Karakutu Edebiyat Dergisi / Sayı:13 / Yıl:2017

Page 1


KARAKUTU EDEBİYAT DERGİSİ 1. BASKI HAZİRAN 2017 YIL 13, SAYI 13 Sahibi: mehmet GÜNEŞ Terakki Vakfı Okulları Genel Müdürü Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: necdet BEKEN Yayına Hazırlayanlar: dilek ÖZÇELENGİR Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı ali KONBAL Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Emeği Geçenler: Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenleri elif ŞAHİN elife GENÇ gamze COŞKUN gonca ÖZMEN gülçin ERKMEN gülten GÜZELIŞIK hülya GÜLAÇ sevi ÖZIŞIK serkan Celil NAKAY ulviye TAYLAN zahide GÖKTÜRK zeynep TEKBAŞ Yaratıcı Yazarlık Kulübü Öğrencileri Şiir Kulübü Öğrencileri Edebiyat Kulübü Öğrencileri Özel Şişli Terakki Tepeören Öğrencileri Özel Şişli Terakki Fen Lisesi Öğrencileri Özel Şişli Terakki Lisesi Öğrencileri Kapak Tasarım emre DUMAN / F11 Karakutu’da yer alan öğrenci yazıları ve resimlerinin her türlü yayın ve kullanım hakkı Terakki Vakfı’na aittir. Karakutu para ile satılmaz. Özel Şişli Terakki Lisesi, Özel Şişli Terakki Tepeören Anadolu Lisesi, Özel Şişli Terakki Fen Lisesi Öğrencilerinin “Edebiyat” dergisidir. Baskı Bilnet Matbaacılık Ve Yayıncılık A.Ş. Dudullu Organize Sanayi Bölgesi Esenşehir Mah. 1. Cad. No: 16 Ümraniye / İstanbul 444 44 03

KARAKUTU SAYI: 13

1


2

KARAKUTU SAYI: 13


İçindekiler

gülyabani’de güldürü unsurları utku uğur CAN 4 yaratıcı mizah üretimi açısından “yaşam doyumu irge BAŞKAN 11 oyun ve kara mizah melis SAVAŞ 13 bir yerlerde bordo bir palto var ekin BALABAN 15 söyleşi barış UYGUR 17 balat’ın ara sokakları mercan ULUDAĞ 27 suskun nazlıcan UZUNER 30 cennet sokağa içti zeynep BAŞEĞMEZ 31 asabiyet mağduru eren kutay BAHTİYAR 32 hurda can ERDEM 35 şairler elif ERİŞ 38 yalvarırım bana bir melek gönder kukla tiyarosunda sıkıyönetim eren kutay BAHTİYAR 39 mizah ve mizah dili açısından 1970 sonrasında türk sinemasına panoramik bir bakış sarper KOÇARSLANTIOĞLU 42 kapkara ezo naz KİMİRAN 47 türk mizahında dergi geleneği şirin yağmur ABACI 48 terk ettirilenler çağla deren YAMEN 52 bayan yanı’nca mizah yaratıcı yazarlık kulübü 53 söyleşi gülay BATUR 54 söyleşi meral ONAT 58 mavi boyalı beyaz tuval ceren nural 63 beyaz yoksulluk denizcan TEMEL 64 80 sonrası türk mizah dergilerinde temalar ve batuhan BİLGİÇ 65 nitelikleriüzerinde inceleme erdem DOĞAN sıcak akşamüstü eren kutay BAHTİYAR 77 basında reklam ve mizah ilişkisi deniz aral VURUCU 78 görsel işetişim araçlarında mizah kullanımı: göksü YILDIZ 84 amaçlar-araçlar teknikler kırıgınlıklar zehra nur AZERİ 100

KARAKUTU SAYI: 13

3


gulyabani’de güldürü unsurları Korku, merak ve gerilim duyguları ile hatırlanan, belki de bir neslin çocukluk kabusu olan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani’si ironik bir şekilde aynı zamanda barındırdığı güldürü unsurları ve mizahi boyutu ile okurların hafızasına kazınmıştır. Gayri resmi olarak ilk korku romanlarımızdan sayılabilecek Gulyabani, esasında korku ve mizah unsurlarının iç içe geçtiği bir eserdir. Mantığın açıklamakta zorlanacağı olaylar her ne kadar kitabın başında korkunç ve gizemli gözükseler de dedektif edasıyla eserin sonunda açıklandıklarında güldürü unsurlarının bir parçası haline gelirler. Karakterlerin kitap boyunca mantıksız hareketleri de eserin mizahi bir çerçeve kazanmasını sağlar. Kitapta Şevki ve Salim adlı iki karakter müsrif, para harcamaya çok düşkün ve tembel kişilerdir. Bu iki karakter akrabaları olan Hanımefendi’nin parasını alabilmek amacıyla onu kelimenin tam anlamıyla delirtmeyi amaçlamışlar ve bu doğrultuda onun yaşadığı konakta batıl inançları temel alan, peri ve cinlerin karakterlerle birlikte yaşadığı iddiasını ortaya atan bir tezgâh oluşturmuşlardır. Kitabın konusu da batıl inançlarla oluşturulan bu tezgâhtan kurtulma çabalarını ve bu tezgâhın onlar üzerindeki etkilerini konu almaktadır. Gürpınar, Gulyabani adlı eserinde temel olarak batıl inançları kullanarak rasyonel aklın zaruretini anlatmaktadır. Sorgulamayan, akıl ve mantıklarını kullanmayan bireylerin sömürüye açık oldukları iletisini vermektedir. Karakterlerin konakta onlarla birlikte peri ve cinlerin yaşadığına hükmetmeleri, bu varlıkların insanlar gibi arzuları bulunduğuna ve bu arzuların karşılanması gerektiğine inanmaları eserdeki batıl itikatların örnekleridir ‘Kasıkların çatlasa gece dışarıya çıkma. Onları rahatsız edersin. Gündüzler bizim geceler onların.(Gürpınar,39) Ruşen Abla’nın söylediği bu sözler konaktaki bireylerin ‘peri ve cinlerin’ üstünlüklerini kabul ettiğini, konağı onlara terk ettiğini ve konaktaki yaşamlarını da bu varlıkların rahatı için nasıl da kısıtladıklarını göstermektedir. Ayrıca, Gürpınar bu bölümde de görüldüğü üzere toplumda yaygın olan bir batıl inancı ele almaktadır. Bireylerin birbirlerini nasıl da uydurma hikâye ve uhrevi varlıklar ile korkuttuklarını, hayatlarını bunlar çerçevesinde nasıl da şekillendirdiklerini göstermektedir. ‘[…] mavili kıyafet giyme, uçkurunu kıbleye karşı bağlama. Kapı eşiğine oturma. Kuşağını kördüğüm etme. Yatağını duvar kenarına yapma. Akşamları saç örgülerini çöz. Gözlerini arka arkaya yedi kereden çok kırpma. Seni korkuttukları zaman ayak başparmaklarının tırnaklarını birbirine sürt[…](Gürpınar,38-39) Konağa yeni gelen Muhsine için yaşam çekilmez bir hal almıştır. Daha geldiği ilk geceden yasaklar, kurallar ve korkutucu anlatılar ile karşılaşmış ama çaresizliğinden bu duruma boyun eğmek durumunda kalmış, hiçbir tepki sergileyememiştir. Onu çaresiz hale getiren kendinden üstün varlıkları işaret eden batıl inançlardır. Bireylerin zaaflarına seslenen batıl inançlar eserdeki korku öğesinin temel kaynağıdır. 4

KARAKUTU SAYI: 13


‘Bu evde her ses, her pıtırtı, her gürültü perilerden biliniyordu. Bu ses de onların olmalı… Bunları kızdırmayayım? Kalbim çarpmaya başladı. Korkudan titriyordum.’(Gürpınar,53) Muhsine elinden geldiğince yasaklara uymuş olsa da periler karşısında kendini aciz hissetmekte ve onun bu acizliği alıntıda da görüldüğü üzere okura her fırsatta yansıtılmaktadır. Okur, Muhsine ile birlikte konakta ‘peri ve cinlerle’ yalnız kalmış, bir korku serüveninin içine sürüklenmiştir. Batıl inançların realist bir biçimde, toplumda kullanıldığı şekilde aktarılması bu kitabı modern korku romanlarının kalitesine ve belki de daha yukarısına çıkarmıştır. ‘Bazı cin tutmuş hanlar hamamlar olur da, oralara koyun, inek, manda gibi canlı hayvanlar adak adarlar. Seneden seneye bu adaklar verilir. Sakın bu gulyabaninin adağı da her sene bir insan olmasın… Hizmetçi kadınları buna adak olarak yedirmesinler?’(Gürpınar,65) Lakin korku unsuru bir yana bu batıl itikatlar eserin mizahi boyutuna da önemli katkılar sağlamaktadır. Hüseyin Rahmi, rasyonel aklı okuruna benimsetebilmek için rasyonel aklı benimsemeyen, pozitivist düşünce biçimlerinden uzak kalmış karakterlerin düştükleri komik halleri sergilemektedir. ‘Yatağımı ta oradan buraya kadar kim sürükledi? Şüphesiz periler! Çünkü kapıdan başka odaya girecek bir delik yoktu.’(Gürpınar,45) Alıntıda Muhsine’nin rasyonel aklı ne kadar da çabuk bir biçimde terk ettiği gösterilmektedir. Sadece kapıya bakmış, kapının da kilitli olduğunu görünce odaya girebilecek varlığın kendisinden üstün, algı sınırlarının dışında olan periler olduğuna hükmetmiştir. Perilerin varlığından bu kadar kolay bir şekilde emin olması karakterlerin düştüğü komik halin en basit örneğidir. Aklına güvenen, mantığa önem veren ve maddi kanıtlar ışığında argümanlarını oluşturan hiçbir kimse Muhsine gibi hayatında daha önce hiçbir zaman inanmadığı varlıklara ve onların ihtiyaçlarına bu şekilde kanmaz. ‘[…] ‘arkamdan yürü. Kapı eşiği atladıkça destur de’ uyarısında bulundu. Kalktım. Ben kapı eşiği atladıkça değil, onlardan birine basarım korkusuyla her adımda ‘destur’ diyordum. Periler civciv gibi bu evin her tarafına, ayak altlarına dağılmışlar mıydı?’(Gürpınar,34) Konaktaki dört kadın da gerçekleştirdikleri mantıksız hareketlerle traji-komik olaylar dizgesini oluşturmaktadırlar. Perileri kendilerinden üstün görseler de, ayak altlarında gezdiklerine inanmaktadırlar. Bir dedikleri bir diğer dediklerini tutmamakta, inandıkları her batıl inanç kendi içinde çelişmektedir. Evin içinde yürüme eylemini gerçekleştirirken dahi perileri rahatsız etmekten çekinmektedirler. Ama daha ilginci onların üzerine basıp, onların canını yakabilecek durumda olduklarını düşünmektedirler. Fakat öteki sayfalarda peri ve cinlerle mücadelenin imkansız olduğu, onların her kılıkta, istedikleri şekilde konakta gezebildiklerine inandıkları ortaya çıkar. Yani batıl inançlarla sorgulamayan bireylerin ne kadar da mantıksız ve bir o kadar da komik olaylara inanabileceği gösterilmiştir. KARAKUTU SAYI: 13

5


Karakterler rasyonel akıldan uzaklaştıklarında korku düzeninin içine düştükleri gibi ayrıca küçük bir çocuğun dahi inanmayacağı safsataları benimser, sergilemeyeceği hareketleri sergilerler. ‘Bacaklarıma doğru yumuşak yumuşak bir şey dokunmaya başladı. Korkudan dizlerimin bağı çözüldü… -‘Kızım niye yürümüyorsun? -‘Ben çarpıldım galiba?’ -‘Ne var?’ -‘Ayaklarımı okşuyorlar.’[…] -‘Göklerin ayı diyarların padişahı, çekil’[…] -‘A… Kediymiş, korkma kızım’[…](Gürpınar,34-35) Muhsine ayaklarına dokunan şeyin hemencecik ‘peri’ olduğuna hükmeder ve bunun üzerine kalfa kötülükleri kovacağı inancıyla dinde yeri bulunmayan bir dua okur. Peri ve cinlerden o kadar çok korkmaktadırlar ki, her olayı onlara bağlamakta, mantıklı hiçbir açıklama yapmamakta ve dinde katiyetle yasak olmasına rağmen bu canlılara dua etmektedirler. Muhsine’nin ‘ben çarpıldım galiba’ sözü de onların nasıl da çocuklardan bile daha komik hallere düştüklerinin göstergesidir. Kısacası Gürpınar eserinde toplumdaki sakat ve yanlış tarafları karakterler aracılığıyla abartarak bunlar üzerinden olunması gereken karakter profilini okura göstermekte; bu abartılar da eserin eğlenceli bir hal almasını sağlamaktadır. Bunlara ek olarak, batıl inançların bireylerin hayatlarında gerçekleştirdiği yozlaşmalar da eserdeki güldürü unsurunun bir parçasıdır. Karakterlerin dili, ruhsal durumları ve kendi aralarındaki ilişkiler batıl inançlarla dönüşüme, değişime uğrar, normal yaşamda eşi benzeri görülmemiş bu değişimler de okur için ilginç ve komik bir anlatıya dönüşür. ‘Hahahay… Ne hadlerine, Gulyabani çıktığı gece onlar benim yanıma gelebilirler mi? Siz her kılığa girersiniz, Çeşm-i Felek’in, Ruşen’in görünüşüne büründünüz, karşıma çıktınız… Beni aldatıyorsunuz.’(Gürpınar,78) Hanımefendi alıntıda görüldüğü üzere duyularıyla algıladığı hiçbir şeye artık güvenmemekte, peri ve cinlerin kötü niyetlerle ona her türlü eziyeti yapabileceğine inanmakta, bundan ötürü akli dengesini kaybetmektedir. Diğer karakterlerden tamamen soyutlanmış, onlarla ilişkisi neredeyse kalmamıştır. Maddi dünya onun için anlamını yitirmiş, zaman ve mekân mevhumları kaybolmuştur. Ayrıca, bu alıntıda karakterlerin batıl inançlardan ötürü nasıl da birbirlerinden uzaklaştığı ve korkularına yenik düşüp sadece kendi canlarını düşünmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Hanımefendi her ne kadar ‘periler’ tarafından işkenceye tabi tutulsa da yanına kimsenin gelmemesini normal karşılamaktadır; çünkü hiçbir insanın 6

KARAKUTU SAYI: 13


‘peri ve cinleri’ alt edip onu koruyabileceğine inanmamaktadır. Kitapta batıl inançlara olan bağlılığı ve özellikle bu türden benciliği ile sürekli olarak eleştirilen karakterse Ruşen Abla’dır. ‘Nereye gideceksin canım? Mehtapta bağırdığı vakit yanına gitmeyin diye bize tembih etmediler mi? Bu gece Baba’nın gecesi… İşte o geldi, zavallıcık öteki de korkusundan bağırıyor.’(Gürpınar,67) Ruşen, ekmeğini yediği, konağında hayatını idame ettirdiği ev sahibesine herhangi bir vefa göstermemekte, korkularıyla ve batıl inançların etkisiyle sergilediği teslimiyetle Hanımefendi’nin yardımına gitmeyi reddetmektedir. O, ‘peri ve cinleri’ benimsemiş; onların Hanımefendi’ye yaşattığı acıları görmezden gelmeyi sürdürmüştür. Lakin, yazar her ne kadar Ruşen’i okurun karşısına olumsuz bir karakter olarak çıkarıp, okurun ondan nefret etmesini sağlamışsa da onu konak dışında gidecek hiçbir yeri olmayan, akrabası, eşi dostu bulunmayan bir karakter olarak resmetmiş ve eser boyunca batıl inançlara duyduğu saplantılar doğrultusunda onu bir takım komik hallere düşürmüştür. Okur da bu durumları gözlemleyerek yapılması gerekenin rasyonel akla bağlı kalmak ve diğer bireyleri her ne pahasına olursa olsun önemsemek olduğunu anlamıştır. ‘Durun ayol, iyi bakayım. Bizim Zekeriya Efendi mi o? Aa, inanmam. Bu işte yine cinlerin bir oyunu var. Rabbim şerlerinden saklasın.’(Gürpınar,173) Ruşen, köy ahalisinin Şevki ve Salim Beylerin tezgâhını ortaya çıkarmış olmasına, konakta yaşanan esrarengiz olayları maddi kanıtlarla açıklamış olmalarına rağmen alıntıda da görüldüğü üzere körü körüne batıl inançlara bağlı kalmıştır. Konaktaki esareti köy ahalisi tarafından sona erdirilmiş ama o halen kendine eziyet eden canlıların peşinden gitmeyi sürdürmüştür. Onun bu bağlılığı ve ısrarı inanılamayacak derecede saçma ve mantıksızdır. ‘Neye gülüyorsunuz kuzum? Yine köpek uluyor. Bir uğursuzluk olacak.’(Gürpınar,175) Köpek uluması Hasan’ın isteğiyle Zeynel tarafından taklit edilmektedir. Hasan konakta duyulan hayvan seslerinin insanlar tarafından çıkarıldığını kanıtlamak amacıyla Zeynel’i köy ahalisinin karşısına çıkarmış ve marifetlerini göstermesini istemiştir. Lakin Ruşen, herkes olayların aslını anlamış ve bu tezgâhtan sorumlu kişileri cezalandırmaya başlamışken, bu ulumayı dahi uğursuzluk öncülü olarak algılamıştır. Batıl inançlara o kadar bağlıdır ki, maddi kanıtların ışığında düşünmeyi unutmuş, rasyonel aklı tamamen kaybetmiştir. Onun bu eksikliği onu bütün köy ahalisine rezil etmiştir. Öte yandan Çeşm-i Felek Kalfa ve Muhsine de akıllarını kullanmadıkları, sorgulamadıkları zamanlar Ruşen’den aşağı kalır vaziyette değillerdir. Çeşm-i Felek, batıl inançlarla oluşturulmuş kurallara en az Ruşen kadar bağlıdır ve Muhsine’ye bu kuralları öğretmek amacıyla çaba sarf etmektedir. Sert ve tahammülsüz bir karakter profili sergileyerek bir bakıma kuralların temsilcisi ve koruyucusu olarak okurun karşısına sunulmaktadır. KARAKUTU SAYI: 13

7


Muhsine’ye daha konağa geldiği ilk andan itibaren sorgulamanın ve soru sormanın yasak olduğunu, olayları çok araştırırsa ‘peri ve cinlerin’ hiddeti ile karşılaşacağını söylemiştir. ‘Bazı geceler ufak tefek patırtılar çıtırtılar olur, fakat kimseye bir ziyanları yoktur. Biz kırk senedir buradayız. Hamd olsun hiçbirimize bir şey olmadı[…] Ama bu evde kaldıktan sonra bu yolda uzun sorulara kalkışırsan benden ve kimseden bir cevap alamazsın.’(Gürpınar,30) Kalfa, diğer herkes gibi ‘peri ve cinlerin’ varlığını benimsemiş, yaşanan olayları bir raddeden sonra sorgulamayı bırakmıştır. Muhsine’yi de korkutarak konaktaki düzenlerini bozmaya yönelik sergileyeceği çabaların önünü almaya çalışmıştır. Her ne kadar o da başlarda acımasız bir karakter olarak resmedilmişse de peri ve cinlerin üzerine basacağına inanması, her kapı geçtiğinde dua okuması, ‘iyi sıhhatte olsunlar’ı kızdırmamak için göz kırpmaktan kaçınması ve bu doğal refleksi engellemeye çalışırken daha da çok göz kırpması onun batıl inançlar doğrultusunda düştüğü komik hallerdir. Okur, eseri okurken içinde bulunulan korku dolu atmosfer ve açıklanamaz olaylar dizgesinde karakterlerin bu halleriyle kitabın mizahi boyutunu sonuna kadar hisseder. Karakterlerin kullandıkları dil eserdeki güldürü unsurunun bir başka parçasıdır. Karakterler, eğitimsiz, sosyal hayatları evde dedikodu yapmak ve konaktaki diğer kadınlarla konuşmak ile sınırlı olan, dünyada meydana gelen değişikliklerden haberdar olmayan kişilerdir. Konağa hapsedilmiş vaziyettedirler ve akli dengelerini yitirmek üzeredirler. Ev işi dışında yapacak hiçbir aktiviteye sahip olmamaları, evden çıkmamaları ve eğitimsiz oluşları onların amiyane tabiriyle ‘mahalle kadınlarına’ benzemelerine neden olmaktadır. Kendi aralarında sürekli olarak dedikodu yapar, birbirlerini çekiştirirler. Ruşen adlı karakter konağa yeni gelen ve ev sahibesinin gözüne giren Muhsine’yi çekemediğinden onu eleştirir ve girdikleri diyaloglar bazı sayfalarda Karagöz ile Hacivat’ı aratmayacak cinstendir. -‘Ne oldu kuzum böyle? Seni ötekiler mi soydu? -‘Hayır. Kendim soyundum.’ -Ay niçin? Sıkıntı mı bastı? -‘Bu evi bu gece bir şeyler bastı ama ne olduğunu bilemiyorum[…] -‘[…] Ahu Baba’yı gördün mü Ahu Baba’yı? -‘Destur Rabbim, o da kim? -‘A, bilmiyor musun?’(Gürpınar,48) Muhsine konağın düzeniyle ilgili hiçbir şey bilmez ve biraz da bu düzenin saçmalığından anlatılan çoğu şeyi kavrayamaz. Ruşen’in ona ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ tarzı verdiği iğneleyici öğütler, Muhsine’nin de bu öğütleri çok farklı şekillerde anlayıp yorumlaması okurun gülünç anlara tanık olduğu zamanlardandır. Ayrıca, dili ele alırken 8

KARAKUTU SAYI: 13


şu unutulmamalıdır ki Hüseyin Rahmi Gürpınar, halkın ve özellikle kendi tabiriyle ‘yaşlı kadınların’ dilini çok iyi yansıtabilmektedir. Eserin başında, ona yazılan mektupta yaşlı bir okurunun dile getirdiği gibi bu sayede komik ve eğlenceli eserler ortaya koymakta, eserlerinin komikliği de her kesim insan tarafından okunmalarını sağlamaktadır. -‘Ya sabır! Öyle ona buna saldıran azgın deli değil…’ -‘ Ya çiftliğin eski mezarlığından çıkan gulyabani! Minare kadar bir şeymiş[…] -‘[…] Artık sus, herif. Yanımdaki saf kadını korkutuyorsun. Baksana beti benzi attı[…] -‘[…] Çenen tutulsun. Yetişir dedim ya!’(Gürpınar,23) Belki de anneannesinin yanında yaşadığı çocukluk yıllarında bu tarz konuşmalara sıkça tanık olduğundan Gürpınar, bu dile çok hâkimdir. Özellikle kitabın ilk sayfalarında Muhsine ile Ayşe arasında yaşanan bu diyaloglarda kullanılan halk tabirleri ve deyimlerle bu durum daha da net anlaşılır. Eğlenceli ve komik diyaloglar karakterlerin ‘peri ve cinlerle’ onların dilinde konuşmaya başlamasıyla daha da fazlalaşır.

‘Garo garo’adında uydurma bir dile karakterlerin inanmaları ve ‘peri ve cinlerle’ anlaşabilmek için bu dili öğrenmeleri inanılamayacak bir durumdur. Peri ve cinlerin karakterleri korkutmak için sarf ettikleri birtakım sözler de esasında çok komiktir. ‘Aman ha üzerime basma çarparım seni; aman etme darılırım, gıdıklama bayılırım, dayanamam sarılırım.’ sözleri olay anında karakterlere her ne kadar korkunç gelse de bu sözleri okuyan okur için çok gülünçlerdir. Öğrencilerin, arkadaşların birbirlerine komiklik olsun diye söyledikleri nakaratlara benzemektedirler. ‘Peri ve cinleri’ birbirlerine sarf ettikleri güfteler de eserin mizahi boyutunu arttırmaktadır. ‘Ah Samsam seni Bu gece sarsam seni Kucaklamaya doyamam Hap gibi yutsam seni’(Gürpınar,90) Uyak düzeni ve kafiyeler ile ahenk sağlanmış, kulağa ritimli gelen fakat pek de bir anlamı olmayan şarkı benzeri anlatılar okurun korku dolu romanı okurken güldürü unsurlarını hissetmesini sağlamıştır. Konaktaki karakterlerin mantıklı sorgulama ve düşünme kabiliyetlerini zayıflatabilmek için eser boyunca kötü niyetli karakterlerin dili yozlaştırmaya, onlara bir takım saçma bilgiler ezberletmeye çalışmaları da esere mizahi çerçeve kazandıran bir diğer özelliktir. ‘Yaklaşma ha saldırır… Hurma dalı… Aktı balı… Yarın Salı… Deli karı… Çıkar dilini… Salla belini… A… Deli deli tepeli… eski hamam küpeli…’(Gürpınar,54) KARAKUTU SAYI: 13

9


Konağın sahibesi çok zeki bir kadın olduğundan onu ‘delirtmek’ çok zordur ve konaktaki kötü niyetli kişiler özellikle Şevki ve Salim Bey bu durumu bildiklerinden ona bir sürü tekerleme ezberlettirir, ‘peri ve cinler’ karşısında bu tekerlemeleri eksiksiz biçimde söylettirirler. Yaşlıca bir kadının ‘bir berber bir berbere bre berber beri gel berber demiş’ gibi bir tekerlemeyi zorla söylüyor oluşu (söylemeyi başarıyor aynı zamanda) eserin eğlenceli ve komik yanını ortaya çıkarmaktadır. Yapılan asonans ve aliterasyonlar öylesine fazladır ki buna benzer tekerlemelerin söylenmesi imkânsız gibi durmaktadır. ‘Bir tarlaya kemeken ekmişler. İki kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış. Biri erkek kürkü yırtık kel kör kirpi. Öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi. Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler…’(Gürpınar,56) Okur da bu sayfalarda konağın sahibesi gibi tekerlemeleri söylemeye çalışır ve o da kendisini gülünç bir halin içerisinde bulur. ‘Peri ve cinlerin’ karakterleri düşürdüğü haller bu tekerlemelerle de sınırlı değildir. Bazı akşamlar karakterlere havuz başında toplanılması emredilir. Bu toplantılarda onlara birtakım sorular sorulmaktadır ve tabii ki de sorulan sorular ezberlettirilen tekerlemeler gibi herhangi bir mantığa, akla dayanmamaktadır. ‘Çorba pişirmek için bir havuza pirinç atsak ateşi nereye yakmalı?’ sorusuna verilecek mantıklı bir cevap var mıdır? Lakin karakterler can korkusundan bu soruları tahtaya kaldırılan öğrenci edasıyla cevaplamaya çalışır ve bu sınavı çok ciddiye alırlar. Bu durumlar da eserde meydana gelen bir diğer komik durumdur. Hüseyin Rahmi Gürpınar, batıl inançlar çerçevesinde oluşturduğu güldürü unsurları ve yarattığı mizah ile eserinin herkes tarafından okunmasını, okuru tarafından özümsenmesini amaçlamıştır. Esere gotik ve korku dolu bir atmosfer yapısı hâkim olduğu gibi yazar, okurunu güldürmeyi hiç ihmal etmemiştir. Rasyonel akla sahip olmayan bireyler öyle komik hallere düşürülmüşlerdir ki eser hem eğlenceli bir hal kazanmış hem de okur bu gülünç hallerden kaçınabilmek için Gürpınar ile aynı fikri benimsemeye başlamıştır.

utku uğur CAN / 11 IB H

10

KARAKUTU SAYI: 13


yaratıcı mizah üretimi açısından “yaşam doyumu “Her isteyiş, bir yetersizlik duygusuyla ilgilidir, insanda bir doyum, bir hoşnutsuzluk, bir yeterlilik sağlama eğilim ve dürtüsünün doğmasına yol açar.” Varlığının temelinde haz alma duygusu yer alan insanın hayatı boyunca amacı, mutluluğu yakalama, hayallerini gerçekleştirme ve beklentilerini karşılamaktır. Hayattan alınan zevkler bireyin yaşı, cinsiyeti, sosyal durumu, fiziksel ve kişisel özelliklerine bağlı olarak, farklılıklar gösterebilir. Ancak bütünsel olarak değerlendirmek gerekirse; her birey bazı ideallere ulaşmak ister. Hayat, aslında biz bu hedeflere, bu sonsuz arzulara koşarken başımızdan geçenlerdir. Günlük yaşamımızda hızla geçen zamanın farkında dahi olmayız. O yoğun ve ağır tempo içerisinde, geçmekte olan zaman ve hayatımızdansa, ilgilendiğimiz ve bizi ancak ve ancak onlara ulaşmanın mutlu edebileceğini düşündüğümüz hedefleri düşleriz. Bu bazen bir araba, bazen bir başarı, bazen de başka bir insana ulaşma şeklinde kendini gösterebilir. Bir şeye duyulan arzu, insanoğlunun en büyük silahlarından biridir çünkü her birey arzuladığını elde edebilmek için çabalar ancak sadece bazıları bu noktaya ulaşabilir. Bizlerin deyişiyle “şanslı” olan bu insanların mutlu olduklarını söyleyebiliriz. Ancak istediklerini elde etmiş her insanın mutlu olacağına dair bir genelleme yapabilmemiz mümkün değildir. Bunun isteklerimizin ve elde ettiklerimizin bize getirdikleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Her insanın kendi hayatını değerlendirmek noktasında, bireysel kriterleri vardır. Kendi belirlediği bu kriterler çevresinde pozitif değerlendirmeler yapabildiği takdirde bilinçli bir yaşam doyumundan söz edebiliriz. Yaşam doyumu belirli bir durum veya süreçten çok, tüm yaşantının göz önünde bulundurulduğu bir kavramdır. Beklenti ve arzularını karşıladığını hayattan istediği verimi aldığını düşünen insanlar, yaşam doyumuna ulaşmıştır diyebiliriz. Öznel bir kavram olan yaşam doyumu, tıpkı hayattan alınan zevkler gibi birçok etkene bağlı olarak değişiklikler gösterebilir. Bunun sebebi insanların farklı ve hayattan beklentilerin değişik olmasıdır. Bu açıdan yaşam doyumu için genel kriterler kullanmak yanıltıcı olacaktır. Her birey kendi hayatını kendi belirlediği şekilde değerlendirmelidir. Toplumumuzu oluşturan bireylerin eğitim seviyelerindeki farklılıklar göz önünde bulundurulursa, yaşamdan beklentilerin değişkenliği dikkatimizi çekecektir. Bir akademisyen, bir doktor, bir hâkim, bir çiftçi… Başarı, her biri için ortak hedeftir ancak her birey için farklı biçimler alarak gelişir. Bir akademisyen, daha çok bilimsel çalışmayı ve akademik verimliliği hedeflerken, bir hâkim için başarı en doğru ve en adil kararları verebilmek ve adaletiyle tanınmak olsa gerektir. Bir doktor için daha çok hastaya yardım edebilmek, bir çiftçi için daha nitelikli ürün KARAKUTU SAYI: 13

11


yetiştirmektir başarı. Peki ya sonrası? Çiftçi için daha büyük alanlara ekim yapabilmek, akademisyen için istediği unvanları alabilmek, bir siyasetçi için geniş kitlelerce tanınan ve güvenilen isim olmak yaşam doyumunu sağlayan unsurlar olsa gerektir. Yaşam doyumu, bireyin yaşama bakış açısını doğrudan etkileyecek bir kavramdır. Hayattan umduğunu elde etmiş ve istediklerine ulaşmış insanların, yaşamı gözlerinde çok büyütmediklerini, ona daha geniş bir açıdan baktıklarını gözlemleyebiliriz. Üstelik hedefledikleri başarıya zor bir şekilde ulaşmış ve bu süreçte hayatın birçok yönünü tanımışlarsa; hayatın çelişkili ve gülünç taraflarını fark ederler ve mizah böyle doğmuş olsa gerektir. Yaşam doyumu, yaratıcı mizahın gelişiminde oldukça büyük bir role sahiptir. Kuşkusuz ki hayattan haz alabilmek, bilgili ve donanımlı olmayı gerektirmektedir. Bilgisizlik ve cehalet içerisinde de bir takım hedef ve hazların bulunduğu tartışmasızdır. Ancak Bertrand Russel’ın belirttiği gibi “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken, aptalların küstahça kendinden emin olmalarıdır.” ki bu açıdan yaklaştığımızda; mizah duygusu, sorgulayan ve hayatın gerçekleri karşısında kuşku duyan insanlara has bir özellik olsa gerektir. Buradan hareketle şu sözün yanlış kabul edilemeyeceğini söyleyebiliriz ki esas olan kişisel haz ve doyumlar değil, bunun rafine ürünü olan ince bir mizah çizgisine sahip olabilmektir.

zeynep irge BAŞKAN / F11

12

KARAKUTU SAYI: 13


oyun ve kara mizah Kara mizah, normalde bizi en çok üzecek durumlara bile gülebilmenin bir yoludur. Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar adlı tek tiyatro eserinde ise fazlasıyla kullanılmaktadır. Türk aydınının kronik bunalımını [1] konu alan eserde bunalım havasını kara mizah yoluyla dağıtmıştır. [2] Atay’ın özellikle “Tutunamayanlar“ ve “Tehlikeli Oyunlar” eserlerinde de bu havayla karşılaşırız. Bu hava kitapları akıcı hale getirmiştir.. Kitapla bütünlenmiş bu mizahi dile örnekler kitapta nelerin eleştirildiğini, bu dilin neden kullanıldığını gösterecektir. Kitabın gerçeklikten en uzak, geçmişte kalmış karakteri olan Saadet Nine’nin bu özellikleri de kitapta kara mizah yoluyla anlatılmıştır. Saadet Nine üzerinden yenileşmekten uzak, Osmanlı’ya takılıp kalan kişiler komik bir şekilde eleştirilmiştir. Saadet Nine, Cemil Paşa’ya aşıktır ve onun geleceğini umar. Torunu Ümit ise sürekli Cemil Paşa’nın kılığına girerek anneannesini memnun eder. Saadet’in aklı her zaman Cemil Paşa’dadır. Cemile, Coşkun’a seslenirken Saadet “Kiminle konuşuyorsun? Cemil Paşayla mı?” (sf. 44) diye sormaktadır. Fakat Saadet’in bu geçmişe bağlılığı Cemil Paşa’ya olan aşkıyla kalmaz. Halifeliğin bile hala sürmekte olduğunu düşünmektedir: “Kitap tahkikati elbette. Yeni halifenin de Abdülhamit efendimiz gibi kitap okuyanlar yüzünden başı derde girmesin diye bu sefer tedbirli davranıyorlarmış. …” (sf. 15) Saadet Nine’nin bu sözlerine etrafındakilerin normal tepkiler vermeleri, ailesinin –Cemile dışında- bunu bir oyun haline getirip onun bunaklığıyla eğlenmeleri mizahi şekilde yansıtılmış, Saadet Nine’nin içinde bulunduğu durumu, bunalımlı havayı, dağıtmıştır. Cumhuriyetle gelen değişime geçmişte kalanların tepkileri de Saadet Nine’nin üzerinden gösterilmiştir. Cemil Paşanın kalpak yerine şapka giydiğini gören Saadet Nine şaşırır ve “Allah’tan başka bir değişme yok paşamızda.” (sf. 65) sözüyle tepkisini gösterir. Aynı zamanda Cemil Paşaya başkan denmesinden de hoşnut olmaz: “Başkan filan değil o, Cemil Paşamız bizim.” Burada da Saadet Nine’nin etrafında olanlardan habersiz olmasının, saflığının komikliği ile olay ele alınır. İkinci perdenin başlamasıyla Coşkun’un yabancı oyunlar yerine yerli oyunlar yazmaya başlamaya karar verdiği görülür. Saffet, Baltacı Mehmet Paşa’nın Hissiyatı Ruhiyesi’nden bahsetmeye başlar. Coşkun, çavuş karakterini duyduğunda aklına köylü şivesi gelir ve “Paşam sen bu garuyu essahtan seviyon mu?” repliğiyle taklit eder (sf. 58). Saffet paşanın taklidini yaparak “Ey neferi bihaber! Muharebeyi azamın bu şedit lahzasında bu denlu gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde ne halt ediyorsun?” diye sorar (sf. 58). Bu dil çavuşun şivesinden çok farklıdır fakat buna rağmen kendi şivesiyle paşaya cevap verir. Saffet: “Bu cahil nefer, paşanın sözlerini nasıl anladı?” diyerek çavuşun dili kullanma şekliyle dalga geçer. Burada yerel konuşma unsurları mizahi olarak algılanmıştır. Coşkun’un “yarı” aydın bir karakter olduğu da Coşkun’un konuşmalarında okuyucuyu güldürebilecek bir şekilde gösterilmiştir. Coşkun her ne kadar sanata meraklı olsa, aydın düşüncelere sahip olsa da bunlar tam değildir. Kitapta buna birçok örnek vardır. Bunlardan biri “…Bu oyunda, bir şairimizin çok yerinde olarak belirttikleri gibi, ne içindeyiz zamanın, KARAKUTU SAYI: 13

13


ne de tam dışında; ya da bunun gibi bir şey işte.” (sf. 59) demesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” adlı şiirini bilmektedir fakat tam olarak ne anlama geldiğini bilmez. “Bunun gibi bir şey” diyerek mizahi bir şekilde geçiştirir. Kitapta toplumdan farklı karakterler de kara mizah ile eleştirilmektedir. Sesi güzel olmasa da oyuncu oldukları için şarkıcılığa da yönelen ve genelde sesleri üzerinde oynamalar yapılarak albüm çıkaran kişiler de mizahi bir yolla eleştirilmiştir. Saffet, komşu kadına rol bulur ve düşündüğü rol eskiden şarkıcılık yapan biri üzerinedir. Komşu kadının sesinin güzel olmadığını söylemesi üzerine Saffet “Olsun. Önce filim artisti olursunuz o zaman, sesiniz hemen güzelleşir.” (sf. 70) diyerek dalga geçmiştir. Atay, “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı bu eserinde, burjuva aydınının halk ile arasındaki kopuk ilişkiyi yermesi, toplumsal meselelere eleştirisi söz konusudur. Saadet Nine’yle birlikte gerçeklikten kopukluğu, aklı geçmişte kalanları, Coşkun ile yarı aydınları, verilen örneklerdeki gibi yerel konuşma dillerini, toplumdaki farklı kişileri eğlenceli, mizahi bir yolla aktarmıştır. Atay’ın bu eserinde kara mizaha fazlasıyla yer vermesinin nedeninin zihinsel yükü azaltmak olduğu söylenebilir. Eser, yaşamımızla ilgili birçok soruna değindiği için fazlasıyla da düşündürür ve okuyucuyu huzursuz edebilecek düşünsel içeriği hazza dönüştürmüştür. [3]

melis SAVAŞ / 11 E

Kaynakça:

[1] Oyunlarla Yaşayanlar. https://tr.wikipedia.org/wiki/Oyunlarla_Ya%C5%9Fayanlar (12 Nisan 2017) [2] “Tehlikeli” Oyunlarla Yaşayanlar. http://www.arkakapak.com/genel/tehlikeli-oyunlarla-yasayanlar/ (12 Nisan 2017) [3] Gürbilek, Nurdan. Oyun ve Adalet. (15 Nisan 2017)

14

KARAKUTU SAYI: 13


bir yerlerde bordo bir palto var Babam bordo bir palto almıştı. Akşam eve geldiğinde bize heyecanla gösterdi. Annem ve ben kahkahalar eşliğinde ona bakıyorduk. İri, upuzun bir adamın bordo palto alması garibimize gitmiş ve bizi son derece güldürmüştü. “Neden gülüyorsunuz?” diye sorup durmuştu anlamaz gibi. Çocuktum o zamanlar bir de baktım herkes bir şeye gülüyor bende gülerdim hemen. Ablam geldi sonra; karşısında duran uzun sakallı, az evvel postallarını yeni çıkarmış adama baktı. Sonrasında o da gülmeye başladı. Sobalı evimizde hep gülerdik. Çay kaynardı gülerdik, annem yemek hazırlardı gülerdik, tüplü televizyonumuzda güzel bir espri duyar ona da gülerdik. Bir ara gülmez olduk. Annemin “Çetin hadi yemeğe!” deyişi bile sertleşmişti. O ses tonundaki buzlar erimedi bir türlü. Sonralarda babamda da aynısı olmaya başladı. Babam sevgisini çocuklarına son derece gösteren, hayatını onlara adayan bir adamken kendi kabuğuna çekildi. Her gece onu gizli gizli izlemeye başladım ben de. Bıraktığı sigaraya tekrar başlamıştı ve sabaha kadar uyumadan kahve içiyordu ya da adını sonradan öğrendiğim viski. O zamanlar bu kadar parayı nereden bulduğunu anlayamazdım. O küçük bir devlet okulunda çalışan öğretmendi. Annemi gündüzleri okuldan dönünce mutfakta ağlayarak görürdüm. Soğan doğradığını söyleyip on iki yaşındaki beni kandırırdı. Yüzümü avcunun arasına alıp saçlarımı okşardı. Daha sonrasında beni göğüs kafesine sokmak istercesine sıkıp sarılırdı. Her ne olursa olsun kimsenin kalbini kırmamam gerektiğini ve

mizah için dediler: Mizah yazarı ve komedyen Müjdat Gezen’den mizah ve muhalefet üzerine: Tabiatı itibarıyla mizah ve sanat muhaliftir. Mizah da sanatın edebiyat dalı olan bir branşı, kollarından biri olduğu için doğası itibarıyla muhaliftir. Başka bir şansı yoktur mizahın. Öteki methiyeciliğe girer. Eskiden Osmanlı’da ikiye ayrılırdı: yergiciler ile methiyeciler. Methiyeci padişahı, başvekili, sadrazamı över, torbayla altını alır gider. Öteki zem eder, yerer, eleştirir ve sonunda zindana gider. Şimdi de değişen bir şey yok. Mizah övmez, överse mizah olmaz.

1. http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-bir-araya-getiren-kitap-guldurme-beni-mizah-ustune-ciddi-soylesiler,346603

KARAKUTU SAYI: 13

15


çok güçlü bir erkek olmam gerektiğini söylerdi. Sanki dünyadaki en kutsal görev bana verilmiş gibi onu can kulağıyla dinlerdim ve her seferinde karşıma bir fırsat çıksa da annemin dediklerini uygulasam diye düşünürdüm. Bu tür konularda gerçekten hevesliydim. Bir gece birkaç cam kırıldı, sobamızın üzerindeki çaydanlık yere düştü ve ablam bana sarılıp kulaklarımı kapadı. Artık kulaklarım kapansın istemiyordum. Neler olduğunu öğrenmek isteyecek yaşa gelmiştim. Ablamın ellerini kulaklarımdan çektim ve sakince oturup olan biteni izledim. Film şeridi gibiydi. Babamın boğazındaki damarlar sanki ağzından çıkmak istiyorlardı. Annemin ise suratı nar dibiydi adeta. Yusyuvarlak suratı o an kıpkırmızı olmuştu. İlk defa bir korku seli alıp götürdü beni ve uzaklara fırlattı. Orada olmak istemedim ama oradan ayrılmak da istemedim. O an dökülen çaydanlık ya da kırılan birkaç cam parçası ailemin geleceğini belirleyecekti. Annemin kalbi kırılmıştı. Babamın ruhu yorgundu. Bu belliydi. Bunu görmek için hâlâ on küsür yaşlarında olmak gerekmezdi. Sonra babam bütün evrenlerin ötesinde, ölü galaksiler yöresinde bir yere kayboldu. Bordo paltosunu da alıp. Bir daha konuşmadık. Anılardan, annemin salonda sigara içtiğinde ona kızışından, çoraplarıyla uyumasından ve hatta o paltodan hiç konuşmadık. O da bize geri dönmedi. Konuşmasak bile içten içe hepimiz bekledik. Her zilde hepimiz kapının önüne toplandık ama hüsrana uğradık yine. … Adam sahte bir merakla sordu. “Beyefendi fikriniz nedir?” Son bir kez aynaya baktım. Üstümde nasıl göründüğüne dair bir fikrim olsun diye. Sonra yavaşça gülümsedim ve denediğimi bıraktım. “Çok teşekkür ederim fakat kalsın. Bir yerlerde bordo bir palto daha olmalı.”

ekin BALABAN / 10 C

16

KARAKUTU SAYI: 13


barış UYGUR özgeçmiş 1978 yılında Eskişehir’de doğdu. Cağaloğlu Anadolu Lisesi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema ve Bilgi Üniversitesi Tarih bölümünü bitirdi, Boğaziçi Üniversitesi Tarih yüksek lisans programında öğrenci ve Peyote Müzik’in kurucularından. 1996 yılından bu yana Pişmiş Kelle, Gırgır ve Alarm dergilerinde haftalık mizah yazıları yazdı. Halen Uykusuz dergisi yazı işleri müdürü ve aynı zamanda dergiye yazılarıyla da katkıda bulunuyor. Feriköy Mezarlığı’nda Randevu ve Cehennem Çiftliğinden Kaçış isimli iki polisiye romanı İletişim Yayınları tarafından yayınlandı, her iki kitap da Almanca’ya çevrildi.

söyleşi Genel olarak mizah dergilerine baktığınızda Türk mizahının nasıl bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorsunuz? Belirgin özellikleri neler? Türkiye’de özellikle dergi mizahı geride bıraktığımız yüz yılda giderek olgunlaştı ve kendisine has bir karakter edindi. Geçmişe bakarsak yer yer meseleleri yanlış ele alan; azınlıklara, sıradan olandan farklı insanlara acımasızlıkla yaklaşabilen bir dergi mizahı görebiliriz. Dergi mizahının olgunlaşmasına örnek olarak; Gırgır’ın; yayınlandığı ilk yıllarda anlamaya çalışmak yerine yoz olarak nitelendirdiği rock müziği, son yıllarında benimsemesini ve hatta bu müziğe sayfalarında ayırdığı yerle ülkedeki gelişimine de katkıda bulunmasını gösterebiliriz. Örneğin son on yılda cinsel yönelim, ırk, dil gibi konularda yapılan sadece farklılığı tiye alan espriler neredeyse yok oldu. Onun dışında, herhâlde çok hızlı tüketen bir toplum olduğumuz için bizim dergiciliğimiz daha yenilikçidir. Yeni bir format, dünyadaki muadillerine göre daha kısa süre yaşar. Bugün dünyadaki mizah dergileri ya da gazete mizah köşelerinde elli altmış yıldır değişmeden devam eden bant-tipler varken, bizde bunlar uzun ömürlü olmaz. İlk sebep üretim biçimidir: Dışarıda, belli bir bant-tip tutulup sevildikten sonra, bu tipin yaratıcısı kendi ekibini kurar; yazarlar ve çizerlerden oluşan kalabalık bir ekip sadece o bant-tip için üretim yapar. Bizde üretim süreci genellikle bireysel, nadiren de sadece iki kişilik ekiplerle yürütülür. KARAKUTU SAYI: 13

17


Ama ülkemizde yapılan dergi mizahını, diğer ülkelerden belirgin bir şekilde ayıran en önemli özellik biçimseldir. Almanya, Fransa gibi ülkelerde mizah dergilerindeki yazı/çizgi dengesi Türkiye’de tersine döner. Biz yazıdan çok çizgi ağırlıklı dergiler çıkartıyoruz. Yine haftalık dergi formatı da Türkiye dışında Fransa’da var; onun dışında mizah dergileri genellikle aylık, aylık oldukları için de güncel siyasetten biraz daha uzak çıkarlar. Mizah doğası gereği (belki) ötekileştirmeye karşı bir kalkan. “Türk mizahı her fırsatta ötekileştirmeden yakınırken kendisi en büyük ötekileştiricidir.” şeklinde düşünenler de var. Buna ne dersiniz peki? Muhtemelen evrenseldir ama Türkiye’deki mizahçıların hem işlerinde hem de günlük hayatlarında en acımasızca, hiç çekinmeden, hiçbir sınır tanımadan dalga geçtikleri, yerden yere vurdukları ve “darılır mı, kırılır mı?” diye hiç düşünmedikleri tek hedef öncelikle kendileridir. Mizahçı iğneyi değil çuvaldızı batırır kendine. Dikkatle incelerseniz, birkaç sayfası gündelik siyasetle ilgili eleştiriler getiren ve kamuoyunun izlediği kişilerle dalga geçen mizah dergilerinin kalan sayfaları hep yazarların, çizerlerin kendileriyle/kendilerine benzeyen insanlarla/ait oldukları sosyo-ekonomik sınıfla ilgilidir. Hemen her mizahçı, kendisine ayrılan köşede/sayfada en çok kendisiyle, kendisine benzeyenlerle, ait olduğu toplumsal grupla dalga geçer. Ama daha önce belirttiğim gibi “ötekileştirme” Türkiyedeki mizahçıların neyse ki uzun yıllar sonra ancak kurtulabildikleri bir tutum. Bunun örneklerini özellikle 40’lı 50’li yıllarda çıkan mizah dergilerinde görmek mümkün. Ama bugün için konuşursak, azınlığın çoğunluğu ya da mağdurun egemeni ötekileştirmesinin mümkün olmadığını düşündüğümden buna katılmadığımı söyleyebilirim. Tam da bu soruya ilintiyle Türk mizahı; içinde bulunduğu, üretildiği toplumun yaşadıkları nedeniyle kendini sürekli yineleyen bir mizah mıdır? Yani hep aynı konular etrafında mı mizah yapılıyor? Bunu mizah adına bir kısırlık olarak mı görmeliyiz yoksa zaten bir şeyler söyleme derdi olan mizah için en olağan hal midir, nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyasi mizah konusunda mizah dergilerinin kendilerini sürekli tekrarladığı düşünülebilir ama bunun öncelikli sebebi söz konusu mizahın konusunun kendisini tekrarlaması. Ama onun dışında arşive girip baktığımızda bugün internette, televizyonda “yeni” zannedilerek yapılan birçok şeyin daha önce yapılıp tüketildiğini görebiliriz. Örneğin son yıllarda internette hayli popüler olan, haber görünümlü mizahi metinler 70’li yıllarda Salata dergisinde Suavi Sualp ustamız tarafından yapılırdı. Elbette süreçlerin kısa parçalarını ele aldığımızda tekrarlar, benzerlikler görmek mümkün ama geri çekilip baktığımızda hemen her on yılda bir yenilenen, değişen bir mizah anlayışından söz edebiliriz. Bugünün mizah dergisi okuru on, yirmi yıl önceki dergileri karıştırdığında bugün okuduklarına bir hayli yabancı işler görecektir. Parodi mesela dergi mizahında neredeyse tamamen terk edilmiş bir formatken Gırgır’ın ağırlıkla parodiye dayandığı görülebilir. Bunun sebebi de basit: Tek 18

KARAKUTU SAYI: 13


kanallı televizyon Türkiye’sinde, herkes televizyonda aynı şeyi seyrettiğinden, bırakın sürekli bir TV programını, o hafta bir kereliğine yayınlanan bir filmin bile parodisi yapılırdı çünkü dergiyi çıkaranlar okurların neredeyse tamamının parodisi yapılan şeyi izlediğini bilirdi. Bugün ancak okurun büyük çoğunluğunun bildiğinden tam olarak emin olduğunuz şeylerin parodisi yapılabiliyor. Konu sınırlılıktan, kendini yinelemekten açılmışken mizah üreticisi roman, öykü gibi kurmaca metin oluşturmadığına göre onu sınırlayan, kendisi dışında bağlı olduğu “şey”ler midir? Toplumun değişmezleri çoğaldıkça mizahçı da sınırlanmayacak mı konu seçiminde? Mizahçıyı, arada bir basın kanununu saymazsak, kendisinden başka sınırlayacak hiçbir şey yok. Bilakis toplum yeni “değişmezler” yeni “dokunulmazlar” belirledikçe bu mizahçı için yeni konular anlamına gelir. Zaten her “değişmez” sanılan şey, doğal olarak kendi klişelerini de beraberinde getirir ve mizah bu klişelerden de beslenir. Mizah avcısı “şey”ler (olay, durum, kişi, kusur, absürt, komik...) karşısında nasıl reaksiyon gösterir? Algısı nasıl çalışır mizahçının? Her mizahçı farklı çalışsa da herhâlde en belirgin ortak özellik bilhassa kendisi de durumun içindeyse mizahçının yaşadıklarını, yaşarken bir malzeme hâline getirmesidir diyebiliriz. Katlanılması zor durumları nasıl anlatacağını düşünerek yaşayabilir. Tabii kendisi de olayın içinde yer aldığı ve bir noktadan sonra o olayı artık bir karikatür, yazı konusu olarak görmeye başladığı için o olayı da gerçekten malzeme olacak hâle ister istemez getirir. En sıkıcı devlet dairesindeki işleriniz sırasında bile gülümseyebilir böylece. Pek çok kişinin üzerinde birleştiği “mizah muhaliftir” söylemine siz de katılıyor musunuz? Neyin muhalifidir mizah? Bu bağlamda mizah dergilerinin işlevine bakışınız ne? Buna katılmam mümkün değil. Türkiye’de dergi mizahının muhalif olması şanslı bir tesadüftür. Kaldı ki bizde de 40’lı 50’li yıllarda alabildiğine hükümet taraftarı ve muhalefet karşıtı, yabancı düşmanı, ırkçı bir mizah da vardı. Yine geçmişe baktığımızda, mizahçılar arasında yaygın bir muhafazakarlık da görüyoruz. Hatta muhafazakarların arasından yeniliğe karşı mizahla yaklaşan pek çok ünlü mizahçı çıkmıştır. Bugün Türkiye’de dergi mizahı ağırlıkla muhalif bir kimliğe sahiptir. Ama bu “meslek öyle gerektirdiği” için değildir. Hiçbirimiz, diğer dergilerde çalışan arkadaşlarım da dahil, “mizahçı olduğumuz için muhalif” değiliz. Kaldı ki iktidardan yana mizah dergileri de mizahçılar da eskiden olduğu gibi şimdi de var. Seversiniz, sevmezsiniz ama varlıkları inkar edilemez. Yine önceki soruya ilintiyle mizah- siyasi erk ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

KARAKUTU SAYI: 13

19


Aslında bu tarihsel bir ilişki: Antik çağlardan orta çağa kadar saray soytarılarının görevi, sanılanın aksine kralı, imparatoru eğlendirmek değil. Bir saray soytarısı çoğunlukla o ülkede sınırsız konuşma özgürlüğü ve dokunulmazlığı olan tek kişidir. Bir krala karşı çıkmak zordur, maiyeti kendilerini kralın her söylediğine katılmak zorunda hisseder. Kralın söylediklerine, üstelik dalga geçerek karşı çıkmaksa soytarının görevidir. Kral soytarısını ne kadar dikkate alır kendi bileceği iştir ama etrafındaki herkes “Halk çok mutlu,” derken halkın gerçek durumunu öğrenmek ya da yaptıklarının nasıl eleştirilebileceğini görmek için soytarıdan başka kaynağı yoktur. Bu dokunulmazlık Roma Cumhuriyeti’nin imparatorluğa döndüğü yıllardan kalma bir gelenek. Augustus Octavius, kendisine yanlışlarını çekinmeden söyleyebilmesi için soytarısına dokunulmazlık vermişti, daha sonra orta çağa kadar da bu böyle devam etti. Bu dönem için bir tür erken ana muhalefet diyebiliriz saray soytarıları için. Doğuda bu tip bir soytarılık yok bildiğim kadarıyla, belki de o yüzden şaklabanla karıştırılarak bizde soytarı salt olumsuz bir anlamda kullanılıyor. Ama soytarının rolünü bu sefer halk edebiyatı, taşlamalar ve fıkralarla üstleniyor. Mizah çoğu araştırmacının ileri sürdüğü gibi, güçsüzün güçlüye karşı kullanabileceği ilk silah oluyor çünkü: Mültezim gelip malınıza zorla el koyuyor, köylüsünüz, yapacak bir şeyiniz yok, başlıyorsunuz mültezimle, mültezimin şahsında da dönemin iktidarıyla dalga geçmeye. Bunlar sarayın kulağına ne kadar gidiyordur kestirmek güç ama Tanzimat’ın hemen öncesinden itibaren Osmanlı’da da Saray, halkın ne söylediğini jurnallerle dinlemeye başlıyor; en azından o andan itibaren saray için de bir uyarıcı vazife görebileceklerini varsayabiliriz. Dolayısıyla bugün yalnızca basılı kaynakla ulaşmıyor okura mizah dergisi, sanal ortamda paylaşım buluyor. Böyle bir olanak mizah dergisinin kimliğini, işlevini nasıl etkiler? Bunun çok farklı katmanları var. Öncelikle espri, ne kadar spontaneyse o kadar başarılı olan bir şey. Bizim yaptığımız haftalık dergiler gündeme ancak birkaç gün geriden cevap verebildikleri için daha dezavantajlı durumdalar. Anlık espriler her zaman daha etkili olduğu için bizim dergi için daha fazla çalışmamız gerekiyor. Başarılı olduğumuz zaman da dergideki esprilerimiz internette sıkça kullanılan trüklere dönüşüyor zaten. Yayınladığımız bir karikatür aylar yıllar sonra mevcut bir duruma uygun düşünce tekrar dolaşıma giriveriyor. Ama son tahlilde mizah dergileri, bağımsız oldukları ve reklam da almadıkları için yaşamak, ayakta kalmak için geleneksel yöntemle okuyucuya ulaşmak zorunda. Gazete, dergi okuma alışkanlığının ve hatta gazete bayilerinin sayısının bile azalması bizi açıkçası zorluyor. Çalıştığım diğer dergilerden biliyorum ki internet üzerinden, aplikasyon aracılığıyla sunulan dergilere de hemen hiç kimse abone olmuyor. Bu uzun vadede bizi nasıl etkiler kestirmek güç. Basılı dergiye reklam almak hâlâ aklımıza yatmayan bir konu ama belki hiç istemesek de internette reklam alarak yayın yapmakzorunda kalabiliriz. 20

KARAKUTU SAYI: 13


barış uygur seçkisi: BARIŞ UYGUR’DAN EMPERYALİZMİ KAHREDECEK PLAN

Geçen hafta, Yunan halkıyla dayanaşalım, zaten 10 milyonlar, gelsinler beraber yaşayalım demiştim. Size de geldi mi bilmiyorum, Aleko ve ailesi geldiler bir haftadır evdeler. Ben onu lafın gelişi söylemiştim, mecaz yapmıştım ama olsun. Aleko bana topluca karar alıp ülkece geldiklerini söyledi. Elveda Lenin filmindeki gibi. Dergiye de gidemedim daha ama diğer arkadaşlara da misafirleri gelmiştir herhalde. Hadi hayırlı olsun diyeceğim ama birinin beni çok fena makaraya almasından korkuyorum. Zaten Aleko da maşallah su gibi Türkçe konuşuyor. Dur bakalım yazı yazayım, dergiye gideyim de anlarız. Bu gazla başımın tacı Libya halkına da seslenmek isterim. Sevgili Libyalılar, anlaşılan o ki bir deli diktatör gitse de yerine bir başkası gelecek, oralarda petrol çıktıkça çileniz bitmeyecek. Bakın bizde petrol yok, gül gibi yaşayıp gidiyoruz. En azından çok çok birbirimizi boğazlamıyoruz, dışarıdan birbirimizi boğazlatmaya adam ithal etmiyoruz. Şimdi söyleyeceklerimi kulaktan kulağa yayın, öyle internetten yazmayın, yerin kulağı var. Bu kopiller petrol için sıkıyor değil mi sizin ümüğünüzü? Kalkın gelin abi? Sizi de saydım, toplamda 6 milyonsunuz, gelin komple, bizim memlekette toprak bol, açıkta kalmazsınız. İşte emperyalizmi kahredecek plan bu. Ha diyeceksiniz ki emperyalizim niye kahrolsun, gelir emer petrolü. Bırakın emsinler abicim, siz bu neft yağının ilaç için bir halka faydası olduğunu gördünüz mü? Bu planı diğer OPEC halklarına da yayalım, komple boşaltalım o arazileri. Bunlar önce sevinir ama sonra şapa otururlar. Bir kere çalıştıracak adam bulamazlar. Kim çıkartacak petrolü? Komşu ülkelere de söyleriz, ağlayanın malı gülene yar olmaz deriz, onları da ikna ettik mi dünya bizimdir. KARAKUTU SAYI: 13

21


Bu açıkgözlüler petrole çöreklenip önce sevinecekler, sonra bir şekilde petrol çıkartsalar bile ne olacak? Aynen sizin ülkeye dönecekler. Yok Hans daha az pay aldım diye hır çıkaracak, yok Pierre sopa yiyip Michael’a koşacak, Michael İgor’a klafa tutacağım diye sesini yükseltecek derken seyreyleyin gümbürtüyü. Bakın ciddi söylüyorum, he diyin dünyayı dize getirin. Bu arada Kaddafi’yi ölüm gibi gösterip sıtmaya razı etmeye kalkanlar var. Neymiş, Kaddafi deliymiş, çılgın döktatörmüş. Hayır, kalkıp “Bahreyn’de de döktatörler var” falan demeyeceğim. Bu dünya Sarkozy, Berlusconi denen adamlardan daha soytarısını gördü mü be? Biri çingene kardeşlerimi sınır dışı eder, yalan, riya hepsi onda; berikinin uçkurundan başka bir şey düşündüğü yok, punduna gelirse benim üstüme çıkacak, Calligula gibi bir şey oldu çıktı, bir atını konsül seçtirmediği kaldı yahu. Onlar akıllı Kaddafi deli öyle mi? Akıl Fikir Ofisi, Barış Uygur, Uykusuz 2011/13 Kuantum Çağı Yıllardır içinde bulunduğumuz çağın atom çağı, uzay çağı olduğunu falan düşündük. Ama 2000’lere yaklaştıkça çağ üzerine çağ yaşadık. Bilgisayar çağı 1980’lerde telaffuz edilmeye başlandı, sonra niyeyse ve artık farkı neyse bilişim çağı oldu şu oldu bu oldu, çağ içinde kaldık. Geriye dönüp baktıkça Orta Çağ, Yeni Çağ falan yüzlerce yıl sürerken bizim her on beş günde yeni bir çağa girmemizde bir sorun vardı olmasına ama elbette ne orta çağda olan orta çağda olduğunu biliyordu yaşarken, ne de ilk çağda olan. Neticede bu dönemleştirme, periyotlara ayırma işini on dokuzuncu yüzyılda falan yapmaya başladık herhâlde. Zaten ne varsa on dokuzuncu yüzyılda var anacağım. Her neyse, uzay çağı, atom çağı, buharlı pres ütü çağını falan bilmem ama geri çekilip baktığımız zaman içinde bulunduğumuz son yirmi otuz yıl kuantum çağı olacak gibime geliyor. Kuantum, yani artık İngilizce yazılışı kullanıldığı için Quantum, dergimizin fizik işleri daire başkanı Ömer’den öğrendiğim kadarıyla bir şekilde ne öyle ne böyle ama bir yandan da hem öyle hem böyle olma hâli. Normalde mesela bir veri ya 0 ya da 1 oluyormuş da, kuantumda o veri “hem 0 hem 1” ayrıca da “ne 0 ne 1” oluyormuş. Ömer böyle şeyler anlatınca ben otomatikman Binali Yıldırım’a bağlayıp, meseleye “Fazla kurcalarsan sıyırırsın,” bağlamında yaklaşıyorum ama yine de bu kadarını anladım. E peki bu çağ neden kuantum çağı? Kuantum çağı çünkü bilhassa 80’lerle birlikte “Dünya küçüldü, mesafeler kısaldı, iletişimhızlandı” geyiği dört bir yanımızda yankılandı durdu ama olana baktığımız zaman dünya küçüldükçe büyüdü, mesafeler kısaldıkça uzadı, iletişim hızlandıkça bırakın yavaşlamayı komple yok oldu. Wallerstein kitaplarının arka kapağını okuyarak merkez çevre analizi yapan arkadaşlarımızın kullandığı tabirlerle, çevre merkeze yaklaştıkça, çevre ve merkez arasındaki farklar daha da arttı:

22

KARAKUTU SAYI: 13


Çevre olduğundan da çevre olmaya, merkez de haddinden fazla merkezmiş gibi davranmaya başladı. Zannediyorlardı ki Hındıklı köyündeki adam mesafeler kısalınca daha sık İstanbul’a gelecek, hem o biraz İstanbullu olacak hem İstanbul’a Hındıklı katacak. Ama pratikte, Hındıklı’dan gelen adam, İstanbul’a Hındıklı katmaya değil, İstanbul’un üzerine Hındıklı dökmeye kalktı, “Bana her yer Hındıklı,” diye ortalıkta dört döndü. Ama işte, her yer Hındıklı olmadığı için, Hındıklılı Hındıklılığına daha da bir dört elle sarıldı, kendisine olandan daha keskin bir kimlik inşa etti. Hındıklıdan Hındıklılı bir adam oldu. Tamam bu biraz karışık oldu ve aziz Hındıklılı arkadaşlarımız alınmasın, onların da bunda bir kabahati yok. Kuantum etkisini daha net görebileceğimiz alan bilgi ve iletişim teknolojileri oldu. Evet, internetti, zinternetti bilginin dolaşımını kolaylaştırdı, artık insan oturduğu yerden bilgisayarla herhangi bir konu hakkındaki makalelere, uzman görüşlerine, akademik yayınlara, zamanında pek kıymetli olan verilere ulaşabilmeye başladı. Hocalarımdan birinin vaktiyle bir dergide yayınlanan bir makaleyi okuyabilmek için kalkıp Almanya’ya gitmek zorunda kaldığını biliyorum mesela. Şimdi aynı makaleye iki dakika içinde ulaşabiliyor. Ha ama bu kolaylıkta dikkat ettiyseniz bilgi şekil değiştirmedi, çünkü ulaşılan şey kolay da olsa, zor da olsa, Balkan ve Yakın Doğu Araştırmaları dergisinin bir sayısındaki 25 sayfalık makâle. Uçağa atlayıp Münih’te bir kütüphanede fotokopisini çektirsen de 25 sayfa, internet sayfasını bulup pdf’ini indirsen de 25 sayfa. E hâl böyleyken “Ya bu kitap kalınmış, filmini çeksinler izlerim, böylece bir fikrim olmuş olur,” adamları bilgiye bu kadar kolay ulaşabiliyorken, o bilginin hâlâ 25 sayfa olmasına (ve üstelik bilginin de sadece küçük bir parçasından ibaret kalarak, insanı bilginin devamı için yirmi otuz tane başka 25 sayfalara yönlendirmesine) pek gelemediler. Sağolsun onlar için de wikipedia çıktı, açtılar wikipedia’dan okudular. Ha bir yandan da benim gibi adam olana çok bile, çünkü wikipedia’daki makaleyi okumaya da erinenler hiç çekinmeden merak ettiklerini donanımhaber forumunda “Yav arkadaşlar neydi bu Franz Ferdinand’ın olayı?” diye açtıkları başlıklara verilen “Kanka bu veliahtmış, vurmuşlar kerkenezi, o da zaten avcıymış, fil vuruyormuş, iyi olmuş,” netliğinde cevaplardan öğrendiler. [Vinyet: Memo’nun uykusuz’a gönderdiği görsel, ALTINA: “Ersin’in bu sözünü duymuş muydunuz? Ben de duymamıştım. Ersin bile duymamış hatta.] İnanır mısınız ben bir atari oyunu forumunda “Arkadaşlar tanzimatın getirdiği yenilikler nelerdir?” diye soru soran adam gördüm. Peki insanlar soruyu sorana “Arkadaşım bunun yeri burası değil,” ya da “Bak bu konuyu şu kitapta bulabilirsin,” mi demiş? Hayır. Akıllarında kaldığınca, yalan yanlış, abuk subuk cevap yetiştirmişler. Cevaplara bakıyorum, kimisi birinci kimisi ikinci meşrutiyetin ve hatta kimisi cumhuriyetin ilanının getirdiği yenilikler ama ne gam. E böylece bir yandan “bilgi özgürce yayılıyor” derken aynı zamanda cehalet de özgürce yayılmaya başladı. Facebook iletilerinde sadece bir yazarın fotoğrafının üzerine photoshop’la o adama ait olmayan uydurma bir laf yazıldığı için o yazarın o lafı söylediğine iman etmek derecesinde inanan insanlar da bunun göstergesi. KARAKUTU SAYI: 13

23


Son olarak kuantum kavramının kendisi de kuantum çağına uygun olarak hem fizik bilimine ait bir fenomen hem de aynı zamanda televizyonda gündüz kuşağı çıkan şarlatanların dillerinden düşüremediği yeni bir soytarılık türü. Tabii bizim uzun süredir içinde bulunduğumuz bu 0 ve 1’lerle aynı anda yaşama durumuna ecnebi yeni uyandığı için bu senenin kelimesi olarak Almanca ve İngilizce’de “gerçek-sonrası/post-gerçek” seçildi. Halbuki biz uzun süredir onlar da bundan itibaren bildiğin kuantum çağına girdik, mesele bu. Duyduğunuz konuşmanın bir anda montaj, izlediğiniz görüntünün bir anda görüntü efekti olabildiği; ülkenin en büyük düşmanının aynı anda dost, en büyük dostunun da düşman olabildiği, koskocaman bir Schrödinger’in kedisine dönüştük. Bu yüzden gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki 2017 çok güzel geçecek arkadaşlar. Yeter ki açtırmayın Schrödinger’in kutusunu, söyletmeyin kedinin durumunu. Akıl Fikir Ofisi 247 Geçtiğimiz hafta, panel için bir üniversiteye davet edildim. Şimdiye dek bu tür davetler aldığımda şehir dışında oluyordum ve bir türlü gidemiyordum. O yüzden bu kez hemen kabul ettim. Artık panellere, konferanslara çağrılan bir adamdım ve kapattığım telefonun ahizesi yuvasına yerleştiğinde bu kutlu haberi vermek için sevinçle dergiden çıkmıştım bile. Aslında kürsüye çıkıp bir alay insanın önünde önemli bir adammışım gibi konuşmaktan utanıyor ve bir süre sonra salondan “Ya sen kimsin be arkadaşım,” gibi protestolara maruz kalmaktan korkuyordum ama yine de gidecektim işte. Eve koşarken yolda Alpaslan’la Feridun Abi’ye rastladım. Nereye koştuğumu sordular, “Bir üniversiteden konuşmamı istediler,” dedim. Alpaslan “E sen konuşmuyorsun, koşuyorsun,” dedi. Soluklanıp havamı da atarak işin aslını anlattım. İkisi de tebrik etti. Evde karım “Ne konudaymış panel?” diye sordu. Bilmiyordum. “Türkiye’de mizah, demokrasi falan,” diye geçiştirdim. “E sen ne anlarsın ki demokrasiden?” deyince biraz kırıldım ama belli etmedim. Sonraki günler kime rastladıysam panelden bahsettim. Her sohbete “Benim de cumartesi işim var,” “Tüh haftaya KimKiO konserine de gelemeyeceğim,” “Hay allah benim de konuşma hazırlamam lazımdı,” diye başlayarak karşımdakilerin “Ne işin var cumartesi?” gibi sorular sormasını sağlamaya çalıştım, soran olunca da yine kasım kasım kasılarak anlattım. Panelin düzenleneceği salona geldiğimde başlama saatine on dakika vardı. Salonun kapısında, üzerinde “Barış Uygur” yazılı bir karton tutan arkadaşın yanına gidip “Merhaba,” dedim. Çocuk istifini bozmadan “Merhaba,” dedi. Aslında medeni bir ilişki içerisinde normal tabii. “Çok geç kalmadım değil mi?” diye sordum çocuğa, hani “O beklediğin benim,” dercesine. “Az kaldı, geçin içeri,” dedi. Sonunda “Ben Barış Uygur,” demek zorunda kaldım. 24

KARAKUTU SAYI: 13


Çocuk beni şöyle bir süzdü ve pek inanmamış bir şekilde “Ee, biz de sizi bekliyorduk,” dedi. O önde, ben arkada salonun kulisine gittik, bana sahneye çıkacağım merdivenleri gösterdi ve ayrıldı. Sahneye çıkarken gözüm diğer konuşmacılara takıldı, hiçbirini tanımıyordum. Otururken, yan gözle isim kartlarına baktım. Bir adet doçent doktor, iki öğretim görevlisi. Diğer adamın sadece ismini yazmışlardı, dolayısıyla onun da bir duayen olduğunu varsaydım. Önümdeki mikrofonu düzelttim ve mikrofonun başlığına “tok tok” diye vururken ağzımla da “se se” diye sesler çıkardım. Mikrofon çalışıyordu. Gerçi ağzımla ses çıkarmadan da bunu anlayabilirdim ve salondaki bir iki gülüşmeyi görünce “se se” diye ses çıkardığıma pişman oldum doğrusu. Diğer panelistlere başımla selam verdim. Yanımda oturan duayen, babacan bir edayla enseme şap şap diye iki kere vurdu. İçinde bulunduğumuz durum için biraz uygunsuz geldi ama duayen haddinden iri bir adam olduğu için bu iki şaplağı görmezden geldim. Hepimizin ortasında oturan doçent doktor titrine sahip kişi, toplantıya katıldıkları için herkese teşekkür ederek söze başladı. “Arkadaşlar, programımız şu şekilde olacak. Tamer Hocanız, Sıfır-bir tam sayılı doğrusal programlama ve güreşçi beslenmesi konusunda konuşacak. Kadir Hocanız, Karakucak güreşçilerin fizyolojik özelliklerinin yetenek seçimindeki etkisi adlı çalışmasını bizimle paylaşacak. Ama ondan önce eski milli güreşçimiz Sami Bey ve aramıza yeni katılan arkadaşımız Barış Uygur güreş dünyamızın sorunlarını dile getirecek. Madem su büyüğün, söz küçüğün demişler, 21 yaş erkekler Karakucak şampiyonu Barış Uygur’u dinleyelim.” Bir süre boş gözlerle bakarak adamın söylediklerini kafamda evirdim, çevirdim; bir yere oturtmaya çalıştım. Moderatör şaka yapıyor olamazdı çünkü tek bir öğrencisi bile gülmediğine göre, komik bir şey söylememişti. En azından, biraz kassa 21 yaşında çocuğu olabilecek bir adamı 21 yaşında diye sunmasına gülerlerdi. Gerçekten 21 yaşında olsam, Amerika’da barda bir içki bile söyleyemeyecek, iki kadeh atmak için günübirlik Meksika’ya gidecektim. Amerika’da olmadığım için bir an mutlu oldum ama zaten 21 yaşında da olmadığım geldi aklıma. Aklımdan bu düşünceler geçerken birden bire, kendimi google’da arattığımda ilk sayfada çıkan ve benimle aynı ismi taşıyan Erzurumlu güreşçi Barış Uygur’u hatırladım. Başarılarla dolu güreş hayatını anlatan linkler tekrar tekrar gözümün önünde belirdi. Panelden önce yanımdaki duayenin çektiği el ensenin esbabı mucibesi ortaya çıkmıştı. Kekeleyerek teşekkür ettim ve konuşmama başladım. Neredeyse trans halinde Karakucak güreşinin sorunlarını, ilginin yetersizliğini, devletin daha fazla destek vermesi gerektiğini ve genç sporcuların tesis eksikliği yüzünden çektiği sıkıntıları anlattım. Karakucak nasıl bir güreş biçimidir bilmediğim için fazla detaya girmek istemiyordum. Hepi topu beş dakika konuşmuş ancak kan ter içinde kalmıştım. Öyle ki, biraz önce zorlu bir Karakucak müsabakasından çıktığımı söylesem kimse şaşırmazdı. Resmen beş dakikalık konuşmamda beş kilo vermiştim. KARAKUTU SAYI: 13

25


Federasyona ayrılan ödeneğin artırılması gerektiğini falan geveledikten sonra saygılı bir ifadeyle “Tabii bu sorunları daha net bir şekilde dile getirecek olan değerli büyüğümüz Sami Bey’dir, ben de yaşça küçük olarak söze ilk başlamış olabilirim ama sözün çoğunu da büyüklere bırakmak gerektiğini düşünüyorum,” dedim. Cılız bir alkışın arkasından söz alan Sami Bey üç aşağı beş yukarı benim söylediklerimi tekrar etti ama onun konuşması yarım saat sürdü. Moderatör, Sami Bey’in konuşması bitince salondakilerin sorusu olup olmadığını sordu. Sami Bey’e, Bulgar güreşçiyi nasıl yendiğini, Moldavyalı güreşçinin nasıl olup da elinden kurtulduğunu falan sordular. Sadece bir kişi bana “Neden Karakucak?” diye sordu. “Kendimi en iyi bu yolla ifade edebildiğim için,” diye geçiştirdim. Daha sonra Tamer Hoca Sıfır-bir tam sayılı doğrusal programlamanın beslenmedeki önemini anlatmaya başladı. Onun konuşması bir buçuk, Karakucak güreşçileri hakkında sunum yapan Kadir Hoca’nın konuşması yarım saat sürdü. Panel bitince salondan koşar adım çıkıp ilk bulduğum taksiyle eve döndüm. Evde karım panelin nasıl geçtiğini sordu, sonra bir adım geri çekilip beni baştan aşağı süzdü: “Kilo mu verdin sen?” “Biraz,” diye cevap verdim. “E spor da yapmıyorsun ne zamandır?” Gülümseyerek “Sen öyle san,” dedim, “Karakucak’ta şampiyonluğum bile var.”

26

KARAKUTU SAYI: 13


balat’ın ara sokakları Kar yavaştan atıştırmaya başlamıştı. İstanbul’un üstü narin, beyaz bir örtüyle kaplanıyordu an be an. Sokaklar boşalmaya başlamıştı, insanlar evlerine ulaşmanın türlü yollarını arıyorlardı. Otobüsler, vapurlar, metrolar tıklım tıklım, soğuk ve ıslaktı. Herkesin aceleci tavırları sokaklarda yaşayan insanları daha da paniğe sürüklüyordu çünkü onların gidecek bir evleri veya herhangi bir yolları yoktu. Yaşadıkları sokaklardan geçen insanlar olmasa belki de varlıklarını fark edecek tek bir canlı bile yoktu koca İstanbul›da. Balat’ın ara sokaklarında yaşayan her evsiz, oranın bir sakini olurdu. Her ne kadar dört duvar evleri olmasa da sokak onları kabul etmişti. Ne kira isterdi, ne de başka para. Daha büyük bedeller dışında. Atgeçmez Sokak’ta mavi ahşap binanın altındaki merdivenler Deli Salim’in yeriydi. Terk edilmiş emlakçı ise Kedili Bediş’in kedileriyle yaşadığı yerdi. İstifçi Selma sokaktaki en dayanılmaz evsizdi. Herkesin eşyalarını kaçırıp bozuk tekerlekli, üstünü iplerle süslediği market arabasına koyar ve aldı mı bir daha geri vermezdi. Selma’nın yeri de eczanenin arkasıydı. Geniş ve boştu, tam Selma’ya göreydi. Hasan, Atgeçmez Sokak’ının en eskisiydi. Yaklaşık on beş yıldır burada yaşıyordu. Kimseye bir zararı yoktu; kendi halinde yaşayıp gidiyordu. Fakat sokağın diğer bireyleri gibi onun bir takma adı yoktu. Geçmişinden gelen hikâyesini kimseye anlatmamıştı, anlatmazdı da. Kimseyle konuşmaz, ağzını bıçak açmazdı. İki bina arasındaki boş arsaya kurduğu çadırda yaşardı ve kimsenin oraya girme izni yoktu. Hatta, kimsenin onunla konuşma izni bile yoktu. Deli Salim bunun cefasını ilk zamanlar çok çekmişti. Deli Salim çok konuşkandı, aklına ne gelirse söylerdi. Aynı zamanda çok da dürüsttü. Hasan’dan sonra bu sokakta yaşamaya başlayan ilk kişiydi. O zamanlar sokakta onu dinleyebilecek tek kişi Hasan’dı. Hasan henüz kendini insanlara kapatmamıştı. Evet, yine konuşmuyordu, ama dinliyordu. Salim her gün Hasan’ın yanındaydı. Kendi hikâyesini çoktan anlatmıştı; ailesinin onu deli olduğunu düşündükleri için kliniğe kapattıklarını, orada nasıl işkenceler çektiğini ve nasıl kaçmayı başardığını. Ama Salim ne kadar uğraştıysa da Hasan’ın hikâyesini bir türlü öğrenememişti. Aylarca sormuş, tahminler yürütmüştü. Söylentiye göre, bir gün yine Salim Hasan’la oturmuş hikâyesi hakkında tahmin yürütüyordu. Hasan’ın hikâyesini çok karanlık olduğu için anlatmadığına emindi. Sadece ne olduğunu merak ediyordu. Tam gaz konuşmaya başlamıştı, tahminleri havada uçuşuyordu. Hasan karşısındaki taburede oturmuş meraklı gözlerle ona bakıyordu. Salim konuşmaya devam ederken aradan bir cümle gözlerindeki merakı öfkeye dönüştürmüştü. Taburesinden fırlayıp Salim’in boğazına yapıştı. …Atgeçmez Sokak, Balat’ın en eski ve değişik isimli sokağıydı. Adından da anlaşıldığı gibi at geçmeyecek kadar dardı. Arnavut kaldırımlı yolları, boş, kırık dökük, ahşap ve kiremit çatılı evleriyle sokak evsizler için yaşamaya uygun bir yerdi. Sokağın yeni misafiri, sürmeli KARAKUTU SAYI: 13

27


gözleri cam mavisi, bakışları keskin, başındaki griye çalan eşarbıyla genç bir Afgan kızdı. Adını sokak ahalisinden henüz bilen kimse yoktu. Bu sokaktaki ilk günüydü. Bu gizemli kızla ilk tanışmak isteyen İstifçi Selma’ydı. Kızın buz mavisi gözlerine uzun uzun baktı. İyi olup olmadığını sordu. Kız başını hafifçe, evet dercesine salladı. Ağzı o kadar kuruydu ki konuşabilecek halde değildi. Selma durumu fark edip market arabasına uzandı. Kıza plastik şişelerde sakladığı sularından bir tanesini uzattı. Kız tüm suyu tek nefeste bitirdi. Selma kıza, adını, nereden geldiğini, bu genç yaşında sokaklarda ne aradığını sordu. Kız adının Zahida olduğunu ve Afgan olduğunu söyledi. On yaşındayken Afganistan’dan ailesiyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldıklarını ama ailesinin zorla farklı bakım evlerine yerleştirildiğini, iki hafta önce de yaşadığı bakım evinden on sekiz yaşını doldurduğu için gönderildiğini anlattı. Ne ailesine ulaşabiliyordu ne de cebinde beş kuruş parası vardı. Zavallı kızı bu halde sokağa atmışlardı. Selma, Zahida’yı dinledi fakat dinlerken kızın arkasında, yerde duran küçük parlak metal parçası daha çok ilgisini çekti. Yavaş adımlarla parlak metale doğru ilerlemeye başladı. Yerden aldı, üzeri birkaç saat önce yağmış kar yüzünden hala ıslaktı. Parmakları kesik olan eldivenini elinden çıkardı ve metali sildi. Küçük parlak metal, aslında bir kolyeydi. Kolyeyi evirdi çevirdi. Görünüşe göre hoşuna gitmişti. Zahida’nın onu beklemesini umursamadan market arabasına doğru koştu. Kirli bez torbasını çıkardı, kolyeyi içine koydu. Sonra da döndü gitti. Zahida bu gidişe bir anlam veremedi. Bu garip görünümlü kadına verdiği su için teşekkür bile edememişti. Nereye gideceğini bilmiyordu, etrafa bakınmaya başladı. Kafasını kaldırdığında Atgeçmez Sokak yazan bir tabela gördü. Sokağa girdi, yürümeye başladı. Kar yeniden yağmaya başlamıştı, bu sefer daha sertti. İnsanın yüzünü acıtan bir soğuk vardı. Zahida başındaki eşarbı suratına doğru indirdi, ağzını ve burnunu kapattı ama hala cam mavisi gözleri görünüyordu. Soğuktan ve kardan korunmak için kapalı bir yere ihtiyacı vardı. Yolun ilerisinde, sol tarafında mavi ahşap bir ev gördü. Evin merdivenleri uzun ve korunaklı görünüyordu. Çok üşümüştü, hızla hedefine doğru ilerledi. Evin önüne gelince merdivenin basamaklarını çıkmaya başladı. En üstüne kadar çıktı, kar buraya ulaşamıyordu. Basamağa oturdu, etrafı incelemeye karşısındaki evlere bakmaya başladı. Sokakta en ufak bir yaşam belirtisi yoktu. Evlerden çıt dahi çıkmıyordu. Binalar kar yağmasına tepkili gibilerdi. Bacalarından çıkan duman var olduklarını ve soğuğu istemediklerini söylüyor gibiydi. Zahida bu düşüncelerle etrafa bakınırken merdivenin asıl sahibi Deli Salim geldi. Misafir beklemiyordu, zaten misafiri olabilecek kimseyi de tanımıyordu. Temkinli adımlarla merdivenleri çıktı. Kızın yüzüne şaşkın bir ifadeyle baktı. Zahida bu komik görünümlü adama gülümsedi, onu çok tatlı bulmuştu. Salim ıslak saçları ve kırmızı burnuyla oldukça komik görünüyordu. Bir anda sessizliği bozarak bağırmaya başladı: -Benim evimde ne arıyorsun? Kalk hemen! Bütün düzenimi bozdun! Eşyalarımın üzerine oturma! Hemen kalk! Git buradan! Zahida bu bağırışla irkildi, böyle bir tepki beklemiyordu. Ayrıca, hangi eşyaları bozmuştu, neden bu kadar sinirlenmişti? Aceleyle merdivenlerden aşağıya indi. Arkasına dönüp bak28

KARAKUTU SAYI: 13


tığında Salim basamaklardan birine oturmuş, havada eşyalar varmış gibi düzenlemeye çalışıyordu. Salim çok mutsuz ve huysuz görünüyordu. Zahida’ya yeniden bağırdı: -Bak, gördün mü eşyalarıma ne yaptığını? Hepsini ezmişsin, kırmışsın. Oysaki Zahida hiçbir şey yapmamıştı. Sadece karın acımasız soğuğundan korunmaya çalışıyordu. Buradan da kovulmuştu. Havanın kararmasıyla birlikte, kar da şiddetini arttırmıştı. Sokak lambaları tek tek yanmaya, sokaktaki tek tük insanlar da kaybolmaya başlamıştı. Zahida’nın gücü tükeniyordu, kara yenik düşmek üzereydi. Yolun sonunda iki boş apartman arasındaki araziyi gördü. Orada kalabileceğini düşünerek son gücüyle oraya ilerledi. Rüzgâr ve karın birleşmesi onun için hayra alamet değildi. Gücünü bitirmeye çalışan iki kötü ruh gibi üzerinde dolanıyor, onun yürümesine engel oluyordu. İlk binayı geçti, daha fazla dayanamadı ve boş arazinin girişindeki çitlerin dibine yığıldı. Zahida’nın düşüş sesini Hasan duydu. İlk başta korktu çünkü kimse onun arazisine giremezdi, bu kim olabilirdi ki? Çadırının dışına çıktı. Gözüne ilk kestirdiği odun parçasını eline aldı. Etrafı, kar ve rüzgârın oluşturduğu pusudan dolayı çok iyi göremiyordu. Yavaşça yürümeye başladı, etrafı kolaçan etti. Kimse yoktu. Belki sokağa kaçmıştır diye arazinin girişine doğru ilerledi, dışarı çıktı, sağına soluna bakındı. Kimse yoktu. Tam geri dönerken ayağı bir şeye değdi. Olduğu yerde sıçradı. Değdiği şeyin bir kızın kolu olduğunu anlayınca daha da panikledi. Kız hareket etmiyordu. Ölmüş müydü yoksa? Yere eğildi, Zahida’nın yanına oturdu. Bir süre kızı izledi. Nefes aldığını görünce rahatladı. Ama şimdi ne yapacaktı? Onu böylece bırakıp gidemezdi. Bu soğukta ölürdü yoksa. Ama götürebilecek bir evi de yoktu, sadece derme çatma bir çadırı vardı. Kızı kaldırıp çadıra götürdü. Çadırın kapısının hemen yanına ateş yaktı, kızı da kapıya doğru yatırdı ki üşümesin. Hasan da karşısındaki sandalyeye oturdu, kızın uyanmasını bekledi. Bir süre sonra Zahida kımıldamaya, mırıldanmaya başladı. Hasan tam uyumak üzereydi ki Zahida’nın sesini duydu. Zıplayarak yerinden kalktı ve kızın yanına gitti. Zahida, gözlerini hafifçe aralayabilecek kadar güç toplamıştı. İlk olarak Hasan’a baktı, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Hasan, uzun yumak gibi saçları ve kirli sakalı olan 40 yaşlarında bir adamdı. Zahida: -Beni kovdular. Beni istemediler. Beni kovdular! Diye sayıklamaya başladı. Durmadan, beni kovdular, diyordu. Hasan kızı sakinleştiremiyordu bir türlü çünkü bu acının nasıl bir şey olduğunu biliyordu: ne kadar gurur kırıcı, ne kadar aşağılayıcı. Kovulmak, onu sokaklara düşüren sebepti. Bu halde olmasının, kimseyle konuşmamasının sebebiydi. Hem de hiçbir suçu yokken kovulmak. Bu düşünceler Hasan’ın yeniden kendini kaybetmesine sebep oldu. Tıpkı Deli Salim’le konuşurken olduğu gibi. Tıpkı gözünün dönüp Salim’in boğazına yapıştığı günkü gibi. Zahida’nın cam mavisi gözleri korkuyla parladı...

mercan ULUDAĞ / 10 B KARAKUTU SAYI: 13

29


suskun Ben yaralıyım, onun başı öne eğik. İnce bıyığımı tarıyor yavaşça, yavrum sen neden suskunsun? Karnımdan kan sızıyor, sargı bezi kırmızıya dönerken yavrucuğum telaşlanıyor. Bırakıyor tarağı, bırakıyor bıyığı. Telaşlı, yeni bir bez getiriyor. Ben onun ellerine gülüyorum, gözlerine gülüyorum. Elleri telaşlı, gözleri telaşlı. Başı hala öne eğik, asla gözlerime bakmıyor. Yavrucuğumun elleri belimde geziniyor; yara umurumda değil. Onu görünce kanama duruyor, telaş uzaklaştı. Eline tarağı aldı, yavrum ince bıyığımı tarıyor. Çanlar çalmakta, gitmesi gerek ama gözleri yerde, biraz da bende. Gömleğim... Gömleğimi getiriyor. Yavrucuğum son kez belime dokunuyor. Nefesi çarpıyor gömleğin sert yakalarına. Eğik başını kaldırıyor, bendeki gözlerini alıp gidiyor. Yavrucuğum suskunluğunu beraberinde götürüyor. Sahi ya, çanlar hiç durmuyor. Yarama bakıyorum, usul usul kanamakta yine. Yavrucuğum neredesin? Bez getirmelisin, ellerin titremeli sararken. Sedyeden iniyorum. Koridor dar, koridor uzun. Yavrum avluda mısın? Yapraklar dökülmüş, onları takip ediyorum. Gömleğim sıcak kan. Avlu soğuk, hâlbuki haziran. Yavrum bul beni, belimde gezdirmelisin ellerini. Vaziyet fena, hava gitgide soğumakta. Sahi ya, avlu boşalıyor. İşte orada, bana doğru geliyor. Elleri, elleri titriyor. Yere değdi dizlerim. Gömleğim kıpkırmızı, yavrumun elleri titriyor. Bıyıklarımı tarasana! Yaramı sarsana! Gözyaşları yüzüme düşüyor; ağlama. Neler oluyor? Ürperti her yanda. Yavrum sen neden suskunsun?

nazlıcan UZUNER /9A

30

KARAKUTU SAYI: 13


cennet sokağa içti Ölüm saçlarını yeni dolamaya başlamış Parlayan çanlara Çiziktirilmiş sırtları izlerken Bir homurtu duası uyanıyor Kertenkele uykusundan Hala cehenneme karşı Varken İnci karanlığında kaybolmuş sesler Nidalar koşuştursun ayaklar altından Özlerken birkaç damlanın gürültüsünü Şimdi çok korkuyorum kulaklarımdan Çığıran küçük bir kız çocuğu var arklarında Ağlamayı defalardır bekleyen buruşmuş göz yaşları olan Sokaklara dökülmüş Bütün cehennemler Kaldırımlarda bekleyen doğum günlerine selam olsun

zeynep BAŞEĞMEZ / 9 B

KARAKUTU SAYI: 13

31


asabiyet mağduru İnsancıklar hep marjinal olmak isterler. Tıpkı Havva ile Adem, Adem ile Havva gibi. O ünlü elma veya ağaç hikayesi. Hep merak konusu olmuştur. Elmanın talihsizliği o zamandan belli… Herkes Adem olmak isteyebilir veya Havva ama kimse elma olmak istemez. Gerçekten de kimse elmalığı kendine yakıştırmaz ama dalga geçermişçesine çürüyüp durur. Karamsar insanlarla kim bir arada olmak ister? ben anlamıyorum. Aslında az çok anlıyorum, başrol kavgası yaşanan tiyatroda kimse mekanın mühürlendiğinin farkında değil. Hayatımın, sanırım enerjik olması gereken, belki en yeşil baharında, ahşap gitarın telleri arasında kaybolmuş hissedemiyorum. Notalarla baş başa kalamıyorum. Bir bilinmeyen gelip telleri çekiyor, sonra kaçıp gidiyor. Alaylı olduğu belli fakat ustaca çalıyor. Yıllarını vermiş olsa gerek. Ona yanlış anlamlar yüklemekten ve karmaşık konuşmaktansa, onu anlamaya çalışmak isterdim. Asla çok geç değildir, bulantı ile kusma arasındaki henüz sakin ve merak dolu sükuneti koruyorum.

mizah için dediler: Karikatürist ve heykeltıraş Bahadır Baruter’den Gezi eylemleri ve mizah kültürü üzerine: Gezi gibi benzersiz bir olay ancak 30 yıldır barış, sevgi ve iyi niyetle beslenmiş bir aklın ancak bu ülkede, Anadolu’da ve Anadolu’nun İstanbul ucunda pişmesiyle oluştu. Çeşitli zamanlarda Londra’ya gittim, ama orada böyle mizah kültürü yok, öyle bir mizah dergisi yok. Var ama içinde reklam var. Bu bağımsız ve çok satan tirajlı gelenek ne Almanya’da var, ne İsviçre’de var, ne kuzey ülkelerinde. Zaten orada keyiften adamlar bir tek ıssız ada karikatürü çiziyorlar, mizaha konu olacak bir içerik yok. Fransa ve İtalya’da çizgi roman kültürü var. Ama böyle bir mizah dergisi yok. Tüm İngilizce okunan ülkelerde Mad var ama ortalama bir aile mizahı yapıyor. Bizimkiler kadar fırlama ve uç bir mizah yapmıyor. Bir de Latin Amerika’da var bizimkine benzeyen mizah kültürü. Çünkü Latin Amerika da bizimki gibi bin tane tabuyla uğraşan gariban bir yer. Türkiye, mizahı ve Gezi olayı açısından dünyada benzersiz.(2)

Ruhuma ilacımdır bahanesiyle fazla beklenti yüklemeyecektim. O gülüşe aldanmayacak, aynı masaya oturmayacak ve belki de hiç elini tutmayacaktım. Zaten elini hiç tutmadım. Şarkı çaldığı zaman tutmuş gibi hissettim ve kabullendim hep. Yalanlarla avuttum belki gözlerimi. Tiyatroya başlayacaktım. Geç kalmış olabileceğimi bile dü- 2. http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-birşünmüştüm hatta. Keşke, keşke hiç başla- araya-getiren-kitap-guldurme-beni-mimasaydım. Neyse… zah-ustune-ciddi-soylesiler,346603

32

KARAKUTU SAYI: 13


Nice Koçyiğitler yere serilir Ölen ölür; kalan sağlar bizimdir Gece soğuğunda, yüze vuran bir ayazda karakolun yanındaki bıkkın ağaçların önünden geçerken takip ediliyormuş hissi yaratan gölgeler. İçine basmaya çalışarak büyüdüğüm kareler. Unutmaya çalışıyormuşsun da, o yüzden unutamıyormuşsun gibi bir şey. Bir aşktan, özellikle ilahi olan palavralardan çok daha fazlası. Son otobüsün saatine göre hayatına şekil verenlerle aynı yoldan yürüyüp geçerken, zengin olma hayalleri kurduğum hür zamanları anımsadım bunu yazarken. İnsan hata yaparak öğreniyor, satrançta atı da fili de saygı bekliyor. -Ey tanrım! Fiili yalnızlık çekenlere bi’ şeyler ayarlanacak mı artık? -Sanmıyorum. Soğuk, soğuk odalar. Var olma savaşı veren karıncanın ekmek kırıntısından da artı değer alacaklar, sistemi değiştiremiyorlarsa uyacaklar, her yerde platonik Hayyamlar, adamı başından vuracaklar. Ne saçma bir savaş içinde olduğumuzu ben de biliyorum. Ben ne çok şey biliyorum. Ben böylesine muazzam bir bilinçsel uyanıklıkta iken, bir böcek bile olamayanlara selam olsun. Acıyı bal eyleyenlere, dünyayla derdi olanlara, kolayı seçmeyenlere selam olsun. -Peki, ne olacak? 1 Nisan şakası tadında şeylere tanık olup tesadüfen yaşamaya devam mı edeceğiz? İnanmamız neden gerekiyor? Neden bir gruba ait olmamız gerekiyor? Tarih yazıcıları belliyse biz ne diye buradayız? Kristal merdiven seviyesinde betimlemelerle hayatı kalıba mı sokacağız? Yerlere çöp atmayacak, tanımadığımız ölümlülerin noktalarını koyacak, TRT’ye vergi ödemeye devam mı edeceğiz? Allah aşkına, ölümlü insancıklar, sahte yerlerin altlarında yaşayanlar ve benim gibi alimler arasında, bıçaklı gemiler boğazda tüterken biz ne yapacak, nasıl nefes alacağız? -Cevap basit değil. Hiçbir zaman da olmadı. Oldu diyenlere, soru çözenlere ve inananlara inanma. Portakal soyarken de, başucuna koyarken de başının bi ucunda bulunsun. Yaşam umutsuzluktan umut üretmektir, insan bugüne böyle gelmiştir. -‘’Beyaz adam paranın yenmeyeceğini anlayacak’’ ile avutulan savaş çocukları. Onlara ne olacak peki? Masal anlatıyorsun bana. Ekmek üzerine yemin et. Kafamı şişirme daha fazla. İtiraf et. Laf ebeliği yapma. Evet mi? Sürreale bağlamadan söyle. Hayır mı? Çok basit.

KARAKUTU SAYI: 13

33


-Kafam şişti biliyorum ama susamam. Susarsam gözlerim kapanır. Gözlerimi kapatamam. Göz kapaklarımda iğneler var. İğnelerin siyah şırıngaları var. Siyahtan korkma dediysem de savaşıp güçlü kalmam gerekiyor. Bu ‘’peri masalını’’ bitirmem gerek. Mesele evet hayırdan çok daha fazlası. Hepsi bir hepsi haktan, kandil mesajları gelir uzaktan. Vicdani reddini para için kullanan bankamatikler, Türk televizyonundaki ironik et reklamları kadar hayal ürünü bir hikaye. Hikaye olmadığının farkındayım da. Neyse. Kafamı daha fazla şişirmek istemem. Sonuçta senin kafan, benim kafam.

eren kutay BAHTİYAR / 11 B

34

KARAKUTU SAYI: 13


hurda Bir çarşamba sabahı, Bekir Usta saat 07.00’de garajın kepenklerini açıyordu. Pek de garaj denemezdi aslında, yan taraftaki Çalışkan Oto’dan alçı duvarla ayrılmış, bir masa ve koltuğun ancak sığdığı asma katının altında bir kaldıracıyla oto sanayinin bir köşesine kurulmuş küçük bir tamirhaneydi. Kapısında ‘’Mercedes-Benz’’ yazardı ama meslekte geçen kırk iki yılın ardından Bekir Usta’nın yapamayacağı iş ya da araba kalmamıştı. Bekir Usta yaşlı adamdı, tamirhaneyi on dokuz yaşında açmıştı ve o zamandan beri sayardı kaç yıldır çalıştığını ama üç yıl da çıraklık yapmıştı. Sabah ilk açan dükkânlara anında uğrayan Ferdi’nin getirdiği çayını sigaradan sararmış bıyıklarına götürdü. Yine fazla koyuydu ama aldırış etmiyordu artık. Ferdi’nin çay işini bir türlü beceremediğini bütün sanayi yıllardır biliyordu zaten. 07.22’de Cem geldi. Bekir Usta yalnız çalışmayı sevse de artık beli motor bloğu kaldırmak gibi ağır işlere izin vermez olmuştu. Son çare olarak sanayiden tanıdıklarının da zoruyla sonunda tamirhanenin karşısındaki apartmanda oturan ve iş arayan gencin iş başvurusuna hayır diyememişti. Cem kalıplı çocuktu. Çok soru sormaz, az çok öğrenmeye çalışır, taşınması gereken parçanın da getir götürünü yapardı. Tam da Bekir Usta’nın aradığı tipti.

mizah için dediler:

Satirik mizah sitesi Zaytung’un kurucusu Hakan Bilginer’den mizahın sosyal rolü üzerine: Sarkazm ve ironi tarzını kullanan bir site olarak Zaytung öfkeden besleniyor. Sizi sinirlendiren şeyler olduğunda, onun saçmalığını ya da aptallığını açığa vurarak bir çeşit intikam alma. Temel olarak bu motivasyondan besleniyor diyebiliriz. Okur mesela bir şeye sinirleniyor ama onu tam ifade edemiyor. Sizin adınıza birinin onu yaptığını görünce “Oh be” diye bir rahatlama ve takdir duygusu oluyor. Zaytung, okura yalnız olmadığını, onun gibi düşünen ve olayların saçmalığını gören birileri olduğu duygusunu veriyor.(3)

3.http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-biraraya-getiren-kitap-guldurme-beni-mizah-ustune-ciddi-soylesiler,346603

Cem geldiği gibi işe girişti. Bugün ne yapılması gerektiğini dün akşamdan biliyordu zaten. Bir Çakal Kasa’dan yatak sarmış bir M50B28 çıkarılıp yerine Adana’dan yeni gelmiş bir M50B20 takılacaktı, klasik bir motor değişimiydi. Önce arabanın liftin üstünde dengede olduğunu kontrol etti, sonKARAKUTU SAYI: 13

35


ra da tuşa basıp arabanın yükselişini izledi. Bekir Usta asma kattaki masasında üç beş kâğıdı karıştırıp arabanın ruhsatını bulduktan sonra Cem’i çağırdı. Cem merdivenlerden çıkarken Bekir Usta’nın ‘’Tut!’’ değişiyle ruhsatı havada yakaladı. Bekir Usta, ‘’ Notere götür bunu. 2.8” Cem noterden döndüğünde Bekir Usta çoktan motor kulaklarını sökmüş, tahrik milini çıkarıp bir kenara bırakmıştı. Dün gece çoktan egzozu ve manifoldu çıkardıklarından çok da işleri kalmamıştı. Bütün kablolar ve hortumlar çoktan sökülmüştü; arabayı aşağı indirip tavandaki makaraya astıkları zinciri motora bağladılar. Cem makara motorunun tuşuna bastı. Motor Bekir Usta’nın yönlendirmesiyle yavaşça yükselmeye başladı. Motor tam şanzımanla beraber iyice yükselmişti ki kapıdan bir korna sesi duyuldu. Büyükçe bir çekici ve arkasında üstü örtülü bir araba duruyordu. Çekiciden iki kişi indi, aralarından biri çaktırmadan Bekir Usta’yı göstererek ‘’Bu mudur bizim usta?’’ diye sordu ötekine. Ferdi iki tane çay getirdi, Cem bir yandan motoru yerinden çıkarıp sağlama alırken iki adam ve Bekir Usta çekicinin önünde sohbete başladılar. Arabayı toplatmak istediklerini söylüyordu adamlar, Bekir Usta ‘’Açalım şu örtüyü, bi’ bakalım nedir ne değildir.’’ dedi. Örtü açıldı; Bekir Usta ilk başta gördüğü şeye küçümseyerek baktı, ‘’Birader bu nasıl çöptür böyle? Çürüklere bak, göçüklere bak...’’ diye söylenmeye başladı. Bekir Usta’nın böyle söylenmesine aldırış etmedi. iki adam çünkü Usta daha arabanın aslında ne olduğunu görememişti. Başta hurdaya döndüğü için bir değeri kalmamıştır diye düşündüğü basit bir W115 sandığı araba aslında 280C’ydi. Gözlüklerini takıp da arabanın tek kapı olduğunu fark eden Bekir Usta neye uğradığını şaşırmıştı. Karşısındaki sadece bir 1976 280C olsa nadir araç der, parçası zor der uğraştırır der adamları bir sonraki dükkâna yollardı. Artık araba toplayacak gücü bulamaz olmuştu kendisinde. Ancak karşısındaki sadece bir 280C değildi, çok tanıdık bir 280C’ydi. O sırada Cem geldi, 2.8’i çıkarmış ve 2.0’ı hazır hale getirmişti. Bekir Usta’nın hayretle önündeki hurdaya baktığını gördü. Lacivert bir Mercedes’ti; şu ana kadar gördüklerinden farklı olduğu belliydi tek kapılı oluşundan. Araba bir yerden tanıdık gelmiş gibi hissetti. Düşündü düşündü bir türlü bulamadı. ‘’Bekir Usta bu hurdayı almaz herhalde?’’ diye düşündü. Sonra Bekir Usta’nın başıyla onaylamasıyla motoru yerleştirmek için işine geri döndü. Hayret etti; Bekir Usta kendisi bakıp kontrol etmeden böyle bir işe hemen onay vermezdi hiç. Cem işine devam etti, on dakika sonra Bekir Usta’nın sesini duydu, ‘’ Koş söyle Necmi’ye, çakalı onun lifte alacağız orda devam eder hallediverirsin.’’ Cem şaşırdı, Usta’nın bitmek üzere olan işini başka yere almasına anlam veremedi ve bir süre Bekir Usta’nın gösterdiği yöne boş bakışlar attı. ‘’Hadisene lan!’’ diye çıkışan Bekir Usta’nın buyruğunu yerine getirmek üzere uyandı ve hemen işe koyuldu. Yarısı dışarıda duran motoruyla araç hemen yan dükkâna taşındı ve Cem işine orada devam etmeye başladı. Dükkândan çıkarken Çakal’ın anahtarlarını alması gerektiğini hatırladı; bu arada Usta 280’i çekiciden indirmekle uğraşıyordu. Merdivenlere tırmanırken tamirhanedeki tek çerçeveye bir defa 36

KARAKUTU SAYI: 13


daha göz attı Cem, işte şimdi anlamıştı arabanın nereden tanıdık geldiğini. Fotoğrafın sol tarafında burnunu uzatmış lacivert bir W115 vardı. Kapının önündeki arabaya tekrar göz attı; oydu. Bütün bunlar yaşanırken Bekir Usta gelen iki adamı arabayı toplatma fikrinden vazgeçirmişti. Tam aksine, arabayı adamlardan satın almıştı. Aradan haftalar, aylar geçti. Yine bir Çarşamba sabahıydı; dışarıda kar lapa lapa yağıyordu. Bekir Usta bugün kepenkleri açmıyordu çünkü hiç kapatmamıştı. Bütün geceyi çift egzantrikli motorun kelebek ve enjektör ayarlarını yaparak geçirmişti. Bekir Usta kaputu kapattı, iki adım uzaklaştı. Arabayı iyice gözden geçirdi. Tertemiz olmuştu, arabaya gururla bakıyordu. Yedi aylık işin ardından arabanın ne kadar hoş bir hale geldiğini düşünüyordu ki Cem’in sesini duydu. ‘’Günaydın usta.’’ Diyerek içeri girmişti Cem, Usta’nın bütün gece dükkânda kalıp araba üzerinde çalıştığını biliyordu. Altmış iki yaşında adam nasıl bu kadar ayakta kalıyor; bir türlü anlam veremiyordu. Kahve almıştı kendisine, bir bardak da Bekir Usta’ya uzattı. Usta bardağı alıp kahveyi yudumladı, yeni oyuncağını açan çocuk bakışlarıyla baktığı arabadan aldığı gözlerini Cem’e çevirdi, ‘’Anahtarlar masada. Al getir bakayım.’’ dedi. Cem, Usta’yı ikiletmeden hemen anahtarları aldı ve geri geldi. Bekir Usta koltuğa oturup biraz öne aldı, kamburlaşmıştı iyice. Artık koltuğu hafiften öne alıyordu. Tek marşta çalıştırdığı arabayı dikkatlice geri geri çıkardı dükkândan Bekir Usta. Cem’e kepenkleri kapatıp gelmesini işaret etti ve sağ kapıyı açtı, ‘’Bugün izinlisin, kapat da gel.’’ dedi. Küçük bir İstanbul turu attılar. Araba sorunsuz gidiyordu, adeta Bekir Usta’nın son eseri havası uyandırıyordu. Yedi ay önceki paslı metal yığını şimdi yeni gibiydi. Bekir Usta, en sevdiği yerlerden birine, 2. Köprü yanındaki korunun önüne, park etti ve arabadan indi. Cem de peşinden geldi. Bekir Usta hemen önünde, yıllardır hiç değişmemiş olan o bankı gördü, gidip yavaşça oturdu. Cem tam yanına oturacakken Usta eliyle ayakta kalmasını işaret etti, sonra dönüp anlatmaya başladı, ‘’Merdivenlerin önündeki fotoğrafta gördüğün adam, o tamirhaneyi beraber açtığımız arkadaşım. Sene 76, Almanya’dan bir 280C getirmiştik. Çift egzantrik, mekanik enjeksiyon, her şeyi vardı. Dükkânı açtığımızda cepte beş kuruş para yoktu; neyle açtık o dükkânı onu bile hatırlamıyorum.’’ Cem şaşkın bir ifadeyle dinliyordu, çok konuşmayan Bekir Usta bir anda açılıvermişti. ‘’Sonra bir gün, fotoğraftaki o adam dükkâna gelmedi. İki gün sonra işte o arkanda gördüğün 280’in içinde bulduk onu...’’ Bekir Usta iç çekti, dükkânın anahtarlarını sordu. Cem anahtarları uzattı, ‘’Benim çoluğum çocuğum yok, dükkânı devredecek akrabam da yok. Bütün ailem, bütün arkadaşlarım o adamdı ondan geriye de sadece bu araba kaldı...’’ Bekir Usta ayağa kalktı, ‘’Dükkânı açmaya da bu bankta karar vermiştik.’’ dedi. Elindeki araba anahtarlarına baktı, arkasındaki arabaya bir bakış attı ve Cem’e döndü, ‘’Dükkân sana emanet.’’

can ERDEM / F 10

KARAKUTU SAYI: 13

37


şairler İki satır arasına özene bezene yazılan kelimeler dizesi değildir şiir, Ya da her acıyı tanımlayan adama şair denmez, Veya adam sıfatı sadece erkeklere denmez, Elbet bir kadından da adam gibi şair olur. Her zaman düzenli değildir şiirler, Ve merhem değildir öyle herkesi iyileştirmez, Bir şair kalbini çıkarır masaya koyar, Ona sorar, Bugün yazmak zorunda bırakacak kadar büyük ağrı neydi? Bir kalp konuşur, yalnızca o konuşur, Ağızlar susar, eller itaat eder, Gözler eşlik eder, Çoğu şair yağmurda şiir yazmayı sever. Küçümsenecek en son insanlardır belki de onlar, Çünkü şairler yeri gelince cansız da yaşarlar, Anlayacağınız bir gün aniden bir şair cenazesi kalkıyorsa, Yeni öldüklerinden değil, Bunu size yeni haber verdiklerindendir. Şairler bir kez ölmezler çünkü Onlar yüzlerce kez ölen, küçümsenemeyecek kadar büyük, Ancak yüzlerce kez öldürüldüğü halde katiline şiirler dizip, Onu ölümsüz yapacak kadar garip insanlardır. Eğer hiç unutulmamayı isterseniz, Hafızalardan hiç silinmemeyi, Veya hiç ölmemeyi… Bir şair değil, bir şairin en güzel şiiri olun.

elif ERİŞ / 9C 38

KARAKUTU SAYI: 13


yalvarırım bana bir melek gönder- kukla tiyatrosunda sıkıyönetim Beni tanımak mı istiyorsun? Açayım mı kendimi; yoksa bu zayıflık mı olur? Soğuk olanlar daha çekici gelir, tanırım. Güldüğüm şey zekamı değil mizah anlayışımı gösterir. Seninle tartışmak yerine 366. güne simüle olmayı tercih ederim seni öğrenciye ev vermeyen buğulu beyinli yedi cüce sahibesi. Gecelere sor beni ve bir de delilere. Silahı elimden alsalar iyi olur. Karanlıktayım ve yalnızca önümü aydınlık görebiliyorum. İnanmadıklarımı yapmayı bıraktım ve hala yolunu gözlüyorum. Kıyameti beklerken veya araba kazasını hissederken tanrıyı suçluyorum; buna faili meçhul denemez. Terk edip gitmeyeceğim. Hayır, burada; evet, işte tam burada kalacak ve hepinize küfredeceğim belki siktiri çekeceğim ama şimdilik her işte bi’ hayır vardır demekle yetiniyorum. Ve evet sen de gidebilirsin, o da gidebilir ve düşebilirim, kendime sarılırım. Aman tanrım, kıskanıyorum!

mizah için dediler: Karikatürist Erdil Yaşaroğlu’ndan mizah ve siyaset ilişkisi üzerine: Kültür Bakanı “uyuyan bakan” diye yazıldığı için mizah dergisine dava açıyor. Ondan sonra ben mahkemeye çıktım, sayın bakan uyuyordu dedim hâkime. Uyuyordu uyandı dava açtı yine uyudu dedim. Kızdı bana, güldürme beni dedi. Biraz aşina olsalar aslında dava açmazlar. Çünkü karikatür, mizah daha doğrusu toplumun supabıdır. Orayı da tıkarsan patlar artık, Gezi’de o kadar mizahın olması aslında hükümetin oturup kalkıp dua etmesi gereken bir şey. O çocuklar tepkilerini öyle dile getirdiler, öyle rahatladılar. Yakıp yıkmadılar ortalığı. Yakıp yıkanlar da vardı ama küçük, başka bir kesimdi, onlar eski kafalar, eski düzenden gelenlerdi. Yeniler kendilerini mizahla ortaya koydular. Bu da yıllar yılı hem mizah dergilerinin, hem de internetin yoğurduğu, pişirdiği kültürün getirdiği bir şey.

Onu özlediğimi zannediyordum fakat hayır yalnızca ölümümle sonuçlanan tiyatroya bilet satıyorum. Haaa, bir de yönetmenliğe geldim. Bazılarının otoriterliğini kıçlarına 3.http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-birsokmak isterdim ve evet bazen gerçekten araya-getiren-kitap-guldurme-beni-miböyleyim. Nadirdir; herkes bilemez kızıllığın zah-ustune-ciddi-soylesiler,346603 verdiği alevi veya sarılmanın verdiği huzuru. Sokağa çıkıp Afrika için dans edeceğim; yağmur yağacak ve dualarım kabul mu olmuş olacak? Yağmur dansına şemsiyesiz çıkmayacak, o kapıdan ayrılmayacağım. Ses kırk KARAKUTU SAYI: 13

39


desibel oldu ve giderek yükseliyor; tuşlar duyulmaz her yerden; kolay değil. Elli metrelik sarı aptal lambalar sokağı aydınlatır fakat içimi değil. Çakısını bileyenlere tabanca armağan etmeyin. Hayat kavgadan doğar be oğlum, takma ”Ana muhalefet, hayatımızı ne kadar etkafanı böyle şeylere. Sen kavganı yapacak, kiliyor ki? Onu da çiziyoruz ama etkiledidireneceksin. İlk yumruğu atma ama eğer ği kadar” dayak yiyip gelirsen seni bir de ben döverim. İnanamıyorum nasıl olur? Birader açık yaz şunu; sonra halk anlamıyor. “Biz muhalif bir dergiyiz ve her kesime muAnlaşılmak isteyen nerede kaldı ki? Zavallı halifiz. Parti ya da kurum gözetmeksizin beyinlere kitap okutamam. yanlış gördüğümüz bir şey olursa çizgilerimizle eleştiriyoruz. İlk karikatürüm Kadıköy Çevreni güzelleştir biraderim? Bok çukuAnadolu Lisesi’nde okurken, lisenin dergiruna papatyalar mı ekeyim? Ama sen de sinde yayınlandı, müdürle dalga geçiyorhaklısın, biliyor musun üstat? Ben de çok dum çünkü benim için iktidar oydu o sıraçabalamadım ve tüm umudumu, beklentilarda. Kızıyorlar hep Ak Parti’yi çiziyorsun mi bu tabelalara bağladım hepsi ilk rüzgârdiye ama Penguen’i kurduğumuzda AK Parda yön değiştirir ve onları boyayabilirim. ti iktidara gelmişti, 15 yıldır iktidarda. ÇizOn yedi olacağız ve o biliyor mu hâlâ emin meyip ne yapacaktık? Seçilmiş birileri var, değilim. Yine bir sürü güzel sözü kaydettim eleştirme hakkına sahibiz çünkü verdikleve rüyalarımı yazmıyorum. Kutsalını ayak- ri kararlar hepimizi çok fazla ilgilendiriyor. lar altına alıp masal anlatabilirim. Her şey Ana muhalefet partisi hayatımızı ne kadar olabilir. Üzülme. Değmiyor. etkiliyor ki. Onu da çiziyoruz ama etkilediği kadar çiziyoruz herkesi…(5) HADİ LAN ORADAN! Öyle dertli dertli bakma, diyen de sen değildin; ben misket yuvarlarken dünyamın döndüğünü bilen de. Tüm menfaatin için ödev soran sendin. Yeni iki buçuk saatler isterken, ben tüm çıplaklığımla neyi arzuladığımı bilmezken veya sarı gelinde ağlarken sen bilmezdin Deniz’i veya Mahir’i ama gözler 5. http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-biraraya-getiren-kitap-guldurme-beni-miyalan söyleyemeyecek kadar doğaldır. zah-ustune-ciddi-soylesiler,346603

40

KARAKUTU SAYI: 13


Bazı şeyler yalnızca dört dakika sürüyor ve neler olduğunu tahmin bile edemezsin. Hava hala karanlık ve kar yağıyor. Benliğini arayan bir adama yalan söylersen neler olabileceğini tahmin dahi edemezsin. Artık onlarla görüşmüyorum, davet edilmediğim partilere para yatırmıyorum, uzun süredir. Kimseyi zaten... Üstüne alınma hemen. Ben seni sadece kıskanıyorum. Sen de yettin artık! Ahmak mısın, idiyot mu? Her neyse! Beni benimle bırakın; arka masada beni dinlemiyor bile. Motor alacağım ve öylece gideceğim. Onunla vapura bineceğim ve Sinop’a vuracağım direksiyonu. Orada belki beni anlayan bir iki deli veya gececi bulabilirim; baykuşlar asla kör değildir. Türkçe rap ve caz kombinasyonuna inanmayanlara gülüyorum. Gönül kafesime tecavüze, duygularıma harakiriye, rüyalarımda başrol oynamaya, güvenimi kırmızıya boyamaya, yalnız sandığım benliğime, özgürlüğüme kast eden ideallerime ve maskelerime... Hepsine hayır. Alayına HAYIR! Kabul etmiyorum, içime atar ve yer bitiririm ama asla kaçmam zannederim. Boyun eğmeyecek, cumhurbaşkanlığı hayalinde kalpten gitmeyecek ve merhamet dilenmeyeceğim yalnızca yedi dakika kaldı. Müzede kayboluyorum. Ne istediğimi bilmezken yaşamak zor. Sen sevgi muhtaçlığı de, ben özlem. Sen beyin ölümü de, ben Nirvana. Ne dersem diyeyim anlayamam. İnsan yaşamayıp bilmediğini anlayamaz ki. Piyanoya başlarım belki veya tiyatro veya basketbol bilemiyorum ama inan ki enerjim kalmadı. Savaş çocuğu gibi umut ekiyorum ve farkında değilsin, asla değilsin. Öldüğünü zannediyorsun ancak bu kurtuluşun olurdu; ölümden sonra yaşam yok. Haberin yok çünkü bilmiyorsun, gözyaşlarında fayda yok. Yaşayan ölüler asla unutmazlar.

eren kutay BAHTİYAR / 11B

KARAKUTU SAYI: 13

41


mizah ve mizah dili açısından 1970 sonrasında türk sinemasına panoramik bir bakış “Mizah, komedi ya da nüktedanlık bir toplumun sosyo/kültürel kalitesini, derinliğini, gelişmişliğini gösteren en önemli göstergelerden. İnsanların neye güldüğü, nasıl güldürüldüğü salt gülme eyleminden ziyade insanların zekâ, beğeni gibi yeteneklerinin seviyesini de ortaya koyar.” 1 Mizah, insanlığın kendini ifade ediş şeklidir. Mizah denilince akla ilk gelen şeyler genellikle gülünç durumlar veya insan aklının hoşuna gidebilecek çeşitli söz oyunları, şakalar gelir. Fakat derine inildiğinde aslında mizahın bunlardan çok şey ifade ettiği görülür. Mizahın doğuşu insanlıkla başlar. Çünkü insanın yaşaması demek onun sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılaması değildir. Aynı zamanda insanın ruhunu doyurmasıdır. Mizah öğesi bilinen tarihin her döneminde görülür. İlk çağlarda Yunan medeniyetinde agoralarda sergilenen tiyatro oyunlarıyla başlayan mizah günümüze çeşitli yollarla gelmiştir. Mizahın; karikatüre, dergiye ve kitaba evrilirken modern çağda iz bırakan ve en yeni kabul edilen sanat sinemayla bütünleşmesi hem sinemaya hem kendisine yeni boyutlar kazandırmıştır. Dünyada 1900’lerde gelişmeyen başlayan sinema Türkiye’de Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı, ilk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay tarafından (14 Kasım 1914’te, Yeşilköy) İstanbul’da çekilmesiyle başlar. 1940’lardan sonra Türkiye’de yaygınlaşmaya başlayan sinema kültürü izleyici kitlesini sürekli artırarak devam etmektedir. Çeşitli türlerde filmler çekilmiş olsa da komedi filmleri Türk sinema tarihinde derin izler bırakmıştır. Kemal Sunal’ın oynadığı Hababam Sınıfı, Şahan Gökbakar’ın oynadığı ve yönettiği Recep İvedik serileri dönemlerinde çok popüler olmuş ve popülerliğini sürdüren filmlerdir. Günümüz dâhil olmak üzere şu ana kadar çekilen komedi filmleri incelendiğinde mizah anlayışının evrildiği fark edilebilir. Bu evrilme nedir, hangi yöne doğru olmaktadır ve toplumun bu mizaha etkisi var mıdır? Toplum her ne kadar farkında olmasa da sinema kültürünü ve içeriğini derinden etkiler. Toplum bunu yaşadıkları olaylara karşı aldığı tavırla, düşünce yapısıyla ve verdiği tepkiyle doğal olarak yapar. Sinemada görmek istediği onun kafa yapısına yatkın olanı bulmak, ona gülmektir. Toplumun yapısına ters düşen ve insanlara istediklerini veremeyen filmler revaçta olamamış, mizah anlayışları yok olmuştur. 1970’lerdeki ve günümüzdeki Türk toplumuna bakacak olursak çok ciddi farkların olduğu aşikârdır. 1970’lerin Türk toplumu on sene öncesinde 1960 darbesini yaşamış bir toplumdur. 70’lerde köyden kente de aşırı göç olmaktadır. Ayrıca 70’lerde Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra başlayacak olan ‘solcu’luk ve ‘sağcı’lık kavgası Türk toplumunun gündemini bir süre daha meşgul edecektir. Bu ortamda üretilen mizah içerikli ürünlere bakıldığında ilk sözü Hababam Sınıfı’na vermek gerekir. Türk sinema tarihinin en iyi komedi film serisi olan Hababam Sınıfı, aynı zamanda dünyanın da en iyi filmleri arasındadır. Hababam Sınıfı salt bir komedi filmi gibi görünse de içinde Türk toplumunun özelliklerini barındıran bir 42

KARAKUTU SAYI: 13


filmdir. Türk toplumunun 74-75’ten sonra iyice sağ ve sol kavgasına tutuştuğu düşünülürse toplumun bu görüş tarafları olarak ikiye ayrıldığı da anlaşılır olacaktır. Hababam Sınıfı’nın Gençliğe Hitabe sahnesinin konulma sebebi toplumun birleştirici bir güce ihtiyacı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü Gençliğe Hitabe herkese ait, ortak sesleniş ve değerdir. Gençliğe Hitabe ’de Mustafa Kemal Atatürk gençliğin bu vatanın ve cumhuriyetin onların olduğunu, bu değerleri ilelebet muhafaza etmelerini ister. Hitabe’nin alt anlamlarına bakıldığında ise cumhuriyeti tehdit edecek unsurlar olduğu ve onlara karşı birlikte, kararlılıkla hareket edilmesi gerektiği öğüdü dikkat çeker. Hababam Sınıfı, bir grup öğrencinin bir üst sınıfa geçemeyip sınıf tekrarı etmesi ve bu süreçte yaşanan çeşitli olaylardır. Hababam Sınıfı dönem Türk toplumunun eğitim algısını, öğrenci tutumunu, belli başlı değerleri çok güzel yansıtmaktadır. Bu öğrencilerin sınıfta kalma sebepleri bazı ezber bilgileri öğrenememeleridir. Bu da ezberci Türk eğitim sistemine bir göndermedir. Ayrıca öğrenci davranışlarının da Türk toplumunu iyi yansıttığı söylenebilir. Öğrencilerin, Kemal Sunal’ın canlandırdığı Şaban karakteriyle dalga geçişlerinin yanı sıra alaysamalarında varlığını her an hissettiren bir samimiyet de vardır. Filmde olaylar bu samimiyet içinde akıp gider. Eserde öğretmen-öğrenci ilişkisine bakılınca birbirlerine sinir olmuş iki taraf olduğu görülür. Bu taraflar birbirlerine kötü davranmakla beraber toplumdaki öğretmen ve öğrenci iletişimini de gözler önüne sermektedir. Film Türk toplumunda öğrencilerin öğretmenlerine karşı tutumunu ve aynı şekilde öğretmenlerin öğrencilere karşı tutumunu abartılı anlatımın da yardımıyla mizahla tadlandırarak “komik durumu”nu yaratır; izleyiciyi güldürekek kendine bağlar. Hababam Sınıfı’nın bu kadar sevilmesinin nedeni de bu olabilir. İnsan sinemada kendinden bir parça görmek ister. Hababam Sınıfı da bu topraklarda yaşamış hemen hemen her Türk öğrenciye kendi yaşamlarından bir kesit sunabilecek niteliktedir. Bu nedenle denebilir ki Hababam Sınıfı salt bir komedi filmi değildir. Rıfat Ilgaz’ın sinemaya aktarılan eseri Hababam Sınıfı, Türkiye’de hâkim olan eğitim algısını çok net yansıtan öğelerle doludur. Eğitim sistemimiz hakkındaki şikâyetlerin yıllardır hep aynı olmasına rağmen, değişim konusunda sağlıklı adımlar atılamıyor olmasının nedeni de söz konusu algının gerçek derinliğinin aslında farkında bile olmamamızdır. Hâlbuki yirmili yaşlarına gelmiş olmalarına rağmen hala liseye devam eden bir grup öğrencinin, “Akşamsefası bitkisinin kalıtım şeması”, “Akdeniz Bölgesinin en büyük geçidi” gibi tamamen ansiklopedik olan veri ve enformasyonu ezberlemedikleri için sınıfta kalıyor olmaları, lise mezunu olmanın aslında ne anlama geldiği konusunda epey fikir veriyor olmalı. Ancak burada konu sadece Türk eğitim sisteminin ezberci yapısı değil. Öğrencilerin ve öğretmenlerin pek çok davranışı, okulda çarpık algılar ve etik kodları üzerine bina edilmiş tuhaf bir kültürün hâkim olduğunu ima ediyor. Öğrencilerin kendi aralarındaki ilişkileri, birbirleriyle alay etmeye dayalı bir samimiyet anlayışı çerçevesinde şekillendiriyor. Hababam Sınıfı‘nı izleyiciler nezdinde sevimli kılan da, bu “samimi” ortamda gerçekleşen haylazlıklar. KARAKUTU SAYI: 13

43


Film, komediyi bu çerçeve içinde üretirken, kimi kabul edilemez davranışları da sevimli kılıyor. Şaban’ın memleketinden gelen yiyecekleri arkadaşlarıyla paylaşmayıp onların gözleri önünde yemesi, arkadaşlarının buna tepki olarak dolabını açıp leblebileri çalmaları bu durumun örnekleri arasında. Ne var ki bütün bunlar aslında insanları birbirine yaklaştıran değil, ilişkilerini bayağılaştıran nitelikte bir samimiyeti dışa vuruyor. mizah ve mizah dili açısından 1970 sonrasında Türk sinemasına panoramik bir bakış “Mizah, komedi ya da nüktedanlık bir toplumun sosyo/kültürel kalitesini, derinliğini, gelişmişliğini gösteren en önemli göstergelerden. İnsanların neye güldüğü, nasıl güldürüldüğü salt gülme eyleminden ziyade insanların zekâ, beğeni gibi yeteneklerinin seviyesini de ortaya koyar.” 1 Mizah, insanlığın kendini ifade ediş şeklidir. Mizah denilince akla ilk gelen şeyler genellikle gülünç durumlar veya insan aklının hoşuna gidebilecek çeşitli söz oyunları, şakalar gelir. Fakat derine inildiğinde aslında mizahın bunlardan çok şey ifade ettiği görülür. Mizahın doğuşu insanlıkla başlar. Çünkü insanın yaşaması demek onun sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılaması değildir. Aynı zamanda insanın ruhunu doyurmasıdır. Mizah öğesi bilinen tarihin her döneminde görülür. İlk çağlarda Yunan medeniyetinde agoralarda sergilenen tiyatro oyunlarıyla başlayan mizah günümüze çeşitli yollarla gelmiştir. Mizahın; karikatüre, dergiye ve kitaba evrilirken modern çağda iz bırakan ve en yeni kabul edilen sanat sinemayla bütünleşmesi hem sinemaya hem kendisine yeni boyutlar kazandırmıştır. Dünyada 1900’lerde gelişmeyen başlayan sinema Türkiye’de Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı, ilk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay tarafından (14 Kasım 1914’te, Yeşilköy) İstanbul’da çekilmesiyle başlar. 1940’lardan sonra Türkiye’de yaygınlaşmaya başlayan sinema kültürü izleyici kitlesini sürekli artırarak devam etmektedir. Çeşitli türlerde filmler çekilmiş olsa da komedi filmleri Türk sinema tarihinde derin izler bırakmıştır. Kemal Sunal’ın oynadığı Hababam Sınıfı, Şahan Gökbakar’ın oynadığı ve yönettiği Recep İvedik serileri dönemlerinde çok popüler olmuş ve popülerliğini sürdüren filmlerdir. Günümüz dâhil olmak üzere şu ana kadar çekilen komedi filmleri incelendiğinde mizah anlayışının evrildiği fark edilebilir. Bu evrilme nedir, hangi yöne doğru olmaktadır ve toplumun bu mizaha etkisi var mıdır? Toplum her ne kadar farkında olmasa da sinema kültürünü ve içeriğini derinden etkiler. Toplum bunu yaşadıkları olaylara karşı aldığı tavırla, düşünce yapısıyla ve verdiği tepkiyle doğal olarak yapar. Sinemada görmek istediği onun kafa yapısına yatkın olanı bulmak, ona gülmektir. Toplumun yapısına ters düşen ve insanlara istediklerini veremeyen filmler revaçta olamamış, mizah anlayışları yok olmuştur. 1970’lerdeki ve günümüzdeki Türk toplumuna bakacak olursak çok ciddi farkların olduğu aşikârdır. 1970’lerin Türk toplumu on sene öncesinde 1960 darbesini yaşamış bir toplumdur. 70’lerde köyden kente de aşırı göç olmaktadır. Ayrıca 70’lerde Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra başlayacak olan ‘solcu’luk ve ‘sağcı’lık kavgası Türk toplumunun gündemini 44

KARAKUTU SAYI: 13


bir süre daha meşgul edecektir. Bu ortamda üretilen mizah içerikli ürünlere bakıldığında ilk sözü Hababam Sınıfı’na vermek gerekir. Türk sinema tarihinin en iyi komedi film serisi olan Hababam Sınıfı, aynı zamanda dünyanın da en iyi filmleri arasındadır. Hababam Sınıfı salt bir komedi filmi gibi görünse de içinde Türk toplumunun özelliklerini barındıran bir filmdir. Türk toplumunun 74-75’ten sonra iyice sağ ve sol kavgasına tutuştuğu düşünülürse toplumun bu görüş tarafları olarak ikiye ayrıldığı da anlaşılır Günümüzde Türk sinemasındaki en yaygın tür de komedi filmleridir. Birçok yapımcı ya saf komedi filmleri ya da romantik komedilerle izleyicileri sinemalara çekmeye çalışmaktalardır. Bu tür filmlerin olması Türk sineması için pek sürpriz değildir. Çünkü Türk sineması geleneğinde de komedi filmlerinin ağırlıklı olduğu görülür. Bu dönemler karşılaştırıldığında mizah anlayışının çok fazla değişiklik gösterdiği de söylenebilir. Günümüzde en popüler seri olan Recep İvedik filmleri incelendiğinde argo kelimelerin, cinsel göndermelerin yer aldığı esprilerin olduğu bir filmin gişe rekortmeni olduğu görülür. Burada yapılan mizah Hababam Sınıfı’ndaki mizahtan çok farklıdır. Hababam Sınıfı izleyicileri günlük olaylardaki toplumun davranışını eleştiriye dökerken Recep İvedik’te deyiş yerindeyse bir mahalle ağabeyinin insanlara karşı davranışlarını ve olaylara karşı tutumunu izlemekteyiz. Bir filmin bu kadar izlenmesinin en büyük nedeni insanların o filmde kendine ait parçalar bulmasıdır. İnsan kendinden bir şey olduğu, içi ısındığı şeyleri sever. Bu filmin de bu kadar çok izleyici bulmasının nedenlerinden biri toplumdaki Recep İvedik’lerdir. Bu kişiler Recep İvedik karakteri kadar uçlarda olmasa da küfreden, müstehcen bir dille konuşan, sokakta çekinmeden tükürebilen insanlardır. Film burdan bakıldığında Türk toplumundaki bazı tiplerin trajik bir yansımasıdır. Recep İvedik eğitim görmüş kesimi eleştirmektedir. Bu yüzden o kesimi sevmemekte ve sorunlarını çözerken genellikle kaba bir yolla işini halletmektedir. İnsanlar bu filme gülüyor olsa da Recep İvedik sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Çünkü çocuklar kendilerine bir rol model belirlerken filmlerden etkilenmektedir. Bu filmleri izleyen çocuklar bu hareketlerden sakınca duymamakla birlikte bu hareketlerin normal olduğunu düşünmekte ve bunları içselleştirmektedir. Recep İvedik ve Şaban karakterlerini karşılaştıracak olursak Şaban zorda olan kesimin yaşadığı sıkıntıları, sorunları kırıcı olmadan yapıcı bir dille anlatmaktadır. Recep İvedik’e bakıldığında böyle bir şey bulunmamaktadır. Recep İvedik’teki eleştiri gayet kaba ve serttir. Recep İvedik Şaban gibi akıllara kazınacak bir karakter olsa da Şaban’la aynı kefeye koymak çok yanlıştır. Recep İvedik ve Şaban karakterleri mizahta iki ayrı uç noktalardadır. Şaban ve Recep İvedik kıyaslandığında Türk toplumunun davranışlarının ve eğitim seviyesinin ne kadar ilerlediğini(!) rahatlıkla fark edebiliriz.

KARAKUTU SAYI: 13

45


Mizah, sinema ve toplum her geçen gün değişmektedir. Herakleitos’un dediği gibi değişmeyen tek şey değişimdir. Bu değişimler kendisiyle etkileşimde olanı etkilemektedir. Toplumun yapısı değiştikçe insanların mizah anlayışı değişmekte bu da çekilen filmlerdeki mizah anlayışının da değişmesine neden olmaktadır. Toplum mizahı anlamak için en büyük ipucudur. Mizah bir ihtiyaçtır. Toplum da bu ihtiyacın şekillendiricisidir. Toplumun durumu ne kadar iyiyse mizah o kadar kalitelidir, toplumun durumu ne kadar kötüyse mizah da o kadar kalitesizdir. Sonuca gelecek olursak, toplum mizahı şekillendirir. Şekillenen mizah da sinemayı etkiler ve bu yönde eserler verilmesini sağlar. Toplumun sinemada aradığı kendisidir. Bu yüzden toplum mizah ve sinemanın belirleyicisidir. Unutmamak gerekir ki sanat; düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir.(Lev Tolstoy)

sarper KOÇARSLANTILIOĞLU / F11

kaynakça: 1 https://bianet.org/bianet/toplum/184210-bir-memleket-meselesi-recep-ivedik 2 http://www.haber10.com/yazar/muaz_ergu/recep_ivedik_5_ne_izletiyor_bize6893828

46

KARAKUTU SAYI: 13


kap kara Güneşi yeni görmüş köpeklere, Kediler kötü, kötü Kuş kadar kuşlara, Kötü kedi, kedi İnsanlara, böceklere, Taşlara kedi kötü Hiçbiri asla, Yürümemiştir orman yolunda, Çam kokusu, Kedi mırıltısıyla, Buluttan çıkma kedi tüyleri, Dolmamıştır ellerine, Görmemişlerdir O sarı yıldızları, Kedinin gözlerinde, Olsundu, Şanssızdı kara kediler Gökten düşme gözlerini, Tüylerine tezat kalbini, Fark edersen asaletini, Olurdun kara, Kara kediler kadar kara, Kapkara

ezo naz KİMİRAN / 9H

KARAKUTU SAYI: 13

47


türk mizahında dergi geleneği Mizah kavramı; süregelen ince düşünme, güldürme ve eleştirme isteğinin doğal olarak ortaya çıkan bir ürünüdür. İnsanlar yaşadıkları süre boyunca duygu patlamalarını, haksızlıkları ve zulümleri şakanın altına sığınarak anlatmaya çalışmıştır. Zamanla teknolojinin gelişmesine paralel olarak mizah anlayışı da değişiklik göstermiştir. Yazılı mizah, içinde bulunduğu zamana ve mekâna göre değişirken görsel mizah türü olan karikatür giderek yaygınlaşıp önem kazanmıştır. Karikatürün önemli bir yer tutuğu Türkiye’de; orta oyunu, meddahlık gibi sözlü ve görsel etkinlikler ile başlayan mizah, 20. yüzyıla gelindiğinde yerini mizah dergiciliğine bırakmıştır. Türkiye, kurulduğu zamandan beri karmaşık ve birbirinden farklı etkiler yaratan olaylara ev sahipliği yapmaktadır. Bu olayların neden olduğu gündem yoğunluğu her ne kadar mizah için geniş bir kaynak oluşturuyor gibi görünse de sorunların değişmeden farklı başlıklar altında gün yüzüne çıkması tam tersine mizahın geleceği için kaygılandırıcı bir nitelik de taşımaktadır. Penguen, Leman, Gırgır gibi günümüz Türkiye’sinde popüler olan dergilerin çizerleri bu görüşü desteklemektedir. Farklı yorumlar getirmekte ve farklı perspektiflerden bakmakta herhangi bir sıkıntı görmeyen karikatüristler yine de yerinde sayan sorunları zengin bir mizah kaynağı olarak görmemektedir. Mizah yayıncılığının kökenleri en temel olarak Batı’ya dayanmaktadır. Fransız ve Amerikan akımları sayesinde ortaya çıkan karikatür sanatı, geçmişten günümüze toplumun mizah anlayışını belirlemede önemli bir rol üstlenmiştir. Bu tarz mizahın Türklerle karşılaşması ise Osmanlı topraklarında, ll. Abdülhamid zamanında olmuştur. ll. Abdülhamid, mizahın eleştirel ve muhalif kısmıyla sanılandan daha erken karşılaşmış; Batı tarafından “kadın ve çocuk katili”, Türk mizah dergileri tarafından “zalim, sinsi, sahtekâr” olarak resmedilmiştir. Her ne kadar Osmanlı örneklerini korumaya ve Karagöz’ü yaygınlaştırmaya verdiği önem kayda değer olmuş olsa da mizah dergileri tarafından bahsedilmemiştir. Osmanlı’nın mizah yayıncılığının ilk örneklerinden olan Diyojen, Teodor Kasap tarafından kurulmuş ve 183 sayıya ulaşıncaya kadar yayımlanmaya devam etmiştir. İlk sayısından itibaren Batı tarzı mizaha uygun politik bir misyona sahip olduğunu açıklamaktan çekinmemiştir. Buna rağmen temel amacı olarak halk ve hükümetin sorunlarından bahsetmeyi ve yabancı unsurlarla alay etmeyi benimsemiştir. Diyojen dergisi, yayın hayatı boyunca üç defa kapanmasına rağmen sahip olduğu fikirler ve kullandığı dil ile Türk mizah yayıncılığını derinden etkilemiştir. Teodor Kasap ise bu derginin ardından Çıngıraklı Tatar, Hayal ve İstikbal gibi gazeteler çıkarmış ve Türk mizah kültürüne katkıda bulunmaya devam etmiştir. ll. Meşrutiyet’in ilanını takiben mizah dergileri çoğunlukla ll. Abdülhamid ile uğraşmıştır. Bu dönemde dergilerin sayısında fazlaca bir artış meydana gelmiş olsa da bunların tamamına yakını kapatılmış; kısa ömürlü dergilerin yanında uzun süre yayımlanan Karagöz ve Cem gibi dergiler de eninde sonunda kapatılmıştır. ll. Meşrutiyet’in ilanından bir süre son48

KARAKUTU SAYI: 13


ra iktidara geçen İttihat ve Terakki partisi dönemi ise Türk mizah yayıncılığında dengeleri değiştirmiştir. Bu dönemde mizah açısından birçok ürün verilmiş ve mizah anlayışının gelişmesi sağlanmıştır. Ne var ki İttihat ve Terakki’nin gütmekte olduğu siyasi politika yüzünden bu dönemde de Abdülhamid’in yetersiz ve sorunlu olduğu öne sürülmüştür. Osmanlı’nın yıkılma dönemine rastlayan mizah dergileri, içinde bulundukları hareketli ortamdan etkilenmiş ve bunları zaman içinde ideolojilerine yansıtmışlardır. Kurtuluş Savaşı ve bunun beraberinde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı Türk mizah dergiciliği açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde mizah dergilerinin konularını hükümetler yönlendirmiştir. Sedat Simavi tarafından kurulan, Ankara hükümetini destekleyen Güleryüz ile Refik Halit Karay tarafından kurulan, İstanbul hükümetini destekleyen Aydede ideoloji farklılıklarından dolayı mücadele etmişlerdir. Aydede kapatıldıktan sonra ise cumhuriyet döneminin ilk mizah dergisi olan Akbaba’yla yayın hayatına devam etmiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla değişen mizah anlayışı ilk olarak Cumhuriyet’in kurulmasını ve bunun uğrunda verilen mücadeleleri konu edinmiştir. Başta yayın organlarında her tür özgür düşüncenin ifade edilmesine, serbestçe yayımlanmasına izin verilmiş ancak çeşitli ayaklanmalar ve Atatürk’e yapılan suikast girişimi özgür yayıncılığın durmasına sebep olmuştur. Bu olayların ardından Türkiye’de yapılan yenilikler mizaha direkt yansımıştır. Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanılmaya başlanması gazete ve dergilerin tirajlarını olumsuz etkilediğinden hükümet basına maddi yardımda bulunmak zorunda kalmıştır. Çok partili düzenin nihayet geçerli olmasıyla mizah muhalefet tarafını seçmeye başlamıştır. Halkın da CHP’ye güvenini yitirip muhalefeti desteklemeye başlaması mizahın ön plana çıkmasında etkili olmuştur. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle “50 Kuşağı” adı verilen bir dönem başlamıştır. Bu dönemin mizahçıları Batı’dan etkilenerek “Yazısız Karikatürler” akımını yaratmışlar ve toplumu ince düşünmeye davet etmişlerdir. Bu akımı yürüten dergilerin 41 Buçuk, Dolmuş, Tef, Taş, Karikatür ve Akbaba olduğu gözlemlenmiştir. DP iktidarı mizah dergilerinin kaderini belirleyen bir unsur olarak tarihte karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, DP’ye saldırdığı için Akbaba dergisinin satışı düşerken, tek parti sistemine karşı tutum sergileyen Markopaşa halk tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Çizerleri arasında yer alan Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mim Uykusuz gibi isimlerin güldürmece üzerine yoğunlaşmak yerine iktidarı eleştirmeleri derginin on bir sayıyla kapanmasına neden olmuştur. Buna rağmen tirajında büyük bir artış görülen Markopaşa, adı değiştirilerek bir süre daha yayımlanmaya devam etmiştir. 1960’lı yıllar darbe olayları nedeniyle zor şartlar altında yaşanmış ve bunun etkileri fazlasıyla hissedilmiştir. Siyasi dergiler ve düşünce dergileri, bu ortamdan etkilenerek karikatürler aracılığıyla toplumun sosyoekonomik durumunu aktarmaya çalışmışlardır. Bu dönemin en ünlü mizah dergileri Akbaba, Pardon, Amcabey ve Zübük olmuştur. Kapanan Akbaba dergisi 1952 yılında yeniden açılmıştır ancak darbe sonrasında DP’yi eleştiren KARAKUTU SAYI: 13

49


bir tutum takındığı için eleştirilerin odağı olmuştur. Bunun üzerine derginin sahibi Yusuf Ziya Ortaç Markopaşa, Taş-Karikatür vb. dergilerin çizerlerini davet etmiştir. Böylelikle Akbaba zaman içinde kaliteli bir mizah anlayışı elde etmiştir. Türk Mizah dergiciliğinin asıl ürünleri 1970 yılından sonra verilmeye başlanmıştır. Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde eleştiri oklarını yönlendirecek mecra farklı nedenlerle kısıtlı olduğu için körelme eğilimi gösteren mizah dergiciliği, 1970 sonrasında yaşanan olayların da alevlenmesiyle mizah dergiciliği yine parlamış, etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Dönem itibariyle de toplumun ideolojisini etkilemenin, insanları güldürmenin ya da onlarla alay etmenin yanı sıra kültür üretim ve dağıtım araçları olmaları büyük önem taşımaktadır. Dergilere konu olan gündelik yaşam ve bunun karikatürler aracılığıyla resmedilmesi, Türk insanının aslında dışarıdan nasıl göründüğünü ve ne çeşit tarihi olaylar silsilesi içinde yaşadığını anlatması bakımından geniş bir saha niteliğindedir. Mizah dergilerinin çizdikleri bu portreler kimi insanlar tarafından beğenilmese de durup düşünmeye teşvik ettikleri için kimi yazar ve çizerler kendilerini katkı sağlamış olarak görmektedirler. Mizahın “muhalif” ve “muhalefet” kavramlarıyla özdeşleştirilmesi Gırgır dergisinin aktif bir şekilde okunmaya başlanmasından sonra yaygın hale gelmiştir. “Muhalefet” kelime olarak “farklı bir düşünceye sahip olmak” anlamına gelse de hükümet (iktidar) yanlısı medyanın ve özellikle de hükümetin gözünde mizah dergiciliği hoş karşılanmamıştır. Bunun nedeni olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu sistem öne sürülmüştür. Mizaha açık toplumlar demokraside daha olgunken her türlü ironi ve mizahı kızgınlıkla bastıran sistemler azınlıklara, farklılıklara, bireysel özgürlüklere ve ifade özgürlüğüne karşı olmaktadır. Sonuç olarak siyaset ve sivil toplum giderek hırçınlaşmaktadır. Mizah dergileri Türkiye’de devam eden bu tartışmaları konu edindiğinden mizahı sevmeyen kişilerin mizah dergiciliğini “muhalif” kelimesini kullanarak lekelemeye çalışması eninde sonunda kısır bir döngü haline gelmektedir. İnsan doğası gereğince önceki nesiller, kendilerinden sonra gelen nesilleri aşmaya çalışırlar. Bu çaba eskiden beslenmeyi gerektirdiği kadar eskiyi eleştirmeyi, yıpratmayı da getirir beraberinde. Yapılan eleştiriler çoğunlukla zevkler ve beğeniler konusunda yapıldığı için mizah anlayışının da eleştirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Örneğin, 1972 yılından itibaren yayımlanan Gırgır’ın okuyucuları günümüz mizah dergilerinin aradıkları özellikleri barındırmadıklarından şikâyetçi olmaktadırlar. Mizah dergilerinin devamlı olarak bir değişim döngüsü içinde bulunmaları da bu duruma yardımcı olmamaktadır. Aksine eski okuyucular yeni dergileri beğenmezler ve bu süreç mizah dergilerinin değişimiyle paralel olarak baş gösterir. Bunun nedeni mizah dergilerinin gündelik olayların kültürüne yoğunlaşması yani içinde yer aldığı dönemin kültürel söylemini yansıtmasıdır. Mizah öğelerinin oluşturulmasında rol alan en önemli faktörlerden birisi toplumun insanlara ve olaylara bakış açısıdır. Toplumun görüşleri nasıl yaşananlara ve popüler kültüre bağlı olarak değişiyorsa bakış açısı da zamanla değişime uğramaktadır. Meydana gelen bu değişimler mizahçılar tarafından çok çabuk algılanarak gündelik espri anlayışı buna göre 50

KARAKUTU SAYI: 13


yontulur. Yaşanan bu hızlı devinimlerin yanında, dergilerde çizilen insan profilleri diğer öğelere nazaran daha yavaş bir değişim göstermektedir. 70-80 kuşağında kötü kalpli olarak gösterilen esnaflar, koşullar değiştikçe mağdur duruma düşmüşler ve insanlar tarafından iyi niyetli, mazlum olarak nitelenmeye başlamışlardır. Ne değişirse değişsin, mizahın genellikle kaybeden tarafın yanında olması bir nevi kendi tutumunun ve halk anlayışının üstü kapalı bir ifadesini temsil etmektedir. 70’li yılların mizahı, yaşanılan karışıklıklara rağmen 50’li ve 60’lı yılların mizahına göre daha gelişmiştir. 1970’ten önce Türkiye’de yaşanan olaylara ve Türk kültürüne bir nevi sırt çeviren mizah dergileri, kullandıkları dil bakımından da iyi bir yol kat edememişlerdir. Ancak 1972 yılında aktif bir şekilde yayın hayatına başlayan Gırgır dergisi bu tabuları yıkarak kendi özgün tarzını zamanla Türk halkına benimsetmiştir. Bu derginin en çok satan mizah dergilerinden biri olmasındaki en önemli nokta ise sahip olduğu ideolojinin öncekilerden farklı olmasıdır. Gırgır dergisi öncelikle yazıya odaklanmaktan çok karikatür sanatını geliştirmeye önem vermiş, derginin kurucusu Oğuz Aral başta olmak üzere derginin çizerleri çizgi sanatının üzerine düşmüştür. Karikatürlerinde ise politik ve stresli bir ortam yaratmaktan ziyade gündelik hayatta yer alan kurnaz tiplemelere ve argo söyleyişlere yer verilerek güldürme amacı güdülmüştür. 1980-1990 döneminde Turgut Özal’ın başa geçmesiyle toplumun her alanında değişim meydana gelmiştir. Medya muhalefet özelliğini kaybetmiş, mizah dergileri ise tamamen gündelik yaşama yönelmişlerdir. Ancak çıkar ilişkileri söz konusu olduğundan Turgut Özal’ın karikatürlerine onun beğendiği ölçüde yer verilmiştir. Gırgır dergisi bu karmaşık dönemde her ne kadar sağlam temelli olsa da zamanla güç kaybetmeye başlamıştır. Gırgır’ın eski mizah geleneğini sürdürmeye devam etmesi ve Oğuz Aral’ın karikatüristlere baskı uygulaması sebebiyle Gırgır’dan kopmalar yaşanmıştır. Gırgır’dan ayrılan mizahçılar birbiri ardınca çeşitli dergiler çıkarmışlardır. Bunlardan ilki olan “Mikrop”, Gırgır’dan esintiler taşısa bile asıl amacı toplumu rahatsız eden olayları gün yüzüne çıkarmaktır. Mikrop’u takiben 1986’da yayınlanmaya başlanan “Limon” dergisi ise Gırgır’ın sokak dilini kendi bünyesine alıp Türk sokak adamı tiplemelerini daha da geliştirmiştir. Bu dergilerin yanında Hıbır, Pişmiş Kelle ve Deli dergileri de 90’larda yayımlanmış ve büyük etki yaratmıştır. Limon dergisi ise çeşitli finansal sebeplerden ötürü adını “Leman” olarak değiştirerek yayın hayatına devam etmiştir. Geçmişten günümüze yayımlanan Türk mizah dergileri arasında hala yayın hayatına devam eden Leman, Gırgır, Penguen, Uykusuz, Ot vb. mizah dağıtım araçları, gelişen Türk mizahi değerlerini simgelemekte ve Türk mizah kültürünü yaşatmaya devam etmektedir. Zaman içinde çeşitli baskılar ve ilişkiler dolayısıyla yayınladıkları karikatürlerin ne kadar tarafsız olduğu tartışılsa da günümüz mizah anlayışı sembolize ettiği değerlerin bilincinde hareket etmeye çaba göstermektedir.

şiir yağmur ABACI / F10

KARAKUTU SAYI: 13

51


terk ettirilenler Aheste aheste batıyor güneş Kıpkırmızı Neden gelenler, Gidenlerin yerini alır hep Ya da gidenlere neden sorulmaz asla Acaba onlar mıdır terk etmek isteyen Bütün güzellikleri bırakıp ardında Bilmez kimse gelenlerin gidenleri kovanlar olduğunu Ne yaz kışa ne fidan tohuma sormuştur Gitmek ister misin diye Kim bilir, belki de gururuyla; kendisi terk etmeyi yeğlerdi belki de bu yüzdendir güneşin hızlanması bir anda, ardında onun kovalayan biri varmışçasına.

çağla deren YAMEN / 9C

52

KARAKUTU SAYI: 13


BAYAN YANI’NCA MİZAH VE İKİ ÇİZERLE SÖYLEŞİ: gülay BATUR, meral ONAT

KARAKUTU SAYI: 13

53


gülay BATUR

Balıkesir-Manyas’ta doğdu. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1978 yılından itibaren MİKROP, GIRGIR, HIBIR, ÖKÜZ, PAZARTESİ, HAYVAN, BİRGÜN gibi çeşitli dergi ve gazetelerde çizdi. Halen BAYAN YANI’nda çiziyor. Albümleri; “BIYIKSIZ HİKÂYELER”, “LEGAL OLARAK AYRILALIM”…

söyleşi:

• Türk yaşam biçimi düşünüldüğünde erkek çoğunluğun olduğu bir alanda Türkiye’de kadın çizer olmak sizin için nasıl bir serüven? Gerek yayın çevresi gerek okur çevresi ve hatta yakın çevreniz açısından? Başlangıçta; bir kadın çizer olmak, sayılan tüm çevreler için ciddiye alınacak bir şey değildi elbet. Ama sanırım aynı şey erkek çizerler için de geçerlidir. Bu durumu yaratan da büyük ihtimal, bizim toplumumuzda karikatür sanatının, genel geçer meslekler listesinin dışında kalması bence. Böyle olunca da çevremi bir ‘Karikatürist’ olacağıma ve öyle devam edeceğime inandırmak uzun yıllarımı aldı… •

Neden çizer olmak, demek yerine mizahın sizdeki karşılığı ne? Bize mizah anlayışınızı nasıl açıklarsınız? Bence mizah; yaşamı en yakın mesafeden izleyip sonra çekilebildiğin en uzak mesafeden tanımlayabilmektir. İnsana aykırı sosyal, siyasal, kurumsal yanlışları işaret etmenin ya da köhnemiş bireysel ezberlerimizi bozmanın bir yoludur mizah. • Mizah üreten kadınlara baktığınızda onları mizah üreten erkeklerden ayıran özellikler görüyor musunuz? Ayrı duyarlılıklarınız var mı, nelere odaklanıyorsunuz?

54

KARAKUTU SAYI: 13


• Mizah üreten kadınlara baktığınızda onları mizah üreten erkeklerden ayıran özellikler görüyor musunuz? Ayrı duyarlılıklarınız var mı, nelere odaklanıyorsunuz? Toplumumuzdaki rollerin kadın-erkek dağılımına baktığımızda, ister istemez ayrışan özellikler ve beklentiler oluştuğunu görürüz. Buna bağlı mizahta da kadının ayrı duyarlılıklar geliştirdiğini ya da gelişmiş duyarlılıklarının mizaha yansıdığını fark ederiz. Kadın mizahçı ne yazık ki önce kendi kıstırılmış, tahakküm edilmiş, eksik bırakılmış yaşamını anlatma derdine düşer. Dert etmek zorundadır da bir anlamda çünkü kendinden önce hep yalan yanlış yargılarla aktarılmış, istenmeyen rollere layık görülmüştür hep o hayat. Duyarlılıklarımız, duyarsızlıkları işaret ede ede genişler sonra…

• Önceki soruyla da ilintilendirerek mizah ve dil bağını da konuşalım isteriz. Sizce mizah dili nasıl bugün? Bence mizah dili bugün sokakla en sıkı fıkı halini yaşamakta… Sokağa çıkan mizah ve mizaha ulaşan sokak… En az birbirleri kadar keskin, sert, naif, argo ve edebi…

• Türkiye mizah üretimi için nasıl bir ülke ve tabi Türk insanı ve mizah arasındaki bağ nasıl sizce? Mizahın malzemesinin dertler, sıkıntılar, doğaya aykırı tavırlar, bünyeyi yozlaştıran edinimler ve her türlü baskıcı yaptırım ve yanlış uygulamalar olduğu düşünülürse, Türkiye mizah üretimi için ne yazık ki bir cennet. Ve Türk insanı da gelişmişliği ölçüsünde, mizahın konusu ya da onun üreticisi olarak mizahla içli dışlıdır.

• Çizginizin kaynağını neye göre seçiyorsunuz yani neyi ve nasıl göreceğinizi ne belirliyor? Bazen günlük gerçekler, bazen gündemden hiç düşmeyen tehlikeler… Sanırım hepimiz şimdiye kadar bizde biriken bilgi ve izlenimlerimizle oluşan algımız çerçevesinde konularımızı belirliyor ve yine o çerçevede yaklaşıyoruz.

KARAKUTU SAYI: 13

55


• Mizah ya da çizginizin kaynağını sormuşken sizce hem kendinizin hem genel olarak Türkiye mizahının çizgisinde bir değişim var mı? Ne tür bir değişimden söz edilebilir varsa?

Değişim, mizahın da mizahçının da olmazsa olmazıdır. Yaşam diyalektiğinden kopan bir mizahçının da en azından okur sorunu oluşur. Bu sebeple Türkiye’de mizah sürekli değişim göstermiştir. Ve bizler de değişmek zorundayızdır. Bugün bu değişimi, günlük yaşamı sıcağı sıcağına konu eden, sokaktaki (ya da evdeki, iş yerindeki, eylemdeki) insanın diliyle konuşup aynı zamanda o dilin sınırlarını esneten günümüz mizahında görmek mümkündür…

56

KARAKUTU SAYI: 13


KARAKUTU SAYI: 13

57


meral ONAT İstanbul’da doğdum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum ve avukatlık yapıyorum.

İlk karikatürüm 1976 yılında Gırgır Dergisinde yayınlandı. Daha sonra pek çok mizah dergisinde; Fırt, Öküz, Hıbır, Hayvan, Penguen, Yumuşah G ve Bayan Yanı dergisi ve Vatan Gazetesi’nde çizdim. Kadınlar Hamamı, Sen Gülümse ve Çanakkale Geçemediler adlı üç kitabım yayınlandı. Pek çok yurt içi ve yurt dışı sergiye katıldım.

söyleşi:

• Türk yaşam biçimi düşünüldüğünde erkek çoğunluğun olduğu bir alanda Türkiye’de kadın çizer olmak sizin için nasıl bir serüven? Gerek yayın çevresi gerek okur çevresi ve hatta yakın çevreniz açısından..?

Herhalde alt yapı olarak küçükken de varlık olarak yalnız kalabilen, her nasılsa resim çizmeye meraklı, aynı zamanda ebeveyn baskısı olmadan buna vakit ayırabilen bir çocukluk yaşamış olmam çok önemli. Bir de Gırgır Dergisi’nin büyüleyici ve efsane dönemi ile bu çakışınca kendimi Cağaloğlu’nda Oğuz Aral’a çizdiklerimi gösterirken buldum. Esasen kadın olmanın ayırıcı zorluğunu toplumda en az bu konuda, karikatür sürecinde ve mekânlarında yaşamışımdır. Hem kendi çevrem hem de dergide erkek çizerlerin çok olması bende bir zorlama yaratmadı. Sadece kadın olduğumuzu bize Oğuz Aral hatırlatarak, cinsimize ait çelişki ve tüm toplumda yaşanılan zorluklara odaklanmamızı ve kadın sayfası yapmamızı istediğinde ancak bunun ayırdına vardım.

58

KARAKUTU SAYI: 13


• Neden çizer olmak, demek yerine mizahın sizdeki karşılığı ne? Bize mizah anlayışınızı nasıl açıklarsınız? Mizahın bendeki karşılığı tamamen özdeşleşme, yaşanan saçmalığın, çifte standartların, riyanın ve insanlık değerine karşı olan bir durumun anlık yasını tutup karşılığında yergi ve eleştiri ile onu hemen gözler önüne serebilmek. Acıdan dolayı ağlamak ilk tepki ama acıdan sonra gülüyorsanız- hani çocuklar öyle yapar- bu takılan, esas duyguyu gizleyen ilk maskedir. Ne kadar arsız, derler o çocuğa. Hâlbuki çocuk, ağlamasını bastırıp gülerken meydan da okuyordur aynı zamanda. Mizah, ağlamadan bir sonraki tepki çeşidi, meydan okumaya bir adım yaklaşma, en azından ona aday olmak.

• Mizah üreten kadınlara baktığınızda onları mizah üreten erkeklerden ayıran özellikler görüyor musunuz? Ayrı duyarlılıklarınız var mı, nelere odaklanıyorsunuz?

Kadın üzerinde pozitif ayırımcılık kanun düzenlemelerinden çok önce karikatürle başladı. Kadınsan kadın sayfası yapmak bir gelenekti. Halen sürüyor. Bu biraz da aslanlara karşı bir araya toplaşıp kurtulmak için daha büyük görünmeye çalışan bir zebra sürüsü gibi hissettiriyor bana. Ama böyle olması da şart. Çünkü her ne kadar ayrıcalıklı ve anlayış içinde büyüseniz de toplum ormanı içinde her türlü zorluğu yaşamak zorundasınız. Bu öfke ister sübjektif olsun ister objektif, hangi konulara odaklanacağınızı çok belirliyor. Erkek çizer olsaydım özdeşleşme konularımı başka alanlara ben de kaydırırdım diye düşünüyorum. Yani kadın çizer olunca önce kadınlar ve çocuklar doğal olarak. • Önceki soruyla da ilintilendirerek mizah ve dil bağını da konuşalım isteriz. Sizce mizah dili nasıl bugün? Mizah kendine has pek çok terim ve kelime yarattı on yıllar boyunca. Bu da en çok haftalık güncel mizah dergileri ve balonlu karikatürler sayesinde oldu. Karikatürcünün dünyasının çeşitliliğini ortaya koyması sayesinde okurlar çok renkli dünyalara tanık oldular. Yazısız karikatür düşünüldüğünde karikatürcü bambaşka

KARAKUTU SAYI: 13

59


bir dil yaratabilmek açısından kısıtlı imkâna sahip. Uluslararası ve biraz daha kalıcı olayım- belki beş on yıl daha fazla- derken aslında kendisini tam olarak deşifre edememek de söz konusu. Sarı dergiler denilen çizdiğimiz dergiler, mizah anlamında ülkeyi daha çok beslediler ve beslendiler. Yıllar öncesi daha özgür çizebiliyor olduğumuzu bugün konuşsak da yazısız karikatürden geçiş halinde, her zaman daha didaktik iken, şimdi; hayati korkularla kısıtlama olmasına rağmen mizah dili, eskisinden daha kıvrak ve daha yaratıcı. Yani karikatür yasaklandıkça dil daha kuvvetlendi, daha kıvraklaştı ve ustalaştı. Bugünü çok daha yaratıcı, usta ve cesur buluyorum.

• Türkiye mizah üretimi için nasıl bir ülke ve tabi Türk insanı ve mizah arasındaki bağ nasıl sizce? Gittikçe sorgulamayan, kendi bakış açısı dışında, haksızlığa maruz kalan insanın acısını hissetmeyen; üstelik reva gören bir toplum modeli oluşturuluyor. Yani hissetmeyince de yerleşik demokratik kuralların bu yok oluşa kol kanat germesi, koruyuculuğu da giderek yok oluyor. Bu kazanılmış insani haklara doğrudan sahip çıkmak bir kenara, mizah tepkisi zaten biat kültürü ile at başı gidebilecek bir şey değil. Giderek yere düşen adamdan başka incelikli bir mizahi inkâr yaşayamayan insanlar ile her şeyi mizah radarı ile tarayan ve hiç değilse bu bakış açısı potansiyelini koruyan insanlar arasında uçurum gittikçe açılıyor. Kabul eden insan mizah yapamaz.

• Çizginizin kaynağını neye göre seçiyorsunuz yani neyi ve nasıl göreceğinizi ne belirliyor? Çizgimin kaynağını elbette etrafta olup biten ve her yönü ile maruz kaldığımız güncel yaşam belirliyor. Ama bunu eskisi gibi pat diye çizemiyoruz. Endişe hâkimiyeti sonucu bugün ne kadar çizilebiliyorsa onlar var. Yani tokat yiyen bir çocuk tam gülerek yadsıyacakken ikinci bir tokat endişesi ile sus pus kalakalıyor. Ne yazık ki en büyük değişim bu.

60

KARAKUTU SAYI: 13


KARAKUTU SAYI: 13

61


62

KARAKUTU SAYI: 13


mavi boyalı beyaz tuval Boş bir tuvalin ressamı oturur çürümüş taburesinde. Bembeyazdır tuval, Kumaşının dikişleri gözükür. Bembeyazdır tuval, Ama arkasında bir resmi saklar. Kararmış sokaklarda, sokak lambaları susar, Sabah uyanmak zordur, sabah olmadığından, Bir Kibar Semt’te rütbeli haiz kişiler dikilir, Karakolların önünden geçebilen ve uyuyan kızlara seslenir, Suyun en safı keskin kayalıklardan akar, Kayalıları zehirli köpükler kaplar. Bembeyazdır tuval, Ama arkasında bir resim saklar. Delikli demirler sesleri yok eder, Kırmızı mürekkep kurşun laşeme karışır, İnsan yavruları toprakları tuzlu suyla sular, Toprağı pembe zakkumlar sarar, Bembeyaz tuvale kırmızı boya sıçrar. Bembeyazdır tuval, Ama arkasında bir resim saklar. Karıncalar her tarafı kaplar, 60’ların televizyonu sarar bütün evleri, İnsanlar evin içinde toplu oturmuş Yenilmiş tırnaklar ağızlarında, tırnak kırıntıları yerde, Saatin tik takları odada yankılanır, televizyon sesi ardından, Kapının tıklanışına takılmış kulaklar, korkar, Hemen ardından güveler tuvalin kumaşını yer, Resim biter Ve tuval arkasından mavi boyalar akar.

ceren NURAL / 11A

KARAKUTU SAYI: 13

63


beyaz yoksulluk Yine bir perşembe sabahı kâbusla uyandı. Kaya gibi sert yatağı yüzünden her yeri tutulmuştu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı ancak sırtındaki jilet keskini ağrı ona izin vermedi. Birçok uğraştan sonra güç bela kalkmayı başardı. Ayaklarını sürüyerek günlerdir yanmayan ölü şöminenin önüne gitti. Şöminenin yanındaki yıllar önce avlayıp içini samanla doldurduğu tilkinin donuk gözlerine bakakaldı. Gözlerinden yavaşça bir damla mizah için dediler: yaş süzüldü. Mizah yazarı ve çizeri, Penguen ve OT gibi Yavaş yavaş bir serçe gibi titreyerek kapının dergilerin editörü Metin Üstündağ’dan önüne gitti yaşlı adam. Zira aç kalmamak mizahın sosyal rolü üzerine: için balık tutmak gerekliydi. Hayattan bık- Biz mizahı yabancılar gibi kullanmıyoruz. mış bir şekilde kapının önüne atıverdiği yaşlı Biz panzehir gibi kullanıyoruz, katlanma, parkayı eline aldı. Parka sanki beni giyme der tahammül etme aracı olarak kullanıyogibiydi. Her tarafı yırtık pırtıktı. Yaşlı adam ruz. Mesela şımarık bir çocuktur, öğretparkayı omzuna attı ve büyük bir gıcırtıyla meninden veya babasından feci dayak yer eski tahta kapıyı açtı. ve gözlerinden yaşlar akar ama karşısına

Kapı açılır açılmaz evin içi ölüm gibi soğuk bir havayla doldu. Yaşlı adam yavaşça evin hemen dışındaki kırık dökük sandığın içinden paslı kör bıçağını ve çomakla ipin bileşimi olan çürümüş oltasını çıkardı. Aldığı eşyaları parkasının ceplerine koydu ve yavaşça bembeyaz düzlüğe bata çıka uzaklaştı.

denizcan TEMEL / F10

64

KARAKUTU SAYI: 13

geçer “Acımadı ya, acımadı ya” der. Bizim için mizah o. Hâlbuki öyle acıdı ki... Ama acımadı yapıyoruz ve bir de fıkra uyduruyoruz. Mesela Kenan Evrenden nasıl kurtulacağımızı bilmiyoruz, onun hakkında fıkra uyduruyoruz. Yıldırım Akbulut, Tansu Çiller hakkında fıkralar uyduruyoruz. Şu anda fıkra bile uyduramıyoruz o da ayrı bir şey.(4) 5. http://t24.com.tr/haber/mizahcilari-biraraya-getiren-kitap-guldurme-beni-mizah-ustune-ciddi-soylesiler,346603


80 sonrası türk mizah dergilerinde temalar ve nitelikleri üzerine bir inceleme Türkiye, mizah konusunda birçok ülkeyi geride bırakabilecek olaylara sahne olan bir ülkedir. Tartışmaların her gün farklı bir konuda açıldığı, siyasi fertlerin birbirinden komik gaflardan kaçınamadığı, kimi zaman ekonomik kimi zaman mimari alanlarda türlü trajikomik anlara tanık olduğumuz Türkiye’de ağlasak mı gülsek mi bilemediğimiz durumlarda yardımımıza her zaman mizah dergileri yetişmiştir. Oldukça kabul gören bir kanıya göre günümüz mizah dergilerinin stilini belirleyen en büyük etken Gırgır’ın çıkışı olmuştur. Gırgır kendisinden önce çıkan Aydede, Akbaba gibi dergilerden farklı bir stil benimsemiştir. Örneğin Akbaba dergisi 1922’den 1977’ye kadar yayınlanıp elli beş yıl ayakta kalarak Türkiye’nin en uzun soluklu dergisi unvanını kazanmıştır. Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz gibi büyük isimlerin de kadrosunda yer aldığı Akbaba siyasi mizahın yanında bir edebiyat dergisidir. Akbaba kapatılmadan beş yıl önce, 1972’de yayına başlayan ve mizah dergileri için bir dönüm noktası olan Gırgır ise 2017’ye kadar hizmet verebilmiştir. Gırgır dergisi Oğuz Aral’ın yönetmenliğini üstlendiği bir ekiple yayın hayatına devam etmiştir. Oğuz Aral’ın ölümünün ardından anısına yapılan heykelin iki kere saldırıya uğraması ve onarılması ardından üçüncü saldırıda parçalara ayrılarak yok edilmesi siyasi mizah dergilerinin, sevenlerinin yanında sevmeyenlerinin de olduğu ve bu dergileri sevmeyenlerin saygılı bir tartışma ortamında sorunlarını dile getirmekten de ne kadar rahatsız olduğunu göstermektedir bir nevi. Gırgır’ın mizah dergileri için bir çığır açtığı görüşünü sağlayan etmen de şüphesiz sokakta halk tarafından konuşulan dile daha yakın, argo bakımından zengin ve cinsellikle ilgili tabuları yıkan bir mizah dergisi olmasıdır. Gırgır’ın yarattığı bu tarz, sevmeyenler tarafından sulu mizah olarak yerilmiştir. Gırgır, siyasi görüşünü belli etmekten kaçınmayan bir dergi olmakla birlikte son dönemlerinde Sözcü gazetesi ile birlikte yayınlanmıştır. Sözcü gazetesi ile yayınlandığı bu dönemde, 2017 Şubat’ında Hz. Musa’ya küfür edildiği öne sürülen bir karikatür yüzünden tüm çizerleri işten çıkarılmış ve dergi kapatılmıştır. Derginin kapatılması sürecinde halk ve medyanın belirli bir kesiminden gelen tepkilerin de büyük etkisi olmuştur. Gırgır’ın çok sevildiği bir dönemde, 1985 yılında derginin kadrosunda bir ayrılık yaşanmış ve Limon dergisi kurulmuştur. Limon dergisi olumsuzluklar sebebiyle 1991’de kapatılarak aynı ekiple LeMan adı altında basılmaya başlanmıştır. LeMan haftalık yayınlanan bir dergi olduğu gibi çoğu derginin aksine bir medya kuruluşuna bağlı değildir. Gırgır’da olduğu gibi LeMan dergisi de sol görüşlü yazarlarına sahip çıkarak büyümüş bir dergidir ve siyasi görüşü bellidir. Ancak LeMan sadece siyasi mizahla ilgilenen bir dergi değil aynı zamanda kültürel basın içeriklerine önem veren bir dergidir. Cem Yılmaz’ın ilk gösterisine çıktığı KARAKUTU SAYI: 13

65


Beyoğlu LeMan Kültür Merkezi de LeMan’ın kültürel değerlere verdiği desteğe bir örnektir. LeMan Kültür günümüzde kafe olarak hizmet vermektedir. 2000’li yıllarda kadrosu zayıflayan bu dergiden ayrılanlar Penguen ve Lombak gibi dergiler kurmuştur. LeMan dergisi sadece tek bir siyasi partinin tarafını tuttuğu için eleştirilen bir dergi olmasına rağmen muhalefeti, iktidarı ve başka konuları eleştiren mizahları da azımsanamayacak miktardadır. Bu durumda mizah dergilerinin taraf tutmaktan çok kötü olanı eleştirdiği söylenebilir. Bir sorun varsa o günün yönetiminin eleştirilmesi gayet normal sayılması gerektiği gibi bunun taraf tutmakla bağlantısı oldukça zayıftır. Ülkemizde mizahçıların ve çizerlerin akıbetleri konusunda da oldukça kara bir yazgı vardır. Aziz Nesin’in kaldığı otelin yakılarak Nesin’in öldürülmeye çalışılması, Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, Oğuz Aral heykelinin başına gelenler Türk halkının muhalif mizahçıya ve sanatçıya karşı ne kadar acımasız olabildiğini gösterir. Bu durumda Türk mizahçısının üstünde büyük bir yük de bulunur ki bu yük ölüm kalım mücadelesine dönüşebilmektedir. Çoğunluğu elinde bulunduran bir topluluğa karşı eleştirel paylaşımlarda bulunan bu mizahçılar genellikle tarih boyunca çok tepki çekmiştir. 1980 ve sonrası dönemde başa geçen hükümetlere bakıldığında sol hükümetlerin başa geçebildiği yegâne dönemler koalisyon dönemleridir, bu yüzden 1980 ve sonrası mizah dergilerine bakıldığında eleştirilere konu olan genellikle sağ hükümetler olmuştur çünkü eleştirilecek başka görüşlü hükümet başa geçememiştir. LeMan ve Gırgır dergilerinin siyasetle bağlantıları oldukça fazladır. Gırgır dergisinde özellikle son dönemde Amerikan hükümetlerinin Türk hükümetleri üzerinde baskı kurması, kimi kazaların kader ve fıtrat olgularıyla açıklanması, mevcut cumhurbaşkanı ve başbakanların gaf içeren demeçleri kapak sayfalarına taşınmıştır. LeMan dergisinde ise Gırgır dergisinin kapaklarına benzer kapaklar bulunmakla birlikte Fenerbahçe otobüsüne yapılan saldırı, Charlie Hebdo saldırısı, FETÖ olayları gibi durumlar da karikatürize edilmiştir. Özellikle 2000’li yıllarda yaşanan siyasi olayların diğer dönemlere göre oldukça fazla ve farklı olmaları da yaratıcı karikatürler çizilmesine olanak sağlamıştır. Bu büyük dergilerin siyasete el atmışken ekonomi ile ilgili karikatür yapmamaları işten bile değildir. LeMan dergisinde ekonomi direkt olarak kapak sayfasına taşınmamış olsa da ekonomik durumumuzla ilgili çıkarımlar rahatça yapılabilmektedir. Gırgır’da da aynı şekilde çıkarımlara ulaşabileceğimiz karikatürler bulunabilir. Türkiye bilim alanında tartışmaların yaşandığı bir ülkedir. Bu tartışmaların genellikle entelektüel düzeyde olmadığı görülür. Tartışmaların çoğu, ülkede bilimin neden gelişmediğiyle ilgili yapılan uzun ve sonuçsuz konuşmalardır. Genelde de mevcut hükümeti ve geçmiş hükümetleri eleştirmekten ileri gidilemeyen bu tartışmalarla bilim alanında bir gelişme kat edilememiştir. LeMan dergisi bu konuya liderlerin “Kızlı erkekli” demeçleriyle yer vermiştir. Ayrıca NASA’nın uzayda dünya benzeri gezegenler bulduğu dönem içerisin66

KARAKUTU SAYI: 13


de Türkiye’de KHK’lar ile işlerinden atılan akademisyenlerin konuşulmasına akademisyenleri kaçıran bir UFO çizerek tepki gösterilmiştir. LeMan tarafından Gırgır’ın kapaklarında ise bilim konusunda Türkiye’nin Osmanlılaştığına vurgu yapılmış ve genellike daha siyasi bakımdan ele alınmıştır. Ülkemizde kadın-erkek ilişkileri de karikatürlere bolca malzeme çıkarmaktadır. Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu iddia eden gruplarla bunun tam tersini savunanlar arasındaki çekişme oldukça renklidir. Kadına şiddet uygulayan, dinde kadının değersiz olduğunu öne sürerek kadınları toplum hayatından dışlayan, kadınların evden dışarı çıktığı anda her türlü suçlamaya hedef olmasına sebep olan insanlar da azımsanamayacak bir çoğunluğa sahiptir. LeMan dergisi bu insanların “Mini etek giyersen tabii tecavüze uğrarsın.” yargısını “Kadın dışarıda kahkaha atamaz.”, “Yedi yaşındaki çocuğun evlenmesinde sorun yoktur.”, “Dizden yukarısı tahrik sebebidir.” gibi diğer basmakalıp yargıları eleştiren karikatürleri kapağına taşımıştır. Bu kapak çağdışı ve ilkel olarak nitelendirilebilen davranışların günümüz Türkiye’sinde, toplum hayatında, ne kadar geçerli olduğunu gösterir bir bakıma. Gırgır ise Ömer Tuğrul İnançer adlı bir “tasavvuf düşünürü”nün hamile kadınların sokakta gezemeyeceğini anlattığı bir demeci kapağına taşımış, İnançer’i de yumurtadan yeni çıkmış bir insan olarak resmetmiştir. 2000’lerin Türkiye’sinde, kafir olmakla eleştirilen ülkeler uzay keşifleri ve atom altı parçacıklar hakkında derin tartışmalara girerken, “imanlı” olmakla övünen Türk halkının hala kadınların sokağa çıkıp çıkamayacağını inanç ekseninde tartışması dikkate değerdir. Gırgır ve LeMan gibi dergilerin kültürel etkileri şüphesiz tartışılmaz. Kültürel alanda en çok emek vermiş dergilerden biri, yazının başında da değinildiği gibi LeMan’dır. LeMan dergisinin LeMan Kültür Merkezi’nde yayınladığı siyaset dışı içeriğe sahip yayınlar, Cem Yılmaz’ın ilk gösterisini bu merkezde yapması gibi durumlar LeMan’ın kültürle ilişkisini ortaya koyar. Kültürel alanda çizilen karikatürlerle ise ülkedeki kültürel durum hakkında çıkarım yapılabilmesi mümkündür. Özellikle son dönemdeki mülteci göçlerinin ve kültürel yozlaşmanın kapaklara taşındığını görürüz.

KARAKUTU SAYI: 13

67


Eğitim de aynı bilim gibi, hakkında tartışılan fakat ileriye gidilemeyen bir olgudur. Ülkemizdeki büyük mizah dergileri de şüphesiz bu konu hakkında eleştiride bulunmuştur. Özellikle bir dönem tartışma konusu olan 60-72 aylık çocukların okula alınması Gırgır tarafından karikatürize edilmiştir. Başka bir kapakta gerici eğitim sistemine itiraz eden öğrencilere “Gerçek hayatta ne işinize yarayacak ulan özgürlük?” diye seslenen bir müdürü çizmiştir Gırgır. LeMan ise o dönemin başbakanının kızının matematikten zayıf not alması üzerine o sınıfa farklı bir öğretmen atanmasını karikatürle eleştirmiştir. Türkiye’nin en çok okunan mizah dergilerinden ikisi Uykusuz ve Penguen’dir. Alanlarında çok başarılı olan bu iki karikatür dergisi benzer siyasi ve ideolojik profillere sahiptir. Bunun sebebi Uykusuz’un kurucularının Penguen’in eski çizerlerinden Yiğit Özgür, Ersin Karabulut, Oktay Gencer, Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy ve Mehmet Çilingir olmasıdır. Akran olan bu iki dergi Türk mizah dergiciliğinin gelişmesinde kilit roller oynamışlardır. Bu iki fenomen mizah dergisinden Penguen, 18 Mayıs 2017’de, artan internet kullanımıyla beraber dergi okuyucularının azalması ve karikatürlerin internetteki platformlarda izinsizce paylaşılmasıyla beraber maddi gelirlerin azalması gibi sebeplerle yayın hayatına son verdi. “Siz okumasaydınız kendi kendine gülen deliler olacaktık, siz de katıldınız, birlikte delirdik.” diyerek okuyucularına veda eden dergi, yayın hayatı boyunca siyasi gündemi değiştiren birçok karikatür üretti ve halkın beğenisine sundu.

Siyaset ülkenin gündemini en çok meşgul eden konulardan biri, belki de en canlısıdır. Siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığını söylemek mizah dergilerinin hakkını yemek olacaktır. Çünkü tarihe bakıldığında mizah dergilerinin en çok tükettiği konunun siyaset olduğu ve siyaseti güncel olarak etkilediği çok açık şekilde görülmektedir. Hal böyle olunca tabi ki Penguen ve Uykusuz’dan siyaset ve siyasetçi konulu karikatür beklememek imkânsız.

68

KARAKUTU SAYI: 13


Penguen’in karikatürlerini inceleyerek başlamak gerekirse en çok dikkat çeken şeyin derginin siyasi profili olduğunu söylemeliyiz. Her ne kadar eleştirilerin çoğu iktidar partisine yapılıyor olsa da derginin muhalefet partilerini de eleştiren birçok karikatürü bulunmakta. Günümüzde çoğu yayın organının tarafsızlığının tartışıldığı düşünülürse, Penguen tarafsızlık konusunda öne çıkabilecek dergilerden birisi. İktidarın muhalefete göre daha çok eleştirilmesinin ana sebeplerinden biri de iktidar partisinin başta olduğu dönem boyunca medyaya ve basın mensuplarına uyguladığı baskıcı politikadır. Geride bıraktığımız on beş yıl içerisinde hapse atılan gazeteci ve habercilerin sayısı özellikle iktidar karşıtı söylemlerde bulunan gazeteci ve habercilerin büyük bir psikolojik ve maddi sıkıntıya sokulduğunu açıkça görebiliriz. Bu yüzden yine birer medya kuruluşu olan Penguen ve Uykusuz’un iktidarı ve yöneticileri eleştiren karikatürlerinin çoğunlukta olması yadırganmayacak bir durum. Bu tip olayları konu alan karikatürleri olduğu gibi gündemi değiştiren, hayatı etkileyen, dikkat çeken, kısacası rağbet gören hemen hemen her konuda derginin kendi üslubunu içeren ve kendi doğrularına göre eleştiren karikatürleri var. Dergi, ülke ve dünya basınını sarsan büyük çaplı olaylara da tabi ki tepki gösterdi ve eleştiri içeren karikatürleri yayınladı. Türkiye için büyük kırılma noktalarından biri olan Taksim Gezi Parkı olayları sırasında da aktif bir şekilde rol oynayan Penguen, gerek dergi kapağında, gerekse derginin içeriğinde Gezi Parkı direnişini destekler nitelikte birçok karikatür yayınladı. Hatta bir sayısında derginin kapağına ”DİRENİNCE ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE!” yazarak direnişin sembollerinden biri haline gelmiş “siyahlı kadın”ı koymuş ve tarafını açıkça belli etmişti.

KARAKUTU SAYI: 13

69


Bunun gibi yurtiçi olaylardan başka global olaylarla ilgili tepki gösteren karikatürler de üretmiştir Penguen. 7 Ocak 2015’te Fransız hiciv dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan terör saldırısını kınamak ve meslektaşlarının yanında olduklarını belirtmek için Penguen, Uykusuz ve Gırgır dergileri “JE SUIS CHARLIE” yazan kapaklarla satışa çıkmıştı.

Dergi genellikle kapağına güncel siyasi olayları taşımakla birlikte daha çok ülke içinde gelişen durumları ele almıştır. Özellikle son dönemde çok tartışılan ve

yakın zamanda yapılan referandumla kabul edilen başkanlık sistemiyle ilgili de uzun zamandır farklı karikatürleri kapaklarına taşıyan Penguen, ülkedeki siyasi gelişmeleri takip etmek isteyenler için gazeteden sonra en çok iş görecek araçlardan biriydi.

Uykusuz da siyaset konusunda en az Penguen kadar aktif bir mizah dergisidir. Politik görüşü neredeyse Penguen’le aynı olan Uykusuz dergisi de belirgin bir şekilde iktidara olan eleştirilerine ağırlık vermiştir. Yayın hayatı boyunca Adalet ve Kalkınma Partisi’nden başka bir parti iktidar olamadığı için haliyle AKP kadrosu ve lideri Erdoğan, sıkça Uykusuz’un kapak ve karikatürlerine konu olmuştur. Son zamanlarda gündeme oturan başkanlık sistemi konusu ve anayasa değişiklikleriyle ilgili partililerin yaptığı söylemler Uykusuz’un tepkisini çekmiş ve derginin kapağına taşınmıştır. 70

KARAKUTU SAYI: 13


Ayrıca başkanlık sisteminin kabulüyle birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın artan yetkileri de tepki çekerek kapaklarında karikatürize edilmiştir.

Ülkeyi derinden sarsan ve aylar boyu gündemden düşmeyen 15 Temmuz darbe girişimi siyasetçiler için önemli bir malzeme haline geldi. Özellikle iktidar partisinin ve haliyle Erdoğan’ın sıkça dile getirdiği, demagoji malzemesi haline gelen bu girişim sonrası birçok gazeteci FETÖ’yle ilişkileri olduğu vb. gerekçelerle hapse atılmıştı. Gazetecilerle dolup taşan hapishanelere dikkat çekmek isteyen Uykusuz, ülkede gazete yazar, çizerlerinin gördüğü muameleyi karikatürle kağıda aktarmıştır.

Ülkeyi iki kutba bölen Taksim Gezi Parkı Olaylarına diğer dergiler tepkilerini göstererek taraflarını belli etmişlerdi. Olaylardan sonra Uykusuz da aynı şekilde tarafını belli etti ancak diğer mizah dergilerinden farklı olarak sayının tamamını Gezi direnişine ayırdı. Kullanımı yaygınlaşan yeni Türkçe terimlerle donattıkları bu kapakla da büyük ilgi çekti.

KARAKUTU SAYI: 13

71


Orta Doğu, sömürgeciliğin yaygınlaşmasıyla beraber bitmek tükenmek bilmez savaşlara ve kargaşalara sahne olmuştur. Artık neredeyse bir deyim haline gelen “Amerika’nın oyunları” bu coğrafyanın sınırlarını sürekli değiştirmekte ve yeni savaş sahneleri yaratmaktadır. Avrupa’ya en yakın Orta Doğu ülkesi Türkiye olduğundan bu iki bölge arasında bir tampon bölge görevi görmektedir. Bu sebeplerle Orta Doğu’da olan olaylarla yakın temas halinde bulunan ülkemiz de olayların gidişatıyla ilgili söz sahibi olmaya çalışmaktadır. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın bu konuyla ilgili açıklamalar yapması ve kimi zaman dünya devi ülkelerle karşı karşıya gelmesi Uykusuz tarafından karikatürize edilmiştir.

Uykusuz dergisi de Penguen gibi güncel siyasi gelişmeleri içeriğine ve kapaklarına yansıtarak çarpıcı birçok karikatür üretti. Beslendiği ana damarlardan biri siyaset olduğu için dergi yine bir gazete niteliğinde –çok daha sübjektif bir biçimde- halkı güncel olaylardan haberdar ediyor.

Siyasetin yön verdiği elementlerden bir tanesi de hiç şüphesiz ekonomidir. Ülkemizde ekonomik gelir yelpazesinin çok dağınık olması fakirin çok fakir, zenginin de çok zengin olduğu bir tablo ortaya çıkartıyor. Ancak ne yazık ki oranlandığı zaman yüksek gelirli kesimin düşük gelirli kesimden katbekat az olduğu apaçık ortada. Düşmeyen işsizlik oranları ve açlık sınırının altında yaşayan binlerce insan karikatüristlerin ürünlerine konu oluyor haliyle. Penguen ve Uykusuz bu konuda birçok farklı karikatür yayınlamış ve işsizlik artışına dikkat çeken kapaklar hazırlamıştır. 72

KARAKUTU SAYI: 13


Ülkemizde bilime gösterilen ilginin ne kadar yeterli olduğu tartışılır bir konudur. Toplumumuzun “Adamlar yapıyor ya!” boşvermişliği ve oluruna bırakma felsefesi ülkedeki bilimsel faaliyetlerin gelişmesinin önüne geçmekle beraber ülkeyi karanlık bir geleceğe itmektedir. Kimi zaman da bilimin dinle çeliştiğini öne süren iddialar da işin cabası olarak önümüzü tıkıyor. Bu tip durumları eleştirir nitelikte karikatürlerle Uykusuz ve Penguen de ülkenin bilimsel düzeyini eleştiren karikatürler yayınlamışlardır.

İnsanoğlu en temelde kadın ve erkek olarak ikiye ayrılır. Kadın-erkek ilişkileri ise onlarca başlığa ayrılabilir. Aşk, hasret, öfke, intikam gibi duygulara; evlilik, flört, cinsellik gibi birlikteliklere sahne olabilir. Dergilerimiz Penguen ve Uykusuz bu tip kadın-erkek ilişkilerini konu alan birçok karikatüre imza atmıştır. Genellikle ilişkilerin tipik yanlarını konu alan güldürü amaçlı karikatürleri bulunmakla beraber gündelik hayatta meydana gelen talihsiz olayları konu alan karikatürleri de bulunmaktadır. Örneğin Uykusuz, sadece şort giydiği için otobüste tekmelenen Ayşegül Terzi’nin mücadelesine destek olmak için kadının gücünü temsil eden bir karikatürü kapağına taşımıştır. Ülkeyi yasa boğan ve cinsel istismarın boyutlarını gösteren örneklerden birisi Özgecan Aslan cinayetiydi kuşkusuz. İnsanlıKARAKUTU SAYI: 13

73


ğımızı sorgulatan bu korkunç vaka Penguen’in kapağına karanlık bir arka planın üzerinde Özgecan Aslan’ın katili çizilerek yansıtılmıştı.

74

KARAKUTU SAYI: 13


Mizah dergilerinin yarattıkları başka bir şey de şüphesiz kültürdür. Her çizer kültürüne, dolayısıyla toplumun kültürüne yeni bir şeyler katar. Penguen ve Uykusuz kendilerinden önceki mizah dergisi oluşumlarından koparak kendi yollarını çizen dergiler oldukları için karikatür dünyasına yeni bakış açılarının gelmesini, farklı çizim tarzlarının ve dil kullanımlarının oluşmasını sağlamışlardır. Kendileri kültür oluşturmakla beraber ülkede meydana gelen kültürel değişiklikleri de kaleme almışlardır. Örneğin birkaç yıldır gündemde olan Suriyeli mülteciler ve vatandaşlık almaları gibi konular bu mizah dergilerinin de gündemini meşgul etmiştir. Penguen, bir kapağında bu konu üzerinden devletin aldığı vergileri eleştirmiştir. Uykusuz da bir sayısında AB’nin Türkiye’nin Suriyeli sığınmacıları kabul etmesi durumunda üç milyar Euro vermesini konu alan bir kapak yayınlamış, kapakta Erdoğan’ın Suriyeli sığınmacıları göstermelik olarak kullandığını ima eden bir karikatür yayınlamıştır. Neredeyse sürekli değişen eğitim sistemimiz hala son şeklini alamamıştır. Öğrenciler her yıl yeni sınav sistemleriyle tanışıp onlara adapte olmaya çalışırken ilgililer sistem arayışına devam ediyor. Yapılan reformlardan biri olan 4+4+4 eğitim modeliyle ilkokul, ortaokul ve lise okuma süreleri değiştirilmiş ve kafa karışıklığına yol açılmıştır. Bunun haricinde eğitime teknolojiyi entegre etme çalışmalarıyla da eğitimdeki sorunlar çözülmeyi amaçlanmıştır. İlgilenilmesi gereken asıl önemli sorunlardan biri atanamayan öğretmenlerdir. Her yıl binlerce öğretmen açıkta kalarak mesleğini yapmaktan mahrum kaldığı gibi çeşitli ekonomik ve ruhsal sorunlar da yaşamaktadır.

KARAKUTU SAYI: 13

75


İntihara kadar giden bu soruna Eski Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yaptığı yorum Uykusuz’un kapağına taşınmış ve karikatürize edilerek eleştirilmiştir. Penguen dergisi, 4+4+4 sistemini ve FATİH projesini eleştirerek oluşan kafa karışıklığını derginin kapak sayfasında yayınlamıştır. Dergilerin eğitimle ilgili farklı karikatürlerine rastlamak da mümkündür.

batuhan BİLGİÇ- erdem DOĞAN / F10

kaynakça https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C4%B1rg%C4%B1r_(dergi) http://girgirdergisi.com/ http://www.sozcu.com.tr/haberleri/girgir/ https://twitter.com/lemandergisi http://www.leman.com.tr/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Leman http://www.lmk.com.tr/

76

KARAKUTU SAYI: 13


sıcak akşamüstü sıcak bir akşam üstüne… Lambalar ne zaman yanacak, merak ederim Karınca yuvası dağılacak Hiç kurulmamış olanların hatrına Kadehler kırılacak havada Usulca geçecek zaman Ölümsüzler ürpertici dinginliklerine kavuşurken Hakikat boş sokaktaki kaldırımda Hakikat bir fahişenin çığlığında Hakikat bir ölümsüzün dudaklarında Hakikat zamanın çocuğudur Annenin oynama dediği çocuklardan birisi Gözlerine köpük kaçmış denizin Hıçkırır Kudurur Kuduz olmanın hafifliğinde Sıcak bir akşamüstü Kudururlar Köpekler Korkusuzca inanarak yeniden uyanmaya Limanda yangın çıkmışsa Ağaç taşlandıysa Denizin suyundan dökün O bağışlayıcı, O merhametlidir. Köpürür köpürür köpürür İsterse kapatır ışığı Soğuk sularda gözleri yanarken Asla büyümemiş çocuğun Yalancı peygamberler Dervişler, okumuşlar yüzünden denizin Dertli dertli volta atarken Kayalıkların keskin kıyılarında Yıldızlı bir gecede Tek kulak kesilmişken Rüya gibi bir geceden önce Ağzından köpükler çıktı Musa’nın Ra ışığı kesmekle tehdit etti onu Bilmezken ışığın Denizin gözlerinde olduğunu

eren kutay BAHTİYAR / 11B KARAKUTU SAYI: 13

77


basında reklam ve mizah ilişkisi Dilimize Fransızca “reclame” sözcüğünden geçen “reklam”, genel olarak kabul edilen tanımıyla “bir ürün, marka, kurum, görüş ya da bir fikrin kitlelere iletilmesi amacıyla çeşitli mesajların bir bedel karşılığında, reklam verenin kimliği bilinerek, değişik mecralarda yayınlanması”dır. Reklamların hedef kitle üzerinde etki sağlayabilmesi (hedef kitlenin o görüşü kabul etmesi, tanıtılan ürünü almak istemesi vb.) için reklam sektöründe pek çok farklı yöntem denenmektedir. İnsanın diline dolanan şarkılar, unutulmayacak vurucu sözler, ekrandaki komik bir görüntü kısacası izleyicinin dikkatini çeken her yöntem reklamlarda kullanılabilir. Kullanılacak yöntemin; zor unutulacak, insanın aklına işleyecek düzeyde olması göz önünde bulundurulmalıdır. Reklamlarda en etkili araçlardan biri mizahtır. İnsanlar yoğun duygular yaşadığı anları hatırlamaya meyillidir. Önceki gün öğle yemeğinde ne yediğini hatırlamayan biri, iş başvurusunun kabul edildiği günü ya da bir yakınını kaybettiği günü dün gibi hatırlamaktadır. Bu olaylarda mutluluk ve hüzün duygularını yoğun bir şekilde hisseden kişi olaylarla bağlantısı olan şeyleri de (yer, zaman, mekân, kişiler…) daha kolay hatırlayacaktır. Bir reklam, mizahı kullanarak bir kişiyi güldürmeyi başarıyorsa o kişi reklamda tanıtılan ürünü gördüğünde reklamı ve o reklama nasıl güldüğünü hatırlayacaktır. Ürün o kişide artık “gülme” ile ilişkilendirilmiştir. Ürüne yönelik tüm bu pozitif duygular o kişinin ürünü almak istemesini sağlayacak ve reklam amacına ulaşmış olacaktır.

Brian Sterthal ve C. Samuel Craig reklamda mizah üzerine 1973 yılında yaptıkları araştırmalarda aşağıdaki sonuçlara ulaşmışlardır: • Mizah içeren mesajlar dikkat çekmektedir ancak bu mesajlar anlamayı olumsuz etkileyebilmektedir. • Mizah, izleyicinin dikkatini başka yöne çekerek onların karşı argümanlar geliştirmesini engelleyebilmekte ve iknayı arttırabilmektedir. • Mizahi çekicilikler, ikna edici olarak görünmektedir ancak bunların ikna ediciliği ciddi içerikli olanlarınkinden fazla değildir. •

Mizah, kaynak güvenirliğini arttırıcı etki yaratmaktadır. 78

KARAKUTU SAYI: 13


Hedef kitle özellikleri, mizahın etkinliğini farklılaştırabilmektedir.

• Mizahi içerik, kaynaktan hoşlanmayı ve pozitif bir ruh halinin oluşumunu sağlayabilmekte, bu da mizahın iknaya ilişkin etkisini arttırabilmektedir. • Mizahi içeriğin olumlu yönde destekleyici, pekiştirici bir işlevinin bulunduğu kapsamda, ikna edici iletişim açısından kullanılması daha etkili olabilmektedir. Bu sonuçlar bize reklamlarda kullanılan mizahın izleyiciyi aldatıcı olup hedef kitlenin dikkatini dağıttığını göstermektedir. Dikkati dağılan hedef kitle reklam etkisinde bulunduğu zaman aralığında ‘’Ama bu çok saçma.”, “Reklamda böyle şahane gösteriyorlar fakat gerçekle alakası yok.” gibi reklamı zihninde kötü olarak kodlayacak cümleler dile getirememektedir. Bu araştırmalarda varılan sonuçlardan biri de reklamlarda kullanılan mizahın hedef kitleye yönelik olmasıdır. Örneğin bir 5-8 yaş aralığı tarafından kullanılan bir çocuk oyuncağıyla ilgili reklam yapmak ve bu reklamda mizah kullanmak istiyorsanız, kullandığınız mizah hedef kitleye yönelik olmalıdır. O reklama sadece yaşlı insanların anlayabileceği bir espri koyarsanız bu çocukların ilgisini çekmez ve reklam hedef kitle tarafından beklenen ilgiyi göremez. Araştırmalarda varılan sonuçlar bize reklamlarda mizahın kötü yanları olduğunu da göstermektedir. Mizahtan yararlanılan reklamlar hedef kitlenin dikkatini mizah üzerinde yoğunlaştırmasını sağlayıp hedef kitlenin ürünü anlayamamasına neden olabilir. Bunun önüne geçmek için reklamdaki mizahın dozunu iyi ayarlamak gerekir. Daha fazla gülsünler diye reklamı sadece bir komedi unsuru haline getirmek (reklamlarda abartı) geri tepebilir. Her şey tam kararında olduğunda en etkilidir. Ne daha fazla ne de daha az…

KARAKUTU SAYI: 13

79


Örneğin yukarıdaki reklamı yapanlar absürt ve abartılı bir mizah kullanmak istemişler fakat hedef kitleye sundukları şeyi küçük yazılarla yazıp arka planda bırakmışlardır. Bu reklam afişine bakan biri ilk başta büyük karakterlerle yazılmış olan “hiç size bastık mı?? “ yazısını görecek ve reklamın neyi amaçladığını idrak edemeyecektir. Reklama bakan kişi eğer reklamın yakınlarında bir yerdeyse şansı yaver gidip küçük yazıları okuyunca reklamı anlayabilir. Ama bu reklama uzak bir mesafeden bakan kişi için bu imkânsızdır. Yukarıdaki reklam, reklamlarda kullanılan mizahın abartılıp çok ön plana çıkarılmasıyla ürünün önüne geçmesi ve ürünün hedef kitleye ulaşmasına engellemesine bir örnektir. reklamlarda mizah kullanmanın yöntemleri Reklamlarda mizahı kullanmanın farklı yöntemleri vardır. Bu yöntemlerden hangisinin seçileceği hedef kitleyi ve tanıtılacak ürünü göz önünde bulundurarak dikkatli bir şekilde belirlenmelidir. kelime oyunu Reklamlarda kelime oyununu kullanmak genellikle eş sesli kelimeler ya da birbiri içinde bulunan kelimelerle yapılmaktadır. Aşağıdaki afiş tam olarak reklam sayılmasa da kelime oyununa iyi bir örnektir. Bir parti kendi propagandasını yapıp kendine oy isterken “oyun” kelimesinin “oy” kelimesinin kapsamasından yararlanıp bu afişi tasarlamıştır. Diğer örneğimizde de ürünün ismi olan “Halley”in “haller” kelimesine benzerliğinden faydalanıp bunu bir reklam stratejisi olarak kullanılmıştır.

80

KARAKUTU SAYI: 13


kişileştirme Kişileştirme tekniği kullanılan bir reklamda insan olmayan bir cisme insan özellikleri yüklenir. Bu reklamlarda kişiselleştirilen ürün genellikle tanıtılan ürünün kendisidir. Bir insanın söylediği şeyi, tanıtılan ürüne söyletmek daha dikkat çekici ve daha kalıcı olur. İnsanlar sıra dışı şeyleri hatırlamaya meyillidir.

abartma Abartma, reklamlarda mizah unsuru gereğinden fazla kullanılır. Bu tarz reklamlara yazının ilk bölümlerinde değinilmişti. gülünçlükler Gülünçlüklerden yararlanan reklamlarda komedi unsurlarına yer verilir. Bu tarz reklamlar insanda aşırı bir kahkaha atma hissi uyandırmaz, tebessüm ettirir. Aşağıdaki reklam kelime oyununun kullanıldığı reklamlara da örnek olarak verilebilir. Burada “don” kelimesinin eş sesliliğinden yararlanarak insana komik gelmesi amaçlanan bir reklam yapılmıştır. Reklamda kullanılan mizah yöntemleri genellikle beraberinde başka yöntemlerin kullanılmasını da gerektirir.

KARAKUTU SAYI: 13

81


ironi Bu tarz reklamlarda kelimeler söylenmek istenenin tam tersini ifade eder. Aşağıda çakmağa reklam vermiş bir mezarcılık firmasının reklamı yer almaktadır. Bu reklam sigaranın insan sağlığına zararlı olduğundan yola çıkarak “Sigara içerseniz ölürsünüz. Biz de mezar işlemlerinizi yapıp para kazanırız.” demeye çalışmaktadır.

şaşırtma Reklamlarda şaşırtma hedef kitleyi ters köşeye yatırmayı amaçlar. Şaşırtma tekniğinin kullanıldığı reklamlar genellikle televizyon reklamlarıdır. Çünkü şaşırtma tekniği için izleyicinin dikkatini belli bir süre tanıtılacak üründen başka bir yöne çekmeli ve reklamın sonunda şatafatlı bir şekilde tanıtılacak ürün gösterilerek hedef kitleyi şaşırtmaktır. Televizyon reklamları belli bir süre boyunca izlendiği için bu yöntemi uygulayabilmektedirler. Örneğin bir reklam filminde sokağın ortasına bir buton konulmuştur. Butonun üzerinde drama eklemek için basınız yazmaktadır. İnsanlar yanından gelir geçer kimisi bakar ama basmaz ve en sonunda biri basar. Bir anda evin içinden sedyeyle hasta bir adam çıkarırlar, ambulans yaklaşır, gasp olayı olur sedye yere düşer, ambulans görevlileri kavga etmeye başlar, polis gelir mafyayla çatışır ve aksiyon dolu bu sahneden sonra bir anda tepeden bir pankart açılır ve bir televizyon kanalının günlük drama dozunuz diye reklam yaptığını görürsünüz.

82

KARAKUTU SAYI: 13


karşılaştırma Reklamlarda kullanılan tekniklerden biri de karşılaştırma tekniğidir. Bu teknikte genellikle iki ürün karşılaştırılır, tanıtılan ürünlerin avantajları sıralanır. Bu reklamlara örnek olarak reklamlar 10 kişiden 9’u X deterjanını tercih ediyor denilen reklamlar ya da iki farklı deterjanla kirli tabakları yıkayarak tanıtılan ürünün daha iyi temizlediğinin gösterilmesi de bu tekniğe örnektir. Karşılaştırma yönteminde genellikle mizaha daha az rastlanır.

deniz aral VURUCU / F11

KARAKUTU SAYI: 13

83


görsel iletişim araçlarında mizah kullanımı: amaçlar- araçlar- teknikler Toplumların gelişen ve değişen üretim tüketim ilişkileri içinde üretici ya da marka sahiplerinin alıcıyı harekete geçirme istek, yöntem ve teknikleri de hızla çeşitlenmiş ve çeşitlenmektedir. “Çünkü reklam, bir ürüne, kuruma, kişiye ya da düşünceye dair çeşitli mesajlar taşıyan, belli hedefler doğrultusunda önceden yönlendirilmiş bir pazarlama iletişimi aracıdır ve istenilen hedeflere ulaşılabilmesi için reklamın hedef kitlenin tutum ve davranışlarına etki etmesi gerekmektedir.”(1) Bu açıdan reklam, geniş hedef kitleyi tüketime yöneltmesiyle sistemin vazgeçilmezidir. Vazgeçilmezliği teknik arayışları, metotları, ayrışan dil ve araçları da birlikte getirmiştir. Şaşırtıcı, özendirici, güldürücü... gibi pek çok özelliği düşünüldüğünde reklam için mizah da önemli strateji kaynaklarından biridir. mizah nedir? Hayatın güldürücü yanlarını ortaya koyan sanat türü. İnsanı gülmeye sevk eden resim, karikatür, konuşma ve yazı sanatıdır. Mizah eserleri sadece şaka, güldürme maksadıyla söylenip, yazılıp, çizildiği gibi belli fikirleri ifade etmek için de ortaya konabilir. Karikatür; hikâye, roman, komedi, nükte, fıkra; hiciv, taşlama gibi şekillerde karşımıza çıkan bu eserlerin en önemli özelliği “espri” dediğimiz asıl can alıcı noktanın, eserin ayrıntıları arasında büyük bir ustalıkla gizlenmesi, tam sırası gelince de beklenmedik bir anda söylenmesidir. Mizah, hayal ve hislerden daha çok, zekâ ürünüdür. Bir mizahçı; hayal gücünden, olup bitenlerden, tarihten ve çeşitli bilgilerden yararlanabilir. Mizah, aynı zamanda sosyal ihtiyaçtır. Zaman zaman öfke ve sıkıntıların dağıtılmasında, emniyet supabı gibi işlev görür. Rıfat Ilgaz mizah için şöyle der: “Mizah diye bir yazı türü yoktur. Yazı türü romandır, öyküdür, köşe yazılarıdır, anılardır. Mektup bile bir yazı türüdür de mizah bir yazı türü değildir. Tür olsaydı tekniği olurdu. Mizah bir biçimdir. Topluma bakış açısıdır. Mizah şiir, öykü, roman olabilir: Tür değil, biçimdir. Mizacımızdan gelen bir özelliktir, bir çeşnidir. Yazı türleri beceri ister, teknik ister. Bunları sağladın mı başarı tamdır. Mizah ne ister? Mizah insanın mizacından geldiği için bilgi değildir, edinilemez. Teknik de değildir. İnsanın yaradılışında bu özellik varsa mizah başarılı olabilir.” tarih boyunca türk mizah yayıncılığı Türkiye topraklarında mizah yayıncılığına ilk örnek, 1868 yılında Ali Raşit ve Filip Efendiler tarafından çıkarılan Terakki gazetesinin, haftada bir verdiği mizah eki Letaif-i Asar’dır.(1) Pek fazla ilgi görmemesi dolayısıyla bilinirliği yoktur. Çağdaş anlamda ilk mizahi yayın örneği Diyojen’dir. Teodor Kasap tarafından Kasım 1870’te çıkarılmaya başlanan ‘Diyojen’, Osmanlı’da bağımsız olarak yayınlanan ilk mizah gazetesidir.(2) Diyojen’i “Hayâl”, 84

KARAKUTU SAYI: 13


“Çıngıraklı Tatar”, “Kahkaha” ve “Çaylak” dergileri takip etmiştir. İstibdat Dönemi’nde mizah yayıncılığı kesintiye uğramış ve Osmanlı dışındaki noktalarda (Paris, Kahire vb.) yayınlanmaya başlamıştır. İstibdat Dönemi’nde kesintiye uğrayan mizah, II. Meşrutiyet dönemi ile devamlılığını sürdürmüştür. ll. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908’den bir hafta sonra ilk mizah dergisi Zıpır çıkar. 1.televizyon reklamlarında ikna unsuru olarak mizah, yüksek lisans tezi, uğur bakır Yıl bitene kadar 41 mizah dergisi çıkarken, ertesi yıl yalnızca 8 dergi yayımlanır. Bunun nedeni, İttihat ve Terakkicilerin iktidara geldikten sonra muhalefeti “gereksiz” görmesidir. 1910–11 yıllarında bu sayı 30’a yükselir. Bunun nedeni ise mizahın hiçbir zaman iktidara gelmemesi, hep muhalefette kalmasıdır. İktidarın güçlü bir sansür uygulamaya başlaması ile dergi sayısı 1912’de 3’e, 1913’te 1’e düşer.(3) İlerleyen zamanlarda (1919-1923) “Diken”, “Güleryüz”, “Aydede” ve “Akbaba” gibi dergiler “çağdaş mizah”ın başarılı isimleri olmuştur. Özellikle Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından kurulan “Akbaba” dönem dönem yayın hayatına ara verse de (1931-1933, 1950-1951) uzun yayın yapan mizah dergisi olmuştur. 1947 yılına gelindiğinde Markopaşa edebiyat sahnesine çıkmıştır. Aziz Nesin, Mim Uykusuz, Rıfat Ilgaz ve Sabahattin Ali’nin kurduğu ve 1945-1950 yılları arasında çıkan Markopaşa, sosyalist bir kimliğe sahiptir.(4) İnönü CHP’sini alaycı ve sert bir üslupla eleştirir, “söylenmeyenleri” söylerdi. 60 bine varan tirajı(5) ile Türk mizahının ve yayıncılığının temel taşlarından birisi olmuştur. Bu tirajın sebepleri arasında şüphesiz derginin samimiyeti ve halka yakın üslubu vardır. Sert üslubu nedeniyle siyasetin çarkları arasında ezilen ve kapatılan Markopaşa’yı Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Markopaşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi dergiler izledi. 1954 yılında çıkarılan Tef dergisi ve 1956 Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk’un beraber çıkardıkları ‘Dolmuş’ dergisi mizah kültürünün en önemli dergilerinden biri olmuşlardır. 70’lerin başında Haldun Simavi’nin Gün gazetesinde çeyrek sayfalık Gırgır köşesini hazırlayan Oğuz Aral beğenilince önce haftalık seçmeler ek olarak yayımlanmaya başlamıştır. (6) 26 Ağustos 1972’de Oğuz Aral yönetiminde yayın hayatına başlayan GırGır, Türk mizah tarihinin ve edebiyatının en önemli parçası olmuştur. (7) 1985 yılında Gırgır’dan ayrılan Şükrü Yavuz, Mehmet Çağçağ, Tuncay Akgün, Suat Gönülay, Can Barslan ve Gani Müjde gibi mizahçılar Gırgır’dan ayrılarak Limon dergisini kurdular. 1991’de kadrosundaki bazı kopmaların ardından dergi Leman adını almıştır. Bu derginin çocuğu Penguen Eylül 2002’de, torunu Uykusuz Eylül 2007’de doğmuştur.(8) Penguen Dergisi, Leman dergisinden ayrılan Metin Üstündağ, Bahadır Baruter, Selçuk Erdem, Erdil Yaşaroğlu ve arkadaşları tarafından Eylül 2002’de kurulmuştur.(9) Cem Dinlenmiş, Erhan Tatlıdilli, Özer Aydoğan, Serkan Yılmaz, Semra Can, Doğan Güneş, KeKARAKUTU SAYI: 13

85


nan Yarar, Barış Atar, Selçuk Erdem, Met Üst, Serkan Altuniğne, Bahadır Baruter, Erdil Yaşaroğlu gibi çizerleri bünyesinde bulundurmaktadır. reklam sektörü ve propagandaları Propaganda, herhangi bir fikri, bir düşünceyi yayarak, ona savunucu yani taraftar toplamak anlamında kullanılmaktadır. Bu sadece fikirler için geçerli değildir. Aynı zamanda oyun kulüpleri, dernekler, vakıflar vb pek çok şey için kullanılan bir kavramdır. Örneğin Fenerbahçe taraftarları, Galatasaray vb Propaganda, fikre veya yönelime taraftar toplama anlamıyla beraber, aynı fikri, kulübü vs’leri kendi içlerinde de destekleme anlamını da getirmektedir. Net ve emin ifadeler kullanır. Reklam ise, serbest pazarda faaliyet gösteren, firma, kurum ve kuruluşların ürettiği mal ve hizmetleri, ayrıca fikirleri, kişileri, geniş halk yığınlarına tanıtma biçimlerini kapsamaktadır. Propaganda, bir amaca ya hizmet eder veya onun karşısında durur. Propagandanın, bir duruşu bulunmaktadır. Kamuoyunun kitleler halinde, güdümünü etkilemek için yapılmaktadır. Bir düşünceyi benimsetip kitlelerin sahiplenmesini sağlamaya çalışır. Propaganda da amaç iletişim değil direkt iletimdir. Tartışma kabul etmeyen, bir yapı içerir. Buradaki bilgi akışı tek yönlüdür. Ama reklamda amaç, iletişim olmakla beraber, çift taraflı bilgi akışına olanak tanıyan bir yapı içerir. Reklamda üretici; kendi ürün ve hizmet özelliklerini halk yığınlarına iletirken onların, ilgili ürün ve hizmetle ilgili beklenti ve geri bildirimlerini alarak kullanır. Kendi ürününü yeniler, değiştirir, ona farklı özellikler katarak tekrar sunar. Yukarıda sözünü ettiğimiz ayrıma dikkat edilmelidir. Reklam sektörü, propagandanın bu özelliklerini son zamanlarda, şu şekilde kullanmaktadır. Toplumun yapısını, psikolojik dengesini, kültürel yapısını daha önceden, piyasa analizleri ve kendi deneyimleriyle ortaya çıkardığı için tanıtım yaparken nereden yaklaşması gerektiğini genellikle bilmektedir. Ürün ve hizmetlerin tanıtımlarını yaparken rakip firmanın ürün ve hizmetlerinin açıkları, hataları veya eksikleri üzerinde sürekli tekrarlanan söylemlerle halkın bu konudaki düşüncelerini kendine çekmeye çalışır. Propaganda, hedefleri doğrultusunda planlı ve sistemli gitmelidir. Eğer iyi planlanmış bir propaganda çalışması yapılırsa hedeflerine ne kadar yaklaşabileceği tahmin edilebilmektedir. Fakat her ne kadar, piyasa analizleri, toplumun yapısına ilişkin kültürel, sosyolojik, ekonomik özellikleri reklam tarafından araştırılmışsa da insanların algıları, yapılan reklamı farklı yorumlayabilmektedir. Reklamın etkisi bütün yapılan çalışmalara rağmen tam olarak tespit edilememektedir. Reklam sektörü propagandayı özellikle rekabet noktasında, isim ve adres belirtmese de, ilgili ürünü veya hizmeti çağrıştıracak noktalara değinerek, kendi ürün ve hizmetlerini ön plana çıkararak rekabet alanında sıkça kullanmaktadır. Reklamlarında propagandayı en çok kullanan GSM firmalarını örnek olarak verebiliriz.(10)

86

KARAKUTU SAYI: 13


ikna kavramı İkna mesajları genellikle kişilerin inançlarına, duygularına, fikirlerine ve motivasyonlarına hitap ederek tutum, davranış ve düşünce yapılarını değiştirmeyi amaçlamaktadır. “İkna, tutum ya da davranışlarını zora dayanmadan etkilemeyi hedefleyen bir iletişim süreci olarak da tanımlanabilir. İkna, insanların kullanımındaki ortamlar aracılığı ile sözlü ya da sözsüz, yüz yüze mesafede olan çeşitli ilişkileri kullandığı için, iletişimin özel bir yanı olarak değerlendirilmektedir (Jamieson, 1996:6).” İkna edici iletişim kimin, neyi, kime, nasıl ve ne ile söylendiği şeklindedir. İkna edici iletişimde kaynak, mesaj, iletişim aracı, alıcı ve amaçlanan iletişim etkisi olmak üzere beş ayrı bağımsız değişken bulunmaktadır. İletişim kaynağı bilgi verendir. İletişimin aracı ya da kanalı, mesajın ne yolla sunulduğudur. Mesaj, yazılı ya da sözlü sunulabilir. Alıcı, mesajı okuyan, dinleyen ya da izleyen kişidir (İnceoğlu, 1993:117). Friestad ve Wright tarafından önerilen İkna Bilgi Modeli, tüketicilerin (hedef kitle) satıcıların (reklamcılar, pazarlamacılar gibi genel olarak ikna girişimini yönlendiren kişiler) ikna girişimine nasıl tepki verdikleri hakkında genel bir teoridir. “Bir ikna girişimi, kişilerin ihtiyaçlarını tanımak, yönlendirmek ya da yapılandırmak isteklerinden dolayı başvurdukları bir kaynaktır (Friestad ve Wright, 1994).” Bu nedenle kişilerin ikna bilgisi girişimi kısmen de olsa reklamları, satış sunumlarını ya da hizmet sunma davranışlarını anlama isteği olarak değerlendirilebilmektedir.(11) reklamların tüketicilerin üzerindeki etkileri Reklam, tüketicinin tutumunu ve davranışını etkileyerek belirli bir ürün veya markayı satın almaya teşvik etme amacını taşımaktadır. Reklamın amacına erişebilmesi için mesajlarını tüketiciye etkin bir biçimde iletebilmesi gerekmektedir. Reklam, markaya ait ürünlerden haberdar ederek ve ürünün özellikleri hakkında bilgi vererek tüketiciyi bilgilendirmekle ve satın almaya yönlendirmekle yükümlüdür. (Shimp; 1993:263) Reklamlar sayesinde tüketicilerin satın alma güdüsü harekete geçmektedir. Tüketicilerde satın alma davranışına neden olan da bu satın alma güdüsüdür. Reklamlar hazırlanırken tüketicilerin hangi satın alma güdüsüne seslenileceğine iyi karar verilmesi gerekmektedir. “Örneğin; sevilme, beğenilme, belli bir gruba ait olma, takdir edilme gibi ihtiyaçlara sahip tüketiciler için hazırlanacak olan reklamlarda, bu ihtiyaçları giderecek olan güdüler ile ürün arasındaki ilginin kurulması önem kazanırken, güç ve başarı ihtiyacı içinde olan tüketiciler için hazırlanacak olan reklamlarda ise ürüne sahip olmanın verdiği farklı olma, başarı kazanma hissinin ön plana çıkarılması gerekmektedir (Elden vd.,2005:169).” Tüketicilerin, sürekli artan oranda reklama maruz kalması nedeniyle reklama olan ilgileri azalmakta ve dolayısıyla tüketicinin reklamı algılaması zorlaştırmaktadır. Tüketicinin reklama ilgi göstermesini sağlayabilmek için aşırı tekrardan kaçınılmalı ve tüketicinin dikkatini çekebilecek, sıradanlıktan uzak yaratıcı reklamlar yapılmalıdır. Reklamlar aracılığıyla tüketici davranışlarının yönlendirilmesi açısından bilgilendirme önemli bir kriterdir. KARAKUTU SAYI: 13

87


Ürün ve ya hizmet hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan bir tüketici bile reklamlar sayesinde satın alma davranışına yönelebilmektedir. Tüketici, reklamlar aracılığıyla bilgi sahibi olduğu ürünler arasından seçimini yaparak ilgili ürün ya da hizmeti kullanmakta ve edinmiş olduğu deneyimlere bağlı olarak marka hakkında tutumunu geliştirmektedir. mizahın işlevleri mizahın psikolojik işlevi: Mizah bireylerin streslerini azaltmada en önemli öğelerden biridir. Stresin sebebi ise düşünme biçimimizdir. Yaşadığımız durumlar ve olaylar tek başına stres duygusu yaratmaz; strese neden olan, bu durumlara yüklediğimiz anlamlardır. Mizah, bireylere olayların aslında o kadar güçlü ve korkutucu olmadığını göstererek strese karşı bizi korur. Bireyleri sorunlarından uzaklaştırarak sorunlarıyla baş etmesini sağlar. Bu nedenle mizah bir baş etme mekanizmasıdır. Mizah stres yaratan duyguların daha istendik, hoş duygularla yer değiştirmesine katkıda bulunur. Mizah, bireyin davranışlarını da etkiler çünkü espri yapan birey daha fazla konuşur, göz iletişimi kurar ve dokunur. İnsanın yaşamında mizah duygusunun hiç olmamasının doğrudan düşük benlik saygısıyla ilgili olduğu belirtilmektedir. Mizahı kullanabilme bilişsel ve entelektüel beceriyi gerektirir. Sağlıklı bir mizah duygusu bireyin kendine gülebilmesini sağlar, bu durum bireyin benlik saygısını yükseltir ve can sıkıcı konularla baş etmesi için gerekli savunma mekanizmalarını harekete geçirir. mizahın sosyolojik işlevi: Mizahın özgüvenimizi yükseltme konusunda önemi büyüktür. Espri yapan birey daha fazla konuşur, göz iletişimi kurar ve dokunur. Mizah duygusu yüksük olan bireylerin başkaları tarafından beğenilmesi, bireyin özgüveninin yükselmesini doğrudan etkiler. Başkaları tarafından beğenilen birey bilişsel ve entelektüel becerisinin farkına varır ve bireyin benlik saygısı bu sayede yükselir. Ayrıca mizah bireyin diğer bireylerle iletişim kurmasına yardımcı olur. Gülmek; birliktelik, yakınlık, samimiyet ve arkadaşlık duygularını güçlendirir. İlişkilerin güçlenmesine yardımcı olur. Bireyin güvensizlik duygusunu azaltarak sosyal ilişkilerini güçlendirir. mizahın bilişsel işlevi: Günlük yaşamda uzun süre bir işe odaklanmak, bireyde yoğunlaşma kaybı ve sıkıntıya neden olur ve bu da bireyin öğrenmesini ve üretkenliğini olumsuz yönde etkiler. Mizah, dikkati toplayarak öğrenme sürecini ve hatırlamayı kolaylaştırır. Mizahın kullanıldığı bir ortamda bireyin öğrenme yeteneğinin arttığı, daha hızlı öğrendiği ve daha çabuk hatırladığı belirtilmektedir. Mizahın stresi azaltarak öğrenmeyi daha eğlenceli hale getirdiği ve sosyal ilişkileri güçlendirdiği saptanmıştır. Eğitimciler tarafından sınıfta mizahın kullanılmasının, öğrencinin korku ve gerginliğini azaltarak soru sorma cesareti verdiği bildirilmektedir.(12)

88

KARAKUTU SAYI: 13


tv reklamları ve mizah Reklamların insanların aklında daha rahat kalması açısından mizah öğesine dikkat çekilmesi mizah içerikli reklamlara verilen önemi arttırmıştır. Reklamın hedeflerine kolay yoldan ulaşmasının en bilinen yolunun güldürü öğelerinin kullanılması olduğu artık biliniyor. Bu güldürü öğelerini bilinen tanınan ve sevilen kişilerin aracılığı ile kurgulamanın işlerini daha da kolaylaştıracağı yadsınamaz. Gillian Dyer’a göre en başarılı reklamların içeriklerinde mutlaka sorunun ortaya konması ve sorunun üstesinden gelinmesine odaklı dramatik bölümler, kısa oyunlar, hayattan kesitler sunan komik skeçler bulunmaktadır. Ayrıca cazibeleri ve sosyal konumları ürünle ilişkilendirilebilecek ünlüler kullanılması daha da yararlı olacaktır. Mizah, istenen amaçlara doğrudan hizmet etmesi bakımından bir reklam çekiciliği olarak görülmektedir. Reklamda mizahın kullanımıyla ilgili şu sonuçları çıkarmak olanaklıdır: 1.

Mizah, dikkat çeker.

2.

Mizah, anlamaya zarar vermez.

3.

Mizah, kaynak güvenirliliğini arttırmaz.

4.

Mizah, hoşlanmayı arttırır.

5.

Mizah, ikna açısından ciddi reklama göre üstünlüğe sahip değildir.

6.

İlişkili mizah, ilişkisi olmayan mizahtan daha üstündür.

7.

Hedef kitle faktörü mizaha tepkileri etkiler.

8.

Ürünün doğası, bir mizahi uygulamanın uygun olup olmadığını etkiler.

9. Mizahi reklam içeriğinin kulaktan kulağa yayılması, ancak ve ancak mizahi içerik ve temel satış vaadi ya da marka birlikte depolandığı ve kişilere aktarıldığı zaman reklam verenin lehinde iletişim etkinliği yaratır. Aksi takdirde depolanan ve diğer kişilere aktarılan şey mizahın kendisi olur. 10. İlişkisiz mizah durumunda mizah ve ürün arasında çağrışım yaratmak fazla medya ağırlığını gerektirir. Sutherland’e göre ise mizah, dikkat çekme kapasitesi ile bir yanda izleyici kitlesini eğlendirirken diğer taraftan tartışmayı azaltma özelliği nedeniyle bu süreç içinde markaya ve mesaja ilgiden hedef kitleyi uzaklaştırma riski taşıyabilir. Mizah belli bir noktada marka ve mesajlardan dikkati başka yöne kaydırabilir. Ona göre mizahi reklamların düz reklamlardan daha etkili olmalarında üç ana mekanizma işlev görmektedir: 1.

Mizahi reklamların dikkat çekme özelliği daha güçlüdür. KARAKUTU SAYI: 13

89


2. Mizahi reklamlar üzerinde daha az tartışma yaşandığı ve izleyicinin doğru yanlış değerlendirmesi yerine eğlence yönünü tercih ettiği görülür. 3. Daha çok beğenilir ve beğeni kazanan reklâmın da etkili olma olasılığı artar.(Sutherland,147-148) Reklamda mizah kullanımında dikkat edilmesi gereken çok önemli unsurlar bulunur. Eğer bu unsurlara dikkat edilmezse beklenen hedefe ulaşılamama ihtimali mevcuttur. Çünkü bazı mizahi öğeler sözcüğün temel anlamından çıkıp yan anlamıyla kullanılarak insanlara iletilmektedir. Özellikle izleyen kitlenin kendini özdeşleştirdiği, çok güldüğü bir tiplemeyse söz konusu olan bu risk her zaman olasıdır. Güldürü kurgusuna kapılan izleyici metnin ana iletisini hatta iletinin ne olduğunu ilk zamanlarda kaçırabilir. “Reklam çözümlemeleri genellikle görsel ve dilsel malzemenin yorumlanmasıyla gerçekleştirilir. Özellikle mizahi yaklaşımın benimsendiği reklam iletileri yan anlamlıdır, bir başka deyişle açık değildir; herkes tarafından hemen algılanamayabilir”. Küçükerdoğan’ın burada değindiği ayrıntı da bu konuyu desteklemektedir. İzleyiciyi güldürürken ana iletiyi verememek reklamda mizah kullanımındaki yanlışlardan biri sayılabilir. Reklamda mizahın yanlış kullanımının diğer nedenleri şunlardan kaynaklanmaktadır: • Marka, doğru hedef kitleye seslenmemektedir. Mizah belli bir kültür seviyesi gerektirmektedir. Farklı kültür seviyesindeki insanlara aynı mizahi yaklaşımla mesaj yollanması doğru değildir. Farklı seviyedeki kültür grupları verilen mesajı farklı algılar ya da bazen algılamaz. Mizah öğelerinde kullanılan dilsel görsel malzemeler, değişik sosyal gruplarda farklılık gösterir. • Mizahi öğelerin ürün/marka ile bütünleşmemiş olması, • Mizahi öğelerin ürün/marka mesajının önüne geçmesi, • Ürün/marka konumlandırmasının mizah kullanımına izin vermemesi, • Mizahi öğelerin mecraya uygun olmaması, • Yanlış mizah öğelerinin kullanılması, • Bölgesel ya da ülkesel kültür ve simge farklılıklarının var olmasıdır.(18) Televizyon reklamları ve mizah arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabilmek için mizahın tüm yönleriyle incelenmiş olması gerekmektedir. İnsanların mizaha olan gereksinimleri televizyon reklamlarında mizah kullanılmasının ana kaynağını oluşturmaktadır.

90

KARAKUTU SAYI: 13


reklamlarda en çok kullanılan mizah kuramı üstünlük kuramı Günlük yaşamımızı incelediğimiz zaman, buzlu bir zeminde yürüyorken kayıp düşen bir insanı sakar olarak nitelendirip gülmeye başlarız. Herhangi bir grup çalışması yapan bir ekipte bir kişinin bir hata yapıp grubun düzenini bozduğunu gördüğümüz zaman da o hatayı yapan kişiye gülebilmekteyiz. Bununla birlikte futbol maçında savunma oyuncusunun topu rakibine kaptırmasını bir hata olarak değil de komik bir olay olarak nitelendirmemizi üstünlük kuramı açıklamaktadır. “Üstünlük kuramı, mizah teorileri arasında en fazla kullanıma ve yaygınlığa sahip teorilerin başında gelir. Bu teorinin geçmişi, Platon ve Aristoteles gibi düşünürlere kadar götürülmektedir. Üstünlük teorisi gülmeyi, “bir kişinin diğer insanlar üzerindeki üstünlük duygularının bir ifadesi” olarak açıklamaktadır. Konuyla ilgili tespitler yapan ve görüş bildiren Platon, gülünç kişilerin kendisini olduğundan daha akıllı, daha erdemli sanan kişiler olduğunu söyleyerek böyle tiplere gülenlerin duygularına da işaret etmiş olmaktadır. Kendisini olduğundan farklı gören birisine gülen bir kişi, onun düşmüş olduğu duruma düşmediği, kendisinin ondan daha uyanık olduğunu düşündüğü için üstün olma duygularına kapılacaktır. Böyle bir durumda da gülmenin merkezinde üstün olma duygusu hâkim olacaktır. Bu bilgilere bakılarak, başına kötü bir olay gelen bir kişiye gülmemizin nedenini kendimizi o kişiden daha üstün olarak düşünmemiz, o kişiden kendimizi daha uyanık olarak görmemizdir diyerek açıklayabiliriz. Reklam filmlerinden örnek verirsek: Ülker Dankek Magma Reklamı

Verilmek istenen mesaj: Kekin içindeki çikolatanın yoğunluğu (abartılı derecede bir yoğunluk). Kullanılan kuram: Üstünlük Kuramın reklamdaki kullanılış biçimi: Reklamdaki mizahi karakter üstünlük kavramını kullanmaya çalışmıştır. Toplam beş yüz gol attım demesi, dünyanın en ünlü futbolcularından olan Pele’ye sanki onun öğrencisiymiş gibi davranmış imajı vermesi. Söylediği her şeyi abartması kekin içindeki çikolatanın yoğunluğunun bir belirteci olarak kullanılmıştır. KARAKUTU SAYI: 13

91


Kuramın işlenişi: Mizahi karakter kendini diğer futbolculardan üstün görmüştür. Ancak reklamın en sonundaki topa vuruşu ve aynı anda ayakkabısının çıkmasıyla topun yanlış yere gitmesi bu sefer üstünlük kavramının seyircinin eline geçmesini sağlamıştır. Karakterin sergilediği kendini beğenmiş ve beceriksiz tavır seyircinin eğlenmesine ve onunla dalga geçerek kendini bu durumdan soyutlamasına neden olmuştur. Aslında çikolatanın varlığı unutulmuş ve reklamdaki mizahi karakter baz alınarak satışlar gerçekleştirilmiştir.

Üstünlük kuramının bir diğer önemi mücadele kazanmayla yakından ilgili olmasıdır. Herhangi bir karşılaşmada rakibi yenen bir kişi; rakibiyle alay etmeye başlar ve ona güler. Bu bir spor karşılaşması olabileceği gibi, bir konuda bilgi tartışması da olabilir. Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin sonunda yenilen takımla yapılan alaylar ve komik şakalar bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Üstünlük kuramının zafer kazanmayla olan ilgisini araştıran Charles Gruner’e göre “Mizah şakacı bir saldırıdır. Gerçek bir saldırı olmayıp içerisinde fiziksel bir teması ve karşı tarafı yaralamayı amaç edinmez, bunun yerine bir insanın bir çocukla veya küçük hayvanlarla olan kavgasını (oyununu) temel alan bir şeydir. “ Dolayısıyla Gruner mizahın oyunun bir biçimi olduğunu ileri sürer. Özelde, bu oyun içinde rekabet, kazanan ve kaybedeni içerir. Gruner’e göre mizahtan kazanılan haz, zorlu bir oyunda karşı tarafı yendikten sonra aniden oluşan galip hislerle benzerdir.”2 Reklamlardan örnek verirsek: Cem Yılmaz’ın Opet Reklamı

Verilmek istenen mesaj: Full Force kullanan araçların çok daha hızlı olduğu. Kullanılan kuram: Üstünlük

92

KARAKUTU SAYI: 13


Kuramın reklamdaki kullanılış biçimi: Zengin karakterin mizahi karakterle dalga geçmesi ve altındaki son model spor arabayla onun üzerinde üstünlük kurmaya çalışması, yanındaki güzel kızlarla mizahi karakterimizin seviyesini alta çekmeye çalışması, karşı tarafın arabasını küçümsemesi, Opet Full Force’u kullanmaya değer bulmaması, kendinden emin olup yarışı arabanın anahtarları üzerine kurması üstünlük kuramının kullanıldığının göstergesi. Kuramın işlenişi: Üstünlük kavramı bir yarışma üzerinden işlenmiştir. Züppe olarak tabir ettiğimiz bir karakterin kullanılması mizahi karakterimizi halka daha yakın ve samimi göstermiştir. Kendini beğenmiş ve boş bir özgüvene sahip olan zengin karakterin yarışı kaybetmesi ve akabinde anahtarlarını vermek zorunda kalması hem izleyicilerde bir başarı ve tatmin duygusu oluşturmuş hem de mizahi karakterin yarışı çok önde bitirmesi Full Force’u kullanılmaya itmiştir. mizahın reklamlarda kullanılış biçimleri taklit Taklit reklamlarının kullanılış biçimleri incelendiğinde ilk olarak büyüklerin konuştuğu biçimde konuşan bebekler dikkatimizi çekmektedir. Bu reklam türü ülkemizde bir bebek bezi firmasının yapmış olduğu reklamlarda kullanılmıştır. Bu durum bazen bir yetişkinin bir çocuğu taklit etmesine dönüşebileceği gibi, ünlü bir kişinin taklidi yapılarak da bu teknik kullanılabilmektedir hatta bazen hayvan taklidi veya cansız bir varlığın bile taklidinin yapıldığı görülür. Ancak televizyon kültürünün çok yaygın hale gelmesiyle ve insanların içine işlemesiyle birlikte taklit tekniği son derece şaşırtıcı bir biçimde çok ünlü birinin televizyonda pot kıran halkın içinde birinin taklidinin yapılmasına dönüşüvermiştir. Aşağıdaki reklam örneğinde görüldüğü gibi reklamın oluşturulma şekli de televizyon programında pot kıran halkın içinden karakterlerin halk tarafından çok beğenilmesiyle oluşturulmuştur.

Daha önceden Esra Ceyhan’ın programına katılan Sabri isimli şahıs uçabildiğini iddia ederek program sırasında değişik ve komik hareketler yapmıştır. Bu reklamda da olayın komikliği ve Sabri Bey’in pot kırarak rezil olması taklit edilmiştir.

KARAKUTU SAYI: 13

93


konuşma biçimi (lehçe, şive) Konuşma biçimleri insanların her zaman dikkatini çekmiştir. Bir ülkede yaşayan insanların yöreden yöreye değişen konuşma biçimleri vardır. Bazı yörelerdeki konuşma biçimleri o ülkenin diğer insanlarına çok hoş gelebilmekte ve bu durum onların bazen neşelenmelerine, bazen gülümsemelerine yol açabilmektedir. Morreall’a göre; telaffuzda, imlada, gramerde ya da dilin semantik olmayan diğer unsurlarında bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan hatalar insanlara çoğu zaman gülünç gelmektedir. Bundan dolayı konuşma biçimi farklı olan insanları mizahi anlamda diğer insanlar beğenirler. Bu duruma örnek olarak birçok reklam gösterilebilir.

Tolga Sarıtaş’ın oynadığı Doğuşçay reklamındaki gibi Tolga Sarıtaş ve kemençe çalan Karadenizlilerin kendi şarkılarını söylerken ki lehçe farklılıkları reklama mizah katmıştır. abartı Abartı reklamları televizyon reklamlarında mizahi unsur olarak kullanılan bir başka bir reklam anlatım biçimidir. Bu reklamda abartı görsel unsur olarak da ses unsuru olarak da kullanılabilir. Görsel unsur olarak bir nesne olduğundan çok büyük ya da olduğundan çok küçük olarak kullanılabilirken ses imgesi olarak da herhangi bir olayı olduğundan çok büyük şekilde anlatarak kullanılabilir. Bu duruma en güzel örnek Popeyes reklamları verilebilir.

94

KARAKUTU SAYI: 13


Popeyes reklamlarındaki tavukların insanlar gibi davranabilmesi terbiyesiz olarak nitelendirilen hareketler yapması onlara insan özellikleri yüklendiğinin göstergesidir ve bir tür abartıdır. Örneğin tavuğun salıncaktan kalkmayıp diğer çocuklara yer vermemesi gibi.

müzik Müziğin kullanıldığı mizahi öğe içeren reklamlar oldukça fazladır. Bu reklam türü müzik eşliğinde dans eden insanların komik dans figürlerini göstererek oluşturulabileceği gibi bir ülkede çok ünlü bir şarkının sözlerinin değiştirilip komik bir şekle uyarlanmasıyla da oluşturulabilmektedir. Müzik eşliğinde dans edenler bazen insanların dışında doğada bulunan canlı hayvanlar ya da hayvanların animasyon şekline büründürülmesi şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Bazen insanlar da bu reklam türünde animasyon şekline büründürülebilmektedir. Bu duruma Türk Telekom’un Fiber İnternet reklamı örnek olarak verilebilir.

Hem reklamın kendi müziği hem de Hadise’nin şarkı söylemesi ve bunun ardından insanların dans etmesi reklama bir mizah katmıştır.

KARAKUTU SAYI: 13

95


sözcük oyunları Sözcük oyunları bir sözcüğün iki farklı anlamının kullanılmasıyla oluşturulur. Sözcük oyunlarına verilebilecek en iyi örneklerden biri “Hamidiye” su firmasının “Hamidiye deyince herkes susar.” sloganıdır diyebiliriz. Mizahi reklam türlerinde bu tarz kullanıma sıkça rastlanmaktadır.

sorgulama Sorgu içeren reklamlar genellikle güvenlik içerikli mizahi reklamlardır. Bu tür reklamlarda genellikle görevli bir kişi zanlıyı karşısına alarak sorular sorar. Bu tür reklamlara verilebilecek en güzel örnek Fuse Tea reklamıdır. Mafya babasının içlerinde bir köstebeğin olduğunu söylemesi ve bulmaya çalışması ancak o sırada Fuse Tea içen adamın suçunu korkusuzca itiraf etmesi ve olayın ölümcüllüğüne aldırmadan konuşmaya devam edip kayıtsız tavırlar sergilemesi durumun ciddiyetine mizah katmıştır.

karşılaştırma Karşılaştırmaya komik bir durum oluşturmak için iki veya daha fazla unsurun bir araya getirilmesi diyebiliriz. Bu reklam türüne örnek olarak “Eti Form” reklamı verilebilir. Bir mağazada alış veriş yapan iki kadından biri balık etli diğeri ise zayıftır. Zayıf kadının aldığı elbiseye özenen kadın kendisi de aynı elbiseden alır ancak zayıf kadına elbise tam ve çok güzel olurken balık etli kadının üzerinde çok çirkin durmuştur. Kadının çaresizliği ve özenti davranışı reklama mizah katmıştır.

96

KARAKUTU SAYI: 13


kişileştirme Hayvanlara, bitkilere ve nesnelere insan özellikleri verilerek yapılır. Bu yönteme örnek olarak Alarko Kombi reklamı verilebilir. Reklamın maskotu olan kedinin konuşturulması ve komik bir şekilde seslendirilip dans ettirilmesi reklamın içindeki mizah unsurudur. Normalde kedilerin değil insanların yapabileceği bir eylem olan dans etme ve konuşma kediye yüklenerek kişileştirilme unsurundan yararlanılmıştır.

hiciv, yergi, taşlama “Hiciv, bir durumun, kişinin ya da fikrin gülünç bir şekilde eleştirilmesidir. Mizahın saldırganlıkla olan ilişkisinden kaynağını alan hiciv oldukça yaygın bir mizah türüdür. Reklamlarda hicvin yani yerginin kullanılması genellikle rakiplere ya da ürünü kullanmayan tüketicilere dönük olmaktadır. Bu tarz reklamlarda, bir yandan karşı tarafın kusurlu görünen yanları eğlenceli bir dille izleyicilere aktarılırken bir yandan da reklamı yapılan marka ve bu markanın kullanıcısı yüceltilmektedir.” Bu türe en güzel örnek ING Bank Turuncu Hesap reklamları verilebilir. Reklamda oynayan mizahi karakter kimsenin turuncu hesap kullanmaması için sürekli saçma nedenler ortaya atıyor ancak bilinçli bir müşteriyi canlandıran Kerem Tunçeri her seferinde Turuncu Hesabı kullanıp haklı çıkarak ve mizahi karakterle dalga geçerek reklama mizah katıyor.

KARAKUTU SAYI: 13

97


sonuç Mizah kendi içinde farklı kollara ayrılan bir güldürü denizidir. Bu makalede asıl değinmek istediğim şey reklamlarda kullanılan mizah özellikleriydi. Genel olarak bakıldığında bir reklamın akılda kalabilmesi için ya çok kötü olması gerekir ya da çok güzel olması gerekir. İnsanların aklında eğlenceli şeyler daha çok kalır. Reklamlarda mizah ögesinin bu kadar çok bulunması da bundandır. Mizahın en önemli özelliklerinden biri de toplumsal bir yanı olmasıdır. Bir insanın tek başına gülmesi az rastlanılacak bir olaydır. Gülmeyi yakın çevremizdeki insanlarla, arkadaşlarımızla paylaşırsak eğer gülmeden daha fazla keyif aldığımız gibi ortaklaşma, paylaşma duygusundan dolayı da kendimizi daha iyi hissederiz. Böylelikle reklam üzerinden ‘toplumsallaşma’ sağlanmış olur, diyebiliriz.

göksu YILDIZ / F10 * Bu makalede “Televizyon Reklamlarında Mizah ve Mizahi Karakter Kullanımı: Banka Reklamlarına Yönelik Analiz” (Arş. Gör. Bahadır Burak SOLAK) isimli makaleden yararlanılmıştır. *KTÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü, b.brksolak@ktu.edu.tr http://dergipark.ulakbim.gov.tr/inifedergi/issue/viewFile/5000018468/5000006202 [1] Yılmazoğlu E. (2013) Türkiye’de Mizah Yayıncılığının Kısa Tarihi, Gündoğusu Dergisi ( 2013), Erişim Tarihi: 20.12.2013 http://www.gundogusu.net/emre-yilmazoglu/turkiyede-mizah-yayinciliginin-kisa-tarihi.html [2] Özocak G. (2011) Türkiye’de Siyasi İktidarın Mizahla İmtihanı: İfade Özgürlüğü ve Karikatür, TBB Dergisi (2011), Erişim Tarihi: 20.12.2013http://tbbdergisi.barobirlik.org. tr/m2011-94-710 [3] Yılmazoğlu E. a.g.e [4] Özocak G. a.g.e 98

KARAKUTU SAYI: 13


[5] Sol Haber Portalı (2013), #diren Markopaşa, Erişim Tarihi: 20.12.2013,http://haber. sol.org.tr/kultur-sanat/diren-markopasa-haberi-83145 [6] Demirci C. (2005), Mizah Dergilerimizde Yazının Serüveni, İmge Öyküler (2005), Erişim Tarihi: 20.12.2013 http://www.imge.com.tr/imgeoykuler/5/cihan_demirci.pdf [7]Anonim, 1956 Dolmuş Mizah Dergisi (2012), Erişim Tarihi: 21.12.2013http://cinarmizah.blogspot.com/2012/05/1956-dolmus-mizah-dergisi.html [8] Yılmazoğlu E. a.g.e [9] Vikipedi, Gırgır (Dergi), Erişim Tarihi: 20.12.2013http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C4%B1rg%C4%B1r_(dergi) [10] Yılmazoğlu E. a.g.e [11] Cantek L. (2010), Sanki hep aynı Türkiye, Radikal Kitap (2010)http://www.radikal. com.tr/kitap/sanki_hep_ayni_turkiye-1031144; Yılmazoğlu E. a.g.e [12] Yılmazoğlu E. a.g.e [13] Vikipedi, Leman (Dergi), Erişim Tarihi: 20.12.2013 http://tr.wikipedia.org/wiki/Leman_(dergi) [14] Vikipedi, Penguen (Dergi), Erişim Tarihi: 20.12.2013http://tr.wikipedia.org/wiki/ Penguen_(dergi) [15] Uykusuz Dergisi, Erişim Tarihi: 20.12.2013 http://www.uykusuzdergisi.com/ (16) blog.reklam.com.tr/genel/reklam-ve-propaganda/585/28 Nis 2010 (17) http://www.sobiad.org/ejournals/dergi_sbd/arsiv/2015-1/handanguler.pdf (18) http://acikerisim.iku.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11413/694/1/OzanKirtayYLtez. pdf 2 R. A. MARTIN, The Psychology Of Humor: An İntegrative Approach (Elsevier Books, 2008) Aktaran: Ahmet KILINÇ, Öğretimde Mizahi Kavramaya Dayalı Bir Materyal Geliştirme Çalışması: Bilim Karikatürleri (Ankara: Gazi Üniversitesi Doktora Tezi, 2008) 10.

KARAKUTU SAYI: 13

99


kırgınlıklar bir tomris, makes, aysel, rosa veya vera olamadım saçlarımı öremem, dalgın bile olmayan gözlerle aynada dağıtırım virginia’yı sevmiştim bir ara, sylvia’yı, hatırlarım beyaz bir hastane odasında refakatçimdiler serumum kesilince, gittiler nazımlara az küfretmedim ruhum kırgın tüm nazımlara tüm nazımlar kalplerce, uzak bana ruhum piraye, galnia ondan bu nefretim keşke bir uğrasa, rosa saçlarımı okşardı, eminim çıkarırdı tüm güllerimi aydınlığa keşke bir uğrasa, vera nazıma baktığı gibi baksa, kefendeki bana lakin, sevmez beni şiirler efendim onları bu saçma sapan hayata getiren benim. hem de öylesine, canım istiyor diye bir tomris, makes, aysel veya vera olamadım tüm şairlere kırgınım.

zehra nur AZERİ / 9C

100

KARAKUTU SAYI: 13



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.