırsa, kırıcı olmadan karşılıklı olarak görüşler paylaşılırsa yıpratıcılık azaltılabilir. Yaşadıkları çatışmayı yapıcı bir şekilde çözmek isteyen taraflar, birbirlerine karşı üstünlük kuramadıklarında ya da iş birliği sağlayamadıklarında uzlaşma yolunu tercih ederler. Ne tam bir reddetme ne de kabullenme, bir çeşit “orta yolu” bulma halidir. Her iki taraf da görüşlerini ve çözüm yollarını dile getirip vazgeçilecek noktalar konusunda birbirlerini ikna ettikleri için ihtiyaçların bir kısmı bu çözüm yoluyla karşılanmış olur. Taraflar hem kendi amaçlarını hem de ilişkilerini önemsediklerinde ise iş birliğini seçerler. Çatışma, üstesinden gelinmesi gereken bir sorun olarak addedilir ve bu sorun her iki tarafı da tatmin edecek


şekilde çözülmeye çalışılır. Sorunun temelinde yatan sebepler detaylıca ortaya konduktan sonra birlikte çözüm yolları üretilir, aralarından en uygun olan seçilir ve hayata geçirilir. Saldırgan bir iletişim modeli kullanmaktansa, empatiye dayalı diyalog kurmak, niyetlerin açıkça ortaya konmasına olanak sağlar. Böylece taraflar olabilecek en etkili şekilde çözüme ulaşmış olurlar.

Çatışma Çözme Becerileri Kişiler içinde bulundukları durumlara göre farklı çözüm yollarını seçseler de hayatlarında iş birliğine, hoşgörü ve anlayışa ne kadar çok yer verirlerse o kadar sağlıklı bir biçimde çatışmanın üstesinden gelebilirler. Bu noktada kişinin bazı temel becerileri kullanması ve yapıcı bir bakış açısı edinmesi çözüm sürecini olumlu bir şekilde yönetmesine yardımcı olacaktır. Kendi içindeki fırtınayı dindiremeyen birinin denize çıktığında rotasını bulmakta zorlanması son derece normaldir. Bu yüzden de öncelikle insanın kendini tanıması, duygularını fark etmesi, asıl ihtiyaçlarının ne olduğunu belirlemesi gerekir. Kişi, kendini tanımaya başladıkça, eksik, yetersiz gördüğü taraflarını kabul ettikçe, söylenilenin aksine mükemmel olmadığını fark ettikçe, kısacası kendisiyle barıştığında içindeki fırtınayı dindirebilir. Böylelikle kişinin kendi içindeki yoğunluğun dinmesi, etrafındaki insanların duygularını daha net şekilde görmesini sağlar. Çatışmaların yapıcı bir şekilde çözülememesinin altında yatan nedenlerden biri de iletişimin etkili bir şekilde kullanılmamasıdır. Karşı tarafı suçlayıcı şekilde konuşmak, eleştiriyi ön planda tutmak, karşıdakinin kişiliği hakkında genellemeler yapmak, kışkırtıcı ifadeler kullanmak fikir alışverişi yapmayı zorlaştırır. Bu noktada iş birliğinin sağlanması için karşılıklı duygu ve düşüncelerin açık ve net bir şekilde ifade edilmesi ve bunların dikkatle dinlenmesi gerekir. Konuştukça ve anlaşıldıkça gerilim azalır, gerilimin azalması kişilerin sorunu detaylı bir şekilde ele alma isteklerini artırır, bu pozitif enerji de çözüm bulma noktasında üretkenliğe katkı sağlar. Tüm bu çabalar dolayısıyla aradaki bağlar güçlenir, güven duygusu gelişir. Çatışmanın en yıkıcı tarafı, anlaşmazlık yaşandığında soruna odaklanmak yerine hissedilen olumsuz duygulara teslim olmaktır. Böyle zamanlarda hissedilen öfkeyi kontrol edebilmek ve saldırgan tepkilerden kaçınmak, sakinleşmeyi beklemek gerekir. Duyguların yoğunluğunun azalması ile bera-

ber karşılıklı diyalog kurabilmenin ve uygun çözüm yolları üretmenin zemini hazırlanmış olur. Analitik ve yaratıcı düşünme becerisi; kişilerin sorunları farklı açılardan ele almalarını, karşılıklı çıkarları da göz önünde bulundurarak birden fazla çözüm yolu üretebilmelerini sağlar. Bu beceriyi kazanmak kişinin kimi zaman tıkanıp kaldığı, problemlerini aşamadığı durumlarda “Bundan başka da yapılacak bir şey yoktu zaten.” çaresizliğini ya da bahanesini yaşamasını önleyebilir.

Ailede Çatışma Çözme Aile, anne baba ve çocukların sürekli etkileşim içinde oldukları bir ortamdır. Çocuklar, ilişki kurmayı ilk burada deneyimler. Bu sebeple aile içindeki iletişim biçimleri, çatışmanın ele alınışı, sergilenen tutumlar çocuk için referans noktasıdır. Çocuk; aile içinde gördüklerini, deneyimlediklerini dışarıya çıktığında başkalarıyla kurduğu ilişkilerde uygular. Bu sebeple çocuğun çatışma çözme becerileri geliştirebilmesi için öncelikle anne babanın bu davranışları benimsemesi ve uyguluyor olması gerekir. Aile içinde pek çok konuda çatışma yaşanabilir. Anne babaların, bu durumu doğal karşılaması gerekir. Çünkü yokmuş gibi davranılan, görmezden gelinen ya da çözümü ertelenen çatışmalar daha sonra kemikleşmiş sorunlara, krizlere, öfke patlamalarının sıkça yaşanmasına, kısacası aile dinamiğinin bozulmasına yol açabilir. Bu yüzden öncelikli olarak kimi zaman basit olduğu düşünülse de bir sorun yaşandığında bunun üzerine konuşulması, karşılıklı duygu ve düşüncelerin paylaşılması gerekir. Çocuğa “Seni dinliyorum ve hissettiklerini önemsiyorum. Ne olursa olsun yanındayım!” mesajı bu sırada verilmelidir ki çocuk da duygularını dürüstçe, açıkça ifade edebilsin. Baskı, kontrol ve kızgınlık, çocuğun adım atmasına engel olabilir. Bu nedenle çocuğa kendini güvende ve rahat hissedebileceği bir ortam sunulmalıdır. Anne babanın, kendi aralarında ya da başkalarıyla yaşadıkları sorunları çözerken birbirinden farklı çözüm yollarını denemesi çocuklar için örnek teşkil eder. Böylece çocuk, hayatta sorunlar yaşanabileceğini ancak denenecek alternatif yollarla bunların üstesinden zamanla gelinebileceğini düşünür. Bu beceriyi öğrenmesi adına ona çeşitli sorular sorarak kendi alternatiflerini düşünmesi sağlanabilir. “Arkadaşına karşı sesini yükseltmek yerine başka neler yapabilirdin?” gibi. Çocuk bu sorunun cevabını ararken kendine uygun bir çözüm bulursa, çözüm kendisine ait olduğu için uygulama konusunda da

daha hevesli davranabilir. Çocukla benzer şekilde kurulan diyaloglar çocuğun hem iletişim becerilerinin gelişmesini hem de kurduğu ilişkilerde farkındalığının artmasını sağlar. Bazı anne babalar çocuklarının hayatını kolaylaştırmak adına onların her şeyini yapmaya hazırdırlar. Çocuğun tek başına halledebileceği sorunlarda bile duruma müdahil olurlar. Ancak çocuğa kendi yeterliliklerini test etme imkânı verilmediğinde ya da bunun için sabır gösterilmediğinde, çocuk kendisinden şüphe duyabilir ve sonrasında karar vermesi, tercih yapması, sorun çözmesi gereken durumlarda zorlanabilir. Bu nedenle çocuğa günlük ev işlerinde yaşına uygun görevler vermek veya bir işi halletmek için onun da yardımını talep etmek son derece önemlidir. Çocuğun aile içinde kimi zaman tek başına kimi zaman da birlikte bu tarz sorumlulukları yerine getirmesi, özgüveninin artmasını ve sorumluluk bilincinin gelişmesini sağlar. Çocuk; iş bölümü, yardımlaşma, dayanışma, iş birliği gibi önemli değerleri öğrenir. Çocuğa küçük yaşlardan itibaren empati yapmayı öğretmek, farklılıkların insan hayatını zenginleştiren yönlerinin olduğunu vurgulamak yaşadığı anlaşmazlıklarda karşı tarafın neler hissettiğini, istek ve ihtiyaçlarının neler olduğunu görmesi ve farklı bakış açıları geliştirmesi açısından önemlidir. Tüm bu becerilerin edinilmesi çocuğun yaşadığı çatışmaları yapıcı bir şekilde çözebilmesi adına faydalı olacaktır. KAYNAKÇA • Aygün, Serap ve Araz, Arzu (2018). Anlaşmazlıklarımızı Çözebiliriz. Çatışma Çözümü Eğitim Programı. Ankara: Nobel Yayınevi. • Bilgin, Asude (2008). Okullarda Şiddeti Önlemede Bir Yöntem Çatışma Çözme. Bursa: Ezgi Kitapevi. • Dökmen, Üstün (1994). İletişim Çatışmaları ve Empati. İstanbul: Sistem Yayıncılık. • İnternet Alıntısı:2020 Ekim, https:// tinyurl.com/y7debauf • İnternet Alıntısı: 2020 Ekim, https:// dergipark.org.tr/tr/download/articlefile/365327

15


Röportaj: Prof. Dr. ZÜMRA ATALAY

BİLİNÇLİ FARKINDALIK:

MINDFULNESS “Bilinçli Farkındalık: Mindfulness” geçmişi çok eskilere dayansa da, son zamanlarda daha çok karşımıza çıkmaktadır. Bilinçli farkındalık ve kabul kavramlarıyla, düşüncelere değil, duyulara yoğunlaşarak, “an”ı daha kaliteli yaşamak üzerine odaklanmaktadır. Bu kavramı, 2014 yılında ülkemizde kurduğu Mindfulness Institute ile bizlerle tanıştıran Prof. Dr. Zümra Atalay’a sorduk. Mindfulness’ın nasıl bir yolculuk olduğunu anlatan röportajımızı keyifle okumanız dileğiyle…

Hazırlayanlar: Uzman Psikolojik Danışman Müge Köseğlu Uzman Psikolojik Danışman Tuğçe Erguvan Eryılmaz 16


Farklı disiplinlerden kişiler “Mindfulness” eğitimleri vermektedir. Türkiye’de bu konunun yaygınlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Mindfulness, bireylerin iyi oluş halini artıran bir yaklaşım. Bu nedenle ruh sağlığı alanının içinde görülüyor ancak şu anki uygulanan haliyle dünyada bir terapi yerine geçmiyor. Bu bir destekleyici grup çalışması ve Jon Kabat Zinn tarafından geliştirilmiş olan MBSR (Mindfulnes Temelli Stres Azaltma) programı, bütün mindfulness temelli programlarının büyük annesi diye adlandırılmaktadır. Aslında ruh sağlığı uzmanları tarafından direkt uygulanmak üzere geliştirilmiş bir program değildir ve bir terapi yerine geçmez. Dikkatli olunması gereken nokta tam olarak bir terapi yerine geçmiyor olmasıdır ve bu nedenle de burada uzmanlar uygulayabilir diye bir şey söyleyemiyoruz. Mindfulness bir öğretidir. Eğer bu öğretiyi terapi şeklinde uyguluyorsanız, mindfulness temelli terapi uyguladığınızı dile getiriyorsanız elbette terapist olmanız gerekiyor. Ayrıca mindfulness temelli kognitif terapi (MBCT) programı da bir grup çalışmasıdır. MBCT uygulayıcısı olmak için de ruh sağlığı alanından olmak gerekiyor. Dolayısıyla, mindfulness’ı nasıl, hangi niyetle, hangi şekilde ve hangi programla sunduğunuz önemli. Elbette burada bir açık çıkıyor ortaya. O zaman herkes mindfulness öğretebilir mi? Bir kere mindfulness pratikleri uygulayanlar ve uygulatanlar için en önemli şey, sizde vücut bulmasıdır. Bu bence eğitimin ötesinde, eğitimden de önemli. Mindfulness’ı öğretmek için onu bilmek de yetmiyor, deneyimsel bir program olduğu için sizin o süreçten geçmiş olmanız gerekiyor. Herhangi bir ruh sağlığı uzmanı da mindfulness eğitimi almadan, bunu kendi üzerinde deneyimlemeden uygulayamaz. Sadece ruh sağlığı uzmanı olmak mindfulness uygulamak için yeterli değildir. Çünkü birçok insandan duyduğum şey, okuduğundan bambaşka olduğuna dair. Deneyimleme sürecine girildiğinde katılımcılar, biz bir şey bilmiyormuşuz diyebiliyorlar. Çünkü deneyim çok farklı. Okuduklarımız hakkında bir şey öğrenebiliriz ama uygulama süreci, deneyimin kendisidir. Biri

size nasıl araba sürüleceğini anlatabilir, bununla ilgili fasiküller okuyabilirsiniz ama araba kullanmayı ancak direksiyonunun başına geçip onu sürmeye başladığınızda anlayabilirsiniz. Mindfulness böyle bir şey. Direksiyonun başına geçip sürmeniz gerekiyor. Onun için de burada iki şey önemli. Birincisi ruh sağlığı uzmanları mindfulness’ı uygulama yetkisine direkt sahip değildir. İkincisi mindfulness’ı bir terapi yöntemi olarak, terapötik olarak insanlara sunuyorsanız, sizin bir ruh sağlığı uzmanı olmanız gerekiyor. Bir mindfulness eğitmeni olmak için, her ikisine de gerek yok. Bir mindfulness eğitmeni olmak için, mindfulness sürecinden geçmeniz gerekiyor. MBSR eğitmeni olmanız için MBSR eğitmenliği programını almış olmanız gerekiyor. Aslında süreç hem bilgi hem deneyim ile yoğruluyor.

nuz ne olmalı? Katılımcıyla nasıl bir iletişim kurmalısınız? Sadece bilmek ve aktarmaktan ziyade bu süreç nasıl yürütülür o öğretiliyor. Etik kuralları, ölçmemiz mümkün değil. Burada en ölçülebilir somut şey; sertifikasyon. Uluslararası sertifikasyon. Bununla ilgili Dünya’da belli başlı kriterler var. Mindfulness eğitmenleriyle ilgili dernekler var. Türkiye’de de bizim mindfulness eğitmenleri derneğimiz yani ‘MINDED’ kuruldu. Avrupa Mindfulness Eğitmenleri Derneği; çatı kuruluşuna bağlı kurulan MINDED, Avrupa Mindfulness Eğitmenler Derneği tarafından tanınmış bir dernektir. Avrupa’daki bütün dernekleri belirleyen şey kriterlerdir. Bu belirli kriterlerde eğitim almış kişiler, mindfulness eğitmeni olarak görülüyor. Bunun için belli bir saatlik eğitim, belli bir derecede uygulama, süpervizyon süreci, eğitmen olmak için belirlenmiş kriterlerdendir. Dolayısıyla aslında herkes mindfulness eğitmeni olamaz, Dünya’da MBSR eğitmeni olmanın belli kriterleri vardır.

Psikoloji alanında farklı kuramlarla çalışan meslektaşlarımızın, danışanlarla ilişkilerinde uymaları gereken etik kurallar bulunuyor. Bu çalışmayı yapan kişilerin eğitimi nasıl olmalıdır? Yardım almak isteyen kişilerin nelere dikkat etmelerini önerirsiniz?

Web sitenizde “Mindfulness’ın kavramsal değil, deneyimsel olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır.” demişsiniz, bu konuyu biraz detaylandırabilir misiniz?

Elbette sertifikasyon bir kişinin, bir şeyi tamamen yapması anlamına gelmez. Sertifikasyon da çok önemli bir belirleyici fakat bir şeyi bilmek ayrı, öğretmek ayrı bir boyuttur. Öğretebilme süreci için deneyimden meta boyuta geçilmesi gereklidir. Ardındaki pedagojiyi bilmeniz gerekmektedir. İyi bir matematik bilgisine sahip olmanız, iyi matematik öğreteceğiniz anlamına gelmiyor. Burada da üçüncü bir boyuta geçiyoruz. Bilgi, deneyim ve arkasındaki pedagoji. Pedagoji de bize nasıl öğreteceğiniz konusunda destek sağlayan kısımdır. Enstitü olarak her yıl MBSR eğitmenliği kursu açıyoruz. Bu program ile MBSR’ın nasıl öğretileceğini ve nasıl sunulacağını anlatıyoruz. Deneyimsel öğrenme sürecine nasıl yardımcı olacaksınız, sizin bir eğitmen olarak konumu-

Araba sürmek ya da bisiklet sürmek gibi aslında deneyimsel olan durumları kavramsallaştırmak da her zaman o kadar kolay olmuyor. Araba kullanan birine nasıl kullanıyorsun dediğinizde, belki anlatabilir ama birçok şeyi aslında otomatik olarak yapıyordur. Mindfulness uygulamaya yönelik bir yaklaşımdır, aslında uygulama ile çalışır. Teorik bilgi elbette ki çok önemli ama uygulama ve meditasyon pratikleri kesinlikle vazgeçilmez boyutu. Deneyim boyutuna geçmenin tek yolu kendi üzerinizde uygulamak. Mindfulness da tıpkı psikanaliz gibi aslında. Kendi sürecinizden geçiyorsunuz, kendi meditasyonunuzu yapıyorsunuz, kendi süpervizyonunuzu alıyorsunuz ve daha sonra o bilgiden değil, daha çok beceriden ve deneyimden öğretim yapıyorsunuz. Kendi süreciniz ve deneyimleriniz öğretim boyutunda devreye giriyor.

17


Mindfulness’ın Budist felsefeye dayandığı söyleniyor. Bazı yerlerde de bilişsel terapiler içinde yer aldığı belirtiliyor. Mindfulness felsefi bir akım mıdır? Bilimsel açıdan desteklenen çalışmalar var mı? Aslında her yaklaşımın, insana ve yaşama dair bir anlayışı vardır. Ardında felsefesi olmayan hiçbir yaklaşım bence yeterince etkili bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla mindfulness insana dair olan yaklaşımını, Budist felsefeden alır ama bu birçok öğretinin, birçok yaklaşımın içinde de olan bir şey, yeni bir bakış açısı değildir. Ayrıca mindfulness tamamen seküler bir yaklaşımdır. Dünyadaki akredite mindfulness eğitimleri tamamen sekülerdir. Mindfulness, Budizm felsefesinin insana dair bakış açısını alırken, Budizm ile ilişkisi yoktur. Hatta Jon Kabat Zinn şöyle demiştir: “Buda da Budist değildi, insana dair bir anlayışı vardı. O yüzden insanlar onu takip etti.’ Bilişsel davranışçı terapilerin içinde üçüncü dalga olarak geçiyor olmasına rağmen, ben bunu bir bilişsel davranışçı müdahale olarak görmüyorum açıkçası. Üçüncü dalga terimini ben hiç kullanmam. Bilişsel davranışçı terapiler, düşüncenin içeriğini değiştirmekle ilgilenirler mindfulness temelli yaklaşımlar, düşüncenin içeriğine hiç müdahale etmezler, sürecine müdahale ederler. Dolayısıyla bu anlamda çok büyük bir farklılaşma vardır. Onun için ben mindfulness’ı gerçekten de yeni bir bilişsel davranışçı terapi olarak yorumlamam. Yakın zamanda Jon Kabat Zinn’in kendisi de MINDED derneğinin konuğuyken aynı şeyi söyledi. Mindfulness kesinlikle yeni bir bilişsel davranışçı terapi yöntemi değildir. Çok iddialıyım bu konuda, değildir. Onun için mindfulness kendi başına bir yaklaşımdır. Elbette ki kendine dair bir anlayışı ve uygulaması vardır ve terapötik süreçlere de bir etkisi olmuştur. Bu etki, düşüncenin içeriğinden çok sürece odaklanması, değişimden çok kabule odaklanmasıdır. Bilişsel davranışçı terapistler buna çok ihtiyaç duymuşlardır ve mindfulness’ın bu çerçevesini aldılar sadece. Bu nedenle yeni bir türev oluşmadı. Sanki buradaki anlayışı kendilerine entegre ettiler. Bu, yeni bir yaklaşım olarak ya da onlara alternatif

18

olarak, onların yeni bir dalı olarak ortaya kesinlikle çıkmadı. Çıkış yöntemi böyle değil. Mindfulness başlı başına iyi oluş halini artıran destekleyici bir programdır.

Konuyla ilgili ilk çalışmaları Prof. Dr. Jon Kabat Zinn, MIT (Massachusetts Institute of Technology) Üniversitesi Mindfulness Merkezinde gerçekleştirmiş. Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı (MBSR) ile başlamış. Şu anda da stres azaltma amaçlı kullanımları daha mı yaygın? Dünya üzerinde nasıl kullanılıyor? Açıkçası Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı, programın adı ama ben stres kavramını mindfulness kavramı ile yan yana kullanmak istemiyorum. Sadece programın adı stres azaltma programı. Stres dediğimiz olgunun kendisi aslında her tür acı ve zorlanma. Dolayısıyla bunu daha çok günümüzde zorlayıcı duygu ve durumlarla beraber yaşamayı öğrenebilme olarak çeviriyoruz. Zorlayıcı duygu ve durumlarla baş etme, stresle baş etme, stresi azaltma kavramları aslında Jon Kabat Zinn’in çok hoşlanmadığı kavramlardır. Bir şeyi azaltmak, değiştirmek veya bir şeyle savaşmak, baş etmek kelimeleri yerine bir şeyi fark etmek ve onunla beraber devam etmek kelimeleri daha uygundur. Tanımlamalardaki bu değişiklik enteresan bir biçimde, beraber devam etmeye gönüllü olma hali, bizi ne bir şeyleri değiştirmemek için miskinliğe sevk ediyor, ne de değiştirmeye engel oluyor. Paradoksal bir biçimde, bir şeyle devam etmeye gönüllü olduğunuzda deniz daha berraklaştığı için daha iyi çözüm yolları bulabiliyorsunuz. Mindfulness’ın orijinalliği zaten buradan geliyor. Paradoksal bir değişim hedeflemeden, paradoksal bir değişim elde ediyorsunuz. Olumsuz duygularla kalabilmek, duygusal bir emisyondur aslında. Biz-


de sıkıntı yaratan şey, durumun kendisi değildir zaten, durumu karşılama biçimimizdir. Yaşamda zorluk vardır, yaşamda zorlukları bazen bertaraf edebiliriz, bazen edemeyiz; çünkü biz seçimimiz olmayan bir bedende dünyayaya geliyoruz. Seçimimiz olmayan bir coğrafyada, seçimimiz olmayan bir ailede, seçimimiz olmayan bir DNA ile ve seçimimiz olmayan bir zamanda dünyaya geliyoruz. Dolayısıyla bu birçok seçimimiz olmayan duruma ek olarak, çoğu zaman zihnimizde olan düşünce ve duyguları da seçemiyoruz. Bütün bunlarla beraber, düşünceler ve duygular birden beliriveriyor. Dolayısıyla mindfulness’ın burada vurguladığı tek nokta şu oluyor, önemli olan bu seçimimiz olmayan birçok şeyin içinde, onu deneyimleme biçimimizdir. Acı kaçınılmazdır ama onu deneyimleme biçimimiz, bizim acı çekip çekmememizi belirler. Dolayısıyla, acı standarttır, acı çekmemek opsiyoneldir.

Hangi alanlarda uygulanılmasının elverişli olduğunu düşünüyorsunuz? Hangi alanlarda kullanılmasının uygun olmadığını düşünürsünüz? Böyle bir ayırım yapabilmek mümkün müdür? Mindfulness tanılar ötesi, transdiyagnostik olarak geçiyor. Eğer bu bir ruh sağlığı alanında kullanılacaksa, insanların iyi oluşuna etki eden bir grup çalışması diyoruz, direk müdahale eden bir şey olarak ele almıyoruz. Temel nokta, tanılar ötesi olması. Bireyin yaşadığı zorluk, depresyon, anksiyete gibi bir tanı olabilir. Yaşamsal zorluklarla ilişkili problemler olabilir. İşle ve aileyle ilişkili problemler, sağlık problemleri olabilir. Mindfulness hepsinin altında belli temel mekanizmalar olduğunu ön görüyor. Mindfulnes’ın savı bu. Özellikle duygu regülasyonu, düşüncelerin regülasyonu, düşünceleri fark edebilme, bedenle bir ilişki kurabilme, bedenle olan temas, erken dönem duyguları fark edebilmek için de çok önemli. Bir diğeri de benliğe dair bir algı. Bu mekanizmayla çalışıyor. Aslında, temelde bana göre dört tane. Araştırmalara dair okuduğum kaynaklardan ve kendi deneyimlerimden edindi-

19


ğim, mindfulness için dört tane mekanizma çok önemli. Duygu regülasyonu, bedensel farkındalık, benliğe dair bir algı ve düşüncelerin regülasyonu ya da dikkatin regülasyonu da diyebiliriz. Dört boyutta inceliyorlar. Tanı ve kişinin şikâyeti, rahatsızlığı ne olursa olsun aslında bunlarla ilgili bir düzenleme yapıldığında, değişim oluyor çünkü mindfulness içerik odaklı değil, süreç odaklıdır. Dolayısıyla, beliren zorluk bedensel de olsa zihinsel de olsa, mevcut durumlardan da kaynaklansa organizma aynı tepkiyi veriyor. Mindfulness organizmadaki tepkiyi düzenlemek üzerine aslında. Mindfulness temelli müdahalelerde, olayları ve içeriği değil, içeriğe verilen yanıtları, içeriği deneyimleme biçimini düzenlemek üzerine bir programlama, yapılandırma yapılıyor. Ben bunu nasıl çözümleyebilirim yerine, şu anda bende ne oluyor, bende şu anda neler olup bitiyor? Soru biçimini değiştirmek önemli. Farkındalık bize bunu kazandırıyor. Dolayısıyla biz farkındalığı kazandığımızda, otomatik pilottan çıkıyoruz. Bize zorluk yarattığını bildiğimiz ama aynı zamanda değiştiremediğimiz, elimizde olmadan tekrarlayan bir şekilde yaptığımız her şey otomatik pilottan kaynaklıdır. Bir zamanlar belki kendimizi korumak için, kendimizi daha sağlıklı tutmak için yaşamımıza getirdiğimiz ama şu anda istemeden de olsa kalıplaşmış şekilde kullandığımız tepkilerden kaynaklanıyor. Dolayısıyla biz bunları fark ettiğimiz zaman zaten doğal olarak bir çözülüm oluyor. Otomatik reaksiyonlar yerine seçilmiş yanıtlar verebilmemizi sağlıyor. Tüm bunları bir bütün olarak ele almak. Duygu, düşünce, davranış. “Şu anda bende neler oluyor?” Mindfulness’ın bir mottosu olsa “Bu nedir?” olurdu.

Pandemi sürecinde belirsizlikler ile başa çıkmaya çalışmada, yeni durumlara uyum sağlamada etkisini değerlendirebilir misiniz? Belirsizlik, her zaman bizi zorlayan bir kavram. Biz hep belirli acılar çekmek, acı çekeceksek de bildiğimiz acıları yaşamak isteriz. Bilmediğimiz iyilik halini bile, aslında bildiğimiz zorluğa tercih ederiz. Onun için belirsizlik ve bilinmezlik oldum olası insanları rahatsız eden bir durum olmuştur. Aslında mindfulness

20

buna şöyle bir çözüm getiriyor. Şimdiki anın içinde her şey belirlidir. Bizim için belirsiz olan gelecektir ve gelecek, her zaman belirsizdir. Geleceğin her zaman için belirsiz olduğunu kabul etme hali, zaten bize o belirsizlikle beraber yaşayabilme, belirsizliğin içinde de konforlu olabilme halini getirir. Şu an için her şey bellidir zaten. Bizim için belirsiz olan bir sonraki aşamadır. Bir sonraki aşamayı bilmek istemek, çok insani bir durumdur. Biz prova yapmak isteriz, hazırlamak isteriz kendimizi. Sistem bu şekilde işliyor. Bir sonraki aşamayı düşünmek üzerine. Bizim meselemiz “bir sonraki aşamayı düşünme, zaten belirsiz” diye bir söylemden ziyade, şimdiki anın içinde kendimize konforlu bir alan oluşturmak. Ben bunu bazen hacı yatmaz metaforuna benzetiyorum. Hacı yatmazın altındaki, o ağır olan kısım, her zaman sağa sola da gitse, geri geleceğini düşündürür. Endişelenebiliriz de, geçmişi de düşünebiliriz. Çevremizdeki zorluklara da takılıp kalabiliriz. Kendimizle ilgili zorlanmalara da takılabiliriz ama her seferinde hacı yatmaz şimdiki ana dönebilir. Onun dik durabileceği güvenli bir yeri vardır. Nasıl olduğu belli olan ve hacı yatmaz dediğin şey bellidir. Hiçbir zaman düşmeyeceğini biliriz. Aslında şimdiki an farkındalığı da tıpkı bunun gibi. Şimdiki an, hacı yatmazdaki ağır yer, bizim için belirlidir. Hacı yatmazın hangi yöne, nereye yatacağını bilemeyebiliriz. Sonuç da duruma göre değişir, bildiğimiz tek bir şey vardır, ne olursa olsun oraya gelecektir. Dolayısıyla belirsizlikle birlikte konforlu kalabilmenin en rahat yolu güvendir. Neye güven? Bir, şimdiki ana güven. İki, her şeyin gelip geçici olduğuna güven. Hiçbir şey sonsuza kadar kalmıyor. Her şey gelip geçecek. Hiçbir şey sabit ve durağan değildir ve hiçbir şey direk çözülebilir değildir. Dolayısıyla bu, her şeyin geçici olduğuna güven hali, bizim belirsizliğin içinde konforlu kalmamızı sağlıyor. Bu güveni nasıl elde ediyoruz? Mindfulness bize bunu nasıl öğretiyor? İyi bir şimdiki an farkındalığı yaratarak. Biz hacı yatmazın ağır olan kısmına yatırım yapıyoruz. Sürekli bu anda kalarak, bu ana dair algımızı geliştiriyoruz. Her kaygı duyduğumuzda, her zorlandığımızda, bizi belirsizlik her rahatsız ettiğinde tekrar dönebileceğimiz bir merkez var. Bu an var. Bu ana dönebiliriz ve bunu, bedenle, nefesle şu andaki duyumlar yoluyla yapabiliyoruz. Zorlandığımız her an otomatik olarak, güvenli ve her şeyin belli olduğu yere dönebiliyoruz. Hayal edebileceğimiz bir yer de değil üstelik. Gerçekten de orada çok so-

yutlaşıyor mindfulness. Orada kavramsaldan çıkıp deneyimsele dönüşüyor. Deneyimlerde zihniniz hep uçuşuyor. Onu fark ediyorsunuz. Mindfulness’taki temel niyet, düşüncenin hep şimdiki anda kalması değildir. Zihniniz uçuştuğunda fark edip, onu nezaketle tekrar getirebilmek. Her zaman çalıştığımız budur. Ne olursa olsun, buraya gel, buraya gel! Öyle bir yerleşiyor ki bir süre sonra siz otomatik olarak onu yapabiliyorsunuz.

Mindfulness temelli yaklaşımlar, bireyin herhangi bir desteğe ihtiyaç duymadan kendi kendine yardım etmesini mi hedefler? Bu sürecin avantajları ve dezavantajları var mıdır? Mindfulness temelli yaklaşımlar bireyin herhangi bir yardıma ihtiyaç duymadan kendi kendine idare etmesini sağlamaz. Böyle bir vaadi yoktur. Bunlar destekleyici yaklaşımlardır. Bunların yüzeysel öğrenilmesini de sakıncalı buluyorum. Bazen YouTube’dan bir video izleyerek, bir kitap okuyarak, özlü sözlerden iyileşmeye çalışmak bireyin kendi kendine eziyet etmesidir. O zaman daha büyük bir yetersizlik duygusu oluşur ve sorun daha çözümlenemez bir hal alır. Bazı insanlar bunu tesadüfi bir şekilde yapmış olabilirler. Ama insanlar hep rehberlere ihtiyaç duyarlar. Mindfulness temelli yaklaşımlar, bireysel terapi yerine geçmez. Biz Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı (MBSR) ve Mindfulness Temelli Bilişsel Terapi (MBCT) dediğimiz grup çalışması olan ve akredite eğitmen tarafından yürütülen bu çalışmalara katılmadan önce herkesle ön görüşme yapıyoruz. Bireyin bireysel terapi alması durumunda, bu çalışmaya başvurmuş olmaması gerekir. Gerçekten o an için akut bir depresyon yaşayan, bireysel bir müdahale gerektiren bir durum varsa biz bu kurslara almıyoruz. O nedenle birinci kriterimiz yardım edemesen de zarar verme şeklinde olmalıdır. Dolayısıyla bu müdahale çalışmalarıyla bireyin bireysel terapi alması gereken durumlara direk olarak müdahale edersek aynı zamanda zarar vermiş oluruz.


neyimsel öğrenmeyi sağlar. Yoksa bu tanımları tek tek açıklamak çok anlamlı olmaz. Diğer taraftan bu tutumlar / tanımlar oldukça önemlidir. Basitçe mindfulness bir dikkat geliştirme yaklaşımı olurdu eğer bu tutumlar / tanımlar olmasaydı. Dolayısıyla bu tutumlar bütün bir eğitim sürecinin içinde, mindfulness öğrenme sürecinin içinde bize bunu öğreten kişiden aktarılan tutumlardır. Meditasyonlar ve uygulamalar sırasında aktarılan tutumlardır diyebiliriz. Mindfulness’ın en önemli uygulaması meditasyonlardır. Meditasyonlar sırasında, meditasyona rehberlik eden kişinin söylemleri çok önemlidir. Örneğin, dikkat dağılınca, “Dikkatiniz her dağıldığında onu nazikçe şimdiki ana getirin.” söylemi gibi. Bu cümlenin anlamı şudur: “Dikkatiniz her dağıldığında kendinizi kötü hissedeceksiniz, bu işi yapamıyorsunuz, sanki yanlış bir şey yapmışsınız gibi düşüneceksiniz. O andan uzaklaşmış gibi hissedeceksiniz.” Öyle bir zamanda, yanlış yaptığınızı düşündüğünüz anda nezaketle o ana dönmek aslında kendinize şefkat göstermektir.

Mindfulness temelli yaklaşımların önemli kavramlarından bahseder misiniz? (Başlangıç ruhu, merak, otomatik pilot, dikkat, niyet vb.) Anda kalmak için önerileriniz nelerdir?

Mindfulness sadece basit bir şekilde dikkatimizi şimdiki ana yönlendirme yaklaşımı değildir. Basit bir şekilde bizde neler olup bittiğini fark etme durumu da değildir. Bende neler olduğunu fark etmek birinci boyutudur. İkinci boyut, bu fark ettiklerimizi karşılama biçimimiz ve bu karşılama biçimimizdeki tutumlardır. Burada bahsettiğimiz tutumlar, bizde ve çevremizde şimdiki anda fark ettiğimiz şeyleri karşılamamız için mindfulness eğitimlerinde gizil olarak verilen tutumlardır. Bu tutumları bir mindfulness hocası kendisi orada durarak/ bulunarak öğretir. Orada o tutumların vücut bulmuş hali diğer bireylere yansır ve öğrenmeyi sağlar. Bu da de-

Mindfulness temelli yaklaşımlarda bireyin kendisi ve diğerleri ile kurduğu ilişkide şefkat kavramının sıkça ele alındığını görüyoruz. Kalabalık şehirlerde, yalnızlaşan bireyin ihtiyacına bir arayış olabilir mi? Şefkat konusunda ve duygu regülasyonu konusunda neler söylemek istersiniz? Şefkat aslında her bireyin ihtiyacıdır. Öncelikle, başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler, kendi ilişkimizden başlar. Tüm öğretiler kendimizle olan ilişkimizi çok önemser. Kendimizi nasıl algıladığımız, benlik algımız, kendimizle olan ilişkimiz, zorlanmalara bakış açımız, bir acı anında kendimize nasıl davrandığımız. İşte şefkat aslında bize bunu öğretiyor. İster yalnızlaşmış birey olsun, ister bütün kalabalıklar içinde olan birey olsun, burada acıyı nasıl ele aldığımız önemli. Her şey yolunda giderken, insanlar ben nasıl bir konuda destek almalıyım, bana ne iyi

21


22


gelir diye bakmıyorlar. Biz zorlanma anında arayış içine giriyoruz. İnsan olarak dışarıdan bir desteğe ihtiyaç duymamız bir zorlanma anında başlıyor. Bu zorlanma anını birçoğumuz geç fark ediyoruz. Mindfulness aslında bir tür önleyici müdahaledir. Çünkü herhangi bir şey belirdikten sonra biz sadece o beliren şeyle ilgilenmiyoruz, onun yaratmış olduğu hasarı da geriye dönük müdahale edip ele almak durumunda kalıyoruz. Halbuki tam buluşma anında fark ettiğimiz zaman olay büyümeden çekirdek halindeyken yakalayabiliyoruz. Acı içinde olduğunuzu, zorlandığınızı fark edebilmek çok önemli. Ama buna engel olan bazı şeyler var. Zorlandığınızı fark ederseniz, bu süreç sizin için meşakkatli, emek vermeniz gereken bir süreç oluyor. Dolayısıyla görmezden gelme eğilimimiz çok fazla oluyor. Bir süre sonra iş işten geçtikten sonra da daha zor oluyor. Dolayısıyla, şefkat bize zorlanma anımızı fark ettirerek, özellikle kendimizle daha şefkatli, daha anlayışlı bir biçime dönüştürebilmemizi sağlıyor. Şefkat ve duyarlılık hali aslında topluma yansıyan bir şey. Bir okuldaki öğrenci eğer bunu öğrenebilirse, akran zorbalığının da önüne geçmiş olunur. Çünkü kendinde olduğu gibi, başka arkadaşının zorlanmasına da duyarlı olur. Şefkat her şey gibi özde başlıyor. Şefkat bazen de çok sert olabilir. Şefkatin bir yin boyutu vardır, bir de yen boyutu vardır. Kuvvetli hayır da bir şefkat olabilir. Şefkat, her zaman yumuşak bir şeymiş gibi algılanıyor. Benim canımın istediği durum bana zararlı ise, ona hayır demek koskocaman bir şefkattir. Hayır dediğinizde, ardından gelen zorlanmayla kalabilmek, acıya tahammül edebilmek halidir şefkat. Çünkü birçok hayır, devamında acıyı getirir. Şefkat güçlü olmayı gerektirir.

Mindfulness temelli programların yetişkin olarak aile ve iş yaşamında hangi alanlarda katkısı olabilir? Anne babalara çocukları ile ilişkilerinde neler önermek istersiniz? Biz nasıl bir insan isek öyle anne baba oluyoruz. Bu çok ayrı bir şey değil. Çocuklar da öyle, onlar da bizi örnek alıyorlar. Anne babanın birbiriyle olan ilişkisi, olaylara, hayata bakış açısı, birbirlerine bakış açısı çok önemli. Mindfulness bir denge halidir, orta yolu bulma halidir. Daha önce ifade ettiğim gibi iki zıt

şeyin bir arada olma halidir. Hem dik hem esnek olabilmektir. Hem sınırları belirleyebilmek, kararlı olabilmek, hem de hatalara karşı toleranslı olabilme halidir. Bunu yapabilmek biz insanlar için çok kolay değildir. Anne babalar için de kolay değildir. Bu dengeyi kaskatı bir şekilde tek bir davranış modeli ile yapabilmemiz mümkün değildir. Denge hep yalpalamayı gerektirir. Denge için hep orta yolu bulmak gereklidir. Orta yolu bulmak için önce bir sallanıp sağa sola gitmek gerekir. Kendiniz için de sınırlarınızı bulabilmek, duygularınızı düzenleyebilmek, otomatik reaksiyonlardan kaçınabilmek ve seçilmiş tepkiler verebilmek çok önemli. Ben içerikle ilgilenmiyorum. Davranış öyle olmalı, şöyle olmalı demiyorum. Her ailenin kendine göre bir dinamiği ve anlayış biçimi vardır. Ben şuna çok önem veriyorum. Çocuğunuza eğer hayır diyemediğiniz için evet diyorsanız, bu sıkıntılı bir durumdur. Ama evet demek sizin seçiminizse, o zaman sorun yoktur. Burada anahtar nokta, davranış ne olursa olsun, “Evet veya hayır demenin sizin seçiminiz mi değil mi?” olduğu noktasıdır. Sizin seçiminizse, sonrasında nasıl hissediyorsunuz? Çünkü aileler otomatik tepkiler vermeye eğilimlidirler. Onlar da ailelerinden getirdikleri tepkileri verirler veya o anki ruhsal durumlarından kaynaklanan tepkiler verebilirler. Ailelerin de dürtüsel olması çok sık karşılaşılan bir durum. Aniden kızmak ve sonra pişman olmak gibi. O nedenle, “durabilmek” gerekli. Eğer bir şey için cevap veremiyorsanız, çocuğunuzdan müddet isteyin. Bunu benim düşünmem lazım diyebilirsiniz. Uyaran ve tepki arasında süreyi kullanmak ebeveynler için çok önemli. Mükemmel olmamak biz insanlara ait bir şey. Ebeveynlikte de hata yapmaktan korkmak yerine otomatik tepkilerimizin ve o anda yaptığımız şeyin o anda farkına varmak çok önemli. Bazen otoriter davranmanız gerekir, bazen de çok demokratik olmak gerekir. Bazen anlayışla dinlemeniz, bazen de “Burada kararı ben veriyorum.” diyebilmek gerekir. Bağlama göre değişir. Ebeveyn çocuk ilişkisinde, kabul gerekir. Kabul etmek demek, her yapılanın doğru olması demek değildir. Çocuğun acı çekebileceğini, zorlanabileceğini de kabul etmek gerekir. Zorlanmasına tahammül edebilmek gerekir. Ne yaparsa yapsın siz çocuğunuz için duygusal ulaşılabilir olmalısınız. Aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz, tartışmaların sonucunda çocuklarda iyi bir tartışma becerisi geliştirmeniz önemli. Tartışma yapmak becerisi de ailede başlıyor. Farklı düşüncelere saygı göstermek de ailede gelişen bir şeydir. İlla her konuşmada bir kazanan, bir patron olması gerekmez. Anne babalar otoritelerini kaybetmekten korkmamalı, anne babalar her zaman haklı olmayabilirler çocuklarının karşısında. Bunu kabul etmek de oldukça önemli.

Prof. Dr. Zümra Atalay MEF Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü öğretim üyesidir. Mindfulness eğitmenidir. 2014 yılında Mindfulness Institute Türkiye’yi kurmuştur. Temel çalışma alanı bilinçli farkındalık (mindfulness), bilinçli farkındalık temelli terapiler, şefkat (compassion) ve şefkat temelli terapilerdir. Doktora tezi de bu iki konu üzerinedir. TUBITAK bursu ile misafir öğretim üyesi olarak bulunduğu Rochester Üniversitesi Psikoloji Bölümünde “Mindfulness ve Psikolojik İhtiyaçlar” üzerine bir proje yapmıştır. Bu konu ile ilgili Uluslararası indekslerde taranan ve ulusal hakemli dergilerde makaleleri, TUBITAK projeleri, ulusal ve uluslararası kongrelerde bildirimleri, yüksek lisans ve doktora düzeyinde vermiş olduğu dersleri, danışmanlığını yaptığı yüksek lisans ve doktora tezleri bulunmaktadır. Zümra Atalay Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı (MBSR), Mindfulness Temelli Bilişsel Terapi (MBCT), İş yerlerinde kullanılan Search Inside Yourself (SIY), Okullar için b foundations ve Mindfulness Temelli Şefkatli Yaşam (MBCL) Eğitici Eğitmenidir. 8 ülkede eğitim veren IMA’nın uluslararası eğitmenidir. EAMBA (Europian Association of Mindfulness Based Approaches) kurulduğundan beri aktif üyesidir. Üniversitede verdiği derslerin ve akademik çalışmaların yanı sıra Mindfulness Institute bünyesinde düzenli aralıklarla MBSR (Mindfulness Based Stress Reduction Program) ve MBCT (Mindfulness Temelli Bilişsel Terapi) grup çalışmaları, yurt içi ve yurt dışından alanında uzman kişiler ile çeşitli alanlara yönelik mindfulness eğitimleri ve eğitici eğitmenlikleri düzenlemektedir. Ayrıca kurumlara yönelik eğitimler ve bireysel terapi seansları vermektedir. Aynı zamanda Mindfulness ve Şefkat ile ilgili 3 kitabın yazarıdır.

23


Konuk Yazar: Uzman Psikolojik Danışman Yasemin Büyükak Çakmak

RUHSAL KETLENMENİN ÖĞRENME SÜRECİNE ETKİSİ Çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimleri, zihinsel gelişimlerini doğrudan etkileyebilir. Yaşadığımız duyguların öğrenmemiz üzerinde olumlu olumsuz etkileri olabilir. Çocuk mutlu olduğunda veya öğretmenini sevdiğinde daha kolay öğrenebilirken, mutsuz, endişeli, baskı altında hissettiğinde ise öğrenme süreci ketlenebilir.

24


COVID-19 Pandemi süreci tüm dünyada ekonomik, sosyal, duygusal, psikolojik, siyasi alanlarda büyük değişimler yarattı. Yaş gözetmeksizin herkesin hayatını temelden sarstı, değiştirdi ve değişim devam etmekte. İnsanlar, kendilerini hastalıktan korumak amacıyla sevdiklerinden, diğer aile üyelerinden, arkadaşlarından fiziksel olarak uzak tutmak zorunda kaldılar. İnsanın doğasına aykırı olan bu yeni izole düzene alışmak hiç de kolay olmadı şüphesiz. Hem yetişkinler hem çocuklar birçok şeyden mahrum kaldı...hala kalıyorlar. Mart 2020'den günümüze süren ayrılık ve kayıplar, çocuklarda hüzün ve öfke gibi duygular ortaya çıkardı. Pandemi birçok belirsizliği içerisinde barındırması nedeniyle, insanların çeşitli endişelerini (ölüm, kayıp, istila edilme endişeleri) tetikledi ve kaygı düzeylerini artırdı.

Ruhsal Gelişim ve Zihinsel Gelişimin Birbiriyle Olan İlişkisi Ruhsal ve zihinsel dünyamızı birbirinden ayıramayız. İkisi bir bütündür ve hayat boyu değişim ve gelişim gösterebilir. Bizi biz yapan hem hissettiklerimiz hem de algılama, düşünme, muhakeme, problem çözme, hayal kurma, hafıza, dil becerileri gibi özelliklerden oluşan zihinsel kapasitemizdir. Bazen sahip olduğumuz zihinsel kapasitemiz yaşadığımız bazı ruhsal durumlardan etkilenebilir. Kapasite vardır ama bir türlü istenilen şekilde ortaya çıkamıyordur. Bazen ailelerin şu şekilde söylemleri olabiliyor: "Bu çocuk çok zeki ama yerinde duramıyor." "Bu çocuk zehir gibi, istese 15 dakikada ödevini tamamlayabilir. Ama bir türlü başlayamıyor. Masaya oturtana kadar canım çıkıyor." Bütün bunların sonucunda herkes gergin ve yorgun. Peki bu var olan kapasitenin ortaya çıkmasına engel olan nelerdir? Çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimleri, zihinsel gelişimlerini doğrudan etkileyebilir. Yaşadığımız duyguların öğrenmemiz üzerinde olumlu olumsuz etkileri olabilir. Çocuk mutlu olduğunda veya öğretmenini sevdiğinde daha kolay öğrenebilirken, mutsuz, endişeli, baskı altında hissettiğinde ise öğrenme süreci ketlenebilir. Aynı şekilde fazla endişeli durumlarda beynin bazı bölümleri kendini kapatabilir ve sağlıklı olarak işlevini yapamayabilir.. Çocuk ve ergen çevresini (dış dünyayı) tehdit edici bulduğunda endişelenir, kendini güvende hissetmez ve öğrenemez. Gelebileceğini düşün-

düğü tehlikelere karşı kendini korumaya alır ve dış dünyaya kendisini kapatır. Ruhsal yapı, enerjisinin çoğunu endişeye ve bu endişe ile başedebilmek için savunma mekanizmalarına harcar. Bunun yanında "Öğrenmede ketlenmelerin, saldırgan dürtünün baskılanması ile de bağlantısı vardır. Saldırgan dürtüden korku ve bu dürtüyü dondurma çabası, zihinsel faaliyetlere yatırım güçlüklerinde sık görülen bir durumdur." (Zabcı, 2019, Öğrenme ve Bilinçdışı, S. 118). "Saldırgan dürtünün yapılandırıcı birçok işlevlerinden birisi de her türlü etkin faaliyetin dinamizmini oluşturmasıdır. Akademik ilerleme, rekabet ve öğrenme sürecindeki etkin tutumlar, aslında saldırgan dürtünün dinamizminden kaynak sağlar. Bu dürtünün baskılanması durumunda ise çocuk, edilgen bir özdeşleşmeye girerek tüm etkin akademik faaliyetlerden de kendisini geri çekebilir. Artık benliğin enerjisinin büyük bir bölümünü dürtüyü ketlemeye harcayacak ve bilişsel süreçlere yatırım mümkün olmayacaktır." (Zabcı, 2019, Öğrenme ve Bilinçdışı, S. 119). Yukarıda da bahsedildiği üzere, içsel kaygılara günümüzde Covid 19 gibi dışsal bir kaygı kaynağı da eklendi. Pandemi dönemi, çoğu kişide Covid 19 virüsünün sağlığı tehdit etmesi ve çocuğu sevdiklerini kaybetme endişesi ile karşı karşıya bırakması dışsal bir tehlike oluşturdu. Bu kadar yoğun bir endişe kaynağı varken odaklanmak, dikkati sürdürebilmek, sakin kalabilmek, öğrenebilmek çocuklar için zorlaştı. İlk zamanlarda bir şok dönemi yaşandı ve o anda belki çoğu duygumuzu, endişemizi dondurduk ve ancak bir süre geçtikten sonra bazı tepkiler, semptomlar ortaya çıktı veya çıkacaktır.

COVID 19 Pandemi Sürecinin Çocuk ve Gençler Üzerindeki Bazı Olumsuz Sonuçları Yapılan bazı araştırmalara göre, pandemi döneminde çocuk ve ergenlerde genel olarak kaygı düzeyinde artış, uyku düzeninin bozulması, yemek yeme alanında düzensizlikler, mutsuzluk, dikkat ve konsantrasyon sorunları, depresyon gibi bazı psikolojik sorunlar ortaya çıkmıştır. Covid-19 ve izolasyon sürecinin çocuklar üzerindeki olası psikolojik ve sosyal etkileri, bazı yaş dönemlerine göre farklılıklar gösterebilmektedir.

25


Okul öncesi: 2020, İmran, Zeshan ve Pervaiz'e göre, “Okul öncesi çocuklarda yaygın olarak isteksizlik, oyuna odaklanmada güçlük, biberon kullanımı, parmak emme, tuvalet kazaları, anne ve babadan ayrılamama gibi durumlar yaşayabilecekleri gözlenmiştir.” (IKÇÜSBFD, COVID-19 ve İzolasyon Sürecinin Çocuklar Üzerindeki Olası Psikososyal Etkileri, Gözde Akoğlu, Tuğba Karaaslan). Başka bir araştırmada ise "Küçük çocukların kendi davranışlarıyla birçok şeyi ilişkilendirmesi nedeniyle, hastalığı kimi zaman, yanlış hareketlerinin sonucu olarak yetişkinler tarafından kendilerine verilen bir ceza olarak da algılayabilirler." (Van Sağlık Bilimleri Dergisi. Derleme Makalesi- 2020;13-Özel Sayı, S. 71) Okul çağı: "Okul çağındaki çocuklara yönelik bulgular ise korku ve kaygıda belirgin artış, kardeşlerle sorun yaşama, huzursuzluk, saldırganlık, psikolojik kaynaklı bedensel rahatsızlıklar, sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınma, odaklanmada zorluk, uyku sorunları ve sosyal çekilme gibi davranışların gözlenebileceğine işaret etmektedir." (İmran, Zeshan ve Pervaiz, 2020; Olness, Mandalakas ve Torjesen, 2015) (IKÇÜSBFD, COVID-19 ve İzolasyon Sürecinin Çocuklar Üzerindeki Olası Psikososyal Etkileri, Gözde Akoğlu, Tuğba Karaaslan). Ergenlik: "Ergenlerde gözlenebilecek tepkilerin de okul çağında sergilenen davranışlara ek olarak isyan, risk alma davranışları, konsantrasyon eksikliği, bilinç bulanıklığı ve konfüzyonu kapsayabileceği belirtilmektedir." (Olness, Mandalakas ve Torjesen, 2015) (IKÇÜSBFD, COVID-19 ve İzolasyon Sürecinin Çocuklar Üzerindeki Olası Psikososyal Etkileri, Gözde Akoğlu, Tuğba Karaaslan).

Kaygıya Karşı Bazı Savunmalar Kişilerin kaygıya karşı kendini savunma yöntemleri vardır. Benliğimiz zaman zaman birbirinden farklı bazı savunma mekanizmalarını devreye sokar. Tabi ki her çocuk ve her anne-baba biriciktir. Buna göre herkesin aynı koşullar altında farklı savunmalar kullanabileceğini söyleyebiliriz. Bazı kişiler kaygılandıkları anda bu duyguyla başedebilmek amacıyla dış dünyadan kendilerini soyutlayabilir, iç dünyalarına kapanabilir. Bazı çocuk ve yetişkinler ise "Bir şey yok canım, abartıyorlar.", "Yok bir şey.", "Bana bir şey olmaz." diyerek inkar

26

edebilir. Tümgüçlülük savunması ise kişinin her şeyi bildiğini ve sınırsız her şeyi yapabileceğini düşünmesidir. Bununla birlikte tümgüçlülük savunması olan “Çocukların pek çoğu için 'bilmeme' durumu o kadar tehlikeli ve dayanılmazdır ki bu riski hiç almazlar. Bu çocuklar yeterince kapsanamadıkları sürece tümgüçlülüklerinden vazgeçme riskini almazlar, bilmemeye katlanamazlar ve bilginin bir başkasında (öğretmende) olduğunu kabul edemezler." (Youell, 2006, Öğrenme İlişkileri, S. 45-46) Duyguları hakkında konuşmak yerine sadece bilgiye, araştırmaya, okumaya yatırım yapmak da farklı bir savunma yöntemidir. Sürekli hareket halinde olmak, yerinde duramamak, çok fazla ve uzun konuşmak, gereğinden fazla neşeli ve coşkulu olmak, aşırı miktarda alış veriş yapmak, sürekli yemek yemek gibi manik savunmalar ise kaygı ile farklı bir başetme yöntemidir. Pandeminin ve karantinanın ilk ortaya çıktığı dönemde en ilkel kaygılarımız tekrar canlandı. Hayatta kalabilmek, sağlıklı olabilmek için beslenmeye ağırlık verdik. Burada bahsettiğimiz bazı savunma mekanizmaları, ruhsal dünyamızı korumak ve dengelemek amacıyla devreye girerler. Dolayısıyla bu savunmaları değiştirmeye ve durdurmaya çalışmak son derece sakıncalıdır. Bütün bu zaman zaman devreye giren savunma şekillerinin yoğunluğu, hangi durumda nasıl kullanıldığı ve hayatın kalitesini ne ölçüde zorlaştırdığı ve değiştirdiği dikkatle izlenmelidir. Çok aşırı ve normalin dışında çocuğunuzda gözlemlediğiniz davranışlar olduğunda bir profesyonelden destek almak iyi olabilir.

Çocuk Kaygı Yaşadığında Ebeveyn Neler Yapabilir? Anne-babaların kendi kaygılarını kontrol edebilmeleri ve olabildiğince sakin kalmaya çalışmaları önemlidir. Çünkü çocuklar çevrelerindeki yetişkinlerin duygu durumundan ve davranışlarından birebir etkilenebilirler. Dengeli ve birbirini tamamlayan bir anne-baba çifti olmaya çalışın. Çocuğun hissettiklerini anlayan ve dönüştüren annesel ve çocuğun güvenliğini sağlayan, sınır ve kural koyan babasal bir işleve ihtiyaç vardır. Çocukla iletişim içerisinde olan ebeveyn, ögretmen, bakıcı gibi yetişkinlerin birbiriyle işbirliği içerisinde olması, herkesin aynı fikirde ve birbirinden haberdar olması, aynı kuralları uygula-

ması çocuğa güven verecektir. Pandemi öncesi çocuğunuzun rutinlerini, pandemi sonrasında da devam ettirmeye çalışın. İzolasyon nedeniyle sevdiklerinden, okuldan, sosyal etkinliklerden uzak kalmak ve birçok belirsizlikle karşılaşmak çocuk ve gençlerin kırılgan olmalarına neden olabilmektedir. Rutinlerin devamlılığını sağlamak çocuğu rahatlatabilir ve kendini güvende hissetmesine neden olabilir. Çocukları olabildiğince arkadaşlarıyla, aile üyeleriyle görüştürmeye çalışın ki o kişilerle kurulan bağın devam ettiğini anlayabilsin. Bu pandemi koşullarında yüz yüze görüşmek sadece kontrollü bir ortamda, daha az kişiyle ve daha nadir yapılabilecekken, görüntülü şekilde online görüşmelere daha kolaylıkla fırsat verebilirsiniz. Çocuğun kaygısı veya sıkıntısı varsa onu dinleyin. Kendinizi çocuğunuzun yerine koymaya çalışın ve duygularını anlamaya çalışın. Kaygı duygusu sözel olarak anlatıldıkça, anlamlaştırıldıkça daha az endişe verici hale gelebilir. Ancak çocuğunuzun söylediklerini değiştirmeye çalışmayın. Mesela; "Yok bir şey.", "Her şey çok güzel, sorun yok.", "Endişelenecek ne var?", "Haydi devam, mutlu ol bakalım." gibi ifadeler; çocuğa çevresi tarafından anlaşılmadığını hissettirir. Aynı zamanda yaşadığı endişenin, başedilemez olduğunu düşünüp daha çok endişelenebilir. Bazı çocuklar endişelendikleri zaman sürekli aynı soruları sorabilir. Örneğin: "Anne sen işe ne zaman gideceksin?", "Akşam kaçta eve döneceksin?", "Baba sana bir şey olmayacak değil mi?", "Korona virüs beni hasta edecek mi?" gibi soruları tekrar tekrar size yöneltebilir. "Merak etme kendimi koruyorum, maskemi takıyorum, ellerimi yıkıyorum. İşten dönünce seninle oyun oynayacağız." gibi güven verici açıklamalar yapabilirsiniz. Çocuk her soru sorduğunda "Aynı soruya aynı cevabı alacak mıyım?" düşüncesiyle bazı şeylerin değişmezliğini test etmek ister. Çocuğunuzun sorularına, çocuğun yaş gelişimine uygun, samimi, yalın, fazla detaylı olmayan açıklamalar yapın. Sorularını geçiştirmeyin ve duymazdan gelmeyin. Sorduğu sorulara yanıt alamamak çocukları daha fazla kaygılandırabilir. Çocuğunuza bazı açıklamalar yaptığınızda ve hazır olmadığını hissettiğinizde, devam etmeyin. "Şu anda senin için uygun bir zaman değil sanırım.", "Şu anda dinlemek istemedin.", "Sen hazır olduğunda bu konuyu konuşabiliriz." şeklinde ifadelerde bulunabilirsiniz.


Öğrenmenin Olabilmesi İçin Gerekli Bazı Koşullar Normal koşullarda bir kişinin öğrenebilmesi aslında hiç de kolay bir süreç değildir. Öğrenme sürecinin olabilmesi için bazı koşulların sağlanmış olması gerekir. Kişinin en azından normal bir zeka düzeyine sahip olması, farklı bir özel sorununun olmaması, öğreten kişi ile güvenli bir bağının olması, kendini güvende hissetmesi, merak etmesi, öğrenme sürecinden keyif alması, dikkatini odaklayabilmesi ve dikkatini sürdürebilmesi, eksik olduğunu kabul etmesi, olumsuz-negatif durumları tolere edebilmesi, yalnız başına kalabilmesi, uygun fiziksel ortamın sağlanması gerekir gibi. Öğrenebilmek ilişkisel bir durumdur, bağ kurmak ve güvende hissetmek gerekir: Başkalarıyla ilişki içerisinde ve bağ kurularak sağlıklı öğrenme gerçekleşebilir. Başka bir kişiden öğrenebilmek için güvenli bir ilişki en temel gerekliliklerden biridir. Özellikle çocuğun veya gencin sevdiği bir kişiden yeni şeyler öğrenmesi mümkün olabilir. Öğrenmek için düşünebilmek gerekir: Bu da çocuğun veya ergenin çevresindeki kişilerden ayrışarak, farklılaşarak kendi fikirlerini ortaya koy-

masıyla mümkün olabilir. Çocuğa dikte eden, "Bu şekilde, şu zamanda, bu yöntemle yap." demek, onların yerine düşünen, tüm sorulara cevap veren ve sorunlara çözüm bulan ebeveynler, çocuğunun bireyselleşmesine engel olur. Öğrenmek için merak gereklidir: Önce küçük çocuk, kendi bedenini, anne ve babanın bedenlerini, nasıl dünyaya geldiğini, bebeklerin nasıl yapıldığını, cinsiyet farkını merak eder. Bu konuları merak etmek son derece sağlıklı bir süreçtir. Ancak çocuğa yaşına uygun ve hazır olduğu kadar bilgi vermek gereklidir. Bu dönemdeki merakları konusunda ebeveyn uygun tutumlarda bulunduğunda ve çocuk bazı aşamaları geçebildiğinde ilkokulda, okulda öğretilen bilgiye yatırımını yapabilir. Ancak bazı koşullar sağlanamadığında bu süreç biraz zorlaşabilir. Öğrenmeden keyif almak gerekir: "Düşünmenin haz uyandırmaması birçok öğrenme güçlüğünü açıklayabileceği gibi, düşünceye libidinal yatırım yapılmadan ortaya çıkan her düşünce yüzeysel ve yalnızca işlemsel olacaktır." (Talat Parman, Öğrenme ve Bilinçdışı, S. 23)

Öğrenmek için çocukların anne ve babadan uzaklaşması gerekir: "Öte yandan öğrenme sürecinde söz konusu olan, bir bilginin iletilmesinden çok, öğretmen ve öğrencinin ruhsal alanları arasında Winnicott'ın tanımıyla bir "geçiş alanı" yaratmak ve iki tarafın da buna katılımını sağlamaktır. Bu ara alan yaratıcılığın da alanı olacaktır. Bu da öğrencinin kendi düşünsel yaratıcılığını keşfetmesini sağlayacaktır. Bunun gerçekleşmesi de çocuğun bilgi nesnesine ulaşabilmesi yani merak duyabilmesi için anne baba nesnelerinden onları yitirme korkusu olmadan uzaklaşabilmesine bağlıdır." (Talat Parman, Öğrenme ve Bilinçdışı, S. 24). Öğrenmek için yalnız kalabilmek gerekir: "Olgunluğa ve yalnız olabilme kapasitesine ulaşmanın yolu, iyi anne-bebek ilişkisi deneyimlemiş olmaktan geçer." der Donald Winnicott. Bir başkasına bağımlı olmayan, tek başına kalabilen çocuk öğrenebilir. Öğrenmek için agresyonun uygun ve ölçülü şekilde çıkartılabilmesi gerekir: Anne ve baba, çocuğun itiraz etmesine izin vermeli ayrıca çocuğun çıkarttığı agresyonu karşısında dağılmamalı ve misil-

27


28


leme yapmamalıdır. Bunun yanında dürtülerini/ agresyonunu fazla çıkartan çocuklara mutlaka sınır getirilmelidir. Bu bahsettiğim koşullar sağlanamadığında çocuk endişelenebilir ve agresyonunu tamamen baskılama yoluna gidebilir. Bu şekilde öğrenmesi de ketlenebilir. Öğrenmek için dikkati odaklayabilmek ve sürdürebilmek gerekir: "Dikkat bir dış nesne ile 'iç içe geçmeyi' ve onunla 'birleşmeyi' gerektiren zihinsel bir faaliyettir. Dikkat etmeyen çocuktaki ruhsal direnç aslında benliği muhafazaya yöneliktir. Çocuk tarafından bilgiyi içeri almak, istila edilme, bilgiyi vermek ise kendiliğin kaybı olarak yaşanabilir." (Neslihan Z, Öğrenme ve bilinçdışı, S 116)

Uygun Ebeveyn Tutumları İçin Bazı Öneriler Her şeyden önce çocuğunuz ile iyi bir ilişki içerisinde olun. İyi, sıcak, samimi bir ilişki içerisinde olmak için mutlaka birlikte sohbet edin, oyunlar oynayın. Bir ilişkide sevgi, şefkat, saygı, anlayış varsa üstüne her şey konulabilir. İyi bir ilişki her şeyin temelini oluşturur. "Her şeyin temeli iyi ilişki." dedik ancak gerektiğinde sınır koymak da lazım. Ölçülü ve çocuğun ihtiyacına uygun şekilde konulan sınır ve kurallar, çocuğun güvende hissetmesini sağlar.

Çocuğunuzun olumlu yönlerini de görmeye çalışın. Bu olumlu özelliklerini fark edip çocuğunuza söyleyip övdüğünüzde güveni artacak ve olumlu bir ilişkinin geliştirilmesi ve sağlıklı sürdürülmesi mümkün olacaktır. Çocuğunuzun kendisini ifade etmesi için alan tanıyın, onu dinleyin. Özellikle kıskançlık, öfke, endişe, üzüntü, başarısızlık gibi olumsuz duygu ve düşüncelerini de anlatması için fırsat verin. Çocuğunuz size bir arkadaşının kendisine yazdığı mesaja üzüldüğünü anlatıyorsa, bu duygusunu kabul edin. Ne hissettiğini anlamaya çalışın. Örneğin; "Bu durum seni biraz üzdü sanırım." şeklinde bir yaklaşım içerisinde bulunabilirsiniz. Ancak "Böyle bir durumda üzülmek olmaz, bu zayıflıktır. Hiç sana yakışmıyor." gibi şeyler söylemeyin. Bu tarz yaklaşımlar olumsuz duyguların başedilemez olduğu mesajını verip daha çok endişe uyandırabilir. Sorunlar karşısında çocuğunuza hemen öğüt vermeyin ve hazır çözümler sunmayın. Bazı çözümleri kendisinin bulmasına izin verin. "Sen olsan ne yapmak iyi gelirdi?", "Nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsun?" şeklinde sorular sorarak problem çözüm sürecine çocuğunuzu dahil etmiş olursunuz. Olumsuzluklarla başetmeye çalışmak kimliği güçlendirir.

Olabildiğince sağlam, dayanıklı ve umutlu olmaya çalışın. Çocuklar ve gençler sağlam duran ve dağılmayan yetişkinler eşliğinde kendilerini daha güvende hisseder.

Öncelikle kendinizin ve sonra çocuğunuzun bazı eksiklikleri olabileceğini kabul edin. Kimse mükemmel değildir ayrıca olmamalıdır. Beklentilerinizi düşürün, iletişimi artırın ve gerektiği kadar destek olun. Çocuğunuzdan beklentilerinizi artırmak ona daha fazla bir yük getirebilir.

Davranışlarınızla çocuğunuza örnek olun. Anne ve babanın uygun model olması önemli. Söylenenler değil yapılanlar etkilidir. Örneğin: "Maske takmalısın." diyen bir anne-babanın kendisinin de maske takmaya özen göstermesi gerekir aksi takdirde çocuk ebeveynini ciddiye almaz.

Çocuğunuzun agresyonunu ölçülü miktarda çıkartmasına izin verin. Uygun şekilde itiraz etmelerine de fırsat vermek iyi olur. Oyunda her şey serbest olabilir ancak gerçekte vurmasına, fiziksel olarak zarar vermesine izin vermeyin. Stars Wars kılıç savaşları, polis hırsız oyunu, hayali olarak silahlarla oynamasına izin verin.

Evdeki herkes kendi rolünü üstlensin. Ebeveynler kendileri dışında diğer yetişkinlerin de sorumluluğunu fazlasıyla üstlendiğinde, yükleri çok fazla gelir ve roller çok karışır. Çocuklar karşılarında sadece anne rolü, baba rolü ile karşı karşıya olmayı ister. Anne ve baba aynı zamanda öğretmen, anne aynı zamanda baba da olmaya çalıştığında işler karmaşıklaşır. Ailenin okul kurumuna güvenmesi ve teslim olması çocuğa müthiş bir güven verir.

Son olarak birlikte yaşadığımız bu zorlu pandemi sürecinin, bizi güçlendirdiğini ve gelecekte zorluklarla başetme kapasitemizi geliştirdiğini/ geliştireceğini düşünüyorum. Ee ele vererek, birbirimizle daha çok iletişim içinde, bu dönemi fiziksel/ruhsal anlamda sağlıklı bireyler olarak atlatacağımızı umut ediyorum. Freud'un belirttiği gibi; "Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz."

Uzman Psikolojik Danışman Yasemin Büyükak Çakmak İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümünü, 1996 yılında tamamladıktan sonra 1998 yılında Belçika'da, Katholieke Universiteit Leuven'de (Katolik Leuven Üniversitesi'nde), 'Çocuk ve Gençlerde Davranış Bozuklukları ve Duygusal Sorunlar' alanında uzmanlık eğitimini aldı. 2012 yılından beri Pera Danışmanlık ve Eğitim Merkezinde, çocuk ve ergenlerle olan çalışmalarına devam etmektedir. İstanbul Çocuk ve Ergen Psikanalitik Psikoterapi Derneği, Rorschach ve Projektif Testler Derneği ve Psikologlar Derneği üyesidir.

KAYNAKÇA • Akoğlu G. & Karaaslan T. (2020). Derleme: COVID-19 ve İzolasyon Sürecinin Çocuklar Üzerindeki Olası Psikososyal Etkileri. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi 2020; 5(2): 99-103, S. 100. • Freud, S. (2014). Mutlu Olma İhtimalimiz. İstanbul, Zeplin Kitap, S. 7 • Parman, T. (2019). "Jacotot, Freud, Lacan Psikanalitik Süreç Bir Öğrenme midir?", Psikanaliz Defterleri 3-Öğrenme ve Bilinçdışı. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, S. 23-24 • Sarman A., Tuncay S., Sarman E. (2020). Derleme Makalesi: COVID-19 Pandemi Sürecinde Medyanın 3-18 Yaş Arasındaki Çocuklar Üzerindeki Olumsuz Psikolojik Etkisinin Önlenmesi. Van Sağlık Bilimleri Dergisi 2020;13 (Özel Sayı). S. 71. • Youell, B. (2006). Öğrenme İlişkileri. İstanbul, Bağlam Yayınları, S. 45-46 • Zabcı, N. (2019). "Öğrenme Güçlüklerinin Ardındaki Ruhsal/Duygulanımsal Etkenler", Psikanaliz Defterleri 3- Öğrenme ve Bilinçdışı. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, S.116, S. 118-119

29


Yazanlar: Uzman Psikolojik Danışman Asude Tunca Psikolojik Danışman Belkıs Elitaş

SOHBETE VAR MISINIZ? Dijitalleşen dünyada sohbet biçimleri, yolları ve mekanları da değişime uğramıştır. Özellikle gençlerin sosyal medya üzerinden aralarında geçen yazışmaların adı “konuşmak–sohbet etmek” olmuştur. Sohbet; duyulduğunda bile birçok kişinin içini ısıtan bir kelimedir. Sözlük anlamına bakıldığında, iki veya daha çok kişi arasında gerçekleştirilen konuşma, hoş vakit geçirme, söyleşide bulunma anlamlarına gelir. Zaman zaman günlük koşuşturmalar içerisinde, ayaküstü gerçekleştirildiğinde dahi kişiyi rahatlatan bir yanı vardır. Nesiller boyu keyif alarak devam eden, bir araya gelebilme ritüelidir.

30

Çok eski dönemlerden bu yana sohbetler çok önemlidir ve önemsenir. Hatta belli bölgelerde, belli zamanlarda törensel nitelik taşıyan sohbet toplantıları da organize edilir. Bütün bunların toplumsal bir işlevi olduğu da bir gerçektir. İşlevsel Halkbilimi Kuramının önde gelen temsilcilerinden biri olan William Bascom, 1954 yılında “The Journal of American Folklore” dergisinde yayınladığı makalesinde folklorun 4 işlevinden söz eder. Bu işlevler açısından,

eski geleneklerde düzenlenen sohbet toplantılarını değerlendirme üzerine yazılan diğer bir makalede ise Basom’un, “Hoşça vakit geçirme, eğlenme ve eğlendirme.”, “Değerlere, toplumsal kurumlara ve törenlere destek verme.”, “Eğitim ve kültürün genç kuşaklara aktarılması.”, “Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulmak.” başlıklarıyla genellediği dört işlevin, sohbet toplantıları için de geçerli olduğunun söylenebileceğini yazar. (Bars, 2015)


Cüceloğlu (2007), bir yazısında sohbeti; “Hem zihinlerin hem de gönüllerin işin içinde olduğu bir danstır.” şeklinde tanımlar. “Olayla, olayın anlamının aynı şey olmadığını bilmek, benim insanların ne kadar olgun olduğunu anlamakta kullandığım en temel ölçüttür. Ve sohbet oluşturabilmek için olgun bir insan olmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, birinin sohbet oluşturabilmesi için, bir olayla o olaya verilen anlamın aynı şey olmadığını bilmek bir ön koşuldur.” ifadeleriyle açıklar. Dijitalleşen dünyada sohbet biçimleri, yolları ve mekanları da değişime uğramıştır. Özellikle gençlerin sosyal medya üzerinden aralarında geçen yazışmaların adı “konuşmak–sohbet etmek” olmuştur. Tartışmalar, konuşmalar ve duygusal içerikli paylaşımlar bile, bir araya gelmeden ekran üzerinden daha sıklıkla yapılmaya başlanmıştır. Özellikle son dönem yaşanan evlere kapanma ve sağlık için izole olma çabaları da çocukları olduğu gibi yetişkinleri de oldukça zorlamaktadır. Bu sürecin geçici olduğunu bilmek, rutinlere geri dönebileceğine olan inanç elbette bu noktada işi kolaylaştıran etkenler olmakta ve olmaya da devam etmektedir. Cüceloğlu (2007) “Sohbet özel türden bir konuşmadır, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir. Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.” der. Çocuklarımız ile sohbet ettiğimizde; çocuklar kendilerini ifade etme fırsatı bulurlar, kendilerine değer verildiğini, önemli olduklarını hissederler ve aile çocuk arasında güven duygusu güçlenir. Anne babalar çocuklarını daha yakından tanıyıp daha kolay rehberlik edebilirler. Çocukların dil becerileri gelişerek, kelime dağarcıkları zenginleşir. Kişisel ve toplumsal olaylara farkındalıkları arttığından öz düzenleme becerileri güçlenir. Gazi Üniversitesi tarafından 2017 yılında yayımlanan, Tezel Şahin ve arkadaşlarının “Babaların Çocuklarıyla Vakit Geçirme Durumlarına İlişkin Görüşlerinin İncelenmesi” konulu makalesinde, babaların çocuklarıyla kurdukları ilişkilerin çocukların ilerideki hayatlarına olumlu etkilerinden bahsedilir. Bu iletişimde nitelikli zaman geçirme ve onları içtenlikle dinlemeye vurgu yapılır. Sohbet başlatabilmek belli bir olgunluk düzeyi ister. Çocuklarla sohbet ederken dinlemeye daha çok alan açmak, anlaşıldıklarını onlara hissettirmek anne babalara karşı daha açık ol-

malarını sağlar. Eleştirilmeden, yargılanmadan sadece anlamaya yönelik dinlenildiğini hissetmek kendini ifade eden kişiye iyi gelir, çocukların da iç dünyalarını daha rahat açmalarını sağlar. Uzun uzun verilen öğütlerle dolu bir konuşma ya da sorgulayıcı ifadeler çocukların sohbeti devam ettirmemelerine ya da kendilerini kapatmalarına neden olabilir. “Neden böyle yaptın?”, “Nasıl böyle bir şey düşünebilirsin?” gibi sorgulayıcı cümleler yerine “Olayın nasıl geliştiğini anlatmak ister misin? Biraz anlatır mısın?”, “Çok can sıkıcı olmalı, kendini kötü mü hissettin?” gibi anlamaya yönelik cümlelerle etkin dinleme yapmak anlaşılabilir hissettirir ve sohbetin açılmasına olanak sağlar. Bu nedenle, yargıdan uzak, ucu açık sorularla sohbeti devam ettirmek daha doğru bir yol olacaktır. Her yaşta sohbet konuları elbette farklılık gösterir. O nedenle çocukların dönemsel ilgi alanlarını bilmek onlarla sohbete başlamayı ve sürdürmeyi kolaylaştırır. Anne baba olarak yaşlarına uygun sohbet edilebilecek ortamlar yaratılabilir. Beraber yürüyüş yapmak, yemeğe çıkmak, oyun oynamak, uykudan önce iyi geceler ritüeli gibi ortak ilgi alanları yakalayıp üzerinden sohbet etmek, sorunsuz sohbet alanları yaratır. Futbol, basketbol, arabalar, makyaj, evcil hayvanlar, sosyal yardımlaşma dernekleri gibi çok farklı ortak ilgi noktalarını bulmaya çalışmak ve geliştirmek iletişimi güçlendirir. Tüm bu sohbet zamanlarını fırsata çevirmek ve çocukla ebeveyn arasındaki bağı kuvvetlendirmek açısından çok kıymetlidir. Bu zamanlarda mümkün ise ekran ile bağlantıyı kesmek ve sadece çocukla geçecek paylaşıma yer vermek büyük önem taşır. Bazen de çocuklar yaşadıkları bir sorun durumunu anlatmaktan, olumsuz duygularını konuşmaktan hoşlanmazlar. Böyle konularda sohbet etmek ve başlayan sohbeti devam ettirebilmek çok zor olmakla beraber önemli ve değerlidir. Yargılamadan ve nasihat etmeden dinlemek ve duygusunu anlamak böyle zamanlarda en kritik noktalardır. Eğer çocuk konuşmaya hiç başlayamıyor ise yaşına bağlı olarak, hissettiklerinin ya da duygularının resmini çizmesi istenebilir. Daha ileri yaşlarda ise, olay ile ilgili duygu ve düşüncelerini yazıya dökmesi önerilebilir. Tabii bu yazdıklarını anne babalarına göstermek istemeyebileceğinin de akılda bulundurulması önemli bir noktadır. Ebeveynler genellikle çocukların yaşadıkları zorluklarda olumsuz duygularını hafifletmeye,

sorunlarını bir an önce çözmeye çalışıp hayal kırıklıklarını giderme eğiliminde olabilirler. Aslında böyle durumlarda yaşadığı zorlukları dinleyip çözümler bulma noktasında onları desteklemek daha geliştirici ve güçlendirici olacaktır. Massachusetts Teknoloji Üniversitesinin (MIT) resmi web sayfasında 2018 yılında, bir araştırma üzerine yayınlanan yazıda, Delaware Üniversitesi Eğitim Fakültesi profesörlerinden Roberta Golinkoff’un şu ifadeleri yer alır. “Bu araştırma; çocukların dil gelişimi için önemli olan şeyin sadece duydukları kelime sayısı olmadığını kanıtlaması olduğunu söylüyor. Bir çocukla diliniz damağınız kuruyana kadar konuşabilirsiniz, ama eğer onunla etkileşimde değilseniz ve çocuğun ilgilendiği şey hakkında karşılıklı bir konuşma “düeti” yapmıyorsanız, o zaman ona ihtiyacı olan dil işleme becerilerini kazandırmıyorsunuz demektir. Eğer sadece dinlemesi yerine çocuğu da katılımcı bir şekilde konuşmaya dahil edebilirseniz, daha iyi dil becerileri edinmesini sağlamış olursunuz.” Önemli olan sadece çocuğa bir şeyler anlatıp onun anlamasını sağlamak değil, asıl önemli olan onunla birlikte karşılıklı konuşabilmektir. Çocuklarla sohbet; çoğu zaman diğer yetişkinlerle olduğu gibi spontan olarak başlamayabilir. Hatta çoğu zaman onlarla sohbet etmek isterken sorulan sorular onlarda “sorgulanıyor” hissini de uyandırabilir. Elbette bu hiç soru sorulamayacağı anlamına gelmez. Burada sohbeti başlatacağı düşünülen soruların açık uçlu olmasına özen göstermek önemlidir. Verilen cevaplarda doğruyu yanlışı yargılamadan sohbet devam ettirildiğinde, ebeveyn çocuk arasındaki bağ güçlenir. Beraber olunan zamanlar bazen ucu açık ve bir doğru cevabı olmayan, herkese göre farklılık gösterebilecek cevabı olan sorular üzerinde konuşarak, eğlenerek geçirilebilir. Arabada, yolda giderken, masada yemek yerken tüm ailenin birlikte olduğu zamanlarda bu tip sorulardan faydalanarak sohbet başlatılabilir. Çocuğu duymak, aynı sorulara tüm aile bireylerinin vereceği farklı cevapları dinlemek önemlidir. Çocuk, anne babasının görüşünden farklı görüşe sahip olsa bile, onun fikrine değer verildiğini fark ettiğinde konuşmaya daha istekli olur. Özellikle ergenlik çağındaki gençlerle iletişim kurmak daha güçtür. Ergenler genelde; ebeveynleriyle iletişime kapalıdırlar. Sessizliği ve tek kelimelik cevapları olan konuşmaları tercih ederler. Tercihleri hep akranlarıyla sohbet etmekten yanadır.

31


32


Doğal olanı da zaten budur. Ancak yine de en ufak bir sohbet fırsatı önümüze geldiğinde bunu değerlendirebilmek önemlidir. Jeammet (2012), “Sınır koymak, herkesin kendi alanına saygı göstermek, karşıtlığın ortaya çıkmasına izin vermek ve karşıtlığın düzenlenmesi için birbirine bağlanmak, paylaşacak alanlar bulmak ya da iki ayrı alanın buluşmasına müsaade etme; bütün bu girişimler ebeveynlerle ergenlerin iyi iletişiminin geri planını inşa eden olmazsa olmaz koşullardır. Ergen, kayıtsız ve kapalı görünmesi oranında kendisiyle ilgilenilmesine ihtiyaç duyar. Soru, ilgi işaretidir. Ama aynı zamanda ergenin dayanılmaz karşıtlıklarının da taşıyıcısıdır. Önemli olan anne-babanın soru sormaya, ilgisini göstermeye, cevabın biraz hayal kırıklığına sebep olması pahasına devam edebilmesidir. Ergen ona gösterilen ilgiden beslenir. Bir açılım sunulur; bunu kullansın ya da kullanmasın, var olduğunu ve geri dönebileceğini bilir.” der. Gençler ile sohbet ederken onların kullandıkları jargonları bilerek konuşmak, teknolojik konularda onların kullandıkları terimleri anlamaya çalışmak ve zaman zaman aynı dili kullanmak önemlidir. Bazen onlardan öğrenmeye açık olduğumuzu görmeleri iyi hissettirir. Baltaş (2019), “Vicdanlı Bir Çocuk Nasıl Yetiştirilir?” makalesinde, aile sohbetlerinin değerlerin oluşturulmasında ne kadar önemli bir rol oynadığını şöyle vurgular: “Aile değerlerinin kazandırılacağı iki önemli zemin vardır. Bunların birincisi, aile üyelerinin toplandığı akşam sofraları ve hafta sonu kahvaltılarıdır. Bu tür bir anlayış değişikliği için atılabilecek dev adımın başlangıcı da ilgiyi televizyon haberleri ve sosyal medyadaki gelişmelerden uzaklaştırmak; çocuğun ödev, ders ve sınav sonuçları konuşulsa bile, bu meselelerin her daim sohbetin ağırlıklı konusu olmasına izin vermemek olabilir.” Sohbet açıcı soruların çok önemli olduğunu vurgulayan Baltaş, makalesinde şöyle devam etmektedir. “Bu ve benzeri sorularla düzenli olarak karşılaşmak, çocuğun dünya görüşünde ve hayata bakışında büyük fark yaratır. Böylece dünyada sadece kendisinin var olmadığını, çevresindeki insanların ve kurulu sistemin onun ihtiyaçlarını karşılamak için bir araç olmadığını anlamasına yardım eder. Kendisinden daha az şanslı insanlara karşı borçlu hissetmesine ve en önemlisi “vicdan” geliştirmesine yardımcı olur.” Kısacası; sohbeti başlatabilmek, sürdürebilmek, karşılıklı keyif alabilmek çok değerlidir. Birlikte düşüneceğiniz, gülüp eğlenebileceğiniz nice sohbetler dileriz.

KAYNAKÇA • Baltaş, A. (2019). Vicdan Sahibi Bir Çocuk Nasıl Yetiştirilir?. Eylül, 2020. https://www.acarbaltas.com/vicdansahibi-bir-cocuk-nasil-yetistirilir/ • Bars, M. E. (2015). William Bascom’un “Folklorun Dört İşlevi” Işığında Nasrettin Hoca Fıkraları Üzerine Bir Değerlendirme. International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/4 Winter 2015, p. 149-166. Ağustos, 2020. https:// turkishstudies.net/DergiTamDetay. aspx?ID=7682 • Cüceloğlu, D. (2007). Bir Sohbet Oluşturmak ve Sohbet İçinde Kalabilmek. Ağustos, 2020. http://www. dogancuceloglu.net/yazilar/255/birsohbet-olusturmak1/ • Ekim, G. (2015). Toplu Çalıp Söyleme Geleneğinin Yaşatıldığı "Sohbet Toplantılarında" Sıra Sahibinin Belirlenme Ritüeli. EÜ Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Dergisi, 2015 (7): 75-83. Ağustos 2020, https:// dergipark.org.tr/tr/download/articlefile/747407 • Jeammet, P. (2012). Ergenlik Anne Babalar ve Uzmanlar İçin Nirengi Noktaları (1. Basım). (M.I. Ertüzün, Çev.). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. (2012) • Tezel Şahin, F., Akıncı Coşgun, A., Aydın Kılıç, Z. (2017). Babaların Çocuklarıyla Vakit Geçirme Durumlarına İlişkin Görüşlerinin İncelenmesi. Ağustos, 2020. http://www.gefad.gazi.edu.tr/tr/ download/article-file/340450 • Back-And-Forth Exchanges Boost Children’s Brain Response to Language. Eylül, 2020. https://news.mit.edu/2018/ conversation-boost-childrens-brainresponse-language-0214

33


Yazan: Psikolojik Danışman Filiz Koçak

ZORLUKLARDAN GÜÇLENEREK ÇIKMAK Anne baba, zor anlarda dahi çocuklarına önem veriyor, onlara şefkatli, sıcak, duyarlı davranabiliyor, olumlu çevrenin yaratılması için çaba gösteriyorsa, bu durum mümkün olduğunca olumsuzlukların etkisini azaltma gücüne sahip olacaktır. 34


Yaşam uzun bir yolculuk gibidir. Bu yolculukta birçok iniş çıkış gerçekleşir. Sayısız öğrenme, deneyim, sevinçli ve mutlu anlar yaşandığı gibi acılar, hayal kırıklıkları, umutsuzluklar, özlemler, nefretler, kıskançlıklar, yenilgiler de tecrübe edilir. Bu zor zamanlar gün olur ailede yaşanan bir hastalık, iş kaybı veya bir iflas şeklinde, gün olur deprem veya ölüm gibi üzücü deneyimlerle kişinin karşısına çıkar. Hayat, sakin ve olağan akışının içinde, zor yaşantıların etkisi ile kesintiye uğrar. Anne babalar bu zor anlarda çocukları için çok önemli bir dayanak oluşturur. Çocuklar ve gençler zor anlarda tüm dikkatlerini ebeveynlerine çevirirler. Onların sağlam duruşları, soğukkanlı yaklaşımları, duygusal kontrolleri çocuklar için önemli bir destek oluşturur. Çünkü çocuklar her zaman anne ve babasını referans alırlar. Anne babaların yaşanan durum içinde duygusal dalgalanmalar yaşaması ve yaşadığı duyguları yansıtması doğaldır. Ancak yetişkinlerin hayat deneyimi, duygularını yansıtırken kontrollü olabilmelerini kolaylaştırır. Üzülmek, ağlamak, çaresizlik hissetmek insanidir ancak bu duyguların davranışlara yansımasını kontrol edebilmek mümkündür. Zor yaşantıların arkasından çaresizlik içinde kalmış, kontrolünü kaybetmiş bir yetişkin, çocuk ve genci daha olumsuz etkiler. Eğer anne babadan herhangi biri bu açıdan bir zorluk yaşıyorsa diğer ebeveynin bu konuda kontrolü ele alabilmesi önem kazanır. Anne babaların zor bir yaşantıyı ele alırken geleceğe yönelik dayanışma içinde kalan tutumları ve yeri geldikçe edinilen bilgilerin paylaşımı çocuklara ilk etapta yaşananları anlamlandırmaları açısından yeterli olacaktır. Çocukların yaş ve kişisel özelliklerini de dikkate alarak kısa öz bilginin verilmesi, kafa karıştıracak detaylara girilmemesi dikkat edilmesi gereken bir unsurdur.

Baş Etme Becerileri İnsanlar yaşamda kalabilmek için birçok uyumlanma becerisi kazanır. Küçük yaştan itibaren yaşanan birçok süreç bireyin strese karşı dirençli olmasına katkı sağlar. Anne babaların bu uyumlanma becerisi sırasında rutinleri ayakta tutma çabaları çocukların dayanıklı olmalarına ve devamlılığı sürdürebilmelerine yardımcı olacaktır. Mümkün olduğunca aynı saatlerde birlikte yenilen yemekler, sabah uyandığında gülümseyerek, “Günaydın” diyerek selamlaşma, birlikte seyredilen film günlerini devam ettirme veya önemli sayılan günleri aynı içtenlikle kutlamaya devam etmeye çalışmak

bunlardan bazıları olabilir. Ailece rutinleri sürdürme çabası, kontrol edilebilecek olanlara odaklanmaya çalışmak, yaşamın normale döneceği hissini uyandırır ve umudu aşılar. Her şeyin yoluna girmesi için gösterilen çabaya ailece katılmak dayanışmayı artırır. Zorlu yaşantılar sırasında kişinin, geleceğe dair umudunu yitirmemesi, umudu besleyip hep ayakta tutması baş edebilme güçlerini harekete geçirebilmesi için önemlidir.

di düşünüp, değerlendirerek bir sonuca varması, zorluklar karşısında da sorun çözme becerilerini güçlendirmeye yarar sağlar. Empatik merhametle vicdanla bağlantılı yaklaşımlar, kısacası pozitif ortamlar, şefkatli ve yapıcı bir aile yapısı, duyarlı ve gayretli anne babalar, travmatik yaşantıların kuşaklar arası geçişindeki kısır döngüyü kıracak güce sahiplik taşır.” (Selçuk, A.B. 2020 s.90,91,117).

Yüzyıllardır insanoğlunun zorluklarla baş edebilmek için geliştirdiği yöntemler vardır ve bilim insanları bu yöntemleri formüle etmişlerdir. Mooli Lahad ve arkadaşlarının (2000), ortaya koydukları yaklaşıma göre; kimi inancıyla kimi duygularını ifade ederek, kimi sevdiği arkadaşını arayıp konuşarak, kimi saatlerce yürüyerek, kimi müziğin ritmi ile hayallere dalarak, kimi de bilgi almak için uzun okumalar yaparak baş etmeye çalışır. ( H.A.N.D.S. 2000 )

Zihinsel ve fiziksel hazırlıkların yapılması da ikinci önemli adım olacaktır. Deprem, pandemi gibi durumlar için ailenin gerekli zihinsel ve fiziksel hazır oluşunun sağlanması ebeveynlerin sorumluluğundadır. Olası durumlar için anne babanın bu hazırlıkları önceden yapmış olması gerekir. Salgın hastalığın önlenmesi amacıyla aile için alınacak önlemleri netleştirmek gerekir. Ziyaretlerde sosyal mesafe, hijyen kuralları çocuklarla birlikte konuşulabilecek konulardır. Anne babanın aile içinde birinin hastalığa yakalanması durumunda, hangi hastaneye gidileceği, çocuklar için kimden yardım isteneceği, kimin aranacağı gibi soruların cevaplarını hazırlaması önem taşır. Bu zihinsel hazırlık çocuklarla yaş dönemi özelliklerine göre paylaşılabilir. Ancak endişe yaratacak içerikleri paylaşmanın bir yararı olmayacaktır. Örneğin deprem hazırlığında yapılacaklar planlanırken çocuklarla hazırlıkların paylaşılmalıdır, ancak bu hazırlıklar içinde onları endişelendirecek bölümler varsa yaşına uygun olan kadarının konuşulması yeterli olacaktır. Yaşanılan evin depremde hasar göreceğine inanılıyor ve taşınma düşünülüyorsa bu düşünce paylaşılırken uygun bir çerçeve oluşturulmalıdır. “Her an yıkılacak, o nedenle taşınmak gerekiyor.” şeklinde bir açıklama endişeyi artıracak bir yaklaşım olacaktır. Olası deprem için yapılması gereken hazırlıkları yapmak, çocuklara da yapmaları gerekenleri açıklayıp, önemsemelerini sağlamak, o sırada yalnızca yetişkinler tarafından evin değiştirilmesi sürecini yürütmek yeterli olacaktır.

Anne Babalar Kriz Anlarına Nasıl Hazırlık Yapabilirler? Kriz anlarında ön hazırlıkları iki konuda yapmak mümkündür. Çocuklarla güvene dayalı ilişkiler ve güçlü bağlar kurmak birinci adımdır. Kriz durumları için zihinsel ve fiziksel olarak hazır olmak da ikinci önemli adım olacaktır. İlişki kurmak atılacak ilk adımdır. Çocuklar veya zorluklara maruz kalan kişi ile önceden kurulan ilişkinin güvenilir ve güçlü bağlarla sağlam bir zemine oturmuş olması gereklidir. O kişiye önemsendiği, değer verildiği hissettirilmelidir. Bu durum karşılıklı birbirine olan inancı pekiştirdiği gibi duygusal bağları da güçlendirir. Yalnız olmadığı, her an yanında olunduğunu bilmesi gerektiğinin söylenmesi önemlidir. “Anne baba, zor anlarda dahi çocuklarına önem veriyor, onlara şefkatli, sıcak, duyarlı davranabiliyor, olumlu çevrenin yaratılması için çaba gösteriyorsa, bu durum mümkün olduğunca olumsuzlukların etkisini azaltma gücüne sahip olacaktır. Çocukla duygular, düşünceler hakkında konuşmak, günlük hayat içerisinde doğallıkla bu konuları es geçmeyecek şekilde sohbet etmek, çocukla konuşurken zengin bir dil kullanmak, ona doğruyu yanlışı anlatmak, anlaması için muhakeme becerisini desteklemek, ne, neden, niçin, nasıl sorularını sormak, düşünmesini, ken-

Sosyal Dayanışma Zorluklar, krizler yaşandığında yaşamın rutini bozulur, büyük bir dağılma gerçekleşir. Her zamanki doğal akış artık değişmiştir. Alışık olunan rutinler eskisi gibi değildir. İnsan bu değişiklikten ruhsal olarak da olumsuz etkilenir. Kişi kendini çaresiz, kaygıları artmış, tükenmiş, yalnız, terk edilmiş vb. duygular içinde hissedebilir. Bu zor anlarda sosyal dayanışmanın yaralara merhem olabilme etkisi vardır.

35


İnsan sosyal bir varlıktır ve yaşanan zor anlar, sonrasında insanı kapsayan, tutan mekanizmalar, sosyal çemberlerin olması iyileşme sürecini kolaylaştırır. Sosyal çemberleri oluşturan akrabalık ilişkileri, yakın arkadaşlar zorlu durumlarda ailenin iyileşme sürecine destek verebilirler. Yoğun iş tempoları nedeniyle çekirdek aile olarak yaşamak durumunda kalan anne babaların, sosyal bağları güçlendirecek etkinliklere zaman yaratmaya, destek alabilecekleri ilişkileri kurmaya özen göstermeleri önemlidir. Ayrıca toplumun yapılanması içinde de sosyal yardım verecek destek birimleri her zaman görev yapar. Yaşanan zorlu olaylar sonrasında sağlık ekipleri, güvenlik birimleri, eğitimciler, psikologlar, sosyal çalışmacılar destek olabilmek için çeşitli çalışmalar yürütebilirler. Bu destekten yararlanabilmek için de yardım alabilmeye hazır olabilmek çok önemlidir. Bu nedenle zaman içinde ailenin kurmuş olduğu sosyal ilişkiler, aile dışından gelecek yardımı alabilmek için çocukların hazır olabilmesini de kolaylaştırır.

Duyguları Anlamak Duygular; nasıl davranılması gerektiğine dair öncülük yapan önemli yol göstericilerdir. Duygular aynı zamanda hızlıca niyeti belli eden ve ifade edildiğinde başkalarını etkileyen birincil iletişim sistemidir. İnsanın hayatındaki en güçlü duygularından biri hiç şüphesiz “korku” duygusudur. İnsanoğlu korku sayesinde kendini tehlikelerden korumayı başarmış ve mücadele ederek neslini sürdürmüştür. Geleceğe yönelik taşınan tehlike ve tehdit algısı kaygı ve endişe duygularının yaşanmasına neden olmaktadır. Zihnin ürettiği bu algı şekli, zaman diliminin uzamasıyla neyin gerçek neyin gerçek olmayan tehlike olduğunun ayırt edilmesini zorlaştırabilmektedir. Sungur’a göre (2020), endişe genelde tüm insanların yaptığı bir düşünce aktivitesidir. Amaç geleceğe yönelik, tehdit engelini kontrol altına alabilmektir. Kişi kendi özgün iradesi ile bu durumu başlatabilir diye ifade eder. Olumsuz duyguyu kabul etmek; onu kontrol edebilme imkânı sunar. Kişi belirsizlik içinde kalmaya devam etmek yerine, kontrol edebileceğine odaklanmalıdır. Mümkün olduğunca şimdi ve burada kalarak zihnimizin geçmiş ve geleceğe kayması konusunda farkındalığının üst düzeyde olmasına çaba göstermelidir. Bu yaklaşım kişiyi kaygı ve endişeden koruyarak eylem içinde olmasına yardımcı olur.

36

Zorlukların Ardından İnsanlar Neler Yaşayabilir? Kriz anlarında yaşananlardan herkes farklı oranlarda ve sürelerde etkilenir. Büyük çoğunluk ilk şoku atlattıktan sonra zorlukla mücadele edebilecek güçlü davranışları sergileyebilir, diğerlerine eşlik edebilir. Hatta bazı kişiler, yönlendirilirlerse diğerlerine yardım edebilecek gücü bulabilirler. Bazı kişiler de hızla toparlanarak zorlu durumlarda liderliği üstlenir ve olayın yaşandığı yerde zararı önleyecek, yaşantının sürmesini sağlayacak önlemlerin alınması için diğerlerini de yönlendirebilir. Zorlu yaşantıda kişilerin nasıl etkilendiklerini anlayabilmek için ilk yapılacak yardımlardan biri, o kişilerin olaydan ne kadar etkilendiğini

anlamaya çalışmak olmalıdır. Nasıl hissettiğini sormak, fiziksel olarak eşlik edecek durumda olup olmadığını anlamaya çalışmak, yönergeleri alıp almadığını kontrol etmek, ihtiyacı olduğunda yardım istemesini hatırlatmak gerekebilir. Anne baba çocuklarıyla bir zorlu durum içinde kaldıklarında çocuklarına ayrı ayrı ve diğer eşe nasıl hissettiğini sormaya özen göstermelidir. O an yaşanan süreçten en çok etkilenen aile üyesini bulmak ve destekleyici olmak zor olayın üstesinden gelebilmeyi kolaylaştıracaktır. Küçük çocuklar ebeveynlerinin güvenli ifadeleri ile daha kolay sakinleşebilirken, ergenlerin sakinleşebilmesi için zamana ihtiyacı olabilir. Onun büyük olduğu için olgun davranması gerektiğini düşünmek, beklemek, istemek doğru bir yaklaşım olmaz. Ebeveynlerin yaşam deneyimleri ile güçlü olmak için çaba sarf edebilmeleri daha mümkündür. Ancak onlardan biri de kontrolünü bir süreliğine kaybedebilir. Önemli olan olası kriz durumlarında neler yapılabileceğinin zihinsel olarak hazırlığını yapmaya çalışmaktır. Bu


minik tatbikatlar, kriz anında bire bir hayata geçirilemese de güç toplamak, zihni düzenlemek için yardımcı olan hazırlıklar olacaktır. Bu hazırlıkları yapan ailelerde, aile üyelerinden biri bu basamakları diğerlerine hatırlatacak gücü bulabilir. Ailenin bir arada kalmasını destekleyecek yollardan birisi de kriz anında iş bölümü yapabilmektir. Ergenlerden böyle durumlarda yardım istemek, duygularını yönetmelerine, baş etmeye çalışmalarına da yardımcı olabilir. Kendisinin istekli olmasını sağlayacak şekilde davet edebilmek de önem taşır. "Emirler işe yaramaz.", "Sana ihtiyacım var." ve "Bu yardımın çok önemli." gibi yaklaşımlar işe yarayabilir. Zorlu yaşam olayları karşısında çeşitli stres tepkileri gösterilmesi beklendik bir durumdur. Bu durumlarla ilgili söylenen şu söze katılmamak imkansızdır: “Yaşanan durum anormal, tepkiler normal” dir. O nedenle kriz anlarında sürekli tedirgin ya da panik olma hali, kendini güvende hissetmeme, kendini değersiz hissetme, öfke, gerginlik, sinirlilik, huzursuzluk, sürekli üzgün olma, kendine ya da sevdiklerine yönelik çeşitli endişe, korku ve kaygılar, başkaları tarafından anlaşılmadığını düşünme, umutsuzluk, çaresizlik, çökkünlük, kendini katı ve duygusuz hissetme, her şeyin kontrolden çıktığını düşünme, ne olup bittiğini anlayamama, dünyayı anlamsız ve boş görme, aşırı umursamazlık gibi davranışlar görülebilir. Bunun yanı sıra dikkat eksikliği, uykusuzluk ve uyku sorunları, iştah bozuklukları, baş ve karın ağrısı, bağışıklık sisteminin bozulması gibi somatik şikâyetlere de rastlanabilir. Konuk, E. (2015), “Herkesin travmayı farklı yaşamasının birçok değişkenle ilişkisi vardır. Kişinin yaşı, olaya ne kadar doğrudan bağlantısı olduğu, kişilik yapısı, olayın süresi ve sıklığı önemli etkenler arasındandır. Olayın bireysel mi, toplu mu yaşanmış olduğu da süreci etkiler. Yaşanan olay daha geniş bir insan kitlesini ilgilendiriyorsa, bu olayın kişi üzerindeki etkisi daha az olur; çünkü olay paylaşılır ve nedenleri üzerinde fazla düşünülmez.” “Bazıları travma sonrası dönemde kendiliğinden bir iyileşme gösterirken, bazıları travmatik olayın üzerinden uzun bir zaman geçse bile travma sonrası stres sendromu belirtileri göstermeye devam ederler. Kişi yaşadığı travmayı normal yaşantının çok ötesinde ve baş edilemez olarak görüyorsa, kişinin olaydan sonra profesyonel bir yardım almasında yarar vardır.” der.

Zor Durumlar ve Kayıplar Sonrası Yaşanacak Evreler İnsanların yaşanan kriz durumu sonrasında verdikleri tipik tepkiler; şok, inkâr, kayıp yaşantısının süreç içinde giderek kabul edilmesi ve yeniden yapılanmadır. Her ne kadar, araştırmacılar birbirine benzer süreç modelleri tanımlasa da bireysel farklılıklar söz konusudur. “Acının basıncı kişiden kişiye göre değişir.” Bu farklılık biyo-psiko-sosyal faktörlerle belirlenir. Kişinin baş etme yetenekleri, kişilik yapısı, yaşam deneyimleri, sosyal destek sistemleri, kişiler arası ilişkileri, eğer bir kayıp varsa ölen kişinin bireyin hayatındaki yeri, anlamı bu sürecin doğasını, gidişatını ve işlevselliğini belirler. Krizlerde yaşanan kayıplar, her zaman fiziksel olarak bir kişiyi kaybetmek olarak algılanmamalıdır. İş kaybı, boşanma, para kaybı, sağlığını kaybetme, güven kaybı, sosyal ilişkilerini veya statüsünü kaybetme gibi çok geniş bir perspektiften bakılabilir. (H.A.N.D.S. 2000) İnsan, yaşamı sürecinde birçok evreden geçer. Geçilen bu evrelerle birlikte, yaşamın getirdikleri, sorunları ve algıladıkları insana şekil verir, büyütür ve olgunlaştırır. Yaşam hepsinin bir araya gelmesinden ve hep birlikte bir anlam üretmesinden oluşur. İnsanoğlu yaşamındaki zorlukları, hayal kırıklıklarını, beklentilerini, karşılık bulamadıklarını, bazen yaşama yönelik bakış açısıyla, bazen algıladıklarıyla, bazen de şanssızlığı ile açıklayabilir. Ruhsallığın sağlıklı olabilmesi için kişinin tüm yaşamına baktığında anlamlı ve yaşanmaya değer bir hayata sahip olduğu ile ilgili kanının oluşması ve bu kanı için çaba sarf edilmesi gereklidir. Umutla geleceğe bakabilmeli ve çocuklarına bu bakış açısını aşılamaya çalışmalıdır. Çocuklarının, kendilerine onurlu ve anlamlı bir yaşam inşa etmeleri için cesaretle hayatla mücadele etmeleri için yüreklendirmelidir.

Nasıl Yaklaşmalı? Nasıl Ele Almalı? İnsanlık yüzyıllardır birçok felaket ve acılardan geçmiştir. Aslında insanoğlu tahmininden çok daha dayanıklı, esnek, yeni durumlara adapte olabilen bir yapıdadır. Yaşanan olayları kabul edebilmek ve sorunu anlamaya çalışmak yapılması gereken ilk eylemlerden biridir. Atalay

(2019), “Acıyı kabul etmek, acıya rağmen değil, acıyla birlikte devam edebilmektir.” der. Kendini sert şekilde eleştirerek yapamadıklarımıza odaklanarak, utancı, suçluluğu, hayal kırıklığını, üzüntüyü, kızgınlığı, umutsuzluğu tetiklemek yerine hedeflerimize ve yapabileceklerimize odaklanmayı seçmek daha doğru olacaktır. Atalay (2019), “Yaşantılarımızın içinde acı ve kederle karşılaşıp karşılaşmamayı bizler seçemeyiz, biz sadece bu durumlarla karşılaştığımızda, bunları nasıl karşılayacağımızı ve nasıl yanıt verebileceğimizi seçebiliriz.” demektedir. Zorluklar beraberinde büyüme ve gelişmeyi de getirirler. Bu nedenle zorluklardan kaçmak yerine mücadele etmek kişiyi daha güçlü kılacaktır. Zorlanma yoksa gelişme de sınırlı kalacaktır. Zorluklar kişiyi konfor alanından çıkarır, fark etmek ve öğrenmeye en açık olunan zamanları sağlar. Birçok insan zorluklar sonrasında kendi güçleri, kapasitesi ve adaptasyon yeteneği olduğunu fark eder. Zorlu yaşantılarla baş edildiğinde, süreçten güçlenerek çıkmanın mümkün olduğu unutulmamalıdır. KAYNAKÇA • Atalay Z. (2019). Şefkat, İstanbul: İnkılap Kitapevi • H.A.N.D.S.: Helpers Assisting Natural Disaster Survivors- Surviving the Quake in Turkey (2000), Ders Notları • Selçuk A.B. (2020), İnsan Her Koşulda, İstanbul: Destek Yayınları • Sungur M.Z. (2020), Belirsizlikle Barışmak Kaygı ve Endişeyi Yönetmek, İstanbul: Büyükada Yayıncılık • İnternet alıntısı, Ekim 2020, M.E.B (2020) Salgın Hastalıklar Döneminde Psikolojik Sağlamlığımızı Korumak. https://www.meb.gov.tr/meb_iys_ dosyalar/2020_03/30112459_ ailecocuk.pdf • İnternet alıntısı, 2020 Ekim, M.E.B (2020) Salgın Hastalıklar Döneminde Psikolojik Sağlamlığımızı Korumak https://www.meb.gov.tr/meb_iys_ dosyalar/2020_03/30112545_yetiYkin. pdf • Konuk, E. (2015). Travma ve Sonrası. Gelişim Dergisi, (10), 26-33. Aralık 2020, İnternet alıntısı, http://gelisim. terakki.org.tr/travma-ve-sonrasi/

37


Yazan: Psikolog Meltem Cingöz

AFFETMEK Affetmeyi gerektiren her durum içinde önemli bir yaşam deneyimini barındırır. Bunun sonucunu görebilmek ve bunu bir fırsata dönüştürebilmek için bazen yarayı yeniden deşmek, bu yara ile yüzleşmek gerekebilir. Kişi kendini üzmeyi bıraktığında, o kişiye, benzer duyguları yaşatma isteğinden vazgeçtiğinde, var olan enerjiyi kendini geliştirmek için kullandığında affedebildiğini hissedebilir ve bu da kişiyi özgür kılar. 38


Kişiler arası ilişkilerde çatışmalar ve anlaşmazlıklar kaçınılmazdır. Yaşanılan olay karşısında kişinin nasıl tepki gösterdiğidir önemli olan. Bazı insanlar yaşadıkları kırılmalar sonucunda başa çıkma mekanizmalarını yardıma çağıramadan depresif bir konuma girebilirler. Bazen umutlarını ve hatta yaşama karşı isteklerini kaybedebilirler. Başlarına gelen olumsuz yaşantının içinde kalarak bu durumu yaşatan kişi veya kişilere karşı derin bir öfke hissedebilirler. Affedememe durumunda kişi acı, öfke ve korku gibi duygular yaşayabilir. Öfke ve kızgınlık gibi duyguları hisseden kişiler bedenlerinde de yansımalarını görebilirler. Mide ağrıları, mide yanması, hazımsızlık, tansiyonda artış, kalp atışında değişim, baş ağrısı, baş dönmesi, uykusuzluk, halsizlik, dikkatte dağınıklık ve huzursuzluk gibi belirtilerinden biri ya da birkaçı ile karşı karşıya kalabilirler.

Kişinin yaşantısını etkilemeye başlayan geçmiş deneyimlerle baş etmek için önce, kime karşı ve neden böyle hissettiği üzerine düşünebilmesi önemlidir. Böylece kişi bu yaşantısı ile ilgili nasıl hissettiğine dair bir farkındalık da oluşturabilecektir. Üçüncü adım olarak ise kişi affediyor olmasının kendi üzerinde yaratacağı olumlu duyguları ve yararı konusunda bir duyum oluşturarak bir diğer adım olan kendini affetmeye odaklanabilecektir.

Affedebildiğimizde... Yaşanılan olumsuz deneyimin üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin hala kişinin kendini zarar gören olarak hissediyor olması, buna süreklilik

içeren bir yetersizlik duygusunun eşlik ediyor olması ve içten içe o kişiye, benzer duyguları yaşatma isteğinin sürmesi kişinin karşısındakini affetmekte zorlandığını düşündürebilir. Yaşanılan olumsuz deneyimler kişinin yeni ilişkiler kurmasını zorlaştırabilir. Affetmeyi gerektiren her durum içinde önemli bir yaşam deneyimini barındırır. Bunun sonucunu görebilmek ve bunu bir fırsata dönüştürebilmek için bazen yarayı yeniden deşmek, bu yara ile yüzleşmek gerekebilir. Kişi kendini üzmeyi bıraktığında, o kişiye, benzer duyguları yaşatma isteğinden vazgeçtiğinde, var olan enerjiyi kendini geliştirmek için kullandığında affedebildiğini hissedebilir ve bu da kişiyi özgür kılar.

Bazı insanlar ise yaşadıkları sorunlara bir şekilde çözüm yolları bularak hayatlarına devam edebilirler. Affetmek ötekine karşı duyulan olumsuz duyguların azalması olarak tanımlanabilir. Affetmenin fiziksel sağlık, ruh sağlığı ve ilişkiler üzerinde faydaları olduğu bilinmektedir. Affetmek, başkalarının yarattığı koşullardan ve olumsuzluklardan dolayı kişinin kendisine acı veren durumu ya da başkasının acı veren tutumlarının engellenmesi olarak da tanımlanabilir. Kişi zaman zaman geçmişe ait duyguları hatırlayabilir, ancak olayın yaşandığı zamandaki yoğun olumsuz duyguların zorlayıcı etkisi süreç içinde azalır.

Affetmenin Dört Adımı Affetmekte zorlanan bireyler, affedemedikleri kişileri zihinlerinde tutmaya, onların yaptıkları olumsuz davranışları sürekli düşünmeye devam ederken affedebilen bireyler, zihin ve düşünce kalıplarının özgürleşerek olumsuz duygulardan ve etkilerinden kurtulabilirler. Affetmenin, kişilerin iş ve özel yaşantılarını organize etmelerine de dolaylı etkisi olabilir. Bireylerin yaşadığı birçok olumsuz duygu, onların günlük yaşantılarını ve rutinlerini etkin olarak sürdürmelerine engel olabilir. Bu durum, tıpkı hayat boyu frenleri kısmen basılı bir bisikleti sürmeye çalışmak gibidir. Kişiyi yavaşlatır, hayal kırıklığına uğratır ve ilerlemesini engelleyebilir. Ancak kişi affetmeyi deneyimledikçe kendisini kısıtlayan ve mutsuz hissetmesine neden olan duygularla baş ederek yaşantısını kolaylaştıracaktır.

39


40


Kendini Affetmek Aile içerisinde, arkadaşlar arasında veya özel ilişkilerde karşılaşılan olumsuz bir davranış kişiler arası ilişkileri etkileyebilmektedir. Fakat çoğu zaman yaşanan bu olumsuz deneyimler gelişim ve değişime aracılık yapar. Bazı durumlarda duygular o kadar yoğundur ki kişi içinde bulunduğu durumun üzerinde yarattığı etkiyi kabullenmekte ve olaylar ile ilgili gereken sorumluluğu almakta zorlanabilmektedir. Bu gibi durumlarda olumsuz davranış üzerine düşünmek, duyguların farkında olmak, kabullenmek, sorumluluk almak önemlidir. Kişinin kendini affetme sürecinde başından geçen olumsuz deneyimlerine sırt çevirmek yerine, duygularıyla bağlantı içine girmesi gerekebilir. Araştırmalar, temel psikolojik ihtiyaçları erken dönemde karşılanmış olan bir kişinin, etkin duygu düzenleme becerilerine sahip olabileceğinden ve bu durumun kişiler arası ilişkilere olumlu yansıyacağından bahseder. Duyguların tanınması, kabul edilmesi ve olumsuz duyguların daha sağlıklı bir şekilde dışa vurulmasının sağlanabilmesi açısından suçluluk duygusu önem taşımaktadır. Suçluluk duygusunun, kişiler arası ilişkilerde ait olma duygusunu besleyen, duyguları ifade etme ve problem çözme becerilerine katkıda bulunma açısından besleyici olan ve sorun ile ilgili gerekli düzeltmeleri yapabilmek adına motive eden bir duygu olması nedeniyle, yapılan hatanın sorumluluğunu almaya yardımcı olacaktır. Böylelikle kendini affetme sürecinde daha olumlu bir yol alınacağı düşünülebilir. Suçluluk, doğruluk anlayışına zıt olan bir şey yapıldığında doğar. Kişinin kendini tamamen affedebilmesi için suçluluk ile utanç arasındaki farkı iyi anlaması ve bu iki duygu ile nasıl başa çıkabileceğini öğrenmesi gerekmektedir. Kişi, suçluluk duyduğunda “Kötü bir şey yaptım.”, utanç duyduğunda ise “Ben kötü birisiyim.” hislerine kapılabilir. Suçluluğu ortadan kaldırmak için, kendini cezalandırma, kendi kendini kınama veya her ne şekilde olursa olsun kendine zarar verme eğiliminden kurtulmak gerekir. Utançtan kurtulmak için ise kişinin kendisi ile uzlaşması gerekir. Utanç, bireylerin kendisiyle, özellikle zayıf veya bir şekilde kusurlu olan yönleriyle daha sağlıklı bir ilişki kurduğunda iyileşir. Diğer taraftan, araştırmalar, erken dönemde temel psikolojik ihtiyaçları karşılanmamış olan

kişilerin, duygularını anlama ve kabul etme gibi alanlarda zorluk çekeceği, bu nedenle kişiler arası ilişkilerde olması gereken empati kurmada zorluk yaşayabileceğini söylemektedir. Bu durumun, kişinin kendi yeterliliğini sorgulamasına ve böylelikle utanç duygusu yaşamasına zemin hazırlayacağı dikkate alındığında, kendini affetme sürecinin zarar görebileceği düşünülebilir. Kendini affetmenin ilk evresi, kişinin kendisiyle yüzleşmesi, ikinci evresi sorumluluk alması, üçüncü evresi hatayı kabullenmesi ve dördüncü evre ise değişim evresidir. Kendini affetmenin gerçekleşebilmesi için bireyin diğer kişi ve kişilere karşı hatasını kabul etmesi gerekmektedir; böylelikle insan kusursuz olmadığı gerçeğini de kabul etmiş olmaktadır. Kişinin çevresindekilerin kendisinden mükemmel davranış beklediğini düşünüyor ve bu beklentiler doğrultusunda olaylara mükemmeliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşıyorsa, kendisini affetmesi daha zor olacaktır. Bunun sebebinin, çevresindekiler tarafından yargılanmaktan veya utanç duymaktan korkması olduğu söylenebilir. Empati yeteneği yüksek olan kişilerin ise kendilerini daha kolay affedebildikleri görülmektedir. Kendini affetme eğilimi olan insanlar için dört farklı kategoriden söz edilmektedir. Önemli konularda başarılı olamadıkları için kendini suçlayanlar; başkalarına ve kendilerine gerekli yardımı yapamadıkları için kendini suçlayanlar; bağımlılık gibi yıkıcı davranışlarda bulundukları için kendini suçlayanlar; başkalarını incittikleri için kendini suçlayanlar. Kısacası kendini affetmeyi başarabilmek için, kişinin öncelikle gerekli olan sorumluluğu alabilmesi, yapılan hatalı davranışın onarılması adına kişinin olumsuz duyguların farkında olması ve onları kabullenmesi gerekmektedir. Kişi kendini affetme sürecinde öfke, kendini suçlama, kaygı, utanç ve pişmanlık hissedebilir, fakat sürecin sonunda kendini cezalandıran davranışlar son bulur. Kişi değişime ihtiyaç duyar. Kendisine ve başkalarına olan inancını geri kazanır. Böylelikle olumsuz duygular yerini empati, şefkat ve sevgi gibi olumlu duygulara bırakır. Araştırmalar, kendini affetme ile yaşam doyumu ve psikolojik iyi olma hali arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Kendi adına karar verebilen, insanlarla iyi geçinen ve problem çözme becerisine sahip olan kişilerin kendilerini affetmede daha başarılı oldukları görülmektedir

Son Söz... Başkalarını veya kendini affetmek, geçmişte yaşananlarla ilgili yoğun duygu ve yakınmalardan uzaklaşmak, dargınlığa, kin tutmaya ve kendine acımaya artık ihtiyaç olmadığını fark etmek demektir. Geçmişin bugün üzerindeki yıkıcı etkisinden kurtulmak, olumsuz duyguların gitmesine izin verip hafiflemektir. Kişi affetmek yerine hayatın adil olmadığından şikâyet ederek yaşam sahnesinde mağdur rolünde kalmayı ya da affederek yaşamdan keyif almayı seçebilir. Mahatma Gandhi “Zayıflar asla affedemezler, affetme güçlülüğün bir özelliğidir.” demiş. İnsanları hatalarıyla, sorunlarıyla, kusurlarıyla kabullenmeyi ve affetmeyi öğrenebilmek, gelişmek ve olgunlaşmaktır. En zor olan şey kendini affetmek olsa da kişinin kendi hatalarıyla yüzleşmesi bir bakıma olgunlaşmadır. Unutulmamalıdır ki affetmek, kişinin kendine verdiği en büyük armağandır.

KAYNAKÇA • Ayseli, C., (2019), Temel Psikolojik İhtiyaçlar ve Kendini Bağışlama: Duygu Düzenleme Güçlüğü, Suçluluk ve Utanç Duygularının Aracılık Rollerinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi • Collin, C., Benson, N., Ginsburg, J., Grand, V., Lazyan, M., Weeks, M., (2016), Psikoloji Kitabı, Alfa Yayınları • Martin, W., F., (2015), Affetmenin 4 Adımı, Global Forgiveness Initiative • İnternet alıntısı, Ekim 2020, https://tinyurl.com/y8zfhffc • İnternet alıntısı, Ekim 2020, https://www.kigem.com/insankendini-nasıl-affeder.html İnternet alıntısı, Ekim 2020, https://kortopsikoloji.com/dergi/ affetmenin-dayanilmaz-hafifligi • İnternet alıntısı, Ekim 2020, https://tinyurl.com/y9f4an9u • İnternet alıntısı, Ekim 2020, https:// psikolojistanbul.com/2013/02/01/ affetmek-mumkun-mu/

41


BİZDEN HABERLER Önleyici Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Servisi Çalışmaları 42


Uzaktan Eğitim Okulun çocuğun ve ona eşlik eden anne babasının hayatını etkileyen birçok işlevi vardır. Birçok konuda köprü görevi görür, düşünme kapasitesini geliştiren bir alandır. Çocuk ve genç bu alanda, kendisini keşfetmek, gelecek hakkında hedefler oluşturabilmek ve enerjisini üretkenliğe dönüştürebilmek için birçok fırsatla karşılaşır. Okul programında yer alan ders ve etkinlikler kadar teneffüs zamanlarında yaşananlar da çocuk ve ergenler için önemlidir.

Pandemi Döneminde Onarıcı Bir Yol Öğrenci için okul, şakalaştığı, çatıştığı, rekabet yaşadığı, duygusal ilişkiler kurduğu, kısaca bireyselleştiği ve sosyalleştiği bir yaşam alanıdır. Pandemi süreciyle öğrencinin sosyal duygusal olarak beslendiği bu alanlardan mahrum kalmaları önemli bir kayıp olmuştur. Bununla birlikte okul yaşamının bir bölümünün Uzaktan Eğitim platformuna taşınması, ruh sağlığını koruyan onarıcı bir yol olmaktadır. Bir sürecin aniden kesintiye uğraması günlük rutinleri ve iç dengeleri sarsabilir. İç güçlerinden destek alabilen bireyler sürece daha kolay uyum sağlayabilirken bazı kişiler de dışsal dayanağa ihtiyaç duyabilirler. Uzaktan eğitim platformlarıyla eğitimcilerin iletişimlerini ve üretkenliklerini sürdürmeleri, öğrencilerin yeni duruma uyum sağlamaları ve belirsizliklerle baş etmelerine yardımcı olmuştur. Yüz yüze veya uzaktan eğitimde, iletişim ve ilişkinin kurulması ön koşuldur ve ancak böylece öğrencilerin duygusal, sosyal ve akademik ihtiyaçlarının kapsanabilmesi mümkün olabilir. Uzaktan eğitim sürecinde, öğrencilerin takip edilmesi önem kazanmıştır. Öğrencinin sistemden koptuğu tespit edildiğinde, kapsayıcı yaklaşımlar, öğrencinin yeniden sürece dahil olması açısından destekleyici olmaktadır. Kısıtlamaların artmakta olduğu, belirsizliklerin sürdüğü bu dönemde öğrencilerin okulun rutinine eşlik edebilmesi için gösterilen çaba ruh sağlığı açısından destekleyici olmaktadır.

Yaşanan Zorluklar Uzaktan Eğitim gibi yeni uygulamalarda etik ilkelerin mutlaka değerlendirilmesi, uygulamaların faydasının artması ve olası risklerin de bertaraf edilmesi açısından önemli olduğunun unutulma-

ması gerekir. Öğrencinin “dijital ortamın getirdiği riskler” ile “okul süreçlerinin devam etmesi” arasında bir karar vermek gibi etik ikilemlerle karşılaşmak da mümkündür. Bu gibi durumlarda alan uzmanlarından görüş alarak, ortam ve şartların değerlendirilmesi sonucunda çocuk yararına karar verilmesine özen gösterilmelidir. Ön ergenlik ve ergenlik döneminde olan öğrenciler için gelişimsel süreçlerin getirdiği bazı zorluklar olduğu da unutulmamalıdır. Saatlerce ekranda büyüyen burnuna, sivilcelerine, değişen yüzüne bakmak, derse odaklanmasını zorlaştırabilir. Ayrıca öğretmen ile yüz yüze olma hali, arkadaşları tarafından izlenmek, odasının görülmesi, evde bulunan kişilerin ders sırasında yapılan konuşmaları duyma ihtimali de bazı öğrenciler için rahatsızlık verebilen durumlar arasında sayılabilir. Bu duyguları yaşayan ergenler kameralarını kapatarak derse katılmayı tercih edebilmektedir. Kameraları kapatan öğrencilerin dersin içeriğini takip edebilmeleri hakkında öğretmenlerde endişe oluşturabilmektedir. Bu konu okul sistemi içinde farklı zamanlarda sıkça gündemde kalmıştır. Uzaktan eğitim ile eve açılan sınıfın mahremiyetinin sağlanması için okul yönetimleri tarafından okul veli iş birliğini sağlayacak bilgilendirmelere ihtiyaç duyulmuştur. Pandemi sürecinde yoğun teknoloji kullanımı, okulumuzda yıllardır uygulanmakta olunan bilinçli teknoloji kullanımı konusunda yapılan farkındalık çalışmalarının da önemini artırmıştır. Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi ve Bilişim Teknolojileri Bölümü iş birliği ile öğrenci ve velilere yönelik çalışmalar yeniden yapılandırılarak uygulanmıştır. Uzaktan eğitime uyum sağlama süreci ve yardım alma ihtiyacı herkes için farklılıklar gösterebilmektedir. Ancak yardım süreçleri gönüllülük ilkesi ile gerçekleşmelidir. Her hafta psikolojik danışmanlar tarafından yürütülen senkron derslerin, öğrencilerimizin bireysel görüşme isteklerini iletmeleri için aracı olduğu gözlenmiştir. Bu görüşmelerde gönüllülük prensibine özen gösterilmesi önemlidir ve öğrencinin sorun durumlarını getirmesini kolaylaştırır. Bireysel görüşmelerin çevrim içi yapılması, görüşmenin mahremiyetinin değerlendirilmesini gerekli kılmıştır. Okul ortamında ofislerde yapılan görüşmede konuşmanın gizliliğinin korunması çok daha kolayken evlerde bulunan diğer aile üyelerinden konuşmaların içeriğinin korunması her zaman sağlanamayabileceği göz önünde bulundurulmuştur.

Özellikle ergenlerle yapılacak görüşmelerde bu durumun öğrencinin görüşmeye getireceği konuların içeriğini etkilediği düşünülmüştür. Yüz yüze eğitimde okul ortamında yapılan görüşmelerin etik kuralları bu görüşmeler için geçerlidir. Görüşmenin çevrimiçi gerçekleşmesi, görüşme yapılacak kişilerin aydınlatılmasını, çevrimiçine taşınan bu yeni odanın kurallarının bildirilmesini, 18 yaş altı olan öğrenciler için velisinden onay alınmasını, görüşme yapılacak veli ve 18 yaşını geçen öğrenciden yazılı onay alınmasını gerektirmiştir. Okulda bir randevu zamanı planlamak ile başlayan görüşme ilişkisinin uzaktan eğitimin getirdiği ihtiyaçlar ile araya mesafe koyması öğrencinin randevu alması açısından zorluk yaratabilmiştir. Bazen velisinden onay alınması gerekliliği, öğrencinin bu görüşmeye gelme isteğini de durdurmuş olabilir. Çünkü kendine ait olanları açarken anne babası tarafından izlenme ihtimali, mahremiyetini oluşturma çabası sürerken istila edilme kaygısını da tetikliyor olabilir. Bu endişelerin durdurduğu ve danışma ortamına getirilemediği varsayılan bazı konular, gelişimsel süreçlerin bir parçası olarak birçok ergen tarafından yaşanabileceği öngörüsü ile, senkron derslerin konuları arasında ele alınarak birlikte işlenmeye özen gösterilmiştir.

Umudu Yeşerten Yer Pandeminin yaşattığı zorlukların yanı sıra, yeni yollar bulmanın insanlığı zorladığı bir dönemde sağlık kurumları yaşamı sürdürmek, eğitim kurumları da yaşam arzusunu canlı tutarak geleceğe pencere açmak için yoğun bir çalışma sürecinden geçiyor. Bu geçitten sonra birçok şeyin dönüşüp değişeceği söyleniyor. Okulun, tüm bu değişim içinde yeniden inşa olurken kapsayıcı işlevlerinin değişmeyeceğini, her zaman öğrencileri için onarıcı yollar bularak umudu yeşerteceğini söyleyebiliriz.

43


Terakki Birikimini Paylaşıyor Gelişim dergilerimizdeki yazı ve röportajlar arasından seçtiğimiz çeşitli konulardaki içerikleri @acikyol1877 adlı Instagram hesabımızda da yayımlıyoruz. Ayrıca Gelişim’in tüm sayılarından içeriklerin tamamını dijital ortamda kolaylıkla okuyabilmeniz için bir web sitesi hazırladık: gelisim.terakki.org.tr



Terakki, 1877’den beri değişmeyen ilke ve değerleriyle mutlu, uygar ve aydınlık nesiller yetiştirir.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.