Karakutu Edebiyat Dergisi / Sayı:14 / Yıl:2018

Page 1



KARAKUTU EDEBİYAT DERGİSİ 1. BASKI HAZİRAN 2018 YIL 14, SAYI 14 Sahibi: mehmet GÜNEŞ Terakki Vak Okulları Genel Müdürü Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: necdet BEKEN Yayına Hazırlayanlar: dilek ÖZÇELENGİR Türk Dili ve Edebiya Bölüm Başkanı ali KONBAL Türk Dili ve Edebiya Öğretmeni Emeği Geçenler Türk Dili ve Edebiya Öğretmenleri elif ŞAHİN elife GENÇ gamze COŞKUN gülçin ERKMEN

gülten GÜZELIŞIK hülya GÜLAÇ levent TOPRAK serkan Celil NAKAY

sinem Demirbağ ÇEKEN ulviye TAYLAN zahide GÖKTÜRK zehra Tuygun PEHLİVAN

Yara cı Yazarlık Kulübü Öğrencileri Şiir Kulübü Öğrencileri Edebiyat Kulübü Öğrencileri Özel Şişli Terakki Lisesi- Tepeören Öğrencileri Özel Şişli Terakki Fen Lisesi Öğrencileri Özel Şişli Terakki Lisesi Öğrencileri Kapak Tasarım emre DUMANKAYA Karakutu'da yer alan öğrenci yazıları ve resimlerinin her türlü yayın ve kullanım hakkı Terakki Vak 'na ai r. Karakutu para ile sa lmaz. Özel Şişli Terakki Lisesi ve Fen Lisesi öğrencilerinin “Edebiyat” dergisi Baskı Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A Ş. . Dudullu Organize Sanayi Bölgesi Esenşehir Mah. 1. Cad. No: 16 Ümraniye / İstanbul 444 44 03 KARAKUTU SAYI: 14

1


2

KARAKUTU SAYI: 14


İçindekiler sen büge SUNAR eren kutay BAHTİYAR babamın ilk ölümü ceren SÜER oyunbozan umut selin TUNCER lapiz lazuli düğün delfin YİĞİT özel haya n gizsizliği eren kutay BAHTİYAR asparagasp batu kaan DİLAVER temizlik limandandır batu kaan DİLAVER su akar yolunu bulur can MALATYALIOĞLU ölü akrabalar batu kaan DİLAVER te konometri batu kaan DİLAVER kısa soluklu meltem sena ecem ALTUN kesik ip düşbazı sena ecem ALTUN babam ve kapanan pencere ekin BALABAN yazmalar zeynep BAŞEĞMEZ dalga ve rüzgar aylin PAK sessiz rabia BAŞ beyaz elma nazlıcan UZUNER beyaz papatya ışıl simay AYDEMİR haikular “deli bal”ın ölüm izleğinde bireyin var olma çabası ırmak ÇAVDAR bir kalpazan manifestosu batu kaan DİLAVER akut miyokard enfarktüsü batu kaan DİLAVER karar efe EKREN hediye delfin YİĞİT yeni ustalar yara cı yazarlık kulübü karga belirteci batu kaan DİLAVER aslı erdoğan’ın “mucizevi mandarin” adlı eserindeki an karakterlerin eser içinde ele alınışı ve ötekileşme temasına katkısı ezgi TAHİROĞLU şemsiyeli adam gökberk KAYA çaresiz kahkaha gökberk KAYA sömes r ha rası cansu DÖNMEZ perşembe zeynep ÇİLOĞLU nurullah kuzu’nun “kırkyama” kitabında yalnızlık ve ötekileşme temalarının yansı lmasında mekanın ve anla cının işlevi ipek EĞİLMEZ bir ve birçok tuğra ÖZÇELİK bu kaldırımda ye şen nice güldür batu kaan DİLAVER sedimenter batu kaan DİLAVER

KARAKUTU SAYI: 14

4 5 6 7 7 9 10 12 13 23 24 26 28 29 30 38 39 41 42 43 44 53 54 55 55 56 71

72 81 82 84 91

93 101 102 104

3


Herkes yıldızlara uzanmaya çalışıyordu. sen benim saçlarıma dokunsan yeter.

büge SUNAR/12 B

4

KARAKUTU SAYI: 14


babamın ilk ölümü Babam öldüğünde evde değildim ama haberi geldi. Henüz taksi bitmemiş telefonum elimden kaymasın diye sıkıca avucumun içine almış, otobüs durağında bir süre oyalanmış ve ancak yarım saat sonra eve gidebilme gücünü yakalamış m. Şu an ha rlayamadığım bir sürü tanıdık yüz evin içindeydi; annemi bulamıyordum ama en önemlisi gözlerim babamı görmeyi arzuluyordu. Mu ağa girdiğimde annemi iki açık dolap kapağının ortasında, tencerelerin arasında ağlarken buldum. Başına yerleş rdiği beyaz tülben omuzlarına almış , bir eliyle dolap kapağının kenarını sıkıca kavrıyordu. İçeride akrabaların tesellileri arasında ağlasaydı, tülben başında olsaydı belki ya da kardeşim kucağında olsaydı bu kadar burkulmazdı yüreğim. Alakasız yerde ıs rap çekmek, ıs rabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür; kimse neden diye sormaz. Onu yerden kaldırmayı bırak, daha fazla yüzüne bakamadım ve hemen evi terk e m. Kardeşim bahçedeki beyaz plas k masa üstünde matema k ödevini yapıyordu. Yanına gi m ve masayı tekmeyle devirdim: -Sırası mı şimdi ödevin? Gözleri doldu hemen, çok bağırdığım için kulaklarını tu u. Ne olduğundan haberi olmadığı belliydi, şaşkın bir bakış a . -Babam öldü Çiçek. Haya m boyunca hiçbir cümle bu kadar ağır gelmemiş bana. Hele bunu on bir yaşındaki bir çocuğa söylemek daha da zordu. Üstelik o on bir yaşındaki çocuk yerdeki de erini alıp ödevine devam ediyor, ağzını bıçak açmıyorsa... Ağlamadı, konuşmadı, duymamış gibi yap sanırım; bilemiyorum. Bir süre bahçede durdum, sonra Rıfat Abi yanıma geldi. Ses tonundaki yapışkan samimiyetsizliği kardeşim duymasın diye beraber biraz yürümek istedim, ardından Rıfat Abi başladı slamaya: -Ağlamak erkek adama yakışmaz Ümit, ar k bu evin erkeği sensin. Kardeşine, annene sen bakacaksın. Yardıma ih yacın olursa hiç çekinme, hemen beni ara. Bu tarz uzun bir konuşma yap , sonra da uzaklaş . En azından cenazeye gelir sandım, gelmedi. Ayakta durmakta zorlanan annemi teyzem taşıdı; halam Çiçek'e göz kulak oldu. Ben de yüzlerce baş sağlığını kabul edip teselliye doydum. O gün babamın ilk ölümüydü. Cenazeden iki ha a sonra Çiçek'in öğretmeni beni aradı, okula gelmemi rica e . Daha önce bir kez olsun öğretmenlerini hayal kırıklığına uğratmayan kardeşim, hırçın dalgalarını sınıfa vurmuştu. Kavga, gürültü, sinir krizi gibi sebeplerle onu okuldan erken aldığımda eve doğru yürürken dağılmış atkuyruğunu açıp bana döndü: -Babam bir daha hiç gelmeyecek mi? İşte o gün babamın ikinci ölümüydü, bizi ikinci defa terk e ği gündü.

eren kutay BAHTİYAR / 12 B KARAKUTU SAYI: 14

5


oyunbozan

Aramızdan biri oyunbozan ve bu ben değilim; biri sayarken gözlerini asla kapatmıyor ve ben, biz her defasında saklanıyoruz onun izlediğini bile bile. Aramızdan birileri oyunbozan. Ve bu ben değilim; birileri hep sınırları aşıyor. Bunu görüyorum. Bunu görüyorsunuz; görüyoruz ama ses çıkarmıyoruz ve hep onun kazanmasına izin veriyoruz kaybetmeyi göze alarak. Hangi oyunun içerisindeyiz, oyunbozanımız kim? Cevabını biliyorum ama söyleyemem, ses çıkaramamam. Gözlerim acı kahve ve olanları görüyorum ama konuşamam; buna hakkım yok. Bu bir kural, çok önceden belirlenmiş olan ve ben bu kuralı bilerek girdim oyuna. Eğer arayacaksam bir cellat, bu benim. Oyunbozanlarımın oyunları içerisindeyim; onların sınırları bilenmiş bir bıçak kadar keskin, ötesi tehlikeli oysa ben bir kurşun kalemle çizmişim sınırlarımı; kör uçlu, silik bir kurşun kalemle ve bir silgi, sadece bir silginin dokunuşu lazım darmadağın edebilmek için sınırlarımı . Aramızdan biri oyunbozan ve bu benim. Sayarken gözlerimi kapamıyor, onları saklandıkları yere kadar takip ediyorum. Hep karşımdakinin sınırlarını aşıyorum kuralları ben belirliyorum ve hep ben kazanıyorum. Sınırlarım kör uçlu silik bir kurşun kalemle çizilmiş ama bu kez karşımdakinin elinde bir silgi yok. Kazanacağım sessizliklerinden belli; kazanmam ise çok önceden bilinen bir kehane n gerçekleşmesi. Gerekli bir şeytanilik kaplamış etra ; kokusunu alıyorum ve biliyorum ki onlar da alıyorlar bu kokuyu. Kazanmalıyım çünkü başka birinin oyununda kaybe m. Kazanmalıyım çünkü mutlak dünya düzeni arkamda ve beni buna doğru i yor. Kaybedilen oyunların telafisi midir başka bir oyunda kazanmak ya da verdiğim tavizleri kapa r mı başkalarından aldıklarım? Her oyunda sınırlarımı çizerken kendimden bir parçamı bırak m. Bazen büyük parçalar eksildi benliğimden, bazen ufak ekmek kırın ları kadar. En başta masumiye miz çizilen sınırlar ile toprağa karış , yeri doldurulamayacak bir boşluk bırak ve her yeni oyunda bir başka şey. Belki de eksik hissetmemin sebebi buydu, oyunda ne olduğumu fark etmezsiniz. Bir şeyler kaybe m, kaybe niz, kaybe k; istemeden bir şeyler eksildi. Eğer bir oyunbozan, gece gözlerini kapadığında en az bir göz yuman kadar eksik hissediyorsa, söz edebilir miyiz kazanandan bu oyunda? Birileri asla sınırlarımızı aşamazken birileri bir dokunuşla darmadağın edebildi onları. Kimilerinin oyununa kaybedeceğimizi bile bile girdik, kimileri için tuzaklı oyunlar hazırladık . Oyunbozanlar başka bir oyunbozanın esiri. Göz yumanlar ise başka bir oyunun oyunbozanları. Gözleriniz arıyorsa eğer bir suçlu, ayna gösterecek r size cevabı. Kendi celladın olmaktan vazgeçene kadar sensin suçlu, kalbini söküp atana kadar da celladınsın . ceren SÜER / 12 A 6

KARAKUTU SAYI: 14


lapis lazuli Uyu, uyan, ye-iç, çalış; uyu, uyan, ye-iç, çalış; uyu, uyan… Bip-bip-bip-bip. İşte başlıyoruz. Terlik: giyildi. Diş: rçalandı. Pantolon: ütülü. Yemek: paketli. Kapı: kilitli. Araba: Araba? Hayır, bir hata olmalı. Araba: çalışmıyor. Hayır, hayır çalışmıyor. Ayak parmaklarımdan başlayarak bütün vücudum alev almış . Hâlâ o son on yılın, birbirinin pa p aynısı on yılın- göğsüme bir karabasan gibi çöküşünü dün gibi ha rlıyorum. İşe ye şemeyeceğimi anladığım o an düşünmeye başlamış m. O hurda yığınını harekete geçirecek herhangi bir şey düşünmeye çalış m. Bir şey. Sadece tek bir şey yeterdi. Kullanılmamaktan toz tutmuş beynim zonklayana kadar düşündüm. Kafamın içi koca bir boşluktan başka bir şey değildi. Saat 6.30'du ve ben hala üç sene dişimden ar rarak anca alabildiğim eski, dökük arabamın direksiyonuna sanki oradan büyülü bir yara k çıkacakmış da beni iş yerime götürme inceliğini gösterecekmiş gibi bakıyordum. Elimden başka ne gelirdi ki? O zaman şirke eki onuncu yılımı dolduruşumun beşinci ayıydı galiba. Aynı iş, aynı pozisyon, aynı ay sonuna ye şmeyen maaş. Kolay doldurulabilen bir yer. Hem işte hem aşkta. Bir kez bile kendim için bir şey yap ğımı ha rlamıyorum o zamana kadar. Babam istedi diye düşünmediğim bir bölümü okudum, annem istedi diye istemediğim bir işe girdim. Ha a bir keresinde, öyle ileri gi m ki bu konuda, sırf sevgilim istedi diye, sırf evlenmiş olmak için nişanlandım! Aptal değildi tabi, gördü kiminle beraber olduğunu da canını kurtardı. Şanslı! Arkadaşlarım bana uygun gördü diye arkasından da ağladım; üç, beş, yedi bar da dağı m; bir hayli kilo aldım ve sonra yine başkaları yakış rmadığı için verdim. Neden işe gitmeliydim ki? Bu soru aklımın en paslanmış, en ücra köşelerinde belirdiği anda durdum. Korkmuştum. Korkmuştum ve kaybolmuştum. Yani, kendimi buna inandırmak istedim. Kabullenemedim bu düşüncenin benden çıkabileceğini ve biraz daha devam e m, görmezden gelerek. Her zaman üzerinde las k eski ğim otoyolun kenarına gelinceye kadar yürüdüm. Şu halime bak! Bu yoldan bir gram farkım yok! Yıllardır hep aynı ve hep birileri tara ndan eziliyor. Dünyanın en trajik hikâyesi bu yolunki değilse başka ne olabilir ki? Otostop çekmeliydim. Hayat ne tuhaf! Eğer şu sürücülerden biri olsam ve al mda hızla giden bir araba olsa asla kenara çekip de haya nın en kötü gününü geçiriyormuş gibi gözüken birini hayrına bile almazdım. Kimse bu kaybolmuş kula yardım etmek istemiyordu ve hiçbirini suçlamaya hakkım yoktu. Kimsenin umurunda bile değildim ki? Hiçbir anlamı yoktu yap klarımın, özellikle şu son on yılın. Düşündükçe karamsarlaş m. Karamsarlaş kça gerçekçileş m. Aklımdan geçen her cümle, beni hedef alan her küçümseyiş haklıydı. Ve işte o an kendimi o vızır vızır geçen arabaların arasına, al na atmayı düşündüm. Çok istedim. Haya mda hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istedim. Belki de bu yüzdendir gerçekten kendimi kendimden daha büyük bir bilinmeze KARAKUTU SAYI: 14

7


atmayışım. Bir şeyi bu kadar fazla ve sırf kendim için istemek, unu uğum o gerçek beni geri ge rmiş . Pandora'nın kutusunu açmışım gibi hissediyordum. Bas rdığım bütün düşünceler açık havayla temas anında yeşeriyor, büyüyor; gözümün önünde yıllardır tatmadığım, ha rlamadığım duygulara dönüşüyor; beni bu yaşama anbean yeniden ve daha güçlü bağlıyordu. Zamanında elzem olduğunu düşündüğüm şeyler bir anda gözümde değerini yi riyor, yoldan geçen her araba, soluduğum her nefes beni hayatla buluşturuyordu. Her şeyin farkına varıyordum: sahip olduğum şeylerin sevincinin, kaybe klerimin ve kaybolmasına göz yumduklarımın acısının, yutkunduğum her sözün ö esinin, ilkokulun masum aşklarının… Hepsi benim için öyle değerli olmuştu ki bir anda… Bütün bunların ortaya çıkması için katlanmam gereken her şey, yap ğım her seçim beni o anki ben yapmış . Önümüzdeki sezonun Fenerbahçe maçları, çıkacak yeni kitaplar, tanışacağım onca yeni yüz… Hepsi bana daya lan 9-5'ten daha değerliydi. Her şeye rağmen hayat, yaşamaya değerdi. Eve doğru yürümeye başladım. İşten soran olursa hasta olduğumu söylerim. Evet, hastayım. Yaşama, hissetme hastalığına kapıldım. Eve vardığımda ertesi gün işte yapacaklarımı planladım. O benim yükümlülüğümdü sonuçta, onu yaparken mutlu olmam beni daha değerli kılacak . Birkaç arkadaşla sonradan program yapmayı unutmamak için parlak sarı post-i me büyük harflerle notumu da aldım. Yıllar sonra ilk defa mutluydum. İlk defa gerçekten kendimin ne istediğine kulak vermiş m. O akşam yatmadan önce bir süre gökyüzünü izledim. O karanlık, boğucu ama sakin maviyi. 16. yüzyıla kadar Avrupalıların işlemeyi aklına ge rmediği o güzel rengi izledim. 500 yıl öncesine kadar koyu maviyi görmeyen, 4.500 yıl önce ise gökyüzüne bakınca rengini göremeyen bu ilkel canlıların haya mı yönetmesine izin verdiğim her an için güldüm. Her şeye rağmen mutluydum. Bip-bip-bip-bip. 5.30: alarm. Ertesi gün mutlu uyandım. umut selin TUNCER / 11 F

Al yaşındayken düğününün resmini çizmiş . Nereden bilebilirdi ki hayalinin bu kadar erken gerçekleşeceğini. delfin YİĞİT / F 9

8

KARAKUTU SAYI: 14


özel haya n gizsizliği/iyimser olmayan umut/kötülüğün sıradanlığı Yirmi birden çok daha fazla kez yüzyıldır Sömrülen ademin ruhu; Yüzündeki yarım nokta ve Çukuruna doğduğu modernite hızlı basılan kırışık notalar dik otururken metal ipler tam karşımda Görememek onu; cümlelerce susamamak Işıklar al nda nefes saçma içgüdüsü… Ezber edersin denizin saçını İçine yekahenk bir tarih oturur Üç kuruşluk kürelerde kar küresin gelir Hüzzamlı seslerse kulağının gülünü kana r Kolonya utançtan buharlaşamaz bile Biz, kutluluktan bozma halimizle bekle riz kapı eşiklerini. Sıra yalnız ve iyeliksiz ölümlere verilmiş r ki Sen ağlamazsın elbet, an gone ağlar. Siham'ı kazayı gören Ra'lar Bize çay içmeye bile gelmezler. Mücadelesiz kavga olmaz deme uğruna ilerde Biz her defasında cümlelerce susarız. Solup giden saatlerime hiçlik bir kelebek sığdırsam Üç vakit kadar yalan Saraylar kadar özgüvensiz, yersiz, yüzsüz Tektonik nefesler alan dünyanın öbür ucunda… Çimen tanık olsa bir demlik çaya Ay o gün işgüzarlık yapıverip de sır mdan doğsa. eren kutay BAHTİYAR / 12 B

KARAKUTU SAYI: 14

9


asparagasp Mazlumlar mahkemelerde asla susmazlar Akacak kanları damarda durmuştur çünkü Ve o tokmaklar adaletle yere inmiş r Mülkün temeli hep tarafsız olmakla yükümlüdür Penguenler uçabilir, inansalar... İnsanlar mütevazi olabilirler Karıncalar da emperyalizme kafa tutabilirler Afrikalılar hariç tüm Müslümanlar oruç tutarlar Ölen balıklar değilse arkalarından helva pişirilmez Hiç şüphesiz Hz. İsa'nın organik üzüm bahçeleri vardı Renkleri ne olursa olsun hepsi aynı İncil'i okurlar. Çocuklar hala bilgisayara bakmaktan korkuyorlar İnsanlar dertleri ile başa çıkmak için sigara ve alkole başvurmuyorlar Babaannem öldüğünde hiç üzülmedim. İki kere iki on eder İn har geride kalanlara yönelik ağır bir suçlama değildir Takım elbise giyenler ceza indirimi almamaktadır Merak etmeyin ahınız kimsede kalmamaktadır Bülbülleri sistem öldürmemiş r hiç Soykırım doğal bir seçilimdir İnsanlar yemek yemeden iki gün, su içmeden bir ha a yaşayabilirler Hapşıran kanser hastalarına çok yaşa denir Akıl yaşta değil baştadır la hiç laf olsun diye söylenmez Efendim verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür falan dilemiyoruz

10

KARAKUTU SAYI: 14


Peşin kart ile mi ödeme yapılır kredi mi? Bankalar paranızın güvenliğini önemser Gelişmiş ülkelerin orta sınıfa ih yacı yoktur Dergiler raflarda gözükmek için değil okunmak için yayımlanır Ünlüler yalancı peygamberlerden farklıdır Popüler müzik her zaman en iyisidir Spordaki en büyük göze mimiz sağlıklı rekabe r Her gün pornografik filmler izlemekteyiz Haya mız her gün daha ilginç ve sıradışı hale geliyor Karıncayiyenleri Tanrı yaratmadı Hamamböceklerinin nesli tükenmek üzeredir Ka a neşeli bir insandı, keşke elma yemeseydi Kızlar annelerini, babalar oğullarını daha çok severler Sadece şeker ya da harçlık almak için büyüklerin eli öpülmez Darrüşafaka'yı Batman kurdu Gerçekten demir ağlar eritmişizdir Eri klerimizle anayurdu dört baştan Çocukken size zorla okutmadılar tabii Pembe İncili Ka an Gerçekten özür dilerim. Çok üzgünüm, yapabileceğim bir şey var mı Bu cümlelerin hiçbir ortak özelliği yok Ben yalan söylüyorum Ha z Sence gasp edilenler yumruk atmayı ne kadar çabuk öğrenir? batu kaan DİLAVER / 12 A

KARAKUTU SAYI: 14

11


temizlik limandandır İki buçuk yıldan sonra bugün abdest aldılar o çocuklar Günlüklerini en fenafillah kilitlerle kapa lar En boş yürek kamaralarından birine kurulup Yolculuk boyunca kullanacaklarını sandıklarından çıkarıyorlar Anneleri gözü yaşlı, diyor “ne çabuk büyüyorlar!” İşte erzak çantası: kozme kler, bir bandana, tahtadan bir bacak Sigara izmaritlerinden bir papağan taklit ediyor şimdi Tek gözünü kapa p hay hay kaptan demeyi hayal ediyorlar BUGÜN KALKIP DUŞ ALDILAR Sıkılmışlardı ellerinden sağ sol orta yol! Götürüldüler faytonla rıh mın ücra bir köşesine İnsan kaçakçılarının esaret içinde yaşaması ne eksantrik bir durumdur? Diye geçirirlerken içlerinden Dişleri çekilmiş beton zeminleri korkarak adımladılar Parkinson hastalığı hepimizin genlerinde kodlu Bakın nasıl da triyor kürek kemikleri Kalem etek giyenler arkalarından hidayetle bakıyorlardı İşte kibrit çöpü gibi yanık kalmaya hazır bir diğer genç neslimiz! Öğrenimleri yok, ama derslerine çalışmışlar belli! Açık mavi, şaşaalı düğmeleri olan üniformalar, jöleli sarı saçlar Hepsi birer mitolojik yara ğı andırıyor İskeleyi tahtakuruları ile birlikte okşamaktalar Geri kalan haya an son izlenimdir bu onlara Uzaktan sessizce açılırken o gemi Biliyorlar Temizlik limandandır. Güvertedeki fareler, anneleri beklemesin diye dua etmektedirler. batu kaan DİLAVER / 12A

12

KARAKUTU SAYI: 14


su akar yolunu bulur “neca cumalı'nın 'susuz yaz' adlı eserinde 'su mülkiye ' olgusunun insan ve toplum üzerindeki etkisi, kurgusal ve yazınsal özellikleri giriş “Dünyalık peşine düşenlerin aç gözünü, ya kanaat ya da mezar toprağı doyurur.” sadi şirazi Neca Cumalı'nın Susuz Yaz adlı uzun hikâyesi, 1940'lı yıllarda Türkiye Cumhuriye 'ndeki köylü kesimin üre m ilişkileri içindeki yaşamından bir kesi yansıtmaktadır. Eserde yazar tara ndan işlenen konu, su mülkiye kavramının bireyde zaaflara yol açıp toplumsal düzeni bozmasıdır. Bu tezde, Susuz Yaz'daki “su mülkiye ” olgusunun insan ve toplum üzerindeki etkilerinin yazar tara ndan hangi kurgusal ve yazınsal özelliklerle okuyucuya aktarıldığı incelenmiş r. Eser, Urla'ya bağlı Bademler köyünde suya sahip olma nedeniyle köylüler arasında çıkan ça şmalar üzerine kuruludur. Köylünün ih yaç duyduğu suya ulaşamaması, tarım için gerekli olan suyu istediği gibi kullanamaması, suyu sahiplenen Hasan Kocabaş ile tüm köyü karşı karşıya ge rir. Eserde su olgusu ça şmaların merkezinde yer almaktadır. Eser boyunca suyun, tarım toplumları için yaşamsallığı çeşitli yazınsal özelliklerle yansı lmış r. Neca Cumalı, su olgusunu hem üre m ilişkilerindeki anlamıyla hem de imgesel anlamlarla öykünün merkezine oturtmuştur. Susuz Yaz'da temel sorunsal, mülkiyet olgusudur. 1940'ların Türkiye'sinde geleneksel su paylaşımını bireysel su mülkiye ne evrilten Toprak Reformu uygulamaları adı al nda birtakım kanunlar yürürlüğe girmiş r. Su geleneksel tarım kültüründe herkesin ortak malıyken, değişen kanunlarla kimin toprağından çıkıyorsa onun malı haline gelmiş r. Neca Cumalı, bir toplumsal sorun haline gelen bu durumu Susuz Yaz adlı eserinde Hasan Kocabaş karakteri üzerinden öykülemiş r. Toprağından çıkan suyu, arkasına kanun desteğini de alarak sahiplenen Hasan Kocabaş, öncelikle suyu kendi tarlası için kullanmış, tavrıyla tüm köylüyü karşısına almış, ezeli su paylaşım geleneğini yıkmış, kendisine karşı isyan eden köylülerle ça şmış, adam öldürmüş, kendi yerine kardeşini hapse yollamış, kısaca sahip olma hırsıyla her türlü kötülüğü yapan biri haline gelmiş r. Yazar, eserde ele alınan konu olan mülkiye n insancıl özellikleri yok edici etkisini Hasan Kocabaş karakteri üzerinden anlatmış r. Susuz kalan köylü için durum son derece adaletsizdir. Adalet için hukuk yollarına başvuran köylüler, hukukun Hasan Kocabaş tara nda olduğunu anlayınca kendi hukukunu kendileri sağlamaya çalışmışlar ve böylece hukuk dışı eylemlere i lmişlerdir. Bir çeşit dava haline gelen bu ça şma, köylülerin yaşamını karartmış r. Suyun bir mülkiyet unsuru haline gelişi köy yaşamını geri dönülemez biçimde değiş rmiş; bu uğurda insanlık, dostluk, paylaşma gibi kavramlar yerini düşmanlık, ça şma, isyan ve kaosa bırakmış r. Yazar, modern Türkiye Cumhuriye kanunlarıyla değişen tarım ilişkisinin insanı insanlıktan çıkarması, vahşi ik dar ve sahiplenme duygusunun insanları ve toplumu yozlaş rıcı etkisini eserinde ortaya koymuştur. Neca Cumalı, eser boyunca takındığı son derece yalın anla m diliyle atmosfer be mlemelerini yapmış, iç ve dış ça şmaları okuyucuya aktarmış r. Suyun sağladığı güce sahip olma hırsının doğurduğu ça şmalar, eserde Hasan Kocabaş'ın kadına bakışından doğan ça şmalarla da desteklenmiş r. Su ça şmasının yanı sıra iki kardeş arasında KARAKUTU SAYI: 14

13


Bahar nedeniyle ölümle sonuçlanan düşmanlık, eserdeki sahip olma zaa nın toplumdaki yıkıcı etkisini güçlendirmektedir. Susuz Yaz'daki karakterlerin kişilik özellikleri, görüşleri, duygu ve değerleri eserdeki ça şma ögesine zemin oluşturmaktadır. Bu ça şmalarla köylü halkın adaletsizliğe tepkisi yansı lmaktadır. Hasan'ın, Osman ve diğer köylülerle arasındaki tezat, öyküdeki olayların akışını belirlemekte ve ça şmalara neden olmaktadır. Hasan'ın kötü karakterinin sebebi hâkimiyet kurma içgüdüsüdür. Osman'ın varlığı da, okuyucuya Hasan'ın kötülüğünün derecesini göstermektedir. Susuz Yaz öyküsünde mekân ve zaman seçimi, eserin anlam bütünlüğünü sağlayan başka bir ögedir. Öyküde Hasan Kocabaş, 1940-1950'li senelerde çıkar lan Toprak Reformu Kanunu'nun açıklarından faydalanmış r. Köylü halkta var olan toplumsal paylaşımcılık ve birliktelik algısı, yerini mülkiyet algısının oluşmasıyla bireyselliğe bırakmış r. Bu tarihsel olayın gerçekleşmesi, köylülerin duygu ve düşüncelerini etkilemiş ve isyanlara ön ayak olmuştur. Zamanın seçimi, öykünün olay akışıyla doğrudan ilişkilidir. Öykü boyunca yapılan mekân seçimleri ve be mlemeler dönem algısını oluşturmakta ve eserdeki ça şmayı desteklemektedir. ı. su mülkiye Tarım için su yaşamsaldır. Köylü için su geçimini sürdürebilmenin tek koşuludur. Klasik olay hikâyesi tarzında bölümlenen eserin serim bölümünde köylü için suyun anlamı, yaşamsal öge olarak tasvir edilmiş r. Neca Cumalı, suyun üre mdeki anlamının yanı sıra tüm canlılar için gerekli bir yaşam kaynağı olduğunu be mlemektedir: “Bu havuz o çevrenin can noktasıdır. Tekebaşı'ndan havuza doğru uzayan bir kavak çizgisi, havuzun üst başında sıklaşır, asma, nar kümelerine karışır. Havuzun ağzına yakın yıkık sağ köşesinden, taşan suların yayıldığı düzlükte ye şen hayıtların dipleri daima nemli kalır. Hayıtların al ndan geçen derenin üst başı yaz aylarında kurur, taşan suların karış ğı yerden aşağıları su tutar. Çukur yerlerde biriken suların ince bir akın yla birbiriyle birleşerek uzandığı derenin bu tara nda, dolaşan küçük ördek sürüleri görülür…” (Cumalı, 7-8) Suyun varlığı ve yokluğunun yansımaları da ayrın lı bir biçimde duyusal ögelerden yararlanılarak be mlenmiş r. Suyun var olmasıyla hayat ge rmesi, o bölgelerde yeşil renginin hâkim olduğunu gösteren be mlemelerle gösterilmiş r. Kuraklık mevsimi dışındaki zamanlarda insanların daha sağduyulu olduğu da suyun köylü için önemini vurgulamaktadır. Öte yandan, suyun yokluğunun cansızlaşmaya yol açması etrafa hâkim olan boz rengiyle ve yanık, çırılçıplak kelimeleriyle verilmiş r. Köylülerin susuzluk sebebiyle zor duruma düşmeleri ile oluşan olumsuz atmosfer, “Domates ve biber fidanlarının da dik duruşlarını kaybetmesi” ve “Narların susuzluktan çatlaması” gibi be mlemelerle desteklenmiş r. Suyun yokluğu köylüler tara ndan ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Suyun olmaması, tarımın yapılamaması ve sonuç olarak geçim sıkın sı çekileceği anlamındadır. Suyun varlığı veya yokluğu köylülerin o andaki duygularının belirleyicisidir. Su azaldıkça, sabırsızlık artar. Öyküde, temel ih yaç maddesi olan suyun tek bir kişi tara ndan sahiplenilmesi ana ça şmaya neden olmaktadır. 14

KARAKUTU SAYI: 14


Sonuçta, su sadece köylü için değil tüm varlıklar ve doğa için gereklidir. Suyun hayat veren ve bereket ge ren özelliği, yazarın ortamı be mlediği serim bölümünde duyusal algılarla ve izlenimlerle yansı lmış r. Bilindiği gibi su temel ih yaç r, hak r. Eserde suyun kişilerce sahiplenilmesi ve başkalarının bundan yoksun bırakılması adaletsizliğe yol açar. Dolayısıyla su mülkiye beraberinde adaletsizliğe karşı köylüde bir isyana neden olur. Eserin “düğüm” bölümünde olay örgüsü ça şmalar üzerine kuruludur. Hasan Kocabaş'ın, köyün ortak su kaynağı üzerinde kendi başına ik dar kurması, eserdeki ça şmaları te kler. Susuz kalan köylüler mağdur olur, ö e ve isyan duygularına kapılırlar. Yazar, suyun el değiş rmesini su sesinin yokluğuyla anla r: “O gece, havuzun alt başında kalan ilk bahçenin sahibi Veli Sarı, bahçesinin ortasındaki çardağında, yatağına girince, dışarda yıllardır alışık olduğu bir sesin yokluğunu far ke . Havuzun suyu akmıyordu. Yatağının içinde bir zaman dışarıya kulak verdi, bekledi, su sesi kesilmiş . Ağustos böceklerinin, çekirgelerin, kurbağaların gürültüsü, arada bir köpeğin havladığı, bir eşeğin anırdığı duyuluyordu. Fakat, o beklediği ses, Kocabaşların bahçesinden gelen oluktan, önce havuzun yalağına, sonra havuza dökülen suyun çıkardığı, her gece uykularını rahatlatan, o al n ses, başlamıyordu!” (Cumalı, 13) Su sesini duyamamak, Veli Sarı'da büyük bir ö e ve kaygı yara r. Geleneksel paylaşımda ılımlı geçinebilen insanlar saldırganlaşmaya başlar. Yazar, geçmişte de su azaldığında tar şmalar olduğunu ama bunların büyük düşmanlıklara dönüşmediği ayrın sıyla verir. Hakça paylaşımın olmadığı yerde düşmanlıklar meydana gelir. Bu haksızlıktan ötürü oluşan ö eli ruh halinin ve davranışların sadece Veli Sarı'da değil, suyu kesilen bütün köylülerde gözlemlenmesi ve istemsiz olarak aynı eylemlerde bulunmaları; olayın köylülerde ortak bir tepkiye yol aç ğını göstermektedir. Bu durum, ça şmanın büyük bir kitleyi kapsadığını göstermektedir. Köylü kadınların hayıflanmaları, erkeklerin omuzlarındaki yükü çoğaltmakta ve ça şmanın şiddetlenmesine neden olmaktadır. Bu durum köyün var olan belirli hayat düzenini sekteye uğratmış r. Susuzluk tehlikesi, kadınları da çok etkiler ve erkekleri yap rıma yönel r. Kadınların ilenmeleri ve bedduaları erkeklerin harekete geçmeleri için güdüleyici olmuştur ve ça şmaları hızlandırmış r. Köylüler, önce diyalogla sorunu çözmek isterler fakat Hasan Kocabaş diyaloğa kapalıdır. Kendini haklı görmekte ve haklılığını kendince sebeplere bağlamaktadır. Üçüncü kişili ilahi anla mla ele alınan hikâyede yazar, bu noktaları iç çözümlemelerle yansı r: “Su onun malıydı. Onun toprağından çıkıyordu...” Oysaki Neca Cumalı ça şmaların sebebi olan bu toprakların ve suyun mülkiye nin geçmişte bir Rum'a ait olması ve havuzun da o Rum tara ndan inşa edilmiş olması detayıyla mülkiye n göreceli bir kavram olduğuna işaret etmektedir. Toprak Reformu'yla gelen yeni kanunlar, Hasan'ın suyu tekeline alma planlarını desteklemektedir. Yeni düzende kimi insanlar tara ndan rsata dönüştürülebilecek açıklıklar bulunduğunun eleş risi yapılmaktadır. Hukukun köylülerin yanında olmayışı, hukukun bireylerin KARAKUTU SAYI: 14

15


ar k eşit olmadığı bir ekonomik sisteme hizmet e ğini göstermektedir. Bu bağlamda, Susuz Yaz, toplumcu gerçekçi bir yapıt olarak sistem eleş risine gitmektedir. Kanun öncesi ortak mülkiyet ve paylaşımı benimsemiş bir toplumda, bireyselliği merkeze alan ve insanlar arası eşitsizliğe sebep olan yeni bir sistem, insan ilişkilerini yozlaş rıcı bir etki yaratmaktadır. Hasan Kocabaş'ın dava öncesinde köylülere isterlerse mahkemeye gitmelerini söyleyip onlara rahatlıkla meydan okuması, tekelleşmeye çalışan bireylerin ardına sığınabilecekleri bir ekonomik sistemin yargıyla güvence al na alındığını göstermektedir. Hasan'ın hukuk zaferi ve köylü için kanan yasal yollar ça şmaları daha da şiddetlendirmektedir. Had sa adaki kuraklık mağdur köylüde beliren öç alma isteğini ar rmış r. Ölüm kalım meselesine dönüşen bu durum köylüleri yasa dışı eylemlere yöneltmiş r. Hasan Kocabaş'ın kardeşi Osman çocuklar tara ndan taşlanır. Kocabaşlar ile köylüler arasındaki bu anlaşmazlık çocukları da şidde n içine çekmiş r. Görüldüğü gibi, su kavgasının yara ğı in kam duygusu, toplumda ortak bir duygu haline gelir. Hasan ile tamamen zıt karakter özelliklerine sahip olan Osman, abisinden habersiz olarak suyu paylaşmasıyla iki kardeş arasında ça şmanın fi li ateşlenmiş r. Buradan anlaşıldığı gibi kişilik özellikleri arasındaki fark ve zaaflar aile içinde bile önemli anlaşmazlıklara neden olmaktadır. Geçmişte, kurak ayların bi şiyle su kaynaklı kırgınlıklar unutulurken Hasan'ın vahşi mülkiyet zaa nın ortaya çıkması, köylülerde travma oluşturmuş ve in kam duygusu doğurmuştur. Hukuk karşısında umduğunu bulamayıp sağduyusunu kaybeden Veli Sarı'nın, Hasan'ın çoban köpeğini öldürmesi oluşan in kam duygusunun onu yönetmesinin sonucudur. Köpeğinin öldürülmesi üzerine, Hasan'ın tedirginliği artmış r. Neca Cumalı, Hasan'ın tedirginliğinin ar şını rüya imgesinden yararlanarak ele almış r. Rüyaların bilinçal nı yansıtma özelliğinden yararlanan Neca Cumalı, Hasan'ın gördüğü 'boş tabutla ona yaklaşan mağdur köylüler' kâbusuyla onun hisse ği güvensizlik halinden doğan iç ça şmasını vurgulamaktadır. Hasan'ın geceleri Osman ile nöbet tutması da içinde bulunduğu psikolojiyi kanıtlamaktadır. Osman'ın nöbe eki rahat tavırları ise onun vicdanının Hasan'ınkinin aksine rahat olduğunu ve kendisini diğer köylülerle ça şma içerisinde görmediğini göstermektedir. Eserin dönüm noktası, Hasan ile Osman'ın nöbet tu ukları gecelerden birinde köylülerin öç almak amacıyla onlara ateş açması ve sonucunda Veli Sarı'nın öldürülmesidir. Bu cinayet, eserin tezini desteklemekte ve su mülkiye gibi kişisel bir zaa n kontrol al na alınmadıkça insancıl duyguları yozlaş rdığını göstermektedir. Hasan'ın tüm köyün suyuna sahip olma zaa , onun davranışlarına hükmetmektedir. Bu davranışların sonucunda halkta büyük ça şmalar oluşmuştur. Bu sorun, adaletsizliğin olduğu bütün toplumlarda görülebilmektedir. Toplumda herhangi bir bireyin sahip olma zaa , paylaşımcı toplum yapısını yok edebilmekte ve toplumsal ça şmalara sebebiyet verebilmektedir. ıı. su mülkiye ve kadın ilişkisi Susuz Yaz'da, ele alınan toplum 1940-1950 yıllarındaki geleneksel ataerkil bir köylü toplum örneğidir. Kadınların, erkeklerin yanında pasif kaldığı, evde çocuklarına bakmakla yükümlü olduğu bu toplumda erkek, evini geçindirme sorumluluğunu üstlenen bireydir. Cumalı kapalı yapıdaki bir toplumu eserin merkezine yerleş rirken, bu p toplumlardaki kadına bakış açısını da 16

KARAKUTU SAYI: 14


Hasan Kocabaş karakteri üzerinden anla lmış r. Kapalı ve geleneksel toplumlarda görülen toplum baskısı, toplumdaki bireylerde cinsellik duygusunun bas rılmasına sebep olmaktadır. Hasan Kocabaş eserde bu durumun örneğidir. Hasan Bahar'ı bağımsız bir birey olarak görmeyip ona cinsel bir obje gözüyle bakmaktadır. Karısının ölümünden sonra çek ği derin yalnızlığını sağaltmak amacıyla Bahar'ı gözünde takın haline ge rmiş r. Ha a Hasan, Bahar'a sahip olmak için kardeşini hapse gönderip, “hapiste öldü” yalanını yayacak kadar yozlaşmış r. Hasan'ın, Bahar'ın yanında bulunup kösnül duygularının uyandığı anlarda, yazar duyusal ögelerden yararlanarak onun şehvet dolu duygularını açıklamış r: “Bahar'la oturdukları sırada sıkışmış kalmışlardı. Bacağı Bahar'ın bacağına, kolu Bahar'ın koluna değiyordu. Bu yakınlık elinde olmadan Hasan'ı heyecanlandırdı. Bütün kanının ılındığını, yüzüne ateş bas ğını duydu”. (Cumalı, 51-52) Eserde kadın kavramı ile su kavramının imgesel anlamları arasında ortaklık kurulmuştur. Su kavramının köylü toplum için yaşamsallığı, suyun üre m yapılabilmesi için temel araç oluşundan ve üretkenliğe olanak tanımasından doğmaktadır. Kadının da biyolojik bir ye si olan doğurganlığı ve imgesel anlamda üretken oluşu aracılığıyla, su ile kadın kavramları arasındaki imgesel anlam benzerliği kurulmuştur. Hasan Kocabaş da bu iki ögeye sahip olarak ik darını kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadır. Böylece eserde su mülkiye nin yanı sıra kadına bakış sorunu da eserin ana fikrini desteklemektedir. Kadın Hasan Kocabaş'ın gözünde, metalaş rılan ve insan yerine sadece cinsel açıdan bakılan bir unsurdur. Eserde doğurganlık özelliğiyle üre m aracına benzeş rilen kadın, Hasan Kocabaş'ın düşkünlüklerinden bir diğeridir. Hasan, Osman ve Bahar'ın küçük bir köy evinde kalma zorunlulukları nedeniyle Hasan'ın duyduğu sesler onu sapkınlaş rmaktadır. Hasan'ın Bahar'a sahip olmak uğrunda yap ğı gaddarlıklar, bu zaa n onu kontrol e ğini göstermektedir. Düğüm bölümünde Veli'nin ölümü sonrası ça şmaların temeli Hasan'ın Bahar'a karşı zaa ndan kaynaklanmaktadır. Öncelikle bencil bir şekilde hem kendisini cinayet davasından aklamaya çalışan hem de Bahar'ı elde etmeye çalışan Hasan, Osman'ın abisi olması gerçeğini kötüye kullanır. Osman'ın kafasına bir türlü yatmamasına rağmen onu hapis yatması konusunda zorla ikna eder. Hasan'ın insanlıktan uzak davranışları, kontrol al nda olmayan saplan ların insanı gaddarlığa i ğinin bir göstergesidir. Ayrıca, mülkiyet zaa nın sadece zaafa sahip olan kişiyi değil, etra ndakileri de önemli derecede olumsuz etkilediği görülmektedir. Kösnül duygular içerisinde sağlıklı düşünme yeteneğini kaybeden Hasan'ın kardeşini hapse göndermeyi planlarken kafasından geçenler, iç konuşma tekniğiyle ele alınmış r: “...Sıra Bahar'ı düşünmeye gelince, bir ara Bahar'ın kalçaları, göğüsleri gene canlanır gibi oldu gözünün önünde! Osman hapiste kalırsa on yıl, o kalçalar o göğüslerle bir arada kalacak demek !.. Ama bu akşam bunları düşünmek istemiyordu. Kurtulacak olursa, adak adar gibi, on yıl Bahar'a kötü gözle bakmayacağına, Bahar'a el sürmeyeceğine kendini inandırmaya çalışıyordu..” (Cumalı, 44) Osman hapse girdikten sonra Hasan ile beraber yaşayan Bahar her gece uyumadan önce KARAKUTU SAYI: 14

17


kapısının ardına dayak dayamaktadır. Neca Cumalı, ses ögesinden yararlanarak Hasan'ın Bahar'a karşı hırslanmasını dile ge rmektedir. Kapıya dayak dayama sesi, Hasan'da huzursuzluk ve ö e yaratan duyusal bir ögedir. Hasan'daki bu huzursuzluğun ve ö enin nedeni, sesin Hasan'a Bahar ile aynı evde yaşamasına rağmen onun üzerinde hâkimiyet kuramadığını düşündürmesidir. Böylece dayak dayama sesleri Hasan'ın Bahar'a sahip olma hırsını daha da ar rmaktadır. Yazar, Hasan'ın duyduğu bu duyguyu hınç olarak tanımlamaktadır. Hasan, Bahar'ın ona bağlanmayışını kendisine yapılmış bir hakaret olarak görmektedir. Bahar ile Hasan arasındaki ça şma da bu şekilde oluşmuştur. Osman'ın hapishanede öldüğü yalanını Bahar'ın kendisine karşı direncinin kırılması amacıyla üreten Hasan, başarılı olmuştur. Duygularını tecavüzle sonlandıran Hasan'ın kötülüğü doruğa çıkmış r. Zaaflaşan hedeflerine ulaşan Hasan'ı, Osman hakkında en ufak bir düşünce huzursuz etmektedir. Sahiplendiği varlıklardan herhangi biri üzerindeki ik darının kırılması, Hasan'ın yeniden derin yalnızlık yaşamasına sebep olacak r. Osman, Hasan'ın Bahar'a karşı olan zaa ndan şüphelenmeye başlamış r. Bu nedenle Osman, sakin yapısını zamanla kaybetmiş ve içinde abisine karşı hırs beslemeye başlamış r. Sağduyulu bir insan olan Osman, hapisteyken ağabeyinin onu ihmal etmesiyle ve Bahar'la onu görüştürmemesiyle kinci bir insana dönüşmüştür. Bu da Hasan'ın zaaflarının sadece kendisini değil, kardeşi Osman'ı da alda lma duygusuyla yoldan çıkar ğını belirtmektedir. Öykünün çözüm bölümünü oluşturan son ça şma, saldırganlaşan Osman'ın eve dönmesiyle gerçekleşir. Osman ile Hasan'ın arasındaki son ve en büyük ça şmada, Bahar Osman'ı kurtarmak için Hasan'ı öldürür. Hasan, ik darını kaybetme korkusuyla Osman'ı öldürme isteğine kapılmış r. Hasan'ın Bahar tara ndan öldürülmesi, zaaflarının bireyi kendi sonuna sürüklediği fikrini gösteren imgesel olaydır. ııı. mülkiye destekleyen me n-yapı unsurları Susuz Yaz'ın başlıca karakterleri Hasan Kocabaş, Osman Kocabaş, Bahar ve diğer tarımla uğraşan köylülerdir. Neca Cumalı karakterlerin kişilik özelliklerini, mülkiyet kaynaklı ça şmaların nedenselliğini sağlama amacıyla kurgulamış r. Cumalı'nın eserinde kurguladığı Bademler köyü halkı, temel geçim kaynağı tarım olan, feodal kültür değer yargılarına ve ataerkil toplum yapısına sahip insanlardır. Tarımla uğraş kları için su onların vazgeçilmezidir. Yaşamlarındaki bu ortaklık nedeniyle köylüler benzer özelliklere sahip r. Hasan Kocabaş, eserin ana karakteridir. Hasan, tarımla geçimini sağlayan bencil, açgözlü, otoriter ve tamamen kötücül yapılı, zaafları olan bir köylüdür. Yakın geçmişte karısını kaybeden Hasan, derin yalnızlık içerisindedir. Bu sebeple takın lı bir karaktere sahip r. İsteklerine ulaşmak için yalan ve entrikayı kullanmaktadır. Karşısındaki insanlara verdiği zararı hiç düşünmemektedir. Tümüyle kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Özel mülkiyete konu olmaması gereken suyun sahiplenilmesi Hasan karakteriyle anla lmış r. Hasan'ın suyu kendi havuzuna çevirmesiyle bencil yapısı okuyucuya gösterilmiş r. Hasan'ın en önemli zaafları, “su ve kadın” ögeleri üzerinde ik dar kurmaya yönelik r. Geceleri uyuyamadığında su şırıl sına kulak veren Hasan'da bu sesin varlığı, sağal cı bir etki yaratmaktadır. Leitmo v özelliği gösteren su sesi, Hasan'da suyu kullanma hakkının tek sahibi olma hayallerinin beslenmesini te klemiş r. Hasan, açgözlü hayallerini gerçekleş rerek içinde bulunduğu derin yalnızlık halinden kurtulmaya çalışmaktadır. 18

KARAKUTU SAYI: 14


Hasan'da travma k bir etki bırakan Osman ile Bahar'ın sevişme sesleri, leitmo v özelliği göstermektedir. Her gece kulağına bu seslerin gelmesiyle Hasan'ın yalnızlığının şidde artmaktadır. Bu durum sonucunda Hasan'ın zaafları doğrultusunda duygu ve istekleri giderek aşırılaşmış r ve iç ça şması güçlenmiş r. Hasan'ın mülkiyet ve zenginliğe verdiği önemi gösteren ögelerden birisi de Hasan'ın gördüğü rüyadır: “...Düşünde aşıları, fidanları her gün sular, o, suladıkça ürün yılları kısalırdı. Derken, bir yük arabası alır, bir araba yükü şe ali ile bahçelerinden şosaya çıkar, bütün gece İzmir'e doğru ilerlediğini görürdü. Böyle arabası ilerlerken ilerlerken uyur kalırdı.” (Cumalı,11) Hasan'ın bilinçal , rüyasına yansımaktadır. Hasan'ın refah ve zenginlik özlemi rüyasında ürünlerini, refahı simgeleyen İzmir'e götürmesiyle anla lmaktadır. Başka bir örnek olarak da, hapis yatan Osman'a verdiği harçlığın Hasan'ın gözünde büyümeye başlaması; Hasan'ın mülkiyet değerlerine karşı hisse ği açgözlülüğü kanıtlamaktadır. Hasan'ın bir diğer rüyasında, köylülerin kazma ve küreklerle “Su! Su!” diye bağırarak onun üzerine yürümelerini görmesi; Hasan'ın çok huzursuz bir ruh haline sahip olduğunu göstermektedir. Hasan'ın su mülkiye üzerine iç ça şması da, Veli ve arkadaşlarının ondan öç alacakları korkusundan doğmaktadır. Hasan'ın çoban köpeği Arap'ın saldırganlığı, sahibinin suya sahip olma çabası boyunca içinde bulunduğu tedirginliğinin ve vahşileşmesinin bir simgesidir. Hasan'ın küçük kardeşi Osman Kocabaş, tamamen Hasan'ın zı kişilik özelliklerine sahip r. Cumalı tara ndan gözü tok, eşitlikçi ve merhametli bir karakter olarak kurgulanmış r. Osman'ın abisi Hasan ile su mülkiye konusunda görüşleri uyuşmamaktadır ve böylece iki karakter arasındaki ça şma için de zemin hazırlanmış r. Bu konuda Osman'ın abisine karşı çıkamayıp pasif kalması, abisiyle ilişkisinin feodal kültür yapısı özellikleri taşıdığı anlamına gelir. Bu durumun sonuçlarından birisi de Osman'ın abisinin isteği üzerine cinaye en hapis yatmasıdır. Osman'ın Hasan'dan gizli olarak suyu diğer köylülerle paylaşma çabası, Osman'ın eşitlik yanlısı yapısını göstermektedir. Hasan ile kardeşi Osman arasındaki görüş ayrılıkları ve ça şmalarla, Osman'ın doğruluğu ve Hasan'ın kötülüğü vurgulanmaktadır. Osman gibi ılımlı bir karakterin, abisi Hasan'ın haksızlıkları karşısında sağduyusunu kaybetmesi; eserin ana fikri olan “Mülkiyet hırsı insancıl duyguları ortadan kaldırır.” söylemini desteklemektedir. Bahar, Osman'ın eşi ve Hasan'ın göz koyduğu kadın karakterdir. Sevgisine sahip çıkmakta ve sevdiği adama sadık kalmaya çabalamaktadır. Tipik bir ataerkil toplum kadını profiline sahip olan Bahar, Hasan ile Osman arasındaki asıl ça şmaya neden olan karakterdir. Bahar'ın Hasan ile yaşadığı dönemde ona birisiyle evlenmesi gerek ğini söylemesi ve onlara söz gelmesini istememesi, Bahar'ın geleneksel kapalı toplum kadını modeline sahip olduğunu ve toplum baskısına göre şekillenen bir yapısı olduğunu göstermektedir. Eşi gibi iyi bir kişiliğe sahip olan Bahar'ın, eserin sonuç bölümünde Osman'ı korumak amacıyla da olsa Hasan'ı öldürüp ka l olması; başkasının zaaflarının iyi bir karakteri bile ka l konumuna ge rebildiğini göstermektedir. V

KARAKUTU SAYI: 14

19


eli Sarı, Ethem Ölmez, Musa Öztürk ve Hüseyin Şengül karakterleri, Bademler Köyü'nde Hasan Kocabaş'ın mağdur e ği susuz bırakılan köylülerdir. Hasan Kocabaş karakterinin açgözlü davranışı yeni bireyci ekonomik sistem ile uyuşurken, diğer köylülerin tutumları paylaşımcı ekonomik sistem ile uyuşmaktadır. Böylece köylüler sularını kesen Hasan Kocabaş'a karşı bir başkaldırı içerisine girmişlerdir. Suyun varlığı köylülerin tarım yapmasını mümkün kıldığından suya varoluşsal bir önem verilmektedir. Suyun yokluğunun çarpıcı etkisi en çok köylüler üzerindedir. Bu durum Cumalı'nın su yokluğuna karşı köylülerin tepkilerini dile ge rirken epik anla ya başvurmasıyla okuyucuya aktarılmış r: “Bir kaç dakika konuşmadılar. Havuzun suyuna bak lar, başlarını sudan kaldırıp bahçelerine bak lar. Tekrar suya, tekrar bahçelerine bak lar.” (Cumalı,15) Bu anla da Cumalı'nın çoğul eklerini kullanması, suyun yokluğunun tüm köylülerde çok yıkıcı bir etki bırak ğını göstermektedir. Bu yıkıcı etki zamanla şiddete, isyan etme isteğine ve in kam alma duygusuna dönüşmektedir. Böylece eserdeki ana ça şma ögesi doğmaktadır. Köylü ailelerde evin geçimini sağlama sorumluluğu ye şkin erkektedir. Köylü kadınların yaşadıkları olaylardan erkekleri sorumlu tutmaları onların söylemleriyle gösterilmiş r. Kadınlar, sert söylemleriyle erkekleri eleş rerek onları Hasan Kocabaş ile yüzleşmeleri konusunda güdülemektedirler: “- Siz de erkek olacaksınız sözüm ona! Bu iş erkek işi! O bodurun yanına bunu bırak ktan sonra yazık sizin erkekliğinize! Çoluk çocuğunuzun nafakasını korusanıza!..” (Cumalı,29) Cumalı, karakterlerin davranışlarını anla rken zaman zaman kullandığı epik anla özelliklerine, kadınların sularının ellerinden alınması üzerine ö eli hallerini anla rken de başvurmuştur. Elleri ve ayaklarının ö eyle tremesi, emzikli çocuklarını kolları arasında hırsla sıkmaları, Kocabaşlara adeta tek bir ağızdan lanet etmeleri, erkeklerine bağırıp çağırmaları; susuzluk gibi yıkıcı bir durumun kadınları da ortak tepkiye i ğini gösteren eylemlerdir. Sonuç olarak, Neca Cumalı Susuz Yaz karakterlerini kurgularken gerçeklik zeminine oturtmuştur. Onların sahip oldukları karakter özellikleri ve aralarındaki uyuşmazlıklar ile esere hâkim olan ça şma ortamı oluşturulmuştur. Yazarın, Susuz Yaz'daki olayları ve karakterleri kurgularken gerçek bir olaydan esinlenmesi de, karakterler arası ça şmaların okuyucu üzerindeki etkisini ar rmaktadır. İnsanların yaşadıkları dönem ve bulundukları ortam onların yaşam akışlarını belirlemektedir. Neca Cumalı da eserindeki karakterlerin yaşan larını ve başlarından geçenleri, zaman ve mekân ögeleriyle temellendirmektedir. 1945 yılında Türkiye'de Çi çiyi Topraklandırma Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ve 1940-1950 yıllarında Toprak Reformu hareketlerinin yaygınlaşması nedeniyle bu dönem, yazar tara ndan öykünün dış zamanı olarak belirlenmiş r. Bu yıllara dek köylülerin geleneksel toprak ve dolayısıyla su paylaşımını benimsemeleri, fakat yeni kanunlarla bu paylaşım sisteminin yerini bireysel mülkiyet sistemine bırakması, eserin temel ça şması olan mülkiyet ça şmasını 20

KARAKUTU SAYI: 14


oluşturmaktadır. Toplumsal paylaşımcılığın bireyselliğe dönüştüğü bu sistemler arası geçiş döneminin yazar tara ndan Susuz Yaz'ın dış zamanı olarak seçilmesi, geleneksel ekonomi ile yeni sistem ekonomisi arasındaki uyuşmazlığı yansıtmaktadır. Dış zamana bağlı olarak eserdeki genel dönem algısı da oluşturulmaktadır. Eserde düğüm bölümünde, ça şmaların en çok şiddetlendiği dönem yaz mevsimidir. Susuzluk derecesinin ciddiye ile öykünün iç zamanının doğrudan bağlan sı bulunmaktadır. Akan su; pazu, bilek ve parmak kalınlıklarıyla be mlenmiş r. Öykünün çözüm kısmında Hasan'ın ölümünün ilk ça şmadan yıllar sonra, yine bir temmuz ayında gerçekleşmiş olması da, imgesel bir yönden köyde yaz aylarında ça şmaların en şiddetli haline büründüğünün kanı dır. Eserin başlığı “Susuz Yaz” da bu durumu yansıtmaktadır ve öykü içeriği ile doğrudan anlam ilişkisine sahip r. Ege Bölgesi'nde Urla'daki Bademler köyü'nün hikâyenin dış mekânı olarak seçilmesinin nedenlerinden birisi bu bölgenin iklim koşullarıdır. Özellikle yazın kuraklık sorununun baş gösterdiği bu bölgedeki zorlu durum, Hasan Kocabaş gibi bir karakterin mevcut suyun tamamına sahip olma zaa na zemin hazırlamış, su ça şmalarının temellerini atmış r. Yazar tara ndan köy tarlalarındaki ekinler, cebel, hayvanlar ve bitki örtüsü hikâyenin atmosferini oluşturan ögeler olarak kullanılmış r. Neca Cumalı, Kocabaşların doğa ile üre m yapma uğrunda mücadelelerini, cebeli tarıma elverişli hale ge rme uğraşları üzerinden anlatmaktadır. Kocabaş kardeşlerin büyük uğraşlarla tarıma elverişli topraklar üretme çabaları, doğa-insan ça şmasına örnek r. Böylece cebel mekânı, yazar tara ndan hikâyenin oluşmasında bir araç olarak kullanılmış r. Bu köyün öykünün dış mekânı olarak seçilmesinin bir diğer sebebi de şehirden izole bir köy oluşudur. Coğrafi konumuyla daha modern ve medeni şehirlerden uzak olması, köyün eği m seviyesine etki etmektedir. Böylelikle köylüler gelişmelerden habersiz kalmakta, bu da Osman Kocabaş'ın ölümü gibi asılsız haberlere inanılmasına yol açmaktadır. Öykünün en önemli iç mekânlarından Kocabaşların evinin derme çatma ve küçük bir köy evi olması, evde yapılanların evdeki herkes tara ndan duyulmasına neden olmaktadır. Evin bu durumu Hasan Kocabaş'ın ruh halinin bozulmasına etki etmektedir. Görüldüğü üzere Neca Cumalı, mekândan ve zamandan kaynaklanan sorunları olay akışının kurgulanmasında araç olarak kullanmış r. Böylelikle ça şmalara dayalı olay akışı zamana ve mekâna oturtulmuştur. sonuç Susuz Yaz'ın olay akışından anlaşılabileceği gibi su mülkiye insanlık dışı bir olgudur. Neca Cumalı eserinde, ça şmalar ve düşmanlıklar doğuran su mülkiye olgusunun toplumdaki sert etkilerini çeşitli özelliklerle ele almış r. Yazarın eserdeki kurgusal ve yazınsal tercihlerinin incelendiği bu tezin sonucunda, gelişen mülkiyet olgusu ve ha a beraberinde olgunlaşan kapitalist düzenin insancıl ilişkilerin özünü bozduğu fikrine varılmaktadır. Susuz Yaz eserinde; su gibi temel bir ih yacın kişisel mülkiyet unsuru haline ge rilmesinin toplumsal adalete aykırı olduğu, toplum içi ça şmalar vasıtasıyla vurgulanmaktadır. Bu KARAKUTU SAYI: 14

21


bağlamda Susuz Yaz, kapitalizme dönüşen sistemin eleş risi niteliğindedir. Ayrıca Susuz Yaz'da ele alınan kadına sahip olma sorunsalı, eserdeki genel mülkiyet kavramından doğan ça şmayı desteklemektedir. Eserin serim bölümünde, suyun köy toplumundaki rolü anla lmış r. Düğümde Hasan Kocabaş'ın su ve kadın ögelerine sahip olma isteği ve mülkiyet olgusunun beraberinde ge rdiği sapkınlığın doğurduğu ça şmalar anla lırken çözümde de bu ça şmaların ve zaafların Hasan Kocabaş ve diğer köylüler üzerindeki sonuçları işlenmiş r. Mülkiye n parçalayıcılığından, insanı olumsuz davranışlara i şinden iç ça şmalarla; mülkiye n insan ilişkilerini yozlaş rıcı, insanları hukuk dışı eylemlere teşvik edici yapısından dış ça şmalarla bahsedilmiş r. Böylece mülkiyet anlayışının insan doğasına aykırı olduğu eleş risine gidilmiş r. Ayrıca, hikâyede yapı unsurlarının karakterler, mekân zaman ve olay ögelerinin- çeşitli kullanımları ve kurgulanışlarıyla ça şma ortamına zemin hazırlanmış r. Hasan Kocabaş'ta görüldüğü gibi sahip olma duygusu, bireyde zaaflara yol açıp toplumsal düzenin bozulmasına sebep olmaktadır. Günümüzde insanlığın en mühim sorunlarının sahip olma duygusundan kaynaklandığı göz önünde bulundurulursa, Susuz Yaz'ın savının hala geçerliliğini koruduğu rahatlıkla söylenebilmektedir. can MALATYALIOĞLU / 12 IBF

kaynakça 1) ÇAMURCUOĞLU, Arş. Gör. Gülden. Türkiye Cumhuriye 'nin Toprak Reformu ve Milli Burjuvazi Yaratma Çabası. Ankara: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XIII, Y. 2009, Sa. 1-2 2) BİLGE, Hakan. Kadın Kısmını Ara Sıra Korkutmak İyidir. Bianet - Bagimsiz Ile sim Agi. Ağustos 2012. Web. Erişim: 12 Temmuz 2016. <h p://m.bianet.org/biamag/sanat/140216- kadin-kismini-ara-sira-korkutmak-iyidir>. 3) ÖZKIRIM, Çe n A.. Berlîn Fes valinde Susuz Yaz'ın Başarısı. İstanbul: Varlık Dergisi, Sayı: 627, Temmuz 1964, s. 10. 4) KARAÖMERLİOĞLU, M. Asım, Bir Tepeden Reform Denemesi: Çi çiyi Topraklandırma Kanununun Hikâyesi. İstanbul: Birikim Dergisi, 1998. - CUMALI, Neca . Susuz Yaz. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2009 - MUTLUAY, Rauf. Susuz Yaz. İstanbul: Varlık Dergisi, Sayı: 713, Mart 1968, s. 5.

22

KARAKUTU SAYI: 14


ölü akrabalar Çarmıha gerilişten ayrın : ölüyorum Yatak odamda ölü akrabalar görüyorum İçime dokunuyor bir el sövme faslından sonra Kendi gelemeyen hayaletleri yollar diye dave yeler patla yorum Ömrüm yolunuza feda olsun, bu otoban sıcağında eriyorum Siz benim rüzgarım keyi en esiyor sandınız, düzel yorum Hala babamın göğsünde karıncalar besliyorum Onlarca dil yarası hatrına hiçbir şeyi kesmiyorum Arada zeki bir manevra ile deliriyorum Delirdim galiba çünkü ölü akrabalarım geziniyor damarlarımın ara sokaklarında Yalnız böyle büyülü günler gelmez bir daha; biliyorum Cezvemde kayıp mutluluklardan hitabetler pişiriyorum Yaşamayı gecik riyorum sanırım yur çi kargolar gibi Bir gram sorun değil, ar k elektronik bir teraziyim Yorumları rüya ya da yıldızlardan değil, sosyal medyadan alıyorum Cüzdan ile rütbe ölçen hangi işportacı varsa paralıyorum onu Gezinmekteyim şimdi ruhumun muhafazakar plazalarında Ezilmekteyim ölen akrabaların ruhunun al nda Mabet bellediğim yerlerde ömrümü birik riyorum Sultanahmetlerden Marco Pololara, size sesleniyorum Yanılmayın, sakal bırakanlar sivilcelerinden korkmaktadır Şimdi aynaya her bak ğımda bir heyelan hücum etmektedir yatağıma Çünkü ölü akrabalar gamze inşa etmektedir sol yanağıma Ruhi Beyi tanımam etmem ama ölümü düşlüyorum Edipsizlik yapmayın, avcumda ölü akrabalar döndürüyorum. Noter kaydı 3. batu kaan DİLAVER / 12A

KARAKUTU SAYI: 14

23


te konometri Servise hoş geldiniz bayanlar, baylar Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz, para bırakmayı unutmayın sepetlere ki konuşmamız bölünmesin Size şimdi aktaracağım babamın ellerimi gevşe rken bana anla ğı bir pasajı Sağ uzak koltuktaki hanımefendi, elinizi indiriniz, söyleyeceklerime kulak veriniz Derdi ki muhterem biri: “Büyük bir silahım var ama harbiden büyük Öyle büyük ki susturucusu ayrı bir silah Ve susturmaya çalışanlar için. Tek güçtür bütün yapım ve yıkımı elinde tutabilen Ergenliğe girmemiş simyacılardan andropoza girmiş seks düşkünlerine herkesin tutmak istediği Öyle bir silah ki büyük devletlere an tez için paralel galaksilerdeki Ortadoğulardan kopup geldi Öyle büyük ki gözlerini dikenin karşı komşusu gülümseyemiyor bir daha, yükseklere çıkıyor Eğer buraya pis gelmiş olan varsa/kirliler sayılmaz/ rahip sizi ahşap bir sopa ile dürtükleyecek İşte o sopayı kağıda çevirecek bir silah Üstüne zalim bir de Siniri eşrefi mahluka dinozora çevirir Beyaz saçlı torunlarını ye ş renler bu duyguyu yakından tanırlar Bahsetmiş miydim haya at gözlüğüyle görenlerden Hipodromdan kurtaran firari işte öyle bir silah Menzili henüz tanımlanamadı ama temaslı lensler öneriliyor Karşısında asırlardır kaç devlet adamı devriliyor Ana medyadan gözlerini ayır! Table elinde çocuk! Çünkü ne gezginler görüldü bu silahın peşine düştü Seviyesi öyle bir arkta ki Everest halt yemiş Önce işleme tabii tutulup pürüzsüz sıyrılan madde özütünden yapıldı Öyle kadim bir silah ki sanki kendini ateşlemesi için majör dinlerin tanrılarına bağırıyor Ana Allah ve Siddharta el ele tutuşup mis k duyarlılıkla onu çağırıyor

24

KARAKUTU SAYI: 14


3 ten sonra ileri geri sayın; siz efendim, kızını susturmaya çalışan saygıdeğer memur abim, Rahat olun, bilin ki o sayıyla siz bir çemberin etra nda tur a ğınız zaman rivayete göre bu haya a uğradığınız haksızlıkları terazide dengeleyecek r bu silah Yanlış anlamayın, bu diriltmez bir silah Bir öldürene karşı beş öldürür Mizanül Hak çerçevesinde Öyle bir silah ki ancak kendi kendinin pezevengidir! Karaborsaların hepsini elinde çevirir ve otostopçulara satmaya kalkışır Öyle bir silah ki kullananın eli temizlenir Bu yüzden esamesi okunmaz emekçi fasıllarında Takım elbise gerek ren davetlere ve batak masalarına selam verip çıkar Smokin giyerseniz belki göz kırpabilirsiniz Frak giyerseniz flörtleşip bir kokteyl ısmarlayabilirsiniz Sanki silah değil de Rus dış işleri bakanıymış gibi Onun için fiilerin dibine göklerden inen bir fiil vardır Öldürmek koşullu bir refleks r, bunu oMORGanıza sorabilirsiniz Öyle şahsına münhasır ki proto pleri kendi kendini imha eder Siz, siyahlar içinde gözü yaşlı anne İleride kızınızı sokakta linç edilmiş halde bulursanız muhakkak redde ği içindir varlığını böyle bir silahın Öyle bir silah ki kurşunları vurmadan geçer insanoğlunun içinden Önce uyuşturur, sonra uykuya daldırır Arayan çoğu zaman sokak arkasında çöplerle helak olur Son cümlesi “lü en biraz daha” olmuştur o inançlı vatandaşın Öyle saygılı ki, ona eğilenin saçlarını güzelce toplayıp ensesine kırmızı bir seccade serer O an anlar müptezel inançlılar Öyle acayip bir silah r ki bu Anla cıları, anla kları her şeyin alterna f palavralar olduğu anlaşılana kadar göçmüştür dene msiz kutsal binalarından.” GEOMETRİ DERSİNİZ BİTMİŞTİR, BEDEN DERSİNE GEÇEBİLİRSİNİZ. batu kaan DİLAVER / 12A

KARAKUTU SAYI: 14

25


kısa soluklu meltem İnsanların yeşilliklere koştuğunu, maviliklere atladığını… O da bir zamanlar severdi renkleri. Mavi ve beyazı karış rıp gökyüzünü taklit eder, mutlu hisse ği zaman yağmuru ve ay ışığını, her şeyden nefret e ği anlarda parlak güneşi ve durgun bulutları çizerdi. Siparişin gelmesini beklerken parmakları ile tezgâhta bir ri m tu urdu. Neredeyse tamamen dolu olan kafede haber spikerin monoton sesi duyuluyordu. Ona eşlik eden porselen kır ları hariç ortalığa kimsenin rahatsız olmadığı bir sessizlik hâkimdi. İnsanların yarısı uyarıcı bir tonla sessizliği bölen neşeli ritme bak . Diğer yarısı hemen başlarını öne eğerek ri mle alakalarının olmadıklarını gösterdi. Siparişi tezgâha bırakan aşçı hafifçe öksürdü ve yan gözle garsonun eline bak . Mesajı alan garson ritmi bırakıp siparişi aldı. Tam kafeden çıkarken ritmin devam e ğini fark eden garson neşenin geldiği yöne göz a . Al yaşlarında bir kız ayağıyla ritmi tutup kafasını iki yana sallıyordu. Garson saçları uçuşan kıza gülümsedi, en son ne zaman dans eden bir çocuk gördüğünü ha rlamaya çalış . Bu nadir olay annenin uyarıcı bakışlarıyla son buldu; ri m unutuldu. Bir elinde yemek tepsisi, diğer elinde de eri kapıda dikiliyordu. Birazdan yine insanlar tara ndan uyarılacağını bilse de ayakları onu daha ileri götürmüyordu. Camdan dışarı bak , şeytanın en büyük zaferi kazandığını düşündü. Her yer griydi, bütün renkler çalınmış insanlıktan. Siyahın eski derinliği, beyazın eski masumluğu kalmamış . İç çek ; hafif bir meltem es . Daldığı renkli hayallerden aşçının uyarıcı öksürüğü çıkardı onu. Tam kapıdan çıkacak ki aşçının üstündeki hayali krava düzel ğini gördü. Mesajı anlaması birkaç saniye alsa da kendine çeki düzen vermeye çalış . Gömleği hâlâ kırışık ve saçı hâlâ dağınık ama en azından kahverengi krava düzgündü. Derin bir nefes alarak cesare ni topladı ve kapıyı aç . Dışarısı soğuk ve her zamanki gibi kasvetliydi; rüzgâr daha da şiddetlenmiş . Şimdi inanmasını güç bulsa da bir zamanlar güneşin aç ğını ha rladı. İnsanların yeşilliklere koştuğunu, maviliklere atladığını… O da bir zamanlar severdi renkleri. Mavi ve beyazı karış rıp gökyüzünü taklit eder, mutlu hisse ği zaman yağmuru ve ay ışığını, her şeyden nefret e ği anlarda parlak güneşi ve durgun bulutları çizerdi. ''Baş yukarı doğmuşsun sen.'' derdi. ''Bu kadar ters olmanın başka bir açıklaması olamaz. Kafenin dışındaki masalara bakarken onun sesini duymak acı verdi birden. Bakmamaya çalış ğı ama her gece onu uyanık tutan ize kaydı bakışları. Gözlerini kapa , zaten aklına kazınan parmağına bakmamak için değil, gözyaşlarını tutmak için. Gökyüzünde bulutlar toplanmış . Onu ilk gördüğünde aklına r na gelmiş . Bardaktan boşanırcasına başlayan bir yağmur ve ardından çakan şimşekler. Tepeden rnağa ıslandığını hisse , yağmur bulutları arasında kaybolduğunu… Sarı saçları bukleler halinde omzundan dökülüyordu, güneşin yeryüzüne damlaması gibi. Akşam olduğunda onu çizmiş sırlarını sıldadığı tuvaline. Fır nalı bir gecede tuvalin tam ortasında duruyordu. Gülümsüyordu. Durmak zorunda kaldı, kendini toparlamak için nefes aldı. Eski renkler canını acı yordu. 26

KARAKUTU SAYI: 14


Yine de düşünmekten vazgeçmedi; sadece acı ve hayaller kalmış elinde. Elindeki tepsinin trediğini gördü. Aşçının bakışlarını ensesinde hisse , durmamalıydı, düşüncelere ve hayallere dalmamalıydı. Servisini bekleyen masaya bak kendini toparlamak için. Takım elbiseli iki adam kısık sesle sohbet ediyordu. Adamlardan biri orta yaşlıydı, neredeyse keldi. Kırışmış sura na yapış rılmış ifadesini değiş rmeden karşısındakine bir şeyler anla yordu. Karşısında oturan adam daha genç . Çocuksu bir sura vardı, belki gülümseseydi… Garson saçma bir şekilde gülümsemesini istedi. Konuşmanın boş bir şaka içermesini, gencin gözlerini devirerek gülmesini… Ama kimse gülmedi, kısa saçlı genç sadece ciddi bir ifadeyle kafasını salladı. Sert esen bir rüzgâr garsonun dağınık saçlarını savurdu. Rüzgâr onu ha rla . Onun sıcak nefesini, soğuk ellerini… Tuvalinden başka sırdaşı, rçasından başka dostu olmadığını düşünen ressama sevgiyi ha rla . Kapıda gördü onu gümüşe boyanmış gecede ''İlham mı geldi yoksa?'' dedi esneyerek. Ressam gülümsedi, o sahneyi çizmek için aklının bir köşesine not e . ''Gece daha iyi çalışıyorum.'' Fırçasını beyaz boyaya ba rdı, biraz griyle karış rdı ay hayalindeyken. Elinde iki kahve bardağıyla geri döndü ressamın yanına. En sevdiği zamandı ressamın bu, hem kendi başına hem onunla. Terlemeye başlamış , en son ne zaman yalnız kalmış ? ''Hey sen!'' Garson başını kaldırdı; yaşlı adam bak : ''Gelecek misin ar k? Ne kadardır bekliyoruz!'' ''Ne kadardır bekliyoruz? Ar k bekleyiş bi . Şanlı geleceğin zamanı geldi!'' Göz devirdi ressam, daha ne kadar devam edecek bu zırvalık? Ülkeyi tekrar iyi yapacakmış, gelecek yıllar çok daha iyi olacakmış. İnanıyor mu insanlar bunlara? “Durum gi kçe kötüleşiyor.'' dedi, başını ressamın omzuna yaslamış : ''Eğer kazanırlarsa…'' Ressam sarı saçlarıyla oynamaya başladı ''Kazanamayacaklar. İnsanlar bu kadar aptal olamaz.'' Endişeyle iç çek . ''Bunun aptallıkla alakası yok. İnsanları kandırıyorlar.'' Acıyla ha rladı garson onun gözlerindeki kararlılığı ''Bir şeyler yapmalıyız.'' Kendini masaya doğru gitmeye zorladı. Birkaç adım daha… Sesi yankılandı… Bir şeyler yapmalıyız. O soğuk gece dayandı kapıya. Ay ve yıldızların olanları görmemek için gözlerini kapadığı gece... Yatakta elini tutmuştu, başını omzuna yaslamış . Bir şeyler yapmalıyız. Elbe e sessiz kalmamışlardı ama onlar da karşılık vermiş . Duyulmayan ayak sesleri, karanlıkla iş birliği yapan askerler… Tek darbeyle kırılan kapı, onu son tutuşu, soğuğun onu çekmesi, a lan son çığlıklar, yarım kalan sözler, susturulan âşıklar… ''Yasak evlilik, sapkınlık, devlete karşı gelme, toplumu kışkırtma…'' Pis, ölümcül bir gülüş; son yalvarışlar, acımasızca vurulan darbeler, sonunda onun için gelen karanlık. Ondan koparılan yüzük ve sevgi; çalınan resimler, tuvaller, rçalar, renkler… Büyük bir gürültü çek çıkardı onu. Elinin hafifliğini hisse , önünde parçalanan tepsiyi gördü. Kaçmak istedi ama bacakları triyordu; hiddetle yerinden kalkan gence bir özür mırıldanmak istedi ama başı dönüyordu. Tutunacak bir yer aradı çaresizce ama bulamadı, yere düştü. Gencin ona doğru ilerleyen ayakkabılarını gördü, sonra kayboldu ayakkabılar. Şimşek çarp , yağmur yağmaya başladı. Kimsenin bakmadığını fark e acıyla. Tam son umudu da parçalanmışken çok uzaklardan bir ses işi . Başını zorlukla yana çevirdi. İki sarı ayakkabı ona doğru geliyordu. Son yaklaş kça sanrılar görmeye başladığını düşündü. Sonra bir insan başı görüşünü kapa . İkinci kere görüyordu onu. İlk başta neşenin sesi olan küçük kız şimdi umudun ışığı olmuştu. Pembe gözlükleriyle merakla yerde yatan adama bakıyordu. Uykusunun geldiğini sanmış ''İyi geceler.'' dedi gülümseyerek. Garson, kızın gözlüğünün kenarına bak . Oluşan küçük gökkuşağına bak ve gülümsedi. sena ecem ALTUN / 12A KARAKUTU SAYI: 14

27


kesik ip düşbazı* “Biz Aynı dili konuştukça yorulanlar birbirimizi sık sık anlamıyoruz” Her gece pencere önünde üzüm üzüm ağlarken kapalı gözkapakları dualar sıldardı. Fotoğra yakalım. Halıya vurdu alnını annesinin sesiyle. İçindeki dünya yeşil yeşil döndü; tespih boncuklarını terledi alnı. Burnu, ezik toprak kokusuna doğru uzandı gece karanlığında. Yanındaki boş yatağa çarp sonra, yatağın bomboşluğu donmuş e ni kes . Abisinin yokluğunu kanadı içli içli seslenirken: Fotoğra yakalım. Yatak başlığındaki pürüzlü keresteye sür ü yüzünü, yoksa bu acı hiç dinmeyecek. Kimsesiz bir sessizlik nefret bağırdı: Utanmıyor musun abine sövmekten? Ona değil, gidişine! Kereste kesiği yanaklarını elma dalına bürüdü de sustu. Her şeye rağmen gözlerini umut umut yumdu, rüyasında ise ne dediği anlaşılmayan bıçkının kollarına uzanıverdi. Oğlanın bembeyaz tenine bak ; teninde acıyla büzülen yalnız güller gördü ve sonra yine uyandı. Alnı yeşil halıda, gözleri mahzun fotoğra a. Fotoğra yakalım. Ö ene hâkim olacaksın. Ağlayan denizler vardı, onlara kustu hep yoksa bu acı hiç dinmeyecek. Fotoğra n bir ucu tülbent hafifliğinde yanmaya başladı sabah ezanında. Mırıl lar kör bıçakla kesildi, özlemi oluk oluk dindi. Fotoğraf bir avuç kül olup da rüzgâra direnemeyince yüreği pencerelerini kırdı; yeşil halı alnının al ndan kayıp boşluğa yuvarlandı. Ar k ne baba vardı ne anne ne de kör çakı. Ellerini ezik toprağa daldırdı, batana kadar da gözünü kırpmadı. nazlıcan UZUNER / 12 A

Şiir Fes vali Kitabı (41. Sayfa) Selin Uyguç'un "Güneşin Al nda Yeni Bir Şey Yok" şiirinden alınan dizelerle

28

KARAKUTU SAYI: 14


babam ve kapanan pencere Sonra seninle küstük. Çok şey kaçırdım. Toparlayamadım ha a kimsesiz kaldım. Bir ton karın ağrısı, kirlenen rnaklar, konuşmak isteyip de harfi harfine yutulan sözcükler… Doğan güneşin kızıllığı yüzüme vurduğunda babamın hayali sakalları omzuma ba . Yatağın dibindeki güven vermeyen penceremizi tüm dünyaya açık bırak ğımız için tül, yüzüme değip kendini tatmin edip geri çekiliyordu. Üzerimdeki incecik ama yaz sıcağında bir o kadar da zırh gibi gelen lacivert şörtümün bel kısmı açılmış . Sır mdaki ter damlaları bana kendilerini hisse riyorlardı. Arkamı döndüğümde sakallar hayali falan değildi. Büsbütün uzanmış babam, sıcaktan bunalmış olacak ki üzerindeki örtüyü benden tarafa a rıvermiş . Üzerinden gelen baharat ve anason kokusu rüzgârın esin siyle burnuma doldu. Dün gece benim aksime çok sevdiği acıyı kulakları kaşınana kadar yemiş, arkadaşlarıyla bir büyük devirmiş . Güneş babamın yüzüne sarıldı. Bu manzara beni gülümse rken bir yandan hüzünlendirdi. Sanki güneş gidince babam da güneşin gölgesiyle yok olacakmış gibi hisse m. Alnımdaki çizgiler, onun burada kalacağı gün sayısı kadar kırış lar. Odaya bak m. Burası onunla yaşadığım odaydı. Kendi gezegenimden uzakta olduğum oda. Daha ütopik bir hale ge rmek için bu odanın her san mini birlikte boyamış k. O resim çizemediği için duvarları katle . Sanki ben farksızdım… Nevresimleri de o seçmiş . Babam pis bir adamdı. Bu yüzden nevresimleri de hep koyu seçerdi. Kirlenince belli olsun istemezdi. En son seç ği siyah nevresim ruhumu kapana kıs rdığı için onu sakladım. Bulamadı, kızdı. Kenarda duran plaklar ve dedemden kalan yadigâr gramofon odamızın en güzel köşesindeydi. Duvarlarda komik bantlarla yamuk yumuk yapış rılmış birkaç fotoğraf vardı. Anneme ait olanlar yıllar evvel kaldırılmış . Ya da annem o fotoğraflardan kaçmış bilemiyorum. Bık bizden… Babam ya da ben onu tüke k. Kırık bir saat vardı. Zaman bu kadar çabuk geç ği için mi o saat kırıldı? Ya da camın karşısındaki ayna aile denen bütün dağılınca, oda mı tuzla buz oldu? İlk başta ufak ufak çatladı ve sonra dağıldı. Fotoğraflarda var olan ama haya mızda varlığını sürdürmeyen erkek kardeşim ölünce ayna da üzüntüden çatladı. Küstü ona. Sonra sana küstüm kardeşim. Çok şey kaçırdın odamıza dair. Toparlayamadık saa ve aynayı. Babam da ben de kimsesiz kaldık. Cam, dünyayla başa çıkamayınca kapanmak istedi ve çarp . Babam uyandı. Her şey çok hızlı geliş , ben ürktüm. Dün geceki konuşmamızı gözlerimi kırparken ha rladım. “Biliyor musun? Bir arkadaşım benim kadar büyük kızın babasıyla uyumasının yanlış olduğunu söyledi bana.” Babam dalga geçiyormuşum gibi küçümseyerek yüzüme bak . “Hepsi geri kafalı çok şey kaçırıyorlar. Başka kızları olmayacak.” Gözlerimi gülümseyerek kısa bir süreliğine kapa m. Maksat anın tadının çıkmasıydı. Tekrar aç ğımda babam yoktu, cam açık , duvardaki fotoğraflar sallanıyordu, erkek kardeşimin yeşil gözleri hala ölüme teslimdi, annem beni terk etmemiş ve alt ka a yemek hazırlıyordu. Ayna sapasağlamdı, saat kırık ve nevresim beyazdı. Keşke bir daha uyusaydım onunla. Siyah nevresimlerini saklamasaydım. Kâbusum olmasına bile razıydım. Başka bir babam olmayacak . Ekin BALABAN / 11D KARAKUTU SAYI: 14

29


bir hilkat garibesi destanı Bir köpeğin burnuna iskeletle dokundu çocuk. Anlamadı köpek. Çünkü ölüleri en iyi maskeler tanırdı. Ölüler bu köyde hep duvarlarda gezinirdi. Duvarlara mezarlar düşmüştü. Yeni düşmüş çiğler gibi. Ahtapotların kollarında tutunamıyordu dervişler; çocuk da bir şeyhi bildiğini zannederdi. Ahtapotları sokağa boyardı bunun için. En küfürlü renkleriyle. Sokaklar dip kokardı. Önceden penceresi vardı ve küf tutmuş ekmekleri. Dayardı kulağını duvarlara ya da annesinin yanağına, küflerin masalını dinleyebilmek için. Önceden annesinin bir duası vardı. Korktuğunda pencereyi açar bu duayı okuyarak ekmekleri dizerdi birer birer. Çocuk bir türlü eskitemezdi o ekmekleri. Ekmekler pencere önlerine varamadan camın içine sıkışırdı ve camın öyle devasa pençesi vardı ki kurtulamazdı tazeliği acının, vasiye n ve trajedinin. Ekmekleri değil pencere önlerini eski çocuk. Küfün masalı omzunda uyudu, kaldı. Hiç uyandırmadı. Bir maske yu u, yutağından zamanı geçiremedi. Bir köpeğin burnundan dokundu hayata, gözünden bisikletler düşmedi. Bir türkü tu u dağların sızısını anlatan; ormanın karası sindi çocuğun nefesine. Çocuk o yok ne nefesle üfledi güneşe. Hiç durmadan ve usanmadan. Günler vaatlerini unutana kadar üfledi, üfledi.. Sonra güneş döndü çocuğa ve bir muska mühürledi boynuna. Çıkardı annesinin duasını dilinin al ndan çocuk. Gömdü içine yangınları ve son kor nefesini as cama. Parmaklarından dökülen ağı camın buğusunda sonsuz bir dansa kaldırdı. Bir yansımanın in harı oldu çocuk kendi camına hapsolarak. Bu köyden geçenler bir ekmek kokusuna kapılırlar. Anıları anahtarlarına kavuşur sanki. Gözleri pencere diplerini arar bulabilmek için ekmekleri ve anahtarları, bulamazlar. Onun yerine bir buğuda taze yazılmış bir mektuba yakalanır gözleri. Ve gözlerinden kedileri alamazlar.

“Çağırdığımda gelmeyen sokak kedileri; Bir çıngırağın oyununda yumak oldum. Palyaçoların yalanına en çok ben güldüm. Zihnim parçalandı O sonsuz kırın içinde bir tek tah yi rmedi gözlerim. Aynaların arkasındaki asaları gördüm. Aralıklarda kapılar bırakmıyorum Bu yüzden N'olur siz de gelmeyin ar k. En çok siz gelmeyin.”

Çılga GÜNDÜZ VKV Koç Özel Lisesi/ b'den z'ye "çağırınca bana bakmayan sokak kedisi" referansıyla 30

KARAKUTU SAYI: 14


fazla mesaiye kalmış klarnet Yi k kemanın telinden Gerilerek majör yok oluşlar üstleniyorum. Ziyan rçalarla tuvallere ağladığımda Ak'a küfün kiri yağar Yırtarak karanfilleri ve köpekleri. O kire zınklanarak parçalanıyorum Hiçlikle yoğrulmuş il haptan Tükürülüyorum. Ölü döllerin kuruduğu çarşaflara Karadutlaşmış kavimler dökülüyor. Damar ediniyorum Boşluğun notalarından Lâl serzenişleri. Köşelerini ukde'ler biç ğim Ringin orta yerinde Umakalıyorum kanıma Enjekte etmeyi kısrakların leşlerini. Birkaç boks ötede de Var olamıyor tohumun manifestosu. Aslında atlar çoktan ölmüştü Nallar merasimde tanış . Takatsiz avucum bir kere suya bulanmış . Süt küllerini saç . Tayin edilebilmek için kırılmış hayaller Kotasını aşmış nabzın yalanında klişeleş . Geriye çamurun trajedisi Geriye rahme yapışmış katarsisin yarası Geriye anaforun kustuğu bi klik senfonisi Kal(-ır)dı.

KARAKUTU SAYI: 14

31


suflörün alaşağı e ği zardan tepetaklak Külüstür dimakta paçavralaşmış benliğin kalın larını bırak m. Kopan parçalar yozlaşmış hiçin salt yır klarıydı. Yalnızlıklar yeşer yorlardı düştükleri yosunlara. Berraklıklarla döşenmiş labiren e kıpırdamış m. Zifire bulanmış pelerinimin al nda bukağımı sürüklüyordum. Zincirin, şüphesiz aydınlıkları düşlediği kürsüyü nefes bildim. Mutlak deliklerinden ayrılan, asimile olmuş kapıların çevrelediği sahneye merkezi acının radını yürüyerek vardım. Kafesleri bileklerime kilitlemiş m. Zindanlaş rdığım odaların ilahı bendim. Yenilgilerden şafak söktüğümü zannedip bayrağıma renk e m aldanışı. Yanılmış zaferin külleriyle suratlarıma eklediğim paradoksal sırı şları kutluyorum. Alışılmış tereddüt saniyeleri parçalıyor. Kendine mahkûmluğun gelgi arasında lüks çilekeşlikler dökünüyorum. Hakarete uğramış hainliğin sadaka ni hangi sahnede atacak m. Ter kararsızlığın kiniyle karışır ve meçhul alnımda secdeye kaç asırdır durakalır. Girdabın kovuğu sürgit uğultularla ezilerek kozalaşıyor. Perdeler arasında kaybolmuş bilinci sek ağlıyorum. Nafile debelenmelerin sıl ları yağmursuz gölgeye ayrış rıyor beni. Jile n en körelmiş kirinden son repliğimi haykırıyorum: “BEN OYUNU OYNAMIYORUM AHMAK, BEN OYUNU YAZIYORUM!”

hengame Kadınlar sevmedi beni Bir pencereden dışarı bakarken başlayan çocukluğum Pencerenin kenarına çiçek koymamla bi . Bir de babam öldüğünde İzlerken yaprakları Bekledim, bekledim Susmasını dünyanın Tek duyabildiğim kimsesiz tren garının sesiydi Ya da zevkle bir yaprağın çığlığını dinliyordum Sadece Kadınlar sevmedi beni Güneşe uzanan gözlerim Terleyen avuç içlerim Kalabalığın içindeyim Issızca ve aşıkça Çalıyor çalar saatler Vapurların dumanında Ve sokak lambalarının kalplerinde Şimdi geçiyor önümden bir hırsız Karşısında sineması elinde çantası Ve not öteki elinde “Kadınlar sevmedi beni”

32

KARAKUTU SAYI: 14

Şimdi şimdi inliyorum Bacaklarım mı triyor ne Kadınlar sevmedi beni Sarıl bana anne Yatağımda ya yorum Şimdi bütün çitler benden taraf Ölümü bekliyorum Cenin pozisyonunda Tüm dünyaya ve karıma sır mı dönerek Ama hala içimde bir umut Galiba Ara sıra Heveslerim ve kadınlarım Ah! benim koşan kadınlarım Kadınlar sevmedi beni Şimdi tam da şimdi Sonsuzluğumu kanıtladılar Ölülere ve dans edenlere Uyku vak geldi Televizyonu kapat


zaba Kendi okyanusundan kafasını kaldırdığında kendini yoğun bir grinin içinde buluverdi. Göz bebeklerinde çıkan r nanın esin si odayı doldurdu. Korkmaktaydı. Korkacak . Sinirlendi. Bu sekiz kolun sekizi de onun kontrolünde olmamalıydı. Düşündü, düşündü ve düşündü. Kollarının sayısı kadar düşündü. Sevindi. Onu günden güne eriten habita nın dışındaydı. Ahtapotların bir ahiret haya olur muydu? Bu kadar takılmamalıydı. Belki de ahire eydi. Beyaz solungaçlarını aynada gördü ve rahatsız oldu. Bu kimdi? Bu neydi? Neredeydi? Odanın mavi olmasını dilemezdim. Bu dileyeceğim en son şey bile değildi. Maviden bık ğımı tüm camia biliyordu ar k. Bu odadaydım. Mutlulukla üzüntü arasında kararsızdım. Aslında üzülmem için belirli bir sebep yoktu. İlk defa yalnız başıma bir yolculuğa çıkmış m, ikinci bir benden bağımsız. Gözlerimi aç ğımda bir şeylerin ters gi ğini anladım. İnsan değildim. Acaba kenardaki çöp kutusu muydum? Boy aynası? Hayır hayır. O okyanustan çık ğıma göre insanların dünyasında yara cı bir cisimdim ya da bir canlı. Kendi ayakları üzerinde durmayı becerebilen bir canlı. Aynaya ikinci kez göz a ğımda hala aynıydım. Kafam karışıyordu. Ben, daha farklı olmalıydım. Daha bağımsız, daha özgür. Tanrılar beni dikkate alın lü en! İlerleyemedim. Bu oda için fazla büyüktüm. Yaşadığım hayata kendimi sığdıramıyordum. Dışarıdaki görüntü karanlık . Okyanusun dibi kadar karanlık. Yağan yağmur, eve dönme isteğimi te kledi. Hangi ev? Aitliğine tahammülsüz olduğum tuzlu su canlılarının olduğu ev mi? O an yanımda zıpkınını üzerime doğrultan bir avcı varmış ve beni götürmek is yormuş gibi hisse m. Kafam ağır geldi, yok olmak üzereydim. Kendi düşüncelerimde boğulacak m. Ahtapotlar boğulmaz. Kısık sesle konuşmalıydım. Avcılar geldi. Ağlamamalıydım. Ahtapotlar ağlar. Suyun basıncı kafamda dönüyor. Ben hala ne olduğumu kim olduğumu anlayamazken kafamdaki girdap beni tahta zeminden okyanusuma doğru çekiyor. Ait olduğum yere. İstemiyorum. Sekiz kere tutunabilsem bu masaya, sekiz kere daha baksam bu aynaya. Siyah bir Mambo olabilirdim. Ya da kocaman gözlü bir Zaba. Dışarıda yaşamam çok güç. Bu dünyada nasıl nefes alıyorlar? Burada nasıl haya a kalıyorlar? Bu dünyada beni doğurabilecek birileri yok mu? Tanrının bana verdiği yetki çok özel. Her canlı suyun al nda nefes alamıyor. Ben alabiliyorum. İstemiyorum. Suya dokunmak istemiyorum. Su etra mda dönsün istemiyorum. Afrika'da yaşayan ırkçı bir fil olabilirdim. Ya da kırmızıyı seven bir boğa. Bunlar sunulsaydı bana seçerdim. Bir Zaba olmayı dilerdim. Ayak parmaklarını bile inceleyen bir Zaba. Parkeler ikiye katlanıyor. Gidiyorum. Duyduğum yır cı dalgalara mahkûm bir şekilde bir o kadar da yabancı bir şekilde gidiyorum. Güzel bir son değildi. Ahtapotlar kâbus görebilir.

paçalarından kurtaramadım ayaklarımı Bir kapının önünde buldu kendini. Aslında bulamadı; belki yalnızca rastlamış belki rla lmış belki yeni ölmüş veya belki de yeni doğmuştu ve de yokluk bu kapının önünde anne olmuş, kanı bu eşiğe dökülmüştü. Onun kordonu neredeydi, kime bağlıydı, kökü nerelere uzanır, kaç zulüm kokardı? Hayalet bir kordonun dolandığı boyunda şah damar Allah'a ne kadar yakındı? Bunların hiçbir önemi yoktu çünkü zaman bir poşe n gitgide genişleyen deliğinden sarkmaktaydı ve o bir kapının önünde bekleyecek olmaktan çok uzak . Kapıyı çalmadı. Kimseyi beklemedi. Bir an tereddüt etmedi ve kapıyı aç . Eşikten içeri girdi belki de her şeyden dışarı çık . KARAKUTU SAYI: 14

33


İki yanını odalar saran bir koridor vardı önünde. Odalar kilitliydi. Kapılarına dokunmamış bile ama emindi, bu kapıların hepsi kendilerinden büyük kilitlere sahip . Gözü varacağı son odada daimi takılı; yürümeye başladı ve sordu: Kim yara bu koridoru ve odaları? Ve kilitler biç üstlerine, aşamadı anahtarları ve çekmeceleri. Savuşturdu bunları da. Hiçbir önemi yoktu çünkü bir kazazedenin bacaklarına sahip o. Bir kazazedenin bacakları sahip ona. Yürüdü. Kilitli kapıların dizildiği koridoru aş . Her şeyin ucundaki o kapıya ulaş . Belki de bu kapının ardında bir deniz Belki de bu kapının ardında rüyaların yır lmış astarları Belki de bu kapının ardında tuzaklardan arınmış kar Belki de bu kapının ardında törelerin çanları Belki de bu kapının ardında bir babanın pantolon cebinde unu uğu merhame çalan eller Belki de bu kapının ardında tuvallerden in har etmiş renkler Belki de bu kapının ardında ziyan olmuş kurtuluşların son neşeleri vardır diye düşündü. Yetmiş al saniye sonra hepsini unutmuştu. Kapıyı aç . Açar açmaz bir merdivenle karşılaş ve kendini merdivene teslim e . İçinde kâbuslarının kalın sı bir bulan . Merdivenleri inmeye başladı. Her basamakta zihni biraz daha uyandı. Zihnini boşlukların sıl sı bir gezin ye çıkardı. Ve ha rladı: Kurak arazide denizin doğmasını bekleyen mar ları Günlerin köpek ulumalarından kanayan suçlarını Dolaplara yüzünde delice bir gülüş, şapkalarını ve maskelerini şarkıyı bağırarak bir bir nasıl dizdiğini Bir dansın hevesiyle nefes açlığını gecik rebildiği zamanları. Ve düşündü: Boşluklar içinde va iz etmek istediği ölü ceninleri Kesip a ğı onlarca varış noktasındaki hayali bekleyişlerini düşündü. Ve dü şür dü. Bunlar gerçekten yaşanmış mıydı? Zihnini iğnelerle dolduran bu yığın. Yoksa basamakların gizlenmiş rüyalarıydı da o bas kça zihninde vücut mu buluyorlardı? Fütursuz bir varlığın düşleri onun zihnine sığındı ve böylece özgür mü kaldı? Düşler duvarlardan geçer miydi? Basamaklar nihayet bi . Güneşin hiç de aldırmadığı bir yere Tüm pencerelerin teğet geç ği bir yere Kurumuş karanfillerin aydınla ğı bir yere Boşluğu abluka al na almış bu odaya vardı. Bu odada vardı. Ve bir kutu bu odanın tam da ortasında duruyordu. Bu kutu yankıdaki serzeniş Bu kutu oyuncaktaki hayal kırıklığı Bu kutu makasın mumlanmış yüzü Bu kutu dilin mıhlanmış umudu gibi duruyordu. Bu kutuya yürümeliydi. Sonuçta odada bir köşede oturup bekleyişler yaratacak değildi. Ya da pencereler arayacak. Ya da sonsuza kadar kutuyu izleyecek ve sanrı-hayal ikiliği kusacak. Ya da sadece gözlerini kapatabildiğinde bir uykuya varmayı umacak değildi. Bu odanın tam ortasında 34

KARAKUTU SAYI: 14


bir kutu duruyordu. Ve de o zaten yoklukta kaybolmuş ve buna alışmamış mıydı? Geriye kalan yalnızca bu düşler, dişliler ve kemirgenler değil miydi? Değildi. Geriye hiçbir şey kalmamış . Zannedilen hiçbir pusula var olmamış, radyolar açık bırakılmamış . Mutlak sessizlik her yere sinmiş . Ve koskoca o yoktu; unutulmuştu. Eski bir yerde. Herşeydenveherkesten önceki bir zamanda. Tozlanmış bir sandıkta unutulmuş ve orada öylece kalakalmış . Bacakları yürümeye başlamış bile. Kutuya ulaş . Kucakladı. Ve kutuyu aç . Kutunun içinde bi'dolu kaset. Onun gözlerinin ardında projeksiyonlar. Gözlerini kapar ve kasetler oynamaya başlar. Ama bu kasetlerin sonları yok. Nasıl yani... tekrar Gözlerini kapar ve kasetler oynamaya başlar. Ama bu kasetlerin yine sonları yok... tekrar Ama bu kasetlerin sonları yok! Defalarca denedi. Bir gölgeyi sezmek Bir anlam yakalamak Bu yoğun telaşın yalanına gülmek Bu boğuluşta bir anlık dahi olsa bir nefese sahip olmak için Bir orman kurmak ve onu yakmak O flu yangının közünde külleşen mevsimleri rüzgâra üfleyip kurtulabilmek için. Açıp kapadı, açıp kapadı gözlerini. Ama nafile! Yarım kalmış bir umudun isi yoktu zihninde ama en çok ellerinde. Bu kasetlerden biri bile bir sona asla sahip olamayacak . Gözlerini aç . Kirpiklerini yoldu. Ve söylendi; Belki de zaman hiç var olmamış . O eşik. O koridor, kapılar ve kilitler. O merdiven ve basamaklar hiç var olamamış; o buraya hiç gelmemiş ve o buradan hiç gitmemiş . Boşluğun abluka al na aldığı bu odanın tam da ortasında; kucağında bi'dolu sonu olmayan kasetle dikiliyordu. Gözlerini kapadı. İçinden yetmiş al saniye saydı. Gözlerini aç ğında bir kapının önünde buldu kendini.

KARAKUTU SAYI: 14

35


kefenin bahaneleri Her mevsimin kuru yaprağı Geç kalmış ağaçta secde ediyor Gölgesinin menzilinde Aksak kaldırım ve yalnız gömüt Yır lmış kozalar Salkım saçak örter kaldırımı Kaçak yıkın ları kor ederim Ruhun kimsesizliğine A ımdan taşan uçuruma gömmüştüm Pervazlara bölük pörçük sıkış rdığım çocukluğumu Toprağın buhranına Hasretli sarsın larla faça atmış m Ama kısır bir leke İl habın sarısı ve salyangozun tekerlemesi Köhne boşluklar kuşandım Tüm mektupları kilitli bir mumla yak m Boğazımda kavurdum Kaina n günahkar memesinden Kana kana emdiğim sütü İçimden sızan o buruk kokudan Son defa sayıklıyorum Kulağımda durmaksızın yankılanan Kuru toprağın düşüşüne mahpusum ben Erken asılmış paltonun En hazırlıklı düğmesinden bedeller ödüyorum Yalvardığım tanrıları Ölünün en canlı saçına doladım Tek bir notadan Onlarca melodram sökerken Ölümün ahengine tozlu bir manifesto bırakıyorum Harabe delilikler parçalanıyor damarlarımda Yenik bayrağın cümbüşünde Eklemlerimi biliyorum İçimin çürük tohumu Ruhuma kuyular kazıyor Yağıyorum sonsuzluklarına Yakamda buharlı virgüller Umut küflü kördüğüm Tabutun vicdanıyla köşe kapmaca oynarken Sakladığım. Dipsiz bir noktanın En karanlık düe yim ben Zamanı kof tükürüyorum. 36

KARAKUTU SAYI: 14


derbeder düşlerin oyunbozan karabasanı Hayat boyu ıskalayan çocukların Gökteki dipleri Çökertmesiyle başlar Kesin ye uğramış in har melodili Uluyan çıldırma korosu. Bazı mısraların zannedişi Daha acıklı oluyor. Zaten çürümüş tohumların Hayalet sızın ları çoktan buyruğa kalkmışlardı Ve berilerden vardı Boynu bükük göz ucuyla Adım taklit eden Zihin gölgeleri. Sonra bir gün bir sapan kafayı yi rdi Sapan, Ve gökyüzünü ıskalayamadı. Olmayan ağaçların İndirdi tüm cehennemin dibini Düşten kuşlarını avlayacak Ağlayarak ıslık çalan çocukların ayağına Ramak kala damlatacak Ayna parçaları idi Kirli mırıl lı zi lerini kuşların. Düşten ceset kuşları yeniden deşen Damlatmış düşün çürük kokusunu Ve de bataklık doğuran parmak ucunda Ve cinne n vitrin hazzını, Her çocuğun akı ğı Bunca zamandır Kendi kesik yokluğuyla. Metronomlu kır lar hiç aksamamış . Tanrı bir yerlerde Kurak arazide Aynasını unutmuş olmalıydı Sayısız kuşun cesetleri dizilmiş de Yoksa düşten bir mezarlığın Parçalanmış kuş bedenlerine İnfilak olmuş bataklığa döndüğünü Tekrar tekrar basardı çocuklar, Anla rdı elbet Nişan alırlardı Tüm palyaçolarına Sapanların ikiliği arasından tek gözle. Ve sapanlarına. Zaten hiç çocuğun başka gözü varsa da Olmamış . Kuş avında, Şerit las k kelebek olmayı düşlemiyordu elbet. zeynep BAŞEĞMEZ /10 C

KARAKUTU SAYI: 14

37


dalga ve rüzgâr Ağaçların arasındaki küçük kız örgülü siyah saçlarını tutarak gözlerimin içine bakıyor. Beyaz elbisesinin içinde her zaman olmak istediği prensesler gibi göründüğünü bilmiyor. Gökyüzüyle paralelmiş gibi duran mavi ayakkabıları adımlarını daha anlamlı kılarmış gibi bana bir adım daha atmasını sağlıyor. Kızarmış minik burnu üşüdüğünü söylemese de kendini ele veriyor. Ürkünç bir şekilde etra tarayan siyah gözleri benim üstümde durunca kafasını eğip bana bir tebessüm bağışlıyor. Gözlerimi ondan alıp yanına bak ğım da başka bir kız görüyorum. Siyah, dalgalı, beline gelen hırçın saçları rüzgârın etkisi ile gözlerine gelse de buna aldırış etmeyecek kadar yorulmuş duruyor. İfadesiz yüzü ve soğuk bakışları saklamak istediği yara izlerini gizleyemiyor. Bakışlarımı tekrar soğuk sulara çeviriyorum. Arkamda iki beden var; biri ne kadar neşeliyse diğeri o kadar bıkmış. Karar vermem gerekiyor. Hangisinin ruhunu ayakta tutacağım? Bu zamana kadar aldığım ufak darbelerle yalpalamayacak kadar acıya bağışıklık kazanmış m. Sessizlik ka anı giyerek kenara çekilmiş bu boşluktan kurtarılmayı bekliyordum. En savunmasız anımda bana umut olan keskin dalgalar ve yapmam gerekeni sıldayan rüzgâr en sadık dostum olmuştu ama sırlarımı bilen derinlikler bugün yardım etmiyor. Rüzgâr sessizliğini koruyor. Her buraya çıkışım da asi olan dalgalar bugün hiç olmadıkları kadar durgun. Aşinası olduğum kayalara çarpan hırçın suyun sesi bugün kulaklarımı rmalamıyor. Demek onlar da farkında bu sefer çaresiz kaldığımı… Rüzgâr, kendini belli etmek istercesine şiddetle arkamdan es ğinde durgun sulara bir adım daha yaklaşıyorum. Kararımı verdim. Arınmaya ih yacım var. Masum ve temiz kalmaya. Üzgün olduğumu söylemek için küçük kıza dönüyorum. Beklemediğim görüntünün kalın ları zihnime işlerken az önce içimdeki küçük kızı tüm umutlarıyla beraber öldürdüğümü fark ediyorum. Zihnimin rotasını kaybetmiş, karanlıkta düşüncelerimin uçlarına basarken, havada hiç olmadığım kadar hafiflemiş şekilde aşağı süzülmeye devam ediyorum. Her düşünce bulutu birbirine yapışmış, sanki ar k bana çelme takamayacakları için hüzünlü dururken soğuk ve sert suyun sır mı ısırmasıyla beraber küçük kızdan bir kez daha af diliyorum. Bedenimin zihnimle ile şimini kes ği dakikalar da tek düşünebildiğim; küçük kızın ölümüne değip değmediydi. Dalgaların içine hapsolurken uyuşan benliğim ve kan akıtan irislerim derinliklere kelepçelenmek istediklerini bir kez daha karanlığın suskun asilliğiyle sundular. aylin PAK/ 9 C

38

KARAKUTU SAYI: 14


sessiz Bir sokak var. O kadar uzun süredir var ki... Beklemekten yorulmuş. Ve öylesine unutulmuş ki herkes tara ndan, kendi bile ha rlayamıyor ne zamandan beri beklediğini. Geçip giden tüm o ilgisiz insanlara karşı dargın. Gün Pazar. Sabahından sokağın her iki yanını donatan tüm ağaçlar bir şeyler sıldıyor birbirlerine. Gökyüzü en mavi hallerine bürünmüş, gülümsüyor. Günün bekleyişi devam ederken, kırmızı ceketli, boynuna siyah bir atkı dolamış bir kız sokağın taşlarına adım a yor. İçini kaplayan tüm yabancılıklardan bıkmış ve kendini içinde bir odaya kapatmış. Yürümeye başlıyor. Müziği ruhunda hissediyor, kulaklıklarında hiçbir an çıkarmadığı kulaklıkları, bugünkü sokak yolculuğunda da onu koruyor kendini korumak istediği her şeyden. Etra ndaki insan silsilesinin eseri bir güruh hâkim sokağa. Ellerinde telefonlar, herkes bir yandan öte yana koşturuyor; bir çocuk annesini bulamayıp korkuyor, ağlıyor; kimse dönmüyor ondan yana; başka bir adam bankta, ciğerleri sigaradan son nefesini verirken ikinci bir tane daha çıkarıyor pake en. Kimse ne kendini ne bir başkasını düşünüyor. Bir yaprak düşüyor sokağın son ağacından, güzün gelişini görmüyor kimse. Kimse hüzünlenmiyor. Bu sahneden öylesine nefret ediyor ki, müziğin sesini her adımda yüksel yor. Oysa o da farksız değil ar k kimselerden. Herkeslere karışmış, bırakmış dinlemeyi. İki kulağını da kapatmış hayata. Bir çocuğun kahkahası, bir kuşun cıvıl sını unutmuş. Küsmüş işte, herkeslere karışmış. Aniden birinin seslendiği duyduğunu zannediyor, kulaklıklarını çıkarıyor. Etra na bakınıyor fakat kalabalığın arasında onun için gelen kimse yok. Üstüne üstlük kes ği müziğin yerine karışan tüm o insan sesleri midesini karıncalandırıyor. Bir şeyler duyuyor fakat seslere karşın rahatsızlık hissinden başka bir şey kalmamış içinde. Dinlemesini söyleyen sıl var içerisinde, sessiz. Hiçbir şey duymak istemediğini söylüyor kendine. Kulaklıklarını geri takıyor hemen, kendi dünyasına kapa yor kendini. O gün, sokakta onun gibi kulaklarını kapatmış insanlar da yürüyor, herkes kendi içinde bir yerde kaybolmuş. Kimse nerede olduğunu farkında değil, uyuşmuş ruhlar gibi sokağı yapayalnız bırakıyorlar. Bu sokakta herkesin zamanı çok hızlı ilerliyor; sokağın yaşlı ruhu geride kalıyor. İkinci bir yaprak düşüyor aynı ağaçtan. Kimse bakmıyor; yalnızlık düşen yaprağı da toz ediyor rüzgârda. Yürümeye devam ediyor. Uzun bir sokak burası ve o yalnızca başında. Bir süre sonra yürüyüşün yorduğu kız, adımlarını yavaşlatarak kenardaki banka oturuyor. Eski, kahverengi bir bank bu. Bankın hemen diğer yanında sarılı beyazlı bir kedi uyuyor, bir yumak gibi kıvrılmış. Kız elini uzatmaya yelteniyor fakat aniden bir boşluk dolduruyor içini. Duran müziği yinelemek için önüne dönüyor. Bir sonraki şarkı. Şarkı geri geliyor; kız önüne bakıyor. İçindeki boşluk şimdi kedinin yerini kaplamış. Banktan uzaklaşıyor; botlarının ayaklarında yap ğı ağırlık onu yavaşla yor. Elbe e gidecek fakat hızlı olmasına gerek yok. Çünkü bugün onu uzaklara götürecek birilerini bekliyor. Sokağın ortalarına geldiğinde rüzgâr esiyor. Yerdeki yapraklar ayaklar al nda ça rdarken KARAKUTU SAYI: 14

39


turuncudan kırmızıya dönen bir yaprak, kahverengi saçlarının arasına takılıyor. Elini saçlarına daldırıyor, yaprak tutunduğu yerden ayrılıyor. Şaşırıyor kız, ne diyeceğini bilemiyor. Hiç bu kadar güzel bir yaprak görmemiş, hiç bakmamış ağaçlara. Nereden geldiğini anlamak için etra na bakınıyor, fakat tek bir yer yok. Öyle ki bu yaprak adeta her yerden gelmiş. Saklamak is yor kız fakat sol tara ndan güneş parıldıyor, gözünü kamaş rıyor genç kızın. Ağaçların gölgeleri onu bekliyor. Oysa o gözlerini örtmek için ellerini siper ediyor, yaprak ellerinden uçup kalabalığın arasına karışıyor. Bakıyor öylece, fakat peşinden gitmiyor. Müzik şimdi düşüncelerini tamamen çevrelemiş. Fısıl yı ha rlıyor. Zincirlerini kırmak is yor fakat fazla sessiz. Kalabalığın arasına karışma zamanı geliyor fakat insanların arasından yürümek kapalı bir kutuda gibi hissetmesine neden oluyor. Kalabalığın sağ tara na, doğru geçiyor. Kalan yolunu burada yürüyor. Sokağın sonuna doğru geldiğinde boynundaki atkı gitmek istemezcesine yanından geç ği ağaçlardan birine takılıyor. Kız duruyor. Atkıyı takıldığı yerden ayırıyor. Gitmeye yelteniyor fakat daha sonra geri dönme isteği uyanıyor içinde. Sokağı hemen terk etmeden önce birkaç adım geriye geliyor ve kafasını kaldırıyor. Gölgesinde durduğu ağaç adeta göğe uzanıyor. Kalın, ince, kısa, uzun; çeşitli dalları var. Yapraklarında kırmızı ve turunculukların yanı sıra yeşiller de var. Güzel bir koku geliyor burnuna kızın, derin bir nefes alıyor. İnce uzun parmaklarını uza yor, ağaca dokunmak is yor. Bir ışık parlıyor. Güneş ışığı değil bu, tenini yakıyor. Bir süre için algılayamıyor neler olduğunu. Gözlerini aç ğında kendini uzakta buluyor. Ar k ağacın yanında değil ama onu şaşırtan şey yalnızca bu da değil. Her şey çok sessiz. Sadece sessiz. Tek bir çı r bile yok, tek bir nota. Her şey bitmiş gibi geliyor. İçinde bir yerlerde bir korku filizleniyor. Dinlemediği hiçbir şeyi şimdi duyamıyor. Bu sokakta kimse yok mu? Seslenemiyor. Neden her şey böylesine sessiz? Gözlerini kırpıyor, hala her şey çok parlak. Yerinden doğrulmaya çalışıyor, bacaklarına ve kollarına çöken bir ağırlık var ki çok acı veriyor kıpırdamak. Buna rağmen ayağa kalkmayı başarıyor. Gözlerini etra na çeviriyor. İnsanlar yerde, kıpırdamıyorlar. Ayakta olanlar her zamankinden daha hızlı koşuşturuyorlar, herkes sura na dehşet içinde bir ifade takınmış. Ağlıyorlar. Bağırıyorlar fakat ar k rahatsız olmuyor. Ağaçlar yanıyor. Sonbahar tüm amansızlığıyla gelse bile bu kadar renkli olamazlar. Çok güzel görünüyorlar ve şimdi gidiyorlar. Sura gözyaşlarıyla ıslanıyor kızın, anlayamıyor. Koşup durdurmak is yor zamanı fakat ne o ateşi söndürebilir ne de ağaçları köklerinden sökebilir. Yapamayacağını biliyor. Cayır cayır yanan o eski ağaçların sessiz çığlıklarını hissedebiliyor. Beklediler, o kadar uzun süre beklediler ki birilerini, bu baharın son baharları olmasını hak etmediler. Biliyor genç kız. Elleriyle kulaklarını kapa yor, her şeyin sessizleş ği şu anda bile aynı sıl yı duyuyor. Bir adım geri a yor ve sonra birkaç adım daha. Başı dönüyor fakat yine de arkasını dönüyor sokağa. Kafasının içindeki sıl nın yerini dinlediği son müzik doldururken son bir yaprak düşüyor sokağın son ağacından. Onunla beraber yere düşüyor. Gözlerini sessizliğe kapa yor. rabia BAŞ / 9 D 40

KARAKUTU SAYI: 14


beyaz elma*

Adem, kilidi bozuk eski ahşap kapıyı omuzlayıp içeriye girdiğinde Avari a yatak başlığının tam üstünde durmuş, mermi gibi ağır kanatlarını çırparak güçlü sesler çıkarmaktaydı. Parlak beyazlığını yi rmiş, yer yer pis ve sert tüylü kanatlarından çıkardığı bu tok ses küçük odayı dolduruyor ve odanın köşesindeki yarı açık pencereden dışarıya kadar uzanıyordu. Odada yalnızca Avari a'nın üstünde durduğu, küflü beyaz çarşaflarla kaplanmış paslı demir bir yatak, ahşap çalışma masası ve rahatsız bir sandalye vardı. Yerlerdeki karoların neredeyse hepsi ya kırılmış ya da sökülüp a lmış . Âdem'in cebindeki kapaklı aynasını çıkardığını gören Avari a gagasını açıp en çirkin sesini çıkarmaya başladı ve odanın içinde havalandı. Ağır kanatları bozuk bir pervane misali can cekişen sesler çıkarıyordu. Âdem, gıcırdayan sandalyeye oturdu ve kapaklı aynasını açarak masanın üstüne koydu. Tam karşısındaki çatlak aynada simsiyah saçlarını ve jile n namertliğiyle simetrisini kaybetmiş favorilerini görüyordu. Elini önce kırçıllaşmış sakallarına götürdü, sonra pürüzsüz yüzünde gezdirdi ve en sonunda sol gözünü parlak bir elmayı böler gibi ikiye bölen yara izine dokundu. Avari a odanın içinde daireler çiziyor, camı tamamen açan Âdem'in etra nda dolanıyordu ama asla pencereye yaklaşmıyordu. Genç ve yakışıklı yüzünde iki yakut gibi parlayan mosmor gözleriyle Âdem, mütemadiyen cebinde taşıdığı küçük de erini ve tükenmez kalemini çıkardı. Tozlu pencere pervazına oturarak Avari a'yı izlemeye ve bir yandan da onu resmetmeye başladı. Âdem, kalemin kâğıda her değişinde daha ,da hiddetlenen Avari a'nın çığlıklarını sanki duymuyor ve bu yır cı mahlûka bir melek gibi bembeyaz ve pürüzsüz tüylerle çiziyordu. Kalemini sayfanın sol üst kenarına kaydırarak kusursuz bir elma çizdi. Âdem, de erini kapa r kapatmaz çirkin kütlesini kontrol edemeyerek duvara çarpan ve ardından yere düşen Avari a'ya bakmadan siyah yumuşacık deri ayakkabılarını çıkardı, uzun siyah paltosunun tek düğmesini ilikledi ve upuzun bacaklarını karnına çekerek kirli çarşafların üzerine uzandı. Buz gibi havaya karşı duramayan elleri, az önce çizdiği elma gibi bembeyaz ve yüzü kâğıt gibi solgundu. Yalnızca ayda birkaç kez geldiği, tecri eymişçesine uzak bu odada uykuya dalabiliyordu ve simsiyah uzun kirpiklerini gözlerindeki düşüncelere ör ü. * Bir mart sabahı içinde dolandığı evi korkunç çığlıklarla terk e , arkasında elinde kıpkırmızı bir elma tutmuş ufak bir kız çocuğunu bırak . Tüy gibi hafif, beyaz kanatlarını büyük ağaca doğru çırp , hiç görmediği o beyaz elmayı tadabilmek için çekilmeyecek çilelere göğüs gerdi. Bin kırmızıya değişmeyeceği bembeyaz elmaya ulaş ğında, onun için sıra bekleyen binlercesini gagasıyla delerek geç ve beyaz elmayı ilk ısıran oldu; ısırır ısırmaz elmanın kusursuzluğuyla büyülendi ancak bembeyaz gövdesi yolda lekelerle dolmuş ve tüylerinin bir kısmı dökülmüştü. Elma gagasında ağırlaş , ağırlaşırken onunla beraber savruldu ve bu asil mahlûk, kendini Avari a olarak Âdem'in odasında buldu.

nazlıcan UZUNER / 10A

KARAKUTU SAYI: 14

41


beyaz papatya İçimde bir ayaz Bir kafes Parmağımda kelepçem Bağırıyorum kan denizinde Bulamıyorum sesimi Sesim, beyaz papatya Bana bakıyor Elinde bir anahtar Yaklaşıyor kafesime Vücudumda zincirler Sahibimi bekliyorum Siyah ayakkabılar tam önümde Kan damlıyor üstlerine Saçımı okşuyor yavaş yavaş Her bir anı sökülüyor sanki tenimden Üstümde elleri, boynumda nefesi Haykırmak is yorum Ağzımı açıyorum sadece kan Uzaklarda bir kız, ah çocukluğum Elinde beyaz papatyalar Dibe gömülüyorum Götürüyor beni Huzur yatağına Bir yorgan a yor üstüme Kürek kürek Kapıyorum gözlerimi Bir yara bandı gibi ışıl simay AYDEMİR / 10C

42

KARAKUTU SAYI: 14


haikular Dipten çarpar kum A lan ağlar riske fener Soğuyor Ağustos'u böceğin zeynep ÇİLOĞLU /11 A

Kumlu bir dibe ağ atmanın riskini Ağustos böceği de fenerini Unutarak almış elif ERİŞ / 10 A

Ağın dibinde ağustos böceği Fenersiz karanlıkta kuma batmanın Riski zeynep SARAVİN / 11 F

Riskin, fenere yansıyışıdır Ağustos böceği. Ağlara takılı kumlar gibi Muazzam dipsizlikte beyza ERGÜN / 11 G

Kumlarım ağlarda Riskte Dibimin ağustos böceği Işıtmayan bir fener şimdi zehra tuygun PEHLİVAN / türk dili ve edebiyat öğretmeni

Ağların dibinde kum taneleri Ağustos böceğinin elinde fener Aklımda açlık riski serkan celil NAKAY / türk dili ve edebiyat öğretmeni

KARAKUTU SAYI: 14

43


“deli bal”ın ölüm izleğinde bireyin var olma çabası Uzun yıllar boyunca bireyin kafasını kurcalayan ve bireyi birey yapan bazı kavramlar olmuştur. Bu kavramlardan bazıları bireyin var oluşunu ve benliğini tamamlamışken bazıları da bireyi korku dolu çıkmazlara götürmüştür. Bu kavramlar aslında bireyin hep farkında olduğu ama belli bir noktaya kadar inkâr e ği veya görmezden geldiği kavramlardır. Hızla küreselleşen günümüz toplumunda belki de sadece hızlı yaşamın bireylere unu urduklarıdır. “Ölüm” bu kavramlara verilebilecek en güzel örnek r. Pelin Buzluk da “Deli Bal” öykü dosyasında ölüm kavramını hikâyelerinde ana tema olarak ele almış r. Her bir bireyin ölümle yüzleşmesi nasıl farklıysa, Buzluk da ölüm kavramını her bir öyküsü için farklı bir bakış açısıyla ele almış r. Bazı öykülerde ölüm, bireylerin yüzleşmesi gereken acı gerçeklik, kaçınılmaz son iken; bazı öyküler de ise bireyi ayakta tutan aidiyet ve ebediyet duygusunun öncüsüdür. Öykülerin “ölüm” izleği üzerinden gitmesinde yardımcı unsurlar vardır; bunlar yazarın karakter, mekân tercihleri ve “ruh” gibi kavramların kullanımıdır. Bu unsurlar hem Buzluk'un anla mına karamsar bir hava katar hem de okuyucuyu günümüz bireyini sorgulamaya ve hakkında düşünmeye iter. Mekân tercihleri belli yerlerde karakterlerin iç dünyalarının ve öykünün atmosferinin belirlenmesinde önemli bir rol oynamış r. Aynı zamanda okuyucuyu bir me ne bağlayan önemli öğelerden biridir. Pelin Buzluk'un öykülerinde mekân tercihleri gerek okuyucuyu karanlığa boğup bunal r gerek de bireyin problemleri hakkında kafa yormaya iter. Bu noktada, mekân tercihleri ve karakterlerin kişilik tercihleri arasında yakın bir ilişki vardır. Her ne kadar ana tema “ölüm” olsa da Pelin Buzluk yara ğı her karakter için farklı bir mekân ve dolayısıyla da farklı bir atmosfer ve beraberinde de farklı bir kişilik yaratmayı başarmış r. Buzluk'un öykülerinde farklı kişilikler gerek kendilerini ölümle var edebilen gerek de ölümle yüzleşmeyi reddedebilen karakterleri doğurmuştur. Buzluk'un kullandığı ve “ölüm” temasını ayakta tutan belli kavramlar öykülerin yapı taşı haline gelmişlerdir. Ölümün tanımlanmasında ve okuyucunun gözünde canlanmasında etkili olan kavramlardan biridir “ruh”. Bir noktada “ruh” gibi kavramların kullanılması atmosferi ve atmosferden etkilenen karakteri de sınırlandırıp şekillendirir; böylece “ölüm” temasında sapma da engellenmiş olur. Sonuca bakıldığında mekân tercihleri, karakter tercihleri ve “ruh” kavramının kullanımı “ölüm” temasını sarıp sarmalayıp okuyucuya sunmaktadır. Fakat her şeyin yanı sıra gerek mekânlar gerek karakterler gerek de “ruh” gibi kavramların al nda yatan daha derin anlamlar vardır. Hepsi bir araya geldiğinde önemli bir soruyu ortaya atmaktadır. “Her öyküde farklı noktalar üzerinden verilen 'ölüm' teması aslında nasıl ele alınmış r?” sorusu okuyucuyu meşgul etmektedir. Buzluk, öykülerinde ölüm teması üzerinden karakterlerin var olma çabalarını ve benlik arayışlarını okuyucuya sunmuştur. 1.bölüm: ruh-benlik kavramlarının açıklanması Hikâyelerde ölüm bireyin ve haya n bir gerçekliği olarak sunulmuştur çoğu zaman. Belli hikâyelerde de ölümden direkt bahsedilmese de mekân kullanımı, karakter tercihleri ve imgesel anla m, hikâyenin ölüm izleği üzerinden gitmesine yardımcı olmuştur. Bu sayede gerçeklik direkt okuyucuya sunulmamış r ancak sezdirilmiş r. Sezdirmeye dayalı hikâyelerde tercih edilen kavramların bireyin var olma çabasının ölüm izleği üzerinden verilmesinde büyük bir etkisi vardır. Bu kavramlar okuyucuların imgeleri canlandırmasına ve atmosfer, karakter gibi unsurların ölüm 44

KARAKUTU SAYI: 14


izleğiyle bağlan kurmasına yardımcı olarak okuyucuların ölüm izleğinden sapmalarını engeller. Buzluk'un öykülerinde bu bağlan yı kuran kavramlardan bir de “ruh” kavramıdır. Öykü dosyasının geneline bakıldığında “ruh” ve “var olma” kavramları hikâyelerde iç içe kullanılmış r. Bu hikâyelerde “ruh” kavramı ölüm imgesini ve ona yüklenen anlamları netleş rmiş r okuyucu için. “Kafes” hikâyesinde kendilerini keşfedememiş bireylerin bir arayışa çıkması öyküleş rilmiş r. Karakterler kendi bırakmakta ve beraberinde gelen var olma çabasına girmektedir. Bu arayış her karakter için aynı şekilde sonlanmasa da kendi benliğini arayışın sonucunda bulmuş olan veya kendilerine yeni bir haya n başlangıcını bulan karakterler öykünün sonunda yeniden doğmuşlardır. “Kararını vermiş . Yeniden o odada Nergis olarak gezindi, son kez birazdan başlayacak olan geleceğini ha rladı. İyice aklında tutmak istedi… Bir çığlık oldu doğumhanede.” (Buzluk 34) Kendi arayışlarını gerek kendi kişiliklerinde gerek de başkalarını kişiliklerinde bulan bireyler, bu arayışın sonuçlanmasının sevinciyle buldukları var olma çabasına sıkı sıkı tutunmuşlardır. Arayışın birden sonuçlanıp bireylerin haya ndaki bu belirsizliğin de sona ermesi bir rahatlama anı yaratmış r. Bu noktada aynı zamanda bir karakter oluşumu karşımıza çıkmaktadır ki bu da ölümü bir gerçeklik olarak kabul etmeyen karakterdir. Bu pteki karakterler kendilerini asıl benliğinden uzaklaşmanın verdiği korkudan çok bir başka benlikte bulunmuş olmanın anlık sevinciyle var ederler. “'Ben' adlı odanın neden ikinci ka a (2.kat: karşılaşma rsa bulamadığınız, çoğu siz doğmadan önce ölmüş olan sevdikleriniz.) bulunduğunu anlayamasa da üzerinde fazla durmadı. Nergis ise birinci (1.kat: Keşke yerinde olsaydım, dedikleriniz.) ka aydı.” (Buzluk 31) Karakter kendisini asla karşılaşamadığı insanlar kategorisine koymuştur, buradan da anlaşılabileceği üzere karakter kendisini henüz keşfedememiş r ve kendisine yabancılaşmış r. Karakterin bu yabancılaşmanın arkasında ölümü ve ha rlanmamayı bir gerçeklik olarak kabul edememesi vardır. Yabancılaşmanın ardından tutunacak bir dal bulan birey, bu hikâyede Nergis'e tutunan karakter gibi, kendilerini “yeniden doğmuş” olarak tanımlamış r, çünkü tutundukları dal onlar için ölümden kurtuluş ve tekrardan bir ha rlanma şansıdır. Kendini yeniden doğmuş olarak tanımlama da anlık sevincin bir sonucudur aslında; karakter kendi benliğini geri bırakmanın hüznünü yeniden doğuşla örtmeye çalışmış r. Maalesef her ruh yeniden doğuşu yakalayabilmiş değildir ve bu karakterler genelde var olma çabalarını tatmin edememiş olmanın yüküyle kendi benliklerinin arasında kalmışlardır. Bu bireylerin gerçekliği okuyucuya sunulmasa da belli semboller ve nesnelerle sezdirilmiş r. Bu nesneler hikâyeden hikâyeye farklılık gösterse de ortalıklar bulunduğu zamanlar da vardır. “'…Bir zamanlar herkesin karşıya geçmesi gerekiyordu, doğru. Ancak karşıya gitmek öyle sandığınız gibi kolay değil. Çoğumuz bundan vazgeç k ar k.'” (Buzluk 58) Bu hikâyede de görülebileceği üzere Buzluk, ruhun arada kalmışlığını yoğun bir otobanın ortasında kalan bir refüj üzerinden vermiş r. Otoban ve hiç durmayan arabalar bireyin akıp giden haya nı anlatmaktadır. Refüjün ilerisindeki araçların içinde aynı yüzler dönüp duruyordu ana karakter için ancak arkasındaki otobanda arabaların için net değildir; bunun nedenselliği de yıllar geçmesiyle kurulmuştur. Burada ruh akıp giden haya n içinde bölünen benlikleri arasında kalmış r. Eski kişiliği ve benliğini yıllar önce bırakmış ar k ona yabancılaşmış r, bu sebeple de arabaların içi buğuludur. Önündeki arabaların içinde de aynı insanlar dönüp durmaktadır. Aslında bu da karşıya geçmesi için aşması gereken KARAKUTU SAYI: 14

45


bir bariyerdir. Bir noktada ruh tamamen kendini bulabilmek için ilerideki benliklerinden de sıyrılıp soyutlanmak istemektedir. Bu aşılması gereken zorlu ve büyük bir engeldir. Ancak bu engelin aşılmasından sonra ruh gerçekten aidiyet duygusunu yaşamaya başlar. Toplumun akıp giden sıradanlığından kurtulur ve kendi var oluşuna tutunabilir. Hikâyenin sonunda verilen aile ayrın sı da bu yüzdendir. “… Niye niz kötü değil biliyorum. Ancak biz ailenin zedelenmemesi gereken en önemli yapı olduğuna inanıyoruz. Bu konuda hassasız…” (Buzluk 62) Toplumun aile kavramına yüklediği anlamı da eleş rilmektedir biraz. Kendini aşmaya ve “karşıya geçmeye” çalışan karakter karşısına bir aile çıkmasıyla aslında oraya ait olmadığını fark eder. “Kadın düşündü: Refüj yola dâhil midir? Refüjdekiler yola nasıl devam ederler?” (Buzluk 62) “Deli Bal” öykü dosyasında ruhların ve dolaylı olarak da bireyin kapana kısılışı aynı zamanda “Aynanın Sonu” adlı öyküde geçmektedir. Öykü her ne kadar açık olsa da başlık öykünün karamsar atmosferi ve ruhun kapana kısılışıyla dolaylı yoldan ilişkilidir. Edebiya a bireylerin alter egolarını yansıtma görevini üstlenen ayna imgesi karakterlerin diğer benlikleriyle ile şime geçmesini okuyucunun kafasında daha net canlandırır. Bu noktada “Aynanın sonu” kalıbını kullanan Buzluk bir benliğin bi ğini, tükendiğini vurgulamak istemiş r okuyucuya. “Bir 'şey', sabırsızlığını, sıkın sını ve -sanki- uzun süredir beklemekten duyduğu bungunluğu göstermek istermişçesine masaya dayadığı elinin parmaklarını sırayla vuruyordu.” (Buzluk 64) Hikâyenin başlarında düşüncelerini serbest bırakmak isteyen bir ruhun sabırsızlığı ve huzursuzluğu anla lmaktadır. Bu huzursuzluk hali aslında zamanında söylenemeyenlerin yükünü taşıyan ruhu ayakta tutmaktadır. Yan karakterlerden biri olan ve mektubu Bay Clapot'a yazan karaktere kendini fark e rmekle yola koyulmuştur el. Böylece farkındalığın verdiği sorumlukla kendini en azından nesnel dünyada var edebilmiş r. Fakat bundan sonra gelen boyut düşünsel rüyadır. Elin bir önceki sahibi ünlü bir şair ve düşünürdür. Zamanında bas rılmış düşüncelere sahip olan bu adam, Goulam Rezai, yazıya döktüğü her görüşüyle ar k düşünsel dünyada var olabilecek ve şimdiye damgasını vurabilecek r. Yüz yıllar boyunca da anımsanacak r. “…Kimi insanlar vardır, Bay Clapot, kâğıda akı kları sözcüklerin büyüsüyle yaşarlar ve bu sözcükler, yazılamadıklarında sahiplerini boğar. Rezai de -sanırım- böylesi bir tutkuyla, yaşama sarılır gibi bağlanmış sözcüklere. Sonunda havagazıyla in har e ğinde bırakmış sözcükleri. Ancak sözcükler yaşamayı seçmiş . El, parmak uçlarında biriken, kâğıda dökülemeyen sözcüklerin canlılığı ile yaşamış, çürümemiş, kokmamış ” (Buzluk 71) Bu noktada ruhun kendini bu kadar büyük bir çabayla var etmeye çalışması hakkında bir eleş riye gidilebilir. Bireylerin var olma ve ha rlanma çabalarının onları asırlar sonra da diri tutacak kadar saplan lı hale gelmesi bir bakıma da bir önceki hayatlarının sefilliğini yansıtmaktadır. Daha önceden takdir alamamış bireyler ölümden sonraki hayata rahat bir geçiş yapamamış r. Bunun sonucunda da düşüncelerinin takdir edileceği bir ortamda yansıtmak istemelerinin hırsı bir bakıma onları diri tutmuştur. Bireylerin varoluş gerçekliğini de ölüm izleğiyle buluşup “ruh” kavramı üzerinden bu bağlamda yansı lmış r.

46

KARAKUTU SAYI: 14


2.bölüm: karakterlerin oluşumu Buzluk her hikâyenin başında olduğu gibi “Kafes” hikâyenin başında da öyküyü kısaca özetleyen bir söz kullanmış r. “Kafesin biri, bir kuş aramaya çık .” (Ka a 29) Ka a'nın bu sözünden çıkarılabileceği üzere de bireyin bedeni ve zihni, ruhunun var olma amacını içten içe sorgulamaktadır. Aslında bedenler ih yaçlarının farkındadır ve bu ih yaçların doğrultusunda benlikler bulmaya çalışırlar. Ancak bilinçsiz arayışların sonu da bir gerçekliğe tutunma arzusu gözünü kör etmiş ve bu uğurda benliklerinden vazgeçmiş bireylerdir. Bunun sonuçlarından biri de öykülerdeki belli karakter oluşumlarıdır. Bu, bireylerin kendilerini ölümün gerçekliğiyle var etmeleridir. Kimileri ölümü hep enselerinde hissetmenin yara ğı tedirginlik sayesinde ayakta kalmayı başarmışlardır kimileri de ölümün döngüselliğine sığınmışlardır. Aynen eski bir sözün dediği gibi insanlar bir şeyin değerini o şeyi kaybetmeye en yakın oldukları zaman anlarlar. Buzluk, bazı karakterleri için bu deyişi ve var olmak için ölüme tutunmanın bir bakıma acınası zıtlığını temel almış r. Deli Bal öykü dosyasının ilk hikâyesi olan “Sürek” bir kaçışı temel almaktadır. Bu kaçış eylemsel olarak karakteri öldürmeye çalışan birinden kaçış olsa da aslında al nda yatan anlam çok daha derindir. Ölüm ale nin hançer olduğu bilinmektedir ki bu da yakın bir ölümü temsil etmektedir. Karakter bu yakın ölümden kaçarken kendini var etmeyi başarmış bireylerdendir. Ölüm yaklaş kça hikâyenin anla mı değişir. Karakterin duyuları sivrilmeye başlar. “O hançer, işte o hançer, şu anda sır ma çok yakın. 'Ne zamandır burada? Nereden bulmuş beni?' Sormamalıyım ar k. Yalnızca koşmalıyım.” (Buzluk 16) Kararsızlıktan kurtulan karakterler bu kaçış sırasında daha bir canlanırlar. Ölümün soğuk nefesinin enselerinde hissedilmesi onları daha dinç kılar ve kendilerine daha önce hiç sormadıkları soruları sordurur. Daha önce hiç kaygılanmadıkları gerçekliklere kaygılandırır. “Ensemde garip bir soluk, sır m ürperiyor. Geride o, hançerli, ayak izlerimi kendi adımlarıyla siliyor, ardımda bırak ğım her şeyi rüzgârla süpürüyor.” (Buzluk 17) Kendi var oluşunu daha önce ne zihninde ne de sözde tasvir etmemiş olan birey bir anda bu sorunsalla yüzleşmeye başlamış r. Karakterin ayak izlerinin yavaş yavaş silinmesi arkasında kalıcı bir şey bırakamamasının bir ge risidir. Bunun sonucunda da bireyleri ölümden daha çok korkutan bir gerçeklik ortaya çıkmış r. Başkaları tara ndan ha rlanamama korkusu. Kendini ölümle var eden bir başka bireye de “62 Tavşanı” adlı öyküde rastlar okuyucu. Bu sefer bireyin var olma çabası karakter olarak babalar üzerinden işlenmiş r. Çocuk sahibi olan babalar nesillerini devam e rip bu dünyada bir süre daha ha rlanacaklarını garan al na alırken aynı zamanda da kaçınılmaz son olan ölümü ayaklarına ge rmişlerdir. Babalar uzun vadede ha rlanmak uğruna şimdiki hayatlarından vazgeçmeyi göze almışlardır. “...Babalığın kabaca bir üreme içgüdüsünden ibaret olmadığını, bir tür 'başka bedende ölüme gecikme arzusu ile libidonun hiçliğin içinde yi p gidişini seyre dalma saplan sının paradoksal açığa çıkış dolgusu' olduğunu söylemiş .” (Buzluk 20) Bu noktada babalar arkalarında bir nesil bırakabilmiş olmanın rahatlığıyla kaçınılmaz ölümü kendilerine dert etmeyip beraberinde ge rdiği ebediyet duygusuna sığınmışlardır. En sonunda babalar doğal sebeplerden ölmek yerine ruhlarını döngüselliğe sokan ve tamamlayan ebediyet duygusunu tercih etmişlerdir. “…'Doğurtma biz erkeklerin sana dır. Doğum bedenlerle değil, ruhlarla ilgilidir. Böyleyken ölmek gözümüze görünmüyor ar k. Alt tara bedenlerimizden arınacağız. Tanrı bizi doğurtmaya zorluyor.” (Buzluk 21) Karakterlerin yaşam amaçlarının ölümle ilişkilendirildiği bu noktada doğurtma, bedenden arınma ve ruhun serbest kalışı olarak nitelendirilmektedir. Bir noktada, babalar istedikleri hayatları yaşayamamışlardır ve yaşayamadıkları ancak her zaman hayalleri olan KARAKUTU SAYI: 14

47


hayatları kendilerinden sonraki nesillere miras olarak bırakmış olmanın rahatlığı da ruhun arınmasında yardımcı olmuştur. Sonunda bireyler ölüm ve kaybolma korkusunu temele oturtarak ruhlarını ölümsüzlüğe eriş rmeyi başarabilmişlerdir. Hikâyelerde ölümün döngüselliğine sığınmış karakterler ölüm gerçekliğini arka plana atmaya çalışmışlardır. Bu dünyadan ebediyen gidecek oldukları gerçeği onlara ağır gelmiş r; ancak ölüm gerçekliğini arka plana atmak beraberinde bireyin benliğine yabancılaşmasını ge rmiş r. Tam bu noktada Buzluk'un karakter oluşumlarıyla günümüz bireyi arasındaki bağın kurulmuştur. Modern insanın en büyük kaygılarından biri arkasında bir şey bırakamayacak ve ha rlanamayacak olmasıdır. Ancak modern insan bu var olma çabasına tutunmak yerine bir bunalım haline girip kendini dış dünyadan soyutlamaktadır. Aynen Buzluk'un karakterlerinde olduğu gibi bu bireyler de ölümün onlar için bir yeniden doğuş olduğuna inanmaya başlamışlardır zaman içinde. Ölümün gerçekliğinden kaçan bu bireylerin ilk belir si başkaları tara ndan görülme isteğidir. “Birkaç dakika sonra sokaktakinin korkusundan eser kalmamış , tek amacı görülebilmek olmuştu.” (Buzluk 44) Karakterler içinde bulundukları bunal cı yalnızlıktan ancak başkaları tara ndan fark edilerek kurtulabileceklerini düşünmektedirler. O bir başkası onların kurtarıcısı olup ölümden kaçış döngüselliğini kıracak olan kişidir. Bu da karakterlerin içlerinde bir yerlerde yarım kalmış olduklarını ve derin bir tamamlanma arzuları olduğunu gösterir. Bu döngüselliğin ve yarım kalmışlığın desteklendiği bir başka nokta da mekân tercihleri üzerindendir. Bu fark edilme çabasının hemen ardından gelen bireyin kendini dışarı atma isteği fark edilmeye karşı a lan bir adımdır. “Gözlerini pencereden bir an ayırmadan, “Ben dışarıdayım,” diye tekrarladı durdu. Sadece biraz izin vermiş kendine dışarı çıkabilmek için. Odası, penceresi nasıl hemen dışlardı onu? Yoksa burası 'dışarı' değil miydi?” (Buzluk 44) Aynı zamanda bireyin kendisiyle ça şmasına sebep olmaktadır. Fark edilmeye körü körüne bağlanan bireylerin kendi içlerinde kayboldukları gerçekliğidir ça şmayı başlatan. En son aşama ise kendini fark e rme ve dışarı çıkma isteğinin birleşip bireyin benliğine yabancılaşmasına sebep olmasıdır. “Orada, pencerede durmuş dışarıyı seyreden kişi kendisiyse, burada görülmemesi doğaldı. Ama burada, sokak lambasının aydınla ğı bu ufak sahnede görülmeyi bekleyen kişi kendisiyse, pencereden bakan hiç kimse yok demek . Kör bir seyirciye mi oynuyordu? Tek bir seyirciye oynayan kör bir oyuncu muydu?” (Buzluk 44-45) Bu alın da da görülebileceği üzere bu iki duygunun birleşimi ilk başta bireyin iç ça şmasını doğurmuştur. Kendini pencereden bakan birey olarak şartlamış olan karakter sadece dışarıyı düşünebilmektedir ancak belli bir noktadan sonra pencereden bakan hiç kimsenin olmadığını, kendi benliğinden vazgeçmiş olduğunu anlamış r. Bu da bireyin kendine farklı açılardan bakabilmenin bir ge risi olarak gelmiş r. “Gecenin El yazısı” hikâyesinde ana karakter pencereden dışarıya bakıp elektrik direğinin al ndaki adamı incelerken bir anda perspek f değiş rmiş r ve kendini içerideki olarak değil de elektrik direğinin al ndaki adam olarak görmüştür. Bireyin yabancılaşmasını temsil eden bu perspek f değişimi hikâyenin başından beri okuyucuya sezdirilmiş r. “Bunca ışık hangi yaşamları, hangi yüzleri, hangi öyküleri aydınla yordukim bilir. Ama işte burada oturmuş, hiçbir öyküyü yakalayamıyor, tek kelime yazamıyordu.” (Buzluk 41) Karakterin durumunun hikâyede işlenişi karakterin kendi benliğinden uzak olduğunu ve kendisini bu döngüsellikten kurtarabilecek hayatlara bağlandığını ele almaktadır. 48

KARAKUTU SAYI: 14


Buzluk bireyin var olma çabasını iki çeşit karakter oluşumu üzerinden ele almış r. Bireylerden bazıları ölümün soğuk nefesini enselerinde hissetmenin yara ğı tedirginlikle var olmayı seçmişlerken bazı karakterler de ölümün bir yeniden doğuş olduğu fikrine tutunmuşlardır. İki karakter oluşumu da hikâyeleri mutlu sona götürmese de ölüm korkusuyla kendini var etmiş bireyler bir noktaya kadar gelecekte de ha rlanacak olmanın rahatlığına sığınmışlardır. Ancak ölümün döngüselliğine sığınan bireyler benliklerinden vazgeçmişlerdir. Günümüz insanı gibi kendi sonunu, o tarif edilemez boşluğu, ölümü düşündükçe karakterler kıramadıkları bir zincirin içine girmişlerdir ve kurtulmak için başkalarının hayatlarına, benliklerine bağımlı hale gelmişlerdir. mekân tercihlerinin ölüm izleğine katkısı Bireyin kendini var etme isteği ve nedenselliği hikâyelerde belli kavramlar ve nesneler üzerinden verilmiş r. Arka planda bu nedensellik bağları mekânlarla desteklenmiş r. Hikâyelerin ölüm izleğine yönelmesinde mekân tercihlerinin rolü önemlidir. Ölüm mekân üzerinden direkt olarak verilmese de mekân tercihleri ölümün beraberinde ge rdiği hisleri yansı p karakterin içinde bulduğu ruhsal durumu sezdirebildiği için ölüm izleğini okura daha net bir şekilde sunabilmektedir. “… Romancılar, kahramanlarının kimliklerini çizmek için mekân unsurundan yararlanırlar. Bu uygulama, özellikle psikolojik yönü ağır basan 'drama k roman' örneklerinde sıkça tekrarlanır. Genellikle 'dar' -veya 'kapalı'- nitelik taşıyan bu mekânlar, eşya unsuruyla zenginleş rilir. Bu mekân modeliyle, orada oturan kişinin psiko/sosyal kimliğine açıklık ge rilmek istenir.” (Tekin 158) “Deli Bal” gerek kapalılık gerek de psikolojik öğeler bakımından yoğun bir eserdir. Bu noktada Buzluk da anla larında mekân tercihlerini karakterlerinin psiko/sosyal kimliklerini ve iç dünyalarını okuyucuya daha iyi sunmayı göz önünde bulundurarak yapmış r. Şehir merkezleri ve kentler modern edebiya a sık tercih edilen mekânlardır. Gündelik haya a bu mekânlar birbirinden farklı, birbirine yabancı milyonlarca insanın toplanma yeridir. Edebiya a da şehir merkezlerinin al nda yatan anlam buradan gelmektedir. Bireyin var oluş çabasının dile geldiği mekânlardır şehir merkezleri. İşlevsel olarak insanların toplanma yeri olması sebebiyle edebiya a bireyin tamamlanmasın sembolize etmektedir. Daha önce de sözü geç ği üzere, “Gecenin El yazısı” hikâyesinde arayışını tamamlama adına kendine yabancılaşmış bireyin öyküsü anla lmaktadır. Çalışana ve bir şey üretene kadar kendini “dışarıya” bırakmayan bir karakter vardır öyküde. Karakter kendi hikâyesini yazamamaktan mustarip olduğu için belli noktalarda başkalarının hikâyelerine tutunmak istemektedir. “Oysa şimdi saa n kaç olduğunu unutup sokağa rlamak, gecenin serinliğinde hızla yürüyerek bedenini diriltmek ve o ışıkların aydınla ğı yüzlerden biri olmak isterdi.” (Buzluk 42) Bu noktada kendi hikâyesini yazamamasının bir sebebi de kendi benliğini asla özgür bırakmamış olması ve hep dışarıdaki hayatları, hikâyeleri düşünmesidir. Kendine asla şans vermemiş bir karakterle karşı karşıyadır okuyucu. Bu karakterin dışarı çıkma isteği kentlerin, bireylerin kendilerini tamamlayıp benliklerini buldukları mekânlar olarak ele alındığı düşüncesini desteklemektedir.

KARAKUTU SAYI: 14

49


“…Kentler göz kapaklarının al ndan tek tek geçiyordu. Her pencerede duruyor, perdeyi açıyor, sadece seyrediyordu, inmiyordu aşağı… Bilmediği tek şey, her akşamüstü sokak lambasının al nda uzun boylu, siyah ceketli bir adamın dakikalarca kıpırdamaksızın durduğu ve bir süre sonra nedensiz gözyaşları içinde ortadan kaybolduğuydu.” (Buzluk 42) En sonunda kendi benliğini şehrin ve karanlığın içinde gören karakter kendi “odasını”, sığınağını terk edip dışarı çıkmış r. Bu dışarı çıkma durumunun sonunda kendisi siyah ceketli adam haline gelmiş r ki burada siyah ceketli adam ölümü temsil etmektedir. İşte bu noktada da karakterin kendini ölümle var eden bir karakter olduğunu görüyoruz çünkü yıllarca ölümden sakınması ve dışarı çıkmaması ona kendi hikâyesini yazmakta başarısızlık ge rmişken, ölümü bir gerçeklik olarak kabul etmek benliğine bir özgürlük ge rmiş r ve benliğine erişebilmiş r. Farklı öykülerde de meydanlar mekân tercihi olarak okuyucunun karşısındadır. Bunlara örnek olarak “Seyirciler Yokuşu” ve “Kafes” verilebilir. “Seyirciler Yokuşu” adlı öykünün sonunda hastaneden çıkan karakter kendini bir meydanda bulmuştur. “… İlk kez, görmek için değil, görülmek için bakıyordu. Meydan yeni yeni kalabalıklaşıyordu. Genç adam gelip geçenlerin ortasında heyecanını dizginlemeye çalışarak, kıpırdamadan, dimdik durdu… Bir süre sonra meydandaki insanlar çevresine toplandılar…” (Buzluk 28) Meydan daha önce pencereden yaşlı adamla birlikte sürekli seyre ği yerdir, bu sebeple tanıdığı ve aslında alışık olduğu bir ortamdır. Ancak meydan kalabalıklaşırken karakterin bir anda meydanın ortasında taşlaşması ve heykele dönüşmesi onun oraya ait olduğunu göstermektedir. Karakterin tam olarak o noktada kendini bulması ve tamamlamasıyla hareketsiz bir hale geçmesi bireyin aidiyet ve ebediyet duygusuyla karşılaşması durumunda sakinleşmesini sembolize etmektedir. Mekân olarak meydanın tercih edilmesi benzer bir şekilde “Kafes” adlı öyküde okuyucunun karşısına çıkmış r. “Kalabalık bir meydandaydı. İnsanların kimi uzanmış ya yor, kimi şaşkın şaşkın dolaşıyordu… Herkes kendini öyle az biliyordu ki kimse kimsenin yüzünü göremiyordu.” (Buzluk 30) Bu öyküde meydan bireyin uyanış anına ve kendine gelişine tanıklık eden bir mekândır. Bireyin arayışı tam olarak meydanda sonlanmasa da meydanın yol gösterici olması bireyin arayışını tamamlayan mekânlar arasında yer almasını sağlamış r. “Kafes” ve “Seyirciler Yokuşu” öykülerinde bireyin arayışını ölüm üzerinden anlatan bir başka mekân tercihi de uzun koridorlardır. Koridorlara işlevsel olarak bakıldığında insanı bir yerden bir yere yönlendirdikleri söylenebilir. Genellikle koridorlar baş ve sondan oluşur yani bir insan koridora girdiği zaman sağa sola sapma gibi bir şansı yoktur ancak düz gidebilir, aksi takdirde sert duvarla karşılaşır aynen sert ve acı gerçekler gibi. Bu hikâyelerde de uzun koridorlar bireyi sonuca ulaş rıcı bir unsur olarak kullanılmış r. Bireyin arayışını yönlendiren ve şekle sokandır. “… Ancak herkesin yolu başka olabilirdi, vazgeç . Yaklaşınca kapının kanatları kendiliğinden açılıp onu karşıladı. Upuzun bir koridor uzanıyordu önünde.” (Buzluk 33) Öykülerde var olma arayışlarını ölüm üzerinden kuran bir başka karakter pi de ölümle ruhlarının özgürlük kazandığına inananlardır. Bu karakterler bir bakıma yeniden doğuşu yaşayabilmişlerdir. Bu yeniden doğuş öykülerin arka planında mekânlarla desteklenmiş r. Bu mekânlara örnek “Puslu Bahçeler” ve “Göz Hareketleri” öykülerinden verilebilir. “Göz Hareketleri” öyküsünde ölüm bireyin gerçekliği olarak okuyucuya sunulmuştur. Karakterler ölümün acı gerçekliğiyle iç içe yaşamaktadırlar. Ölüm onlar için öyle alışagelmiş bir durumdur ki kendi içlerinden biri öldüğünde o kişiyi bu kadar sıradan bir durumla tanımlamak istemezler. Ölüm yakınlarına yakış ramadıkları bir gerçeklik haline gelmiş r. Hikâyedeki karakterler ölünün 50

KARAKUTU SAYI: 14


üstüne susmayı tercih etmişlerdir ve bunu ölüyü (Aas'ı) dolaba saklayarak gerçekleş rmişlerdir. Edebiya a gömme dolap, bavul gibi karanlık, kapalı ve küçük mekânlar anne rahmini sembolize etmektedir. Genelde bir insanın hareket edemeyecek kadar küçük olduğu bu mekânlarda karakterler kendi benlikleriyle baş başa zaman geçirebilirler. Bunun sonucunda karakterler katarsis anını yakalarlar ve kendi benliklerinin var olma çabalarını bir şekilde dile ge riler. Bu dile ge rilme bireyde yeni bir benliği açığa çıkarır ki bu da yeniden doğuş olarak ele alınır karakterler için. “Her şeyi sona erdirecek bir uyanış dileyerek bu beklenmedik düşten sıyrılmayı umarken bambaşka düşlere dalıyorlardı.” (Buzluk 39) Aas'ın arkadaşları onun varlığını dolabın içinde hep hissetmişlerdir asla onu unutamamışlardır ki bu da Aas'ın kendi yeniden doğuşunu yaşayamadığını gösterir. Alın da görülebileceği üzere bütün arkadaşları biraz olsun tedirginlikten kurtulmak için Aas'ın “uyanış”ını beklemektedirler. Aralarından birinin ebedi huzur ve aidiye bulması her şeyi sona erdirecek bir hamle olmaktadır. Huzurunu bulamamış bir başka ruhun yeniden doğuş hikâyesi de “Aynanın Sonu”nda verilmiş r. Çekmecede kapalı kalan el, çekmeceden çıkar çıkmaz yazma arzusuyla canlanır ve söylemesi gerekenleri yazmadan da canlılığını kaybetmez. Hikâyedeki eli hayata, dış dünyaya ge ren çekmecedir ve anne karnı imgelenmektedir okuyucunun kafasında. Hikâyelerde bireyin var olma çabası her ne kadar “ruh” ve “benlik” gibi belli kavramlar üzerinden anla lmış verilmiş olsa da nedensellik bağları arka planda mekânlarla güçlendirilmiş r. Buzluk'un karanlık ve drama k anla mı da göz önünde bulundurulduğunda mekân tercihlerinin karakterlerin psiko/sosyal kimliğine katkısı da arka planda görülmektedir. Seçilen mekânların özelliklerine göre karakterler şekillenmiş r. Hikâyelerde basık mekânlarda karamsar ve bunal cı, geniş mekânlarda ise arayış peşinde ve meraklı karakterler görülmektedir. Sonuç olarak, belli mekân tercihleri sayesinde Buzluk öykülerinin ölüm izleğine yönelmesinde ve bireyin var oluşunu ve benlik arayışını yansıtmasında başarılı olmuştur. sonuç: Pelin Buzluk “Deli Bal” öykü dosyasında uzun yıllar boyunca bireylerin kafalarını kurcalamış olan gerçekliklere değinmiş r. Bu var oluş gerçekliği gerek bireyleri korku dolu çıkmazlara gerek de azim dolu arayışlara yönlendirmiş r. Bu noktada Buzluk bireyin var oluş gerçekliğini ölüm izleği üzerinden okura sunmuştur. Ölüm izleğinin şekillenmesinde “ruh” kavramının, mekân ve karakter tercihlerinin farklı farklı rolleri vardır. “Ruh”, ölüm izleğini ayakta tutan temel kavramdır. “Ruh” kavramı belli imgelerin, ayna gibi, yardımıyla okuyucunun ölüm izleğini daha iyi anlayıp izlekten sapmasını engellemiş r. Aynı zamanda karakterlerin kendi farkındalıklarına ulaşmalarına ve gerçekliklerini çizmelerine yardımcı olur. Bu noktada öykülerde sıkça kullanılan ruh kavramı beraberinde belli karakter özelliklerini de ge rmiş r. Kendini ölümün soğuk nefesiyle var edebilen ve bu gerçeklikten kaçan karakterler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Buzluk'un öykülerinde en sonunda bütün bu kavramlar ve kişilik özellikleri mekân tercihleriyle birleşmiş ve bireyin var oluşunun arkasındaki nedenselliği ortaya koymuştur. Mekân seçimleri arka planda bireyin iç dünyasını ve ça şmasını yansıtarak olay örgüsüne uygun atmosfer oluşturmaktadır. Belli bilinçal mekânları karakterlerin sosyal ve psikolojik kimliklerini de etkilemektedir hikâyeler boyunca. Temelde günümüz insanıyla aynı sorunsalı paylaşan bireyleri temelde ele almış r. Özellikle son zamanların hızla küreselleşen dünyasında kaybolmuş hisseden bireylerden yola çıkılmış r. Bu noktada Buzluk'un karakter oluşumlarında kullandığı ikinci kişiliğe daha çok uymaktadır günümüz insanı. Modern insan her ne kadar farkında olmasa da kafasının bir köşesinde ha rlanmama korkusu beraberinde ölümü inkâr etmeyi ge rmiş r. Bu noktada KARAKUTU SAYI: 14

51


modern insan Buzluk'un karanlık ve derin anla mıyla kendi sorunsalına kafa yormaya başlamış r. Okuyucular üzerinde dönüştürücü bir etkisi olmuştur öykü dosyasının. Bu noktada Pelin Buzluk'un anla mının şekillendiği yol ünlü yazar Sadık Hidayet'in anla mıyla benzerlik göstermektedir. Belli noktalarda bu Buzluk'un me nler arası göndermelere başvurmasına da sebep olmuştur. Pelin Buzluk birçok söyleşisinde de belir ği üzere Sadık Hidayet kendisi için çoğu zaman bir idol olmuştur; Buzluk'un öykülerindeki tona ve Sadık Hidayet'in “Kör Baykuş” adlı eserindeki tonlamalar ve temalar göz önünde bulundurulduğunda bu net bir şekilde de görülmektedir. Ayrıca, Pelin Buzluk'un “Aynanın Sonu” öyküsünde başlığın hemen al nda “Sadık Hidayet'in anısına…” yazmaktadır. Öykü incelendiğinde bu a f oldukça man klı gelmektedir okuyucuya. Öykünün ana karakteri olan el ve sahibi Goluam Rezai bir bakıma Sadık Hidayet'in “Kör Baykuş” kitabındaki ana karakterin başka bir halidir. Durmaksızın yazan bu el sanki bir bakıma kendisini dünyaya, daha çok da kendisine anlatmak, kanıtlamak istermişçesine yazıyordu. “…Fakat ben gölgem için yazıyorum, gaz lambasının duvara yansı ğı gölgem için. Kendimi ona tanımlamalıyım.” (Hidayet 8) demiş r Sadık Hidayet. Bunun yanı sıra bu göndermeyi sağlayan bir başka ayrın da elin yazdığı dilin Farsça olmasıdır. “Kör Baykuş” da İran edebiya nın önemli ancak kabul görememiş eserlerinden biridir. Eserin ana karakteri gibi kendisi de bulunduğu toplumda kabul göremeyip yabancılaşmış r. İşte bütün bu noktalarda iki eser birbirine dokunmaktadır. Hikâyelerinde belli noktalarda Sadık Hidayet'ten esinlenmiş Buzluk'un anla mı sayesinde okuyucuları kendi içlerindeki var olma ça şmasını duygudaşlık yoluyla hikâyeler üzerinden değerlendirme şansını yakalayabilmiş r. Ancak kendi benliklerini sorguya çekememiş ve var olma çabalarını bulamamış olan bireyleri yıllarca sürecek olan kâbuslara sürükleme gücüne de sahip r. ırmak ÇAVDAR /12 IBF

başvurular Buzluk, Pelin. Deli Bal. İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2014. Baskı. Hidayet, Sadık. Kör Baykuş. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2015. Baskı. Ka a, Franz. «Kafes.» Buzluk, Pelin. Deli Bal. İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2014. Baskı. Tekin, Mehmet. Roman Sana . İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., 2015. Baskı.

52

KARAKUTU SAYI: 14


bir kalpazan manifestosu Vurulsun davullar, çalsın sirenler Mahalledekiler bu türküyü bir de cırtlak deliden dinlesinler Annelerini beceren hadsizler bir daha evlerine dönmedikleri için Kompleksten yaşıtlarına baba diyen güzel kızlarımız dinlesinler Kafasının üstünde tuğla, ayaklarının al nda paspas olanlar dinlesinler Külyutmaz bir ekonomist haykırıyor Mo vasyonun dövizi düşmüştür, hedefi şaşırmış r Eğer hedefi vurduysanız dart tahtasına bile ih yacınız yoktur Eğer hedefiniz yoksa uzak durun şu tüylü iğnelerden! Gelin daha yakından dinleyin Görünürde katalan bir ermeni torunu gibi neşeli Kafası da karışık aslında Çıplak oğlan çocuklarının tabiat ağlarken aldığı duşun şarkısıdır Yanlış anladığınız sıra arkadaşlarınızın parkasıdır Tabii siz bu darphaneden dünyada kalpazan gibi Palavralar sıkın, para elinizde kabarır aman sıkın ateşini Kısık ateşte palavralar, sıkın da belki şans eseri birine isabet eder Sonra deriz “ vah zavallı kaza kurşununa gi ” Ama kemerini takmamışsa şayet gidişi ne kadar kafidir? Ne sinirlendin şu hareket eden makineye be kardeşim! Halbuki Prizden çıkarsan ye yordu Senin hareketsizlikten likitleşen kemiklerin Afrikalılar için e yordu Hi t güneşi gibi e yordu Detaylandırdığım bulvar mazgallarında kuş ve tavşanlar yere a lıyor hala Uzaklara dalıyorum, hı hı evet sizi dinliyorum Yaşamak güzel şey bu yüzden akbabaları seyrediyorum Anladım tahtaya ne yazdığınızı, en ala kalpazandır ki Bas kları ile basmadıklarını sa n alır ancak BUNLARI DÜŞÜNÜRKEN Ağzı kokan süt rengi maceraperest bir delikanlı Öğretmeni ödevlerini soruyor, Başını başkaldırıya aykırı şekilde kaldırıp boş sayfaları gösteriyor Hoca gizli kalpazanlardan, bütün sayfalara basıyor 0'lık bir banknot Hoca, veznedarların hayal kurması yasak mıdır bre? batu kaan DİLAVER / 12A

KARAKUTU SAYI: 14

53


akut miyokard enfarktüsü Efendiler, varlık felsefenizi biraz kanserli buluyorum Ontoloji ile onkoloji yer değiş rmiş gibi işte öyle bir karışıklık Siz ki bütün haya nız boyunca karanlıkta tek başınıza Tünelin sonundaki ışığı beklediniz Elbet buldunuz Sonrası bir akşam bülteninde tren kazası. Şimdi sizi omuzlamaktadır ofiste doldurmadığınız onca evrak Ya da kahve lekesi bırak ğınız metro durakları Göz göze geldiğiniz ama konuşmadığınız onca insan başka diyalogların hayalini kurmaktadır şimdi. Otopsinizde akut miyokard enfarktüsü yazıyor, kalp krizi geçirmişsiniz. Sevgili okuyucu öldünüz, öldük ama pembe sabunlara soralım bakalım yaşadınız mı? Çünkü iyi insanlar vardır ki yaşadıkları için kalp krizi geçirirler Ama kayıp ruhlar vardır kalpleri hep kriz içindedir İnsan muhtaç r, acizdir, kimseye topuklu ayakkabılarla selam vermemelidir. Fikrimce insan değer verdiğine bayrağını egemenlik kurmadan dikebilmelidir Yaşamak meşakkatli ve yorucu bir iş r ve kesinlikle Bizi etkilediğini düşündüğümüz nice sinekkaydı hadiseler toplamından Daha kapsamlı ve yücedir. Efendiler! Sizi bir illüzyon içinde buluyorum Birik rdiğiniz onca kumun çöl olabileceğini hesaba atmadınız öyle mi? Şimdi o ofiste kederli ve hızlı rakamlarla işlem yap ğınızı duyar gibiyim İşte gerçek matem(a k) hesabına böyle başlarsınız, Rakamlara da yalan söyletebildiğinizde. Akut miyokard enfarktüsünden dünyayı boylamışsınız, inanmıyorum Sizinki kurnazca kurgulanmış bir ötenazi sadece. batu kaan DİLAVER / 12A

54

KARAKUTU SAYI: 14


karar Ayağa kalk m. Kendimi içinde düştüğüm paradokstan kurtaracağım. Gözlerim başka bir dünya görmedi fakat merakım hiçbir zaman körelmeyecek. Dışarı çıkmak is yorum. Yüzüme çarpacak hava ile derin derin soluklanmayı arzuluyorum. Zaten pek nefes alamıyorum. Her zaman hastaymışım gibi hisse riyor bana küçük burnum, hırıl lı soluklarım bedenimi karşılayacak kadar güçlü değil. Sıkıcı ve faydasız bir hayat yaşıyorum, durgunluğun ve yemek yemenin çemberinde dolanıp duruyorum, sıkış m ve adeta benim için kurulan düzeni bozarak irademi ortaya koymak, kendi ayaklarım üzerinde durmak ve özgürlüğe doğru yürümek… Hapsolduğum dört duvarın kapısı her gün yüzüme kapanıp dehlizde kapalı tutulurken yaşadığım acıları kimse paylaşmaz, bilirim. Peki ya biriken acılarım büyür, büyür de en sonunda dayanılmaz bir yıkılmışlıkla güçlenerek beni dışarı sürüklerse? Ya kapıdan dışarı çıkar da bilinmeze doğru şevkli adımlarla koşarsam? Adımlarım beni gerçek mutluluğa sürüklemeli. Geçmiş günlerimi ha rlarım, çevremdeki hoşnutluk ve sevgiyi, şimdiyse saçmalıkla aynı kefeye koyduğum değer yargılarımı. Bana karşı duyulan sevgi her adımda yok oldukça öğrendim, hiçlik içinde yaşarken kendini bulmayı ve sadece tek bir kişiyi anlamayı: kendini. Hoşnut olmadığım insanlıktan soyut yaşamak ne kadar zordur, acıyı ve çaresizliği tatmak is yorum. İçimdeki karamsarlığın gerçeklik ile kıyasta ne kadar manasız kaldığını kendim idrak etmeliyim. Tek yol gösterenim gelecek olmalı, benim hisse klerimle örtüşen biri olmadığından kimse bana bir şey öğretemez. İnanca önem veriyorum. Tanrım yok, iplerimi kimsenin tutmasını istemem. Kapıdan dışarı adımımı a ğım gün de içgüdülerimi yücel bu duygu; gerçek haya a geçirdiğim her gecede dayanak noktamı güçlendirdi. Bir çocuktan hallice yaşadığım geçmişimle utanç duymamı sağladı. Anlamsız acılarımın daha büyüklerini yaşadıkça geçmişim tozpembe anılara dönüştü. Çevremde benden güçlüleri gördükçe mahzun bir halde başımı eğiyorum, kimseyle yüzleşecek kadar gücüm de inancım da yok, kendime inancım yok. Kararım, haya acı tecrübelerle öğrenmek; sahte mutluluklarımı terk ediyorum ve ruhumu alim kılacak hakikat yolculuğuma devam etmekten kaçınmıyorum. Ben gazabı tercih ediyorum. efe EKREN/ 11B

“Anneler gününde ne alacaksın ?” “Ben güzel bir kolye alacağım. Ya sen?” “Kime ?” delfin YİĞİT / F9

KARAKUTU SAYI: 14

55


Hasan Ali Toptaş'tan yeni öyküler. Her biri “HAT edebiya ”nı kazan, kazdığı yere yeni sorular bırakan, bırak ğı soruları derinleş ren, derinleş rdikçe daha da karışan, karış ğı ölçüde de billurlaşan öyküler. Kısık sesli, meraklı, ruhu kolaçan eden, arayan me nler...

YENİ USTALAR

Gecenin Gecesi öykünün geldiği yeri yeniden konuşan bir kitap. “Onun a daha gurbete çıkmadan ürkütülmüştür,” denilmiş Toptaş için. Bu kitapta da gurbete çıkanlar var. Gurbe külfet, külfe azap belleyenler var. Ve herkes eve dönüyor sonunda.

56

Eve: Edebiyata. “Şimdi sen, öyleyse bütün bunları neden yazdın, diyeceksin belki. Doğrusu, neden yazdığımı ben de bilmiyorum. Demek, yorganı omuzlarıma doğru çekip bu yatak beni öldürecek dedikten sonra yazının içinde uyuyakalmışım.”

Ayfer Tunç 1989'da yayınlanan ve aynı yıl Yunus Nadi Öykü Armağanı'nı kazanan ilk kitabı Saklı'nın öykülerindeki temaların ve/veya karakterlerin bir çıkış noktası oluşturduğu yeni öykü kitabı Evvelotel ile yaklaşık üç yıl aradan sonra okurun karşısına çıkıyor. Edebiya mızda pek örneğine rastlamadığımız türden bir çalışma olan Evvelotel'in koyu öyküleri, Saklı'nın öykülerinin devamı değil; ancak, yazarın Kapak Kızı adlı romanının sonunda da vurguladığı gibi, yazarın zihninde karakterlerin yaşamayı, temaların kendini üretmeyi sürdürdüğünü gösteriyor. İlk kitabı Saklı'yı da içeren Evvelotel, Ayfer Tunç'un yapıtları içerisinde yepyeni bir doruk. Gerek çok katmanlı yapısıyla, gerek öykücülüğümüze ge rdiği açılımlarla, gerek yapı n gerçekte tamamlanmamış bir süreç olduğunu ha rla şıyla Evvelotel, çok konuşulmaya aday.

KARAKUTU SAYI: 14


YENİ USTALAR

Mağara Arkadaşları, daha önce Kapak Kızı, Taş Kâğıt Makas, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, Evvelotel ve Aziz Bey Hadisesi adlı kitaplarını yayınladığımız Ayfer Tunç'un edebiya nın anlamlı başlangıcı olarak nitelediği kitabı. Tunç, bu kitabıyla öykücülüğümüzün usta yazarları arasına girmiş . Mağara Arkadaşları, büyük ken n karmaşası içinde kendi evlerine, kendi “mağara”larına kapanmış, insanları anla yor. Kitapla aynı adı taşıyan öykünün kahramanı bir apartman; Ayyıldız Apartmanı, katlarından birinde oturan Ayyaş Yazar'ın çok yakında saygın bir isim olacağını, böylece apartmanın i barını da kurtaracağını düşünür. Ama yazar günlerini yedi katlı bu apartmanda Yedi Uyurlar söylencesini yeniden yazmayı düşünmekle geçirmekte, sonuç alamamaktadır. Ayfer Tunç'un başından beri kurduğu dil ve insan merkezli anla m, onun kitaplarını geniş bir okur kitlesine taşıdı. Öyküseverlerin kaçırmamaları gerekiyor.

Sevgilimin yanındayken kızım yoktu, gerçek m. Karagül'ün yanında ise içim parça parça. Bu oyun fazla uzadı diyordum, ama içimden, sonra kızımla taş-kâğıt-makas oynuyordum: Makas kâğıdı keser. Kâğıt taşı sarar. Taş makası kırar. Taş-Kâğıt-Makas, daha önce yayınladığımız Kapak Kızı adlı romanı ile büyük ilgi uyandıran Ayfer Tunç'un son öykü kitabı. Tunç, yeni basımını sunduğumuz bu kitabıyla da edebiyat çevrelerinden büyük ilgi görmüştü. Gerek anla m biçimiyle, gerek öykülerini gözlemlediği çevrelerin genişliği ile ve yara ğı üslûpla Tunç, son dönem öykücülüğümüzün önde gelen isimlerinden. Bu kitapta yer alan Suzan De er öyküsü ise şimdiden klâsiklerimiz arasına girmiş durumda. Taş-Kâğıt-Makas, Tunç'un her zamanki gibi incelikli, dokunaklı öykülerinden oluşuyor. Sevgilimin yanındayken kızım yoktu, gerçek m.

KARAKUTU SAYI: 14

57


YENİ USTALAR

Ah be Sabiha… Böyle yazasım varmış sana. Mekânındayım, göğün ve yerin ortasında. Adınla bilinen şu havaalanında. (…) İşte karşımda duruyorsun. Siyah beyaz ölümsüzlüğünün içinde, en ışıl lı halinle duruyorsun hem de. Ölümlüler acıların çizgileriyle kaplanırken sen inadına parlıyorsun. Başında beyaz pilot kaske n, yüzünde o ışıklı gülümseyiş. Genç, güzel bir kadın olarak duruyorsun karşımda. Derken elinde, boyuna yakın bombayla görüyorum seni. Fransa yapımı hafif bombardıman uçağı Breguet 19'muş tayyaren. Onun önünde, sevdiğin birine sarılır gibi poz vermişin bombayla.

58

Bugüne kadar yazdıklarıyla gerek insanlar gerekse ülkeler, toplumlar arasına çekilen sınırların en netameli bölgelerinde cesurca gezinen Karin Karakaşlı, Yetersiz Bakiye'de 2002 ile 2014 yılları arasında yazdığı on iki öyküyü bir araya ge riyor. Aşk ve erk mücadelelerinden kitlesel cinayetlere, ruhsuzlaş rılan kentlerden yok edilen toplumsal değerlere geniş bir güzergâhta yol alırken kendi elleriyle, bile isteye küçül üğü dünyasına sıkışan insanlığın dramını anla yor. Yetersiz Bakiye, kimlikleri sınırlayan çizgilerin, farklı açılardan bakıldığında bazen ne kadar zavallıca görünebildiğini fark e ren bir eser. (Tanı m Bülteninden)

KARAKUTU SAYI: 14


YENİ USTALAR

“Sabır taşı olsa çatlar derler ya hani, ben o deyişi çok severim. Çatlayan bir taş… Taşın o sabit, yekpare halini gözünün önüne ge r ve sonra damar damar, usul usul, için için çatladığını. Hastalık işte böyle çatladı içimde. Şimdi ben sevgilimi değil, dünyayı terk edeceğim, o ise beni terk etmiş değil, uğurlamış olacak.” Düşünceli bir ifadeyle ekledi: “Cehennem, ih yaç duyulmama hissidir benim için. Cennetse ih yaç duymama hissi. Kendi cenne me gidiyorum nihayet.” Karin Karakaşlı'nın edebiyat dünyasında önemli bir yer tutan Can Kırıkları, ilk baskısının üzerinden geçen on beş yıl boyunca sevilerek okundu. Yeni okuyucular bulmak, başka kalplere dokunmak üzere yolculuğuna devam ediyor.

KARAKUTU SAYI: 14

59


YENİ USTALAR

Mektubunu okumak, kent ışıklarının peşimiz sıra sularda döne döne ışıldadığı dönüş vapuruna kısmet oldu. Yine korkularımı boşa; inancımı, umudumu haklı çıkararak geldin. İçim ısındı, ayazım dindi, çiçek kokularımı saç m beni içine çeken burna. Ferah bir koku vardı senin üzerinde de. Sanki çimenler vardı, usul usul bir dere. Akşam ay vardı sanki, cırcırböcekleri, ahşap kokusu, kulübe, döşek, sen, ben. Denizkızı olsam saçlarımın ağına seni takar, derinlikler boyu peşim sıra sürüklerdim. Hiçbir ada seni bırakabileceğim bir yer gibi görünmezdi gözüme. Sen de taşını toprağını, yuvanı ben bellerdin. Denizkızı değildim. Vapurdan yine yalnız indim.

60

Karin Karakaşlı, 1998'de Yaşar Nabi Nayır Ödülü'nü kazanan ilk kitabı Başka Dillerin Şarkısı'yla bir dilde yazılan ama bütün dilleri kucaklayan sımsıcak öyküler anla yor bize. İstanbul'a, yaşamaya ve İstanbul'u yaşamaya dair.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne Armağan. Kendi çağının ryakisi olan yazar daha ötesini, yani geleceği, bugünün içinde saklı geleceği rahatlıkla kurgulayabilir, der Cane . "Kendi çağının ryakisi" olmak, kişinin, başkalarının, çağdaşlarının deneyimlerini içselleş rmeye çalışması mıdır? Ya da benliğinin sınırlarını başkalarını da tümüyle kapsayabilecek biçimde genişletebilmesi mi? İnsan, gerçekten, benliğinin sınırlarını nereye kadar genişletebilir? Bedeninin sınırlarına dek mi? Böyleyse şayet, kurulması ya da yıkılması gereken ilk şey bedene dair bilgi ve söylemlerimiz olmalı… Kişi, kendinde tüm insanlığı ve başkalarını ancak böyle kavrayabilir, temsil edebilir belki de. Ve has sanat işte bundan ibare r

KARAKUTU SAYI: 14


YENİ USTALAR

“Demir kaydıraklardan boşal lan taşlar, tuğlalar, beton parçaları, camlar, çerçeveler. Önce gökyüzünü yırtarak gelen bomba sesi. Süratle yaklaşan, huzursuzluk yüklü uğultu. Ve yükün demir konteynerlere inmesiyle şiddetli patlama. Sonra yeniden aynısı. Sonra yine. Beton bombardımanı al nda bir şehir. Yıkılan mahallede döne döne dans edenler. Çifler halinde. Hep aynı figürlerle. Moral bozucu bir ciddiyetle. Gözlerimi kapadım. Koyu yeşil kanepeye uzanmış, inşaat gürültülerini dinleyerek Elif'i bekliyordum.” Kanser gibi büyüyen, başkalaşan şehir ve o şehir hakkında kitap hazırlamak isteyen genç bir editör. Daha dün “burada” olan ve hepsi birer ha raya dönüşen evler, sokaklar, kitapçılar. Dipten gelen inşaat uğultusu... Günbegün gerçeklik algısını yi ren, çevresini, sesini ve en sonunda yüzünü tanıyamayan bir Kahraman... Hakan Bıçakçı, kaybolan maziyi, vinçleri, kamyonları, sahte ay ışığını, uykusuzluğu, kötü rüyaları anla yor. Görünmez elin hırsla yır ğı sayfalar... Uyku Sersemi, kayıp bir şehir rehberi. Bir yıkım günlüğü. (Tanı m Bülteninden)

KARAKUTU SAYI: 14

61


YENİ USTALAR 62

“Klozete peruk atmak yasak r.”

Tuhaf bir otel, zevksiz ve tenha, küflü odalar, kemiklere iyi gelen asansör havası, dumanı tüten çorbalar, ağrı kesiciler, yılan balıkları ve diğer müşteriler… Hakan Bıçakcı'dan soğuk bir muamma hikâyesi. Otel Paranoya, belleksiz bir rasyonalitenin, kaybolmanın rüyası… Berat Pekmezci, akıl tutulmasını, sıkın nın sınırlarını, delirmenin rehave ni ustalıkla resmediyor. (Tanı m Bülteninden)

KARAKUTU SAYI: 14


YENİ USTALAR

Beni beklerken, her zaman olduğundan daha güzel, daha savunmasız, daha cazip, daha derindi. Kendi eksikliğimi onun anlamlı yüzünden okumak... Ya gelmezsem kaygısıyla gerilen hatları, büyüleyici bir tereddütle etra na bakınması, milyarlarca insanın yaşadığı koskoca dünyada sadece beni bekliyor olması... İşte bu baş döndürücü görüntü karşısında huzur içinde ölebilirdim. İnsanın aşık olduğu kişinin kendisini bekleyişini izlemesi harika bir şey. Biliyorum, bu pek rastlanacak bir manzara değil. Çünkü o seni beklerken, sen orada olmazsın. Orada olduğundaysa, ar k seni beklemiyordur. Cenaze evleri, egzoz kokusu, ucuz filmler, bağıran televizyonlar, kanepeler, uğultulu fotoğraflar, şehrin ağrıyan mafsalları, radyonun dalga boyunda sıkın , yağmurluklu adamlar, yılın en kötü gününün en berbat saa nde yaşanan hortlak beyazlığında tesadüfler, gazete ilanları, hırlayan köpekler, tribün çocukları, Hakan Bıçakcı apartmanları, paranormal domatesler, flaşlar ve evet Ninjalar… Tekmili birden… Hakan Bıçakcı tedirginliği, saplan yı ve tatminsizliği ustaca anla yor. Romanlarındaki tekinsizliği bu defa hikâyeleriyle sürdürüyor.

KARAKUTU SAYI: 14

63


YENİ USTALAR

Gözlerimi aç ğımda yataktaydım. Ancak bu benim yatağım değildi. Yumuşacık, açık renk yorganın ortasına gömülmüştüm. Tepemde bembeyaz ışıklar vardı. Gözlerim acıyla kamaş . Bakışlarımı spotların kör edici beyazlığından kurtarıp sağıma bak m. Alışveriş yapan müşteriler... Soluma bak m. Yine alışveriş yapanlar... Büyük bir mağazanın orta yerindeydim. Teşhir amaçlı sergilenen iki kişilik yataklardan birinin üzerinde... Ürün kataloğuna sızıp karşıma çıkan ilk mobilyaya uzanıvermişim gibi. Sahipsiz, sa lık bir döşekteydim. Hakan Bıçakcı, gezinen, bir görünüp bir kaybolan insanları anla yor, sıl sıl konuşuyorlar. Küçük takın ları, manasız paniklemeleri, yenilgileri, gelip geçenleri resmediyor.Tuhaf suçlulukları, belki de Sartre okuyan kızı, genişleyen gökyüzünü, köprü trafiğini, beyaz masa örtülerini, baş ağrısını, tesadüfleri, uğultuları, İstanbul'u, metroyu… Hikâyede Büyük Boşluklar Var, kafa karış rıcı, ha ra didikleyen Bıçakcı hikâyeleri… Hayaller Paris, Gerçekler Eminönü (Tanı m Bülteninden)

64

KARAKUTU SAYI: 14


Ahmet Büke'nin "Sosyal Ayrın lar Ansiklopedisi" çık !

YENİ USTALAR

"Hakika n Z. Hali"ni anlatan öyküler! Gece, Hatçam Teyze'yi eve bırakırken omuzuma dokundu. "Evlatçım, mesarif dediydim ama benim param buğdaylara ye ," dedi. "Biliyorum Hatçam Teyze," dedim. "Canın sağ olsun."

Ertesi sabah yine gün doğmadan uyandım. Yan komşu Türkan Şoray'lı bir film açmış, sesleri bana kadar geliyor. Şöyle dizlerimi yokladım. Her zamanki ağrı gitmiş gibi geldi bana. "Acaba cemre dizlerime de düşmüş müdür?" dedim. İşte insan böyledir. Bile bile aldanmayı iyi bilir. Ama insan kendine de iyi gelir... Ana babasız, aile büyükleriyle kalmış bir çocuk... Mahallenin Arap Hatçam Teyze, Bakkal Nihat, Berber Kâzım gibi hayli garip, pek müstesna karakterleri... Toplumsal tarihimizin acı tatlı anılarına takılan bir kişisel tarihin izinde öykü öykü saat kaç!.. Çağdaş edebiya mızın öykü anla cısı Ahmet Büke, ON8 Blog'daki "Sosyal Ayrın lar Ansiklopedisi"nde bir yıl boyunca her ha a öykü yazdı. Karakterlerin öyküden öyküye atladığı bir seçki, yeni öykülerle bir araya geldi. Ödüllü öykücü Ahmet Büke, Mevzumuz Derin'in ardından ON8'deki ikinci kitabı İnsan Kendine De İyi Gelir'de, yatay zamanların derinlikli ayrın larıyla hem acı yor hem de kırılgan ruhlara şifa oluyor. (Tanı m Bülteninden)

KARAKUTU SAYI: 14

65


YENİ USTALAR

Kumrunun Gördüğü adlı kitabıyla 2011 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan Ahmet Büke, genç öykücüler arasında farklı bir konuma sahip. İyi tanıdığı insanları, mahalle arasında olup biten günlük olayları yazıyor. Bu çevrelerin dilini, argosunu ustaca kullanıyor. Bunun yanında, özgün, sıra dışı bir öykü dili var Büke'nin. Ekmek ve Zey n, yazarımızın aynı bakış açısıyla yazdığı yeni öykülerin yer aldığı bir kitap. Ancak bu defa Büke öykülerini çok daha geniş bir coğrafyaya açıyor.

66

Su yoksa, hayat yoksa, aşk da olmaz diyordu. Ben Me n'e üzülüyordum habire. Bu kız onu üzecek . İs yordum ki ben üzüleyim. Me n unutsun Hülya'yı, ben seveyim. Çölü değil de evimizin karşısındaki gölü göstereyim ona. Yeşilli, kızıllı dalgaların kıyıya nasıl vurduğunu, böceğin, yılanın nasıl kıvrandığını anlatayım. Sazan çıkar, levrek iner dibe. Sonra bıyıklı, güngörmüş bir balık suyun kabuğundaki sineklere diker gözlerini. "Tanrım," der. "Suyun öbür yüzü de bu kadar delidolu mu?" Hülya istese beni daha çok sever Me n'den. Çünkü Me n çöllere dönmüş yüzünü. Benim doğduğum yerde adım atsan su çarpar yüzüne.

KARAKUTU SAYI: 14


YENİ USTALAR

Ahmet Büke'nin öykülerinde acı ve ironi bir arada; bu yalın öyküler, şaşır cılığını da, sarsıcılığını da ülkemizin tükenmek bilmez acı ve ironi kaynağından topluyor. Böylece bir dil sağanağı çıkıyor ortaya: yoksulun dili, ötekinin dili, zalimin dili ve umut edenin dili hep bir ağızdan öykü söylüyor. Büke, Yüklük'teki öykülerinde ar k kangrene dönüşmüş meseleleri anla rken yer yer sevdiği sanatçılardan da yardım alıyor, edebiyat serüvenindeki köşe taşlarını imliyor. Ahmet Büke, Türkiye'nin yazarı olmakta direniyor. Biz onlara dedik ki, elbe e sizin bilmediğiniz öyküleri biz biliriz. Seni yazdıkların için küçümseyenler bilmiyorlar mı, onların akıllarını açıp yazdıklarını biz koyduk. Zenginlik istediler, verdik. Pahalı kumaşlar ve kervanlar dilediler; bir sabah kapılarının önüne koyduk. Ama yine de senin öykülerine güldüler. İçine yeis dolmasına izin verme. Sabretmekten vazgeçersen onlardan ne farkın kalır. Hem senin neyi becereceğini de biz bilirdik. Onun için çabalasan da, vazgeçsen de fark etmez. Ama vazgeçmemende büyük mükâfatlar olabilir. Olmayabilirde (Tanı m Bülteninden)

KARAKUTU SAYI: 14

67


"Orada oturmuş her şeyi tersine çevirebilir miyim, diye düşünüyordum. Bu mümkün müydü? Al mda çırpınan suya bak m. Dipteki midyelere, sağa sola kıvrılan yosunların arasında gizlenen küçük balıklara bak m. Çok çaresizdim aslında. Yine de ayıpladım kendimi. İzmir çok büyük geldi bana. Sokaklarında kaybolurum, diye düşündüm. Dizlerim yandı. Eğilip denize dokunayım dedim. Durdum. Bu şehir, parmaklarının ucunda sigara tutan bu sarı duman izi çok korku u beni."

YENİ USTALAR

Çiğdem Külahı, genç kuşak öykücülerimizin önde gelenlerinden Ahmet Büke'nin 2006 yılında yayımladığı ikinci öykü kitabı. Kitapta yirmi beş kısa öykü yer alıyor. Bu öyküler, su yüzüne çıkmamış ama hep varlığı hissedilmiş acıların, isyanların, çevremizde olup bitenler karşısında duyulan ö enin izini taşıyor. Ahmet Büke kendine özgü dili ve duyarlı anla mıyla okurunu daha ilk sayfalarda kendi ayrıksı dünyasına çekmeyi başarıyor.

"Bir baksana! Sana kendi içine kapanan hikâyeler anlatacağım şimdi. Rahatsız olacaksın belki, belki canın yanacak, sızı oturacak kalbine; belki değil, eminim. Yazarken bana da böyle oldu çünkü. Benden geçmeyen sana işlemez ki... Canım yandı yazarken, değiş m; seni de değiş receğim. Budur acı, hem anlatanı hem dinleyeni değiş rir. Hikâyemi okumaya başlayan sen, bi rdikten sonraki senle aynıysa hâlâ, yak hepsini, okuma. Tekrar okumak, geri dönüp bakmak istemeyeceksen bırakalım peşin... Kötü hikâyedir o, arada birini özler gibi açıp da okumayacaksan birkaç sa rı. Al nı çizmiyorsan kimi cümlelerin, kapat bu kitabın kapağını... Sana şimdi acı şeyler anlatacağım; bir baksana..." Genç kuşak yazarlarından Onur Caymaz, şiirleriyle ve öyküleriyle kendine Türkiye'nin edebiyat âleminde yer açanlardan. Herkes Yalnız, onun olgunlaşmış üslubunun, okura farklı pencereler açan dünyasının, zamana tanıklık eden ve zamanımızın insanlarının iç dünyalarını kurcalayan öykülerinin toplamı. Çöp evlerden örgüt evlerine, Ali İsmail Korkmaz'dan polis Kadri'ye, alkolsüz yapamayanlardan çok âşık olanlara... Türkiye manzaraları. (Tanı m Bülteninden)

68

KARAKUTU SAYI: 14


2011 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler bir ilk kitap... Olgun bir dille, dipdiri öyküler kotarıyor Yalçın Tosun. İnsana, dünyaya, çevresine, dahası kendi içine eğilip bakma gözü pekliğini gösterirken dostluğu, sevgiyi, mutluluk arayışını da hüzünle dillendiriyor. Dile gelmeyen, onun kaleminde incelikli bir kurguyla, al an alta duyuruluyor.

YENİ USTALAR

Bu kitabı, yeni öykücülüğümüze ha rı sayılır bir katkı olarak da görüp okumalı. Kamyone n bırak ğı toz dumanı çöküp her şey eski haline büründüğünde, hâlâ yolun başında duran iki küçük çocuğun ceplerinden, unutmabeni çiçeklerinden örülmüş birbirinden habersiz iki kolye sahibini bulamamanın verdiği hüzünle öylece sarkıyor.

58. Sait Faik Hikaye Armağanı Dostluk, arkadaşlık, sevgi, tutku, bağlılık ve keder... Bu duygular arasında mekik dokuyan, gönül kırıklıklarını ustalıklı bir sevecenlikle onarmaya çalışan bir kitap, Peruk Gibi Hüzünlü.

İlk öykü kitabı Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler ile adını duyuran Yalçın Tosun, kısa sürede ikinci baskısı yapılan bu kitabıyla 2011 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü'ne de layık görülmüştü. Öyküleri, edebiyat yazıları ve röportajları Adam Öykü, Notos, kitap-lık, Roll ve Radikal Kitap dergilerinde yayımlanan Yalçın Tosun'un kitaba adını veren "Peruk Gibi Hüzünlü" adlı şiiri Mabel Ma z tara ndan bestelenmiş ve sanatçının aynı adlı albümünde yer almış .

KARAKUTU SAYI: 14

69


2016 Yunus Nadi Öykü Ödülü: Gönül bağlarını, arzuları, gizli sevdaları ve saklı kırgınlıkları anlatma ustası Yalçın Tosun'dan yirmi yeni öykü; "Bir Nedene Sunuldum" Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Peruk Gibi Hüzünlü ve Dokunma Dersleri ile son dönem öykücülüğümüzün parlayan imzalarından Yalçın Tosun Bir Nedene Sunuldum'da kendine özgü sadelikle yine güçlü bir ero zm yaratmayı başarıyor. Geçen zamanla birlikte yi p giden duyguları bir gümüş ustası gibi savatlıyor, yalnızlığın ve sevgisizliğin saklı kederini inceden inceye duyuruyor.

YENİ USTALAR

Peruk Gibi Hüzünlü ile 2012'de Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan Yalçın Tosun, dostluğu, sevgiyi ve mutluluk arayışını yalın bir kederle dillendiren, gönül kırıklıklarına ustalıklı bir sevecenlikle yaklaşan bir yazar. Dördüncü kitabı Bir Nedene Sunuldum'da sayıları giderek artan okurlarına 20 yeni öykü sunuyor. Yalçın Tosun bu kitabıyla kendi çizgisini iyice derinleş riyor.

Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Peruk Gibi Hüzünlü kitaplarıyla son dönem öykücülüğümüzün parlayan imzalarından Yalçın Tosun'un kendi doruklarından devşirdiği yepyeni öyküler... Bir Kocanın Gizli De erinden, Sıcak Sandalye, Soğuk Yılan, Dilan'ın Ormanı, Ruhsar Hanım'la Levon Bey'in Beş Çayı... Belki de, yazarın unutulmazları arasına girecek böyle birçok öykü Dokunma Dersleri'nde bir araya geliyor. Tutku, keder, utanç, pişmanlık, nefret, dostluk ve dile gelmeyen sevgiden mürekkep öykülerde Yalçın Tosun kalemini bir sihirbaz değneği gibi kullanıyor. Kaşla göz arasında rengârenk duyguları ortaya döküverdiğinde adeta neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Derhal dönüp tekrar tekrar okuma isteği uyanınca bir sonraki öyküye hemen geçilemiyor. Yalçın Tosun, üçüncü öykü kitabıyla sayıları giderek artan okurlarını ve öyküseverleri heyecanlandırıyor.

70

KARAKUTU SAYI: 14


karga belirteci. Kargaları anımsarım. Çünkü bir tanesi Amerikalıların bahse ğinin aksine hüzün ve keder bahşetmez Bilgedir, rotasız seyyah rehberidir Sürç-ü lisan etmede üstümüze yoktur bunu en iyi kuzgunlar bilir Hangi kafatasından kızılcık şerbe içilmez hep onlar gösterir Amma velakin bir karga sürüsü gördüm bu korkarım Çünkü bir sürü, cinaye r, kötü haber temsilcisidir, İnsanın gezmeye hevesi kalmaz. Gökyüzünü anımsarım. Nasıl da ulaşılmaz gözükür, tevekkülsüz hedeflerin en ir caisi Bak kça yerle yeksan eder insanı, hele de mevsimlik göç etmiyorsa beyni uzak diyarlara Mavi cesetler topluluğu, sevdiklerinizin hangi birini bırak sayamadım O derece yabancıyım kalkış iznine

Bulutları anımsarım. İnsanlar gibi nasıl da günün ortasında amansızca dağılırlar Yanlış kesilmiş bir doğum günü pastası Ya da metalik bir in har kurşunu gibi nasıl da dağılırlar Penguenleri anımsarım. Tamam onlar da uçamıyor ama Bizi düşürünce onlar kaldırıyoruz vesselam Öyle her dave yeye de smokin haya a giymem Kartalı ya da ankayı o zaman ha rlarım. Dağıldıkları yerden nasıl da toparlanırlar Haşmetli şekilde doğrulup Yüksek ağaçları anımsarım. Uçmayı anımsarım. Kuş ölümlüdür. Yeğlerim kanat kırıklığından ziyade aksamayı 35 yaşıma kadar süzülür müyüm bilmem Yeter ki karga eksilmesin belirtecimden. batu kaan DİLAVER / 12A

KARAKUTU SAYI: 14

71


aslı erdoğan'ın 'mucizevi mandarin' adlı eserindeki an karakterlerin eser içinde ele alınışı ve ötekileşme temasına katkısı giriş Erkek erkil toplum yapısında bir kadının iki ayağının üzerinde tek başına durup haya a kalma mücadelesi vermesi, hem çok güç hem de çok cesaret isteyen bir olaydır. Aslı Erdoğan'ın, ' Mucizevi Mandarin' adlı eserinde kadın olduğu için toplum tara ndan belirli baskılara maruz kalan bir genç kadının doğup büyüdüğü topraklardan, Türkiye'den, yabancı topraklara göç etmesini ve daha sonra talihsiz bir aşkın kurbanı olan bir kadın olarak yaşadığı zorluklar konu alınmış r. Mucizevi Mandarin, Aslı Erdoğan'ın ilk eseridir. Bu kurmaca ve anı yazıları topluluğu diyebileceğimiz eser, Aslı Erdoğan tara ndan, kendi deyimiyle iç hesaplaşmalarının çok yoğun olduğu bir dönemde yazılmış r. Aslı Erdoğan, çocukluğundan beri başarılı ve yetenekli olduğuna inandırılmış bir birey olarak ye ş rilmiş r. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünü bi rip, Türkiye'de fizik doktorasını yapmış r. Daha sonrasında ise Cern'de çalışmaya başlamış r. Fakat çok başarılı bir bilim insanı olmasına rağmen fiziği bırakıp, kendi benliğini yansıtabildiği ve arayışına devam edebildiği eyleme yönelmiş r: yazmak. Mucizevi Mandarin'i yazdığı dönemde kendi ülkesinden uzakta İsviçre'de bulunmaktadır. Kendisini ait hissetmediği bir ortamda yaşam mücadelesi veren Aslı Erdoğan, bu mücadeleyi, yabancılık hissini, ait olamama durumunu ve arayışını bu eserinde nedense bir an karakter haline ge rdiği kadın karakterleri üzerinden yansıtmış r. Künstlerroman (sanatçı roman) geleneğinde yazar figürasyonları ideal, mükemmel yazar ve başarısız, eksik yazar olarak iki kategoride ele alınır. İkinci gruptaki yazar figürasyonları an karakter olarak 19. yüzyıldan beri kabul görmüşlerdir. Bu an karakterler, Jale Parla'ya göre başkalaşım yaşayan, este ğin sınırlarını zorlayan, sorgulayan, genel kabul gören değerleri alaşağı eden anlayışı temsil eder . Mucizevi Mandarin'de iki an karakter vardır. Bunlar: anla cının kendisi ve Michelle'dir. Michelle, eserdeki anla cının idealize e ği, mükemmel kadını simgeliyor olsa bile toplumun belirli kabul görmüşlüklerine sırt çevirerek kendi doğrusunu yaratabilmeyi başardığı için an karakter olarak okuyucuya sunulmuştur. Eser al bölümden oluşmaktadır. Bu tezde, eserin ilk bölümü olan 'Yi k Gözün Boşluğunda' başlığı al nda yer alan öykülerin üzerinde yoğunluklu olarak durulmuştur. Bu öykülerde yabancılaşma teması, ötekileşme, aşk ve göçmenlik kavramlarının an karakterler üzerindeki etkisi daha belirgindir. Çeşitli metaforlar ve imgelerle belirginleşen olay, durumlar ve karakterler Mucizevi Mandarin'i modernist kurguya sahip bir esere dönüştürmüştür. Aslı Erdoğan, öykülerinde okuyucuyu gerçek-kurgu zıtlığına sıkça düşürmüştür. Kapalı ve şiirsel bir dil kullanarak okuyucuyu eseri anlamada zorlamış r. Öyküler arasında bütünlük kurmaya özen göstermemesi, öykülerin birbirinden bağımsızmış gibi görünmesi okuru daha dikkatli okumaya itmiş r. Kullandığı yazınsal özelliklerle ve dille zıtlık yaratmış r. Ayrıca seç ği mekânlar ve yara ğı karamsar atmosferlerle karakterlerin iç dünyasını, bakış açılarını ve onarın bir an kahramana dönüşmesini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Aslı Erdoğan 'Mucizevi Mandarin' adlı eserinde anla cı ve Michelle karakterleri üzerinden kullandığı imgelerin de yardımıyla ayrıksı karakterlerin eser içinde nasıl ve hangi kavramlar üzerinden ele alındığı işlenmiş r. Eserdeki an karakterler incelenirken yeral edebiya ndan, yabancılaşma kavramından ve leke, kuyu gibi birçok imgeden yararlanılmış r. Sonuca bakıldığında mekân, olaylar, durumlar ve karakter seçimleri an kahraman temasını desteklemiş r. Tüm bu kavramlar bir araya geldiğinde akla önemli bir soru gelmektedir. “Anla cının içinde bulunduğu durumların an kahramana dönüşmesindeki etkileri nelerdir?”.

72

KARAKUTU SAYI: 14


an kahraman Kurmaca eserlerde ana kahramanlar karşımıza her zaman toplum tara ndan benimsenmiş, kabul görmüş, iyi niyetli insanlar olarak çıkmaz, bu eserlerde toplum tara ndan dışlanmış, kendini soyutlayan ya da toplum tara ndan soyutlanmış, hiçbir şey başaramamış ve başarmak istemeyen karakterlerle de karşılaşmak mümkündür. Özellikle modernist eserlerde karşımıza çıkan bu karakterlere an kahraman denir (Uğur ). ''An kahraman, eserlerde bize sunulan ideal ölçülerin değil günümüz gerçekliğinin model insanıdır .'' An kahramanlar haya n adil olmayan akışı içinde amansızca yaşam mücadelesi veren insanlardır. Kahramanların aksine bu karakterler adalet, iyilik, doğruluk ve toplum için yaşamak yerine kendi doğrularını üreten, tek kişilik toplumlarını oluşturan insanlardır. Genellikle bu karakterler okuyucunun karşısına fiziksel anlamda tatmin etmeyecek bir görüntüyle ortaya çıkar. Örneğin, fiziksel olarak çok zayıf ya da bir kolu, gözü eksik bireyler olarak okuyucunun karşısına çıkması mümkündür. An kahramanların en belirgin özelliklerinden biri ise toplumun belirli kabul görmüşlüklerini reddetmeleridir, bu nedenle toplum tara ndan kabul görmezler ve kendilerini bir nevi bilinçli bir yalnızlığın içine atarlar. Aslı Erdoğan yaşamı boyunca birçok zorluk atlatmış bir kadındır. Yaşadığı çeşitli sorunlar sebebiyle yurtdışına göç etmek zorunda kalmış r. Başlı başına an kahraman bir kadın yazarın eserinde an kahramanlarla karşılaşmak şaşır cı bir unsur değildir. Yazarın anı-öykü denilebilecek bu öykü topluluğunda ana karakter, 1. Tekil şahıs olup anla cının kendisi olarak okuyucunun karşısına çıkmış r. Yazarın böyle bir tercih yapması, okuyucuyu olayları tek bir bakış açısından değerlendirmeye itmiş ve nesnel yaklaşımlardan uzaklaş rmış r. Bunun sonucunda, okuyucu anla cının içinde bulunduğu karmaşık durumları daha net görmüş ve ayrıksı kişiliğinin belirgin özelliklerini fark edebilmiş, nedensellik bağını kurabilmiş r. Yazarın kullandığı bu tarz ve eserde barındırdığı karakterler “Mucizevi Mandarin” eserinin modernist bir eser olduğunu kanıtlayan unsurlar olmuştur. Tezimin giriş kısmında da belir ldiği üzere “Mucizevi Mandarin” içerisinde iki adet an kahraman yer almaktadır. Bunlar: Anla cının kendisi ve yara ğı mükemmel kadın Michelle. Bu karakterleri an kahraman olmaya iten belirli unsurlar vardır. Bu unsurlar göçmenlik, toplumsal kurallar ve yasaklar, aşk kavramı, cesaret ve yabancılaşmadır. Aslı Erdoğan mekânları kullanarak da kahramanların ayrıksılıklarını desteklemiş r, ayrıca belirli imgelerle ve ironilerle de yeri geldiğinde bu atmosferi güçlendirmiş r. 1. anla cı a. göçmenlik ve yalnızlık Bir bireyin göç etmesi için birçok sebep olabilir. Bu sebeplerin içine, toplum tara ndan kabul edilmeyen ırkınız, dininiz, devlet yöne mi hakkında düşünceleriniz ve ha a cinsiye niz bile dâhildir. Bu sebeplerden ötürü bireylerin toplum tara ndan ötekileş rildiği, dışlandığı sıklıkla görülür. Bu tür baskılara dayanamayan bireyler, yaşadıklarını hissetmek için ve düşünceleriyle yaşamaya devam etmek için kendi doğup büyüdüğü topraklardan göç etmek zorunda kalabilirler. Aslı Erdoğan'ın eseri 'Mucizevi Mandarin' kitabında da anla cının toplum tara ndan belirlenmiş normlara -bu normlar toplumun cinselliği ayıp bir şey olarak görmesi ve kadının toplum tara ndan belirlenmiş rolüdür- karşı gelmesi sebebiyle göç e ğini “Yi k Gözün Boşluğunda” öyküsünde görüyoruz. Anla cının neden göç e ği yazar tara ndan okuyucuya doğrudan belir lmemiş olsa bile eserin bütünlüğünden bu göçün sebebini anlamak mümkündür. Anla cının göçmen olduğunu okuyucuya eserin ilk bölümünde, anla cının Cenevre'de karşılaş ğı bir grup Türk erkeğine kendi anadilinde cevap vermesiyle 'Yi k Gözün Boşluğunda' öyküsünün giriş kısmında sezdirilmiş r.

KARAKUTU SAYI: 14

73


“..Kadife bir sesle ,Türkçe, “Geçmiş Olsun”, dedi. Ben de ana dilimde karşılık verdim. ”Teşekkür ederim”. Hiç durmaksızın yoluma devam etmeden önce şaşkınlığından elindeki kutu birayı düşürdüğünü gördüm. Az sonra rüzgâr, son birkaç Türkçe söz daha taşıdı bana.” (Erdoğan, 2006, s. 5) “Yi k Gözün Boşluğunda” öyküsünde anla cı kahraman tek başına bir gece yarısı çık ğı yolculukta dört Türk erkeği ile karşılaşmasından bahsedilmiş r. Bu öykü sayesinde okur anla cının ülkesinden kaçış nedenini sezdirmiş r. “ Yabancı ve daha özgür bir ülkede bulunmanın verdiği vurdumduymazlık alkolle birleşmiş, her an yargılandıkları, “ imajlarını ” korumak zorunda bırakıldıkları toplumdan...” (Erdoğan, 2006, s. 3) Kendi ülkesinden insanlar görünce hisse ği özlemi de okuyucuya aktaran anla cı yalnızlığını bilinçsiz bir şekilde de olsa göstermiş r. Samimiyet arayışında oluşu onu bu dörtlü gruba daha da yakınlaş rmış ama sonrasında tek gözünün olmayışı yüzünden karşılaş ğı tepki onu gerçekliğine, dışlanmışlığına geri döndürmüştür. Anla cının Türk gençlerinden birinin ona güzel dediğini duyar gibi olmasından sonra söylediği, “ Bu son cümleyi gerçekten işi ğimden pek emin değilim, belki de o pek zavallı, il fat açlığı çeken egomun kulaklarıma bir armağanıdır.” (Erdoğan, 2006, s. 4) cümlesiyle içinde bulunduğu yalnızlığı ve hisse ği tamamlanamamışlık duygusunu açık bir dille sezdirmiş r. Göçmen bir birey oluşu anla cının an kahraman olarak okuyucunun karşısına çıkmasında etkili olmuştur. Göçmen bireylerin en sık yaşadığı problem, tanımadığı bir toplumda tek başına yaşama zorunluluğudur. Kültürünü, toplumun düşünce yapısını bilmediği bir ülkede bir insanın sosyal çevre yapabilmesi sık görülen bir şey değildir. Bu gibi zorluklar bireyin yalnız olmasına ve toplum tara ndan ötekileşmesine sebep olur. Ötekileşen bir bireyin an kahraman olarak karşımıza çıkması beklenen bir sondur. “ Zaten dünyanın neresinde olursa olsun, gece yarısından sonra sokaklarda bir başına dolaşan kesinlikle yabancıdır. Kendisine hiç de kucak açmamış bu yeni diyarı, karanlığı da ardına alıp yabani yabani seyretmekte, onu buralara dek kaçırtmış geçmişin ağır yüküyle iki büklüm, ha bire dolanmaktadır.” (Erdoğan, 2006, s. 19) Anla cının 'kendisine hiç de kucak açmamış bu yeni diyar' deyimiyle, göç e ği ülkeyle benliğini bağdaş ramadığını ve kendisini bir yere ait hissetmeme durumunun söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Ait hissetmeme durumu onu bir yalnızlığın içine itmiş ve bu sebeple kendisini toplumdan soyutlamış r. Bu soyutlama biçimi onu topluma dışarıdan farklı bir göz ile bakmasını sağlamış ve anla cıya yeni bir gerçeklik kazandırmış r. Yalnız oluşu onu toplumu daha detaylı incelemeye itmiş ve bazı öğrenilmişlikleri farklı açıdan görmesini sağlamış r. Ayrıksı kişiliğinin yanı sıra samimi bir birey olması okurun duygudaşlık kurmasında etkili olmuştur. Bazı davranışları e k değerler açısından uygun olmasa da okuyucuya nedensellik bağını iyi kurdurtabildiği için okur ona yargılamadan yakınlaşabilmiş r. “ Yalnızlık ve sessizlik beni gerçeklikten geri dönülmeyecek denli uzaklaş rmaya başladığında, kendi varoluşum bile kuşkulu bir görünüme büründüğünde, sabah üçe dek açık kafelerin ve barların bulunduğu meydana gider, sütlü kahve ısmarlar ve yazarım. Yazarken ayrı bir varlığa, bir göze dönüşürüm ve yalnızca bir bakış olduğum sürece daha farklı bir gerçeklik kazanırım” (Erdoğan, 2006, s. 12)

74

KARAKUTU SAYI: 14


Anla cı kahraman toplumun oluşturduğu zaman kavramına ters bir hayat yaşamaktadır. O, kendi kurallarını kendi yaratmış ve kendi kurallarıyla yaşamına devam etmiş r. Mesleği yazarlık olan anla cı, çalışma saa olarak sabah dokuz akşam beş seçmek yerine akşam geç bir saa en gece üçe kadar çalışmayı seçmiş ve alışılmışın aksine çalışma mekânı olarak ofis yerine bir kafeyi tercih etmiş. Bu durum da onun sıradanlıktan uzak absürt kişiliğinin bir kanı olmuştur. 'Sırp Lokantası' öyküsünden alınan bu alın da buna bir kanıt oluşturmuştur: “Gecenin en soğuk saa nde, tek başıma bir kafede oturmuş, gözlerini hiç kırpmadan yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum. Bardak bardak sütlü çay içiyor, sigara üstüne sigara tü ürüyorum. Yalnızlığımla biraz baş edebilmek için, ölümün uzayan gölgesi al nda yazıyorum.” (Erdoğan, 2006, s. 57-58) b. fiziksel deformasyon Aslı Erdoğan, okuyucunun eseri daha iyi anlayabilmesi ve bağlan ları daha sağlam kurabilmesi için, anla cının göçmen oluşu gibi küçük detaylara eserin ilk öyküsünde yer vermiş r. Anla cının tek gözünün olmayışından da ilk öyküde okuyucuya bahsetmiş r. “ Sokak lambası aniden yüzümü aydınla ve karanlığın içine boş yere saklamaya çalış ğım sargıları ortaya çıkardı. Sol gözümü bütünüyle yutmuş, yüzümün ortasında derin bir uçurum açmış sargıları” (Erdoğan, 2006, s. 4) An kahramanlara dönüşen karakterlerin ele alındığı eserlerde karakterlerin toplum tara ndan benimsenmiş normlara bakış açılarının farklı olmasının yanında, dış görünüşleri de toplumun kabul e ği, benimsediği görünüşten daha farklıdır (1). Karakter, dış görünüş olarak belirli deformasyonlara uğrar, bu deformasyonlar belirli uzuvların eksikliği, körlük, topallık gibi sakatlıklar olur. “Mucizevi Mandarin” kitabına bakıldığında, kitaptaki anla cının sol gözünün olmadığını okuyucu tara ndan fark edilir. Bu deformasyonun toplum tara ndan ötekileş rilmeye katkısı büyüktür. An karakterin sol gözünün eksikliği ve bunun toplum tara ndan nasıl karşılandığı anla cı tara ndan 'Yi k Gözün Boşluğunda' öyküsünde doğrudan yansı lmaktadır. “Bir gözümü yi rmiş durumda sokaklarda dolandığımda, karşıma çıkanlara dehşet verdiğimin farkındayım. Dünya üzerinde bunca felaket, acı, hastalık, sakatlık varken, neden tek gözlü bir bakışın insanları böylesine korku uğunu çözümlemeye çalışıyorum.” (Erdoğan, 2006, s. 62) Toplumdan, standartlara uygun bir görünüşe sahip olmadığı için soyutlanan anla cı, toplumda kabul görmek için bir çabada bulunmayıp kendisini toplumdan isteyerek uzaklaş rmış ve kendisini bilinçli olarak yalnızlığının içine bırakmış r. Bu yalnız oluşluk anla cıyı derin bir boşluğun içine sürüklemiş ve topluma ayrı bir gözle bakabilmesini sağlamış r. Toplumun gerçekliklerini topluma dışardan bakan biri olarak görebilmiş ve eleş rmiş r. Bu özelliği, anla cı kahramanı okuyucunun karşısına bir an kahraman olarak çıkartmış r. c. mekân ve atmosfer oluşumu Karakterin ayrıksı kimliği, okuyucuya eserde yer alan mekânlarla sezdirilir. Yazar, mekânlar üzerinden kahramanın iç dünyasını, bilinç akışını, düşünce tarzını okuyucuya aktarır. Anla cının bu mekânlarla bağdaş rdığı anılar, olaylar, kişiler üzerinden de an kahramana dönüşünün sebepleri okuyucuya sezdirilir. Aslı Erdoğan'ın 'Mucize Mandarin' adlı öykü kitabında kullandığı egzo k mekânlar, anla cının an kahraman oluşunu desteklemiş r. Mekân tercihleri yalnızlığı ve toplumdan dışlanmışlığı okuyucuya net bir şekilde sezdirmek amacıyla kurgulanmış r. Eserde anla cının sürekli karanlık, iç karar cı ve toplumun görmezden geldiği kuytu mekânları kendi mekânı olarak benimsemesi, anla cının toplumun kabul e ği bireylerden farklı oluşunu destekleyen bir unsurdur. Anla cının okuyucu tara ndan anlaşılan en belirgin

KARAKUTU SAYI: 14

75


özelliği, sürekli en uçta ve en çirkin olanı isteyip ona yaklaşmasıdır. Bu özelliğinin sebebi, o mekânların dışlanmışlığını kendisiyle bağdaş rmış olmasıdır. Hep en kuytu mekânlarda kendi varoluşunu sorgulaması ve bilinç düzeyini aşması bu argümanı destekleyen bir unsurdur. Anla cı, geceyi toplum tara ndan dışlanmış, ötekileşmiş karakterlerle bağdaş rmış r. “Geceyi hırsızlar, körler ve zenciler daha iyi tanır. Bizler, karanlıkla aynı maddeden yapılmışçasına içinde yi p gideriz, geceyi değişik bir biçimde tanır, sahipleniriz... Geceyi hazza, düşlere, zevke adayanlar onu hiç tanımıyor, içermediği şeyler bekliyor ondan...” (Erdoğan, 2006, s. 16) Toplum belirli fiziksel deformasyonlara uğrayan bireyleri dışlar ve dışlanan bu bireyler geceye, karanlığa sığınır, çünkü gece hiçliği ve yok oluşu simgeleyen bir ögedir. Toplumdan kaçma isteği sık sık kullanılan 'geceye sığınmak' deyimiyle okuyucuya aktarılmış r. Ayrıca okuyucu, anla cının geceye özel anlamlar yüklediğini ve geceyi haya nın önemli bir parçası olarak gördüğünü sezmiş r. Anla cı, 'gecede yi p gitmek' kalıbıyla gecenin içinde kendi varoluşunu tamamen hiçe sayışını ve karanlıkla bir bütün oluşunu anlatmış r. Kullandığı sözcüklerle marjinal bir atmosfer yaratan anla cı, bu noktada toplum bireyinden farklı oluşunu okuyucuya göstermiş r. Mekân seçimleriyle ve o mekânlarda yap klarıyla yazar, entelektüel seviyesiyle toplumun ötesinde bir karakter yaratmayı başarmış r. “Gecenin en soğuk saa nde, tek başıma bir kafede oturmuş, gözlerini hiç kırpmadan yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum. Bardak bardak sütlü çay içiyor, sigara üstüne sigara tü ürüyorum. Yalnızlığımla biraz baş edebilmek için, ölümün uzayan gölgesi al nda yazıyorum.” (Erdoğan, 2006, s. 57-58) Anla cı mekân seçimleriyle yalnızca marjinalliğini ve topluma aykırı davranışlarını göstermekle kalmayıp aylaklığını da yansıtmış r. Anla cı haya nın büyük bir bölümünü, özellikle gece geç saatlerini sokaklarda, barlarda, kafelerde geçirir. Olağan, basit hayatların dışında bir hayat yaşar, zamanları kendine göre ayarlar. Anla cı okuyucunun karşısına bir yazar kimliği ile çıkmış r. Geceleri gi ği kafede yazdığı kısa yazılarla okuyucu, kitabın son bölümü olan “Unutulmuş Topraklar” bölümünde karşılaşılır. Aslı Erdoğan da eserindeki kahramanın aylaklığını kullandığı mekânlarla desteklemiş ve bu aylaklığın ge rdiği kaçınılmaz son olan an kahraman oluşunu yine mekânlar üzerinden göstermiş r. Anla cı, topluma ait olmama isteğini iş sahibi olmama durumuyla okuyucuya sezdirmiş ve toplumun kabulü dışında bir davranışta bulunup gecenin bir saa tek başına bir kadın olarak yazmaya başlamış r. Anla cının toplum normlarını ve beklen lerini reddetmesi, onun an kahraman oluşunu destekleyen bir davranış olmuştur. Anla cının yazar kimliğini yansıtan bir unsur ise insanları incelemesi ve onlar hakkında tahminler yürütmesidir. “...Önünde hep cilt cilt tarih kitapları bulunan, kapanış saa ne değin sürekli okuyan, notlar alan, Gitannes sigarası içen, fularlı bir Fransız. Cenevre Üniversitesi'nde öğre m görevlisi olabilir. Kırk yaşlarında, hafifçe ağarmış saçlarına karşın oldukça yakışıklı bu adamla çok özel bir ilişkimiz var...” (Erdoğan, 2006, s. 58) Anla cının kafede karşılaş ğı bir adamı bu denli detaylı incelemesi ve yaşına, nerede çalış ğına dair bilgileri tahmin etmesi anla cının yazar kimliğini yansıtan bir unsur olmuştur. Aslı Erdoğan, mekânlarda anla cının içinde bulunduğu durumu atmosferin onun üzerinde yara ğı etkiyi anlatmak amacıyla ironiye başvurur. “ Tehditlerle dolu karanlık beni sıkı sıkı sarmış; ılık, ağır, yoğun ve güvenli bir ortama, içinde nihayet soluk alıp verebildiğim bir atmosfere, bir anne rahmine dönüşmüştü.” (Erdoğan, 2006, s. 36) 76

KARAKUTU SAYI: 14


'Bir Aşk Öyküsü''nde kullanılan “tehditlerle dolu karanlık” kalıbı bir ironi oluşturmuştur. Anla cımız geceden güç alan ve her rsa a karanlığa sığına bir bireyken karanlığı tehditlerle dolu bir yer olarak görmesi de bir ironi yaratmış r. Alın da görüldüğü üzere Aslı Erdoğan, mekânların anla cı üzerindeki etkisini desteklemek ve anla cının iç dünyasını, bilincini okuyucuya göstermek amacıyla ironilerden fazlasıyla yararlanmış r. Ana rahmi imgesi ile anla cının ölmek ve yeniden doğuş isteği okuyucuya aktarılmış r. Ana rahminin sıcaklığı, karanlık ve nemli oluşu bireye güven duygusu vermekte ve yeniden var olma isteğini te klemektedir. Aslı Erdoğan, bu imgeyle anla cının iç dünyasındaki ezilmişlik ve yalnızlık duygusunu okuyucuya aktarmış ve bir nevi go k bir ortam oluşturarak anla cının an kahraman oluşu desteklenmiş r. Aslı Erdoğan'ın mekân unsuru olarak Eski Kent imgesini sürekli kullanması da okuyucunun dikka nden kaçmayan bir detay olmuştur. Çoğu modern eserlerde şehir merkezleri kahramanın toplumla bir bütün olduğu mekânlar olarak okuyucunun karşısına çıkmasına rağmen 'Göçmen Sem ve Nefret Söylemi'' ve “Bir Aşk Öyküsü” öykülerinde okuyucu bu durumun tam zı bir durumla karşı karşıya gelmiş r. Anla cı bir kaçış ve sorgulama mekânı olarak Eski Kent'i seçmiş r. Eski Kent, Cenevre'nin bir merkezi şehridir. Modern edebiya a şehir merkezlerine sık sık yer verilir. Bu mekânlar, eserdeki kahramanların benlik arayışlarını imgeleyen mekânlar olarak karşımıza çıkar. “Eski Kent. Yıkın larla dolu iç dünyam sadece orada, anıtsal, görkemli, harap, cansız ama ruhlarla, hayaletlerle, anılarla dolu Eski Kent'te huzura kavuşabilirdi. Orada kendi geçmişimi güvenli kafesine kapatabilir, bu bana hala yabancı, uzak ken ilk kez gerçekten seyredebilirdim.” (Erdoğan, 2006, s. 35) Eski Kent, anla cının bilinçal nı ve iç dünyasını yansıtan bir diğer önemli imgedir. Toplumdan kendini soyutlamak için kaçabildiği bir mekân olarak okuyucunun karşısına çıkan Eski Kent, anla cının bir arayış içinde olduğunu da okuyucuya yansı r. Geceleri ıssız bir mekân olan, terk edilmiş bir şehir merkeziymiş gibi görünen ve ölümü çağrış ran bu mekânın anla cı tara ndan bu denli ilgi görmesini ve orayı sürekli ziyaret etmesini anla cının toplumdan daha farklı değerlerinin olduğunu ve hep en uçta kendi benliğini bulduğunu kanıtlar. Eski mekânları, yıpranmış, terk edilmiş mekânları seçmesi okur üzerinde ürper ci bir hava uyandırmakla kalmayıp okuyucuyu bu mekânla anla cı arasında bir bağlan olup olmadığını düşünmeye de itmiş r. Anla cı Eski Kent'i geceleri kendisi gibi dışlanmış, toplum tara ndan reddedilmiş bir mekân olarak görmüş ve bu nedenle o mekânı kendi benliği ile bağdaş rmış r. Sürekli olarak bu mekâna geri dönüşler yapması da anla cının kendi benliğini sürekli sorguladığı izlenimini okuyucuya vermiş r. d. toplumsal kuralları ret Bu makalenin başında da belir ldiği üzere bir kahramanın ayrıksı kişilik olması, toplumun belirli normlarına karşı olması ve bu sebeple toplum tara ndan dışlanan bir birey olmasıdır. Mucizevi Mandarin'de yer alan öykülerde anla cı, toplumun koyduğu kuralları reddeden bir karakterdir. Toplumun kadınlara yüklediği belirli sorumluluklara ve öğrenilmişliklere karşıdır. “ Zaten oldum olası karanlık, saldırı, tehlikeli yabancılar, tecavüz gibi, kadınların korkmaya koşullandırıldığı olayları pek önemsenmemişimdir. Hele tek gözlü kaldığımdan beri hiçbir şeyi umursamıyorum.” (Erdoğan, 2006, s. 48) Anla cı, toplumun kadınları korkmaya ve hayatları boyunca çekingen olmaya itmesini, kadınların a lımcı, girişken olmalarını engelleyecek kurallarla kısıtlanmalarını eleş rmiş r. Lakin anla cı bu keskin kuralları reddetmiş ve kadınların da özgür bireyler olması gerek ği düşüncesine sahip olduğu için tüm normları alaşağı etmiş r. Bu normlara karşı çıkıp kendini bu kalıpların içine sokmayışı anla cıyı doğrudan sıra dışı bir marjinal karaktere dönüştürmektedir.

KARAKUTU SAYI: 14

77


“...Geceleri sokağa çıkmam yasak . Aşırı uçlar arasında sallanan sarkaçlarla dolu genç kızlığımın... ilk kısıtlamasıydı bu... ...Bana özgürlüğü simgeledikleri için cinsellik ve geceden korkmayı öğrenmem gerek ği halde bir türlü öğrenemedim. Bekâre mi kendi parmaklarımla yır p a m ve her rsa a geceye koştum..” Anla cının bu sözleriyle toplumun şartlandırdığı şeylere karşı geldiği anla lmış r. Toplum, kadınları cinsellikten uzaklaş rmak ve onlara namus kavramını aşılamak için onları belirli kurallarla kısıtlamış r. Bu kısıtlamaların birey olmaya ve kendilerini yeni yeni tanımaya başlandığı genç kızlık döneminde konulmaya başlaması, toplumun kadınları istediği şekle sokmaya çalışmasının bir kanı olarak okuyucuya sunulmuştur. Anla cının bu kurallara daha genç kızken karşı çıkması ve kurallara aykırı bir şekilde davranması onun aykırı kimliğinin temel yapısını oluşturmuştur. Eserin geneline bakıldığında anla cının haya ndaki en önemli iki kavramın cinsellik ve özgürlük olduğu görülür. Genç bir kızken toplum ve ailenin cinsellik ve özgürlüğe ge rdiği kısıtlamalar, asi bir karaktere sahip olduğu için anla cının bu iki kavramı haya nın merkezine koymasına sebep olmuştur. “ Bu açık biçimde erkekleri kollayan dünyada, neden kadın olmak ya da kadın gibi görünmek istediklerini doğrusu hiç anlamıyorum” Kadın olmanın zorluklarını en uç seviyede yaşamış olan anla cının kadın gibi görünmek istenmesine olan tepkisinin sebebi korunma içgüdüsüdür. Kadın olarak birçok zorlukla karşılaşan anla cı erkek olmanın ge rdiği rahatlığı, özgürlüğü ve güvenliliği üstüne bir zırh gibi almış r. Aykırı karakteri onu baskılara ve kısıtlamalara başkaldırmaya itmiş ve onun kalıplaşmış kadın kimliğinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. e. aşkın kimliği “Aşk sözcüğü uzun zamandır benim için tek bir isim: Sergio “ (Erdoğan, 2006, s. 27) “Bir Aşk Öyküsü” öyküsünde anla cının aşksızken bir ölüden farksız oluşu, onun aşka verdiği önemi ve aşkın onun haya ndaki yerini okuyucunun gözleri önüne sermiş r. Aşkı da her şey gibi uç noktalarda yaşayan anla cı kahraman bu kavramla da farklı kimliğini yansı r. “Sergio da bu ülkede yabancıydı, biraz Arap kanı taşıyan bir İspanyol'du” ” (Erdoğan, 2006, s. 28) Sergio okuyucunun karşısına Arap kanı taşıyan bir İspanyol ve bir kez evlilik yapmış bir adam olarak çıkmış r. Kendisi gibi göçmen bir kahraman seçmesi ve onunla aşk yaşaması, anla cının içinde bulunduğu yalnızlığını ve ötekileşmiş oluşunu okuyucuya göstermiş r. “Daha sözünü bi rmeden ayağa rlamış, ar k dizginleyemediğim bir arzu ile onu öpmeye başlamış m. Lokantadakilere, sokaktan gelip geçenlere aldırmadan, dakikalarca kucak kucağa oturup öpüştük.” (Erdoğan, 2006, s. 19) Bu iki sevgilinin toplumun onları yargılamalarından korkmayıp özgürce istedikleri yerde cinselliklerini yaşıyor oluşları anla cının an kahraman olmasında etkili olmuştur. Toplumun yargılarından ve cinsellik hakkındaki ka kurallarından bihabermiş gibi özgürce yaşayan bu ikilinin toplumun ucunda kalan bireyler olarak görülmesi, anla cının an kahraman olarak karşımıza çıkmasını destekleyen bir unsur olmuştur. Anla cı, Sergio ile aşk yaşarken okuyucuya toplumun normlarını redde ğini sezdirmiş ve bu sebepten ötürü an kahraman oluşunu kanıtlamış r. Aynı şekilde aşkı kaybe ğinde yani Sergio onu terk e ğinde 78

KARAKUTU SAYI: 14


kendisini sokaklara atmasıyla ve hep en ücra köşelerde, terk edilmiş eski kentlerde, toplumun varlığını redde ği mekânlarda dolaşmasıyla da yine bu özelliğini sürdürmüştür. Aşkı kaybedişi onu bir arayışa sürüklemiş r. f. mıchelle Anla cının, Sergio onun haya ndayken öyküsünü yazmaya başladığı bir karakterdir Michelle. Anla cının aksine bu kahraman okuyucunun karşısına sosyalleşmeyi seven, kalabalık ortamlarda bulunmayı seven bir kahramandır. Dış görünüş olarak ise tüm kadınların sahip olmak istediği bir fiziğe sahip bir kadın olarak okuyucunun karşısına çıkmış r yani anla cının tüm özelliklerinin zı özelliklere sahip bir karakter okurun önüne sunulmuştur. “ Uzun bir boy, incecik bir beden armağan e m, yani bütün kadınların gizli düşünü.” (Erdoğan, 2006, s. 59) “ Benim kurmaca karakterim, yoldaşım, çocukluğum, bu siyah saçlı taşbebek gibi bir kadınla geceler boyu konuştum, sonsuz bir sabır ve suskunlukla dinledi beni.” (Erdoğan, 2006, s. 41) Anla cı kendi dış görünüşünü anla rken sürekli 'sinirli, trek, soğuk' gibi sıfatlar kullanırken Michelle'i mükemmel bir kadın olarak anlatmasıyla kendi dış görünüşünün çirkinliğini ve aykırılığını vurgulamış r. Tezde daha önce belir ldiği gibi an kahramanlar dış görünüş olarak tatmin edici bir görünüşe sahip değillerdir. Anla cı, dış görünüşünün toplumun kabulü dışında ve çirkin oluşunu Michelle'i kusursuz yaratarak daha çok vurgulamış r. “ Neleri mi sever? Çok şeyi. Gün ba mlarını ve gün doğumlarını,... kendisini iyice dağıtabileceği Cuma gecesi par lerini, ilginç insanlarla dolu barları,...” (Erdoğan, 2006, s. 60) Anla cının durumunun tam zı bir durumla okuyucu karşılaşmış r. Anla cı, Michelle'in aksine insanlardan uzak kaldığı mekânlarda dolaşmayı severken Michelle insanların yoğun olduğu, eğlenceli mekânlar tercih etmektedir. Bu zıtlık, anla cının aykırılığını, normal bireylerden farklı oluşunu gözler önüne sermiş r. Michelle, Sergio'nun anla cıyı terk e ği dönemde yara lmış bir karakterdir. Anla cının Michelle'i bu kadar kusursuz yaratmasının bir diğer sebebi ise okura erkeklerin gözünde “mükemmel kadın”ın nasıl bir pleme olduğunu göstermek olmuştur. Sergio için; ” Sergio bir kez olsun yazdıklarımı okusaydı, o da kesinlikle âşık olurdu Michelle'e...” (Erdoğan, 2006, s. 41) demesiyle aslında okur, anla cının kendisi gibi farklı olduğunu düşündüğü aşkının diğer bireylerden farksız oluşunu görmesiyle yaşadığı hayal kırıklığına tanık olmuştur. Ve böylece anla cı ötekileş rilmiş haya nda bir başına oluşunun farkına varmış r. Yalnızlığının kaçınılmaz bir son oluşunu fark e ği bir diğer sahne ise Michelle'in ölümü olmuştur. “ Michelle öldü! Ona tam bağlanmışken, beni tek başıma bırakıp gi . Kendimize yap ğımız yolculukta yapayalnız olduğumu bilmiyor muydum yoksa?” (Erdoğan, 2006, s. 77) Michelle karakteri, anla cının içten içe olmak istediği bir karakterdir. Kendisi de en az diğer kadınlar gibi aşkı yaşamak, biri tara ndan sevilmek ve sevmek is yor. Fakat dış görünüşünün buna el vermediğinin farkında olan anla cı, Michelle karakteriyle bu eksikliğini kapatmaya çalışmış r. Michelle'in ölmesi anla cının asla toplum içine ka lamayacağını ve ayrıksı bir kişilik olarak haya nın geri kalanını devam KARAKUTU SAYI: 14

79


e rmekten başka bir şansı olmadığını okuyucuya göstermiş r. Sonuç olarak, anla cının Michelle gibi bir karakteri kurgulaması, an kahraman oluşunu destekleyen unsurları okuyucunun daha net bir şekilde anlamasını sağlamış r. sonuç: Mucizevi Mandarin adlı eserinde Aslı Erdoğan, an kahraman olarak eserdeki anla cıyı okuyucularına sunmuştur. Kahramanın an oluşunu belirli kavramlar ve kişilerle de desteklemiş r. Toplum normlarına karşı çıkan bu kahraman üzerinden toplumun bireyler, özellikle kadınlar, üzerinde oluşturduğu baskıyı eleş rmiş ve bireylerin yaşadıkları bu dünyada kendileri olmalarının çok zor olduğu tezini ortaya koymuştur. Erdoğan, eserinde an kahramanı işlerken aşk, yabancılaşma, yalnızlık ve mekân unsurlarının yanında bazı imgelerden de yararlanmış ve bu imgeler yardımıyla öykülerindeki mekânların ve durumların egzo k, iç karar cı bir atmosfere sahip olmasını sağlamış r. İmgelerin yanında kişiler arasında zıtlık oluşturarak an kahramanın ayrıksı kişiliğinin okuyucu tara ndan daha rahat bir şekilde fark edilmesini sağlamış r. Michelle, anla cının kurguladığı bir kahraman olarak okuyucunun karşısına çıkmış r. Erdoğan, bu karakter üzerinden zıtlık oluşturarak anla cının ayrıksı yönlerini okuyucunun görmesini kolaylaş rmış r. Mucizevi Mandarin, kurgu-gerçek arasında gidip gelen öyküleriyle modern bir eser olarak okuyucularına sunulmuştur. Anla cının birinci tekil şahıs olması eserdeki olayların gerçek oluşunu okuyucuya sorgula rken, mekân, insan isimleri gibi küçük detayların gerçekliği desteklemesi eserin kurgusallık ve gerçeklik arasında gidip gelmesini desteklemiş r. Eser boyunca okuyucu, anla cının yazma eyleminde bulunduğunu görür. Eserin son bölümleri olan “ Aynanın Dibine Yolculuk (imgeler)” ve “ Unutulmuş Topraklar” bölümlerinde okuyucu, yazarı geceleri takıldığı kafelerde yazdığı kısa me nleriyle karşılaşır. Erdoğan'ın eser bütünlüğünü sağladığında böylece görüyoruz. ezgi TAHİROĞLU / 12 IBF

kaynakça Erdoğan, Aslı. Mucizevi Mandarin. İstanbul: Everest Yayınları, 2006. Baskı. Uğur, Erdal. h p://www.bilgiustam.com/an -kahraman-nedir/. tarih yok. aralık 2016. Yılmaz, Yasemin. İnsanokur. 6 eylül 2014. 11 aralık 2016.

80

KARAKUTU SAYI: 14


şemsiyeli adam Sağanak yağışlı bir geceydi. Üstünde paltosu ve şemsiyesinin yara ğı gölgesiyle kaybolmuş biri gibi yürüyordu gecenin bu vak nde. İçinden, “Eğer gidecek bir yerim yoksa nasıl kaybolabilirim ki?” diye geçirdi ve etra ndaki şemsiyesi olmayan, birbirine benzer, yağmurdan ıslanmış yüzlere ksin yle bak . Bir süre sonra yağmur durdu ama o şemsiyesini indirmedi. Etra na yağmur yağarken a ğı ksinç bakışlar bu sefer ona çevrilmiş ama o, yağmurun durduğunun farkında değildi. gökberk KAYA / 11E

KARAKUTU SAYI: 14

81


çaresiz kahkaha Buyrunuz aziz dostum, oturmaz mısınız? Tüm içkileriniz benden, neden mi? Eğer sakıncası yoksa size geçen ha a başımdan geçen, nasıl derler, ah evet “absürt” bir olaydan bahsetmek isterim. Bu olay kalemdan tasarlama şirke ndeki masabaşı işime giderken başıma geldi… Efendim, aziz dostum? Ah, kalemdan tasarlamak nedir bilmiyorsunuz demek. Açık konuşmak gerekirse diğer işlerden pek bir farkı yok, kendi mezarlarımızı kazdığımız bir meslek sadece. Güneşin yeni doğduğu bir sabah ; alet ve edevatlarımı almış ofisime doğru yürüyordum. Tipik bir ha a içi anlayacağınız. Ofisimin içinde bulunduğu gökdelene gitmek için her sabah geç ğim köprüden geçiyordum ki ansızın boğuk bir bağırma sesi duydum; bu boğuk sesi ayrıca su sesleri takip ediyordu. O tüyler ürper ci bağırma sesinden sonra adeta bir buz kütlesine dönüştüm; sır mdan soğuk terler boşalmaya başladı, sanki içimdeki çarklardan biri sıkışmış ve makinenin çalışmasını engelliyordu. Sonrasında ne mi yap m? Yürüyerek yoluma devam e m. Evet öylece yoluma devam e m fakat bu eylemimin de bir bedeli vardı. İlk adımı a ğımda makine tekrar çalışmaya başladı, işte o zaman yüzlerce insanın bir anda arkamdan kahkaha a ğını hisse m. Sitcomları bilirsiniz azizim, oradaki kahkahalar gibi yapmacık ve aynı anda benim de kahkaha atmamı emreden türden bir kahkaha. Kahkahaların yargılayıcı yüküne katlanamıyordum, o an sadece ofisimde, masamın başında olmak istedim ve hızlıca köprünün sonundaki on iki adımlık merdivenden aşağı koşar adımlarla indim. Neden on iki olduğunu da hep merak etmişimdir aslında. Soluğu ofis kapısında aldım. Krava mı düzel p içeri girdim. Ah, bu arada neden iş yerlerinde kravat takıldığını hiç düşündünüz mü aziz dostum? Hani neden papyon değil? İkisi de boyuna takılıyor nasıl olsa, değil mi? Bu ilginç sorumun cevabı şu: Papyon takmak yüksek mevki belir r, kravat ise herkeste vardır. Kravatlar neden uzundur peki, bunu hiç düşündünüz mü? Papyonlular bizi oturdukları yerden daha rahat kontrol edebilsin diye. Neyse işte, ofisteki masama oturdum ve aletlerimi hazırlamaya koyuldum. Bu sırada önümden Supervizor'um geç ve en içten ve yapmacık gülümsemesiyle bana, günaydın, dedi. Birkaç gün önce Supervizor'un annesinin öldüğünün haberini almış m ama o an, işte bana günaydın dediği anda, hiçbir şeyin farkında olmadığını fark e m. Yine de o aptal gülümseme yüzünden düşmemiş . Sizi sıkmıyorum ya aziz dostum? Şimdi size mesleğimden daha ayrın lı bir şekilde bahsedeceğim. Kalemdan işçiliğinde bizler anlamsız, gri ve soğuk bir taşı alıp bir şeye benzetmeye çalışırız. Burada ilginç olan şey ise kalemdanların bi rilmeden sa şa konmasıdır. Biliyor musun aziz dostum, kültürlü birine benziyorsunuz; bazen var oluşumuzu düşünüyorum yani tüm insanlık olarak. Anlarsınız ya, felsefi zırvalıklar işte ve bir gün fark e m ki o taş haya m dediğim binanın temelindeki aynı taş . Gülünçtür ki bu bina, kalemdanlar gibi, asla ça sı konulacak kadar inşa edilemiyor maalesef. Soğuk taşın üzerinde çalışmaya başladım, adeta anlamsızlığa bıçak kesikleri ile anlam vermeye çalışıyordum ve bir anda ne fark e m biliyor musunuz? Çalışma lambamın al nda gölgemin gözükmediğini. Her zaman arkamızda olduğunu düşündüğümüz şeylerin aslında bizi yıllar önce terk e ğini fark etmememiz sizce de trajik değil midir azizim? Aradan bir süre geç kten sonra ofisin kapısı ansızın açıldı. Aziz dostum, burada beni ilk gördüğünüz anı aklınıza ge rmenizi is yorum, size fazla samimi bir dille yaklaşmamdan rahatsız olmuş muydunuz? Ya da size bir içki teklif e ğimde sizi zehirlememden? Neden böyle düşünüyoruz peki azizim? Adını bile bilmediğimiz insanlardan anlamsızca korkuyoruz çünkü daha aile evlerinde bize “uyumsuz” plerden uzak durmamız öğre lir, yolda yanımızdan geçerlerken başka yöne bakmamız ve asansörlerde uyumsuzlardan uzak bir köşede durmamız söylenir. İşte ben de O, kapıdan içeri girince böyle hisse m. Saçları dağınık, krava gevşek ve kararlı ama aynı zamanda rahat gözüken adımlarla yanımdaki masaya yerleş . Sonra da aynı Supervizor ona samimi bir şekilde el salladı. O da aynı şekilde karşılık verdi ve hemen ardından kulağıma doğru eğilerek “Neden ona el salladım ki? Lanet kadından nefret ediyorum ha a boğuluyor olsa yardım 82

KARAKUTU SAYI: 14


etmem. Peki sence el sallamam özgür bir seçimim miydi dostum?” dedi. Bu soru karşısında bir anda donakaldım, köprüde duyduğum kahkahaların yeniden geldiğini hisse m. Bu soru üzerine saatlerce düşünmüş olmalıyım ki Supervizor yanıma gelip işime dönmemi kibar bir dille söyledi. Supervizor gi kten sonra O, yine bana doğru eğilip “Ne kadar da aptal bir kadın değil mi? Kendini bir “Supervizor” olduğuna inandırmaya çalışıyor adeta. Elindeki not de erini görüyor musun? İçinde hiçbir bok olmadığına bahse girebilirim. Belki de biri ona de eri tutmasını söylemiş r çünkü ve neden diye sorduğunda, tabi bu kadar ileri gidebildiyse eğer, ona Supervizor olanların de er tu uğunu söylemiş r. Bir insanın kendini bir şey olduğuna inandırması kadar ahmakça bir şey yoktur dostum.” dedi. Kahkahalar sır mda daha da yükseldi, sanki bir sahnenin üzerinde stand-up gösterisi yapıyormuşum gibi yükseldi ve ben de bir kez daha çaresizce bu sorular karşısında donakaldım. Gölgelerimizin yerini kahkahaların alması ne kadar da ilginç r değil mi aziz dostum? Ah, hava kararıyor! Umarım aceleniz yoktur aziz dostum. Neyse,nerede kalmış k? Ah evet, Supervizor yine yanıma geldi ama bu sefer önceki kadar kibar değildi ve bana derhal müdürün odasına gitmemi emre . Komik, okul haya nda da yaramaz çocuklara hep aynı şey söylenir. Müdürün odasına gi m ve bana birkaç seçenek sundu: Ya beni daha düşük bir pozisyona sokacak ya işten kovacak ya da mesai saa nden sonra fazladan çalışacak m. Bana verdiği seçim hakkı yanında muhteşem bir kaygıyı da beraberinde ge rdi. O anda in har etmeyi de düşündüm. Önümdeki cam masayı kırıp bileklerimi kesebilirdim, patronumu kenara i p camdan aşağı atlayabilirdim ha a kendimi krava mdan tavana asabilirdim. Bu düşüncelerin ardından kahkahaların yeniden yükseldiğini hisse m. Ama bu kez donup kalmak yerine ben de onlarla beraber kahkaha atmaya başladım. Bu kahkaha o kadar pis ve rahatsız ediciydi ki müdürün yüzünü ekşitmesine ye . Sonra, cam masayı kırdım ama bileklerimi kesmedim, müdürü kenara i m ama sadece cama çarpıp geri sekmekle ye ndim, krava mı sık m ama kendimi boğmadım. Yüzünüzdeki şaşkınlığı görüyorum azizim ve ardından gelecek “Neden?” sorusunu da hissedebiliyorum. Çünkü aziz dostum, ne kadar asla ça sını koyamayacağımı bilsem de o aptal binayı tamamlayamamaktan, ça sını inşa edememekten korktum. Müdür dehşete düşmüş bir yüz ifadesi ile bana durmam için yalvardı. Yorgun düşmüş ve yere yığılmış m ve sonrasında başımı kaldırıp gözlerinin içine bak m ve dedim ki: “Fazladan mesaiye kalmak is yorum.” ve krava mı düzel p masama döndüm. O, bana dönüp “Garip, genellikle sahipleri kölelerini döver, köleler kendilerini değil.” dedi. Sonra da “Buradaki mesaim bugünlük bi dostum.” dedi ve sır mı sıvazlayıp yine ilk geldiğindeki rahatlığı ve kararlılığıyla kapıdan çıkıp gi . Ben de kalemdanıma devam e m ve ilginç bir şekilde iki şeyin değiş ğini fark e m: Ar k lambanın al nda gölgem gözüküyordu ve galiba haya m boyunca ilk defa gülümsüyordum. Akşam, evime dönerken aynı köprüden geçiyordum ki yine boğulma sesleri duydum; tabi ki arkamdaki kahkaha sesleri de eksik olmadı. Onlarla beraber ka la ka la gülüp yoluma devam e m, daha önce hiç bu kadar canlı hissetmemiş m. Sizi çok sıkmamışımdır umarım aziz dostum. Şu aralar iyi bir dinleyici bulmak epey zorlaş açıkçası, epey bir vakit geç ve havada kararmış. Peki ışığı açmaya ne dersiniz? gökberk KAYA / 11E

KARAKUTU SAYI: 14

83


sömes r ha rası

Kış mevsimi hem güzellikleriyle hem de zorluklarıyla gelmiş . Şehirlerde insanlar kış mevsimini eskisi gibi yaşayamıyordu ar k çünkü şehirlere eskisi kadar kar yağmıyor ya da yağsa bile küresel ısınmadan dolayı çok etkili olmuyordu. Ayrıca karın uzun süre kalabileceği yeşillikler de yoktu ar k şehirlerde. Her yer büyük beton binalarla dolmuş ya da siyah zi kokan yapış yapış bir saldırganlıkla asfalt kaplanmış . Şehirlerde yaşayanlar bu durumdan çok da şikâyetçi değillerdi ha a bir kar r nasından günlerce önce televizyonlarda uyarılar yapılmakta ve insanlar ne yapacaklarını, okula ya da işe nasıl gideceklerini planlıyorlardı. Öğrencilerin kulağı televizyonlarda, kar ta liyle ilgili haberlerdeydi çünkü on cm kar yağması bile okulların ta l olması için yeterliydi. Can da anne ve babasının güvenli kanatları al nda ilkokul üçüncü sınıfa gitmenin hem keyfini hem sıkın sını yaşıyordu büyük şehirde. Okula giden her çocuk gibi kulağı etra a dolanan kar ta li söylen lerindeydi. Kar topu oynama fikri içini gıcıklıyor, yanaklarına al yürüyordu. Ne yazık ki kış mevsimini ve kar yağmasını çok sevdiği halde yaşadığı şehirde kışın güzelliklerini istediği şekilde yaşayamıyordu. Aklı sürekli dedesinde ve babaannesindeydi. Onlarla telefonla konuştukça, kışın güzelliklerini yaşayamamak biraz daha hüzünlendiriyordu onu. Aklına köyde yaşadığı güzel yaz günleri geliyordu. Can'ın dedesi yazları yeşilin onlarca tonunun ahenkle dans e ği, kışları ise kar beyazının diğer yeşilleri yutması sonucu sadece çam yeşilinin göze çarp ğı bir dağ köyünde yaşıyordu. Can her yaz ta linde dedesinin yanına gidiyordu. Yazları dedesinin köyü yemyeşil bir yerdi. Can yeşilin bu kadar farklı tonları olabileceğini hayal bile edemiyordu. Çam ağaçlarının kapladığı geniş alanların boşluklarında diz boyuna erişen otlaklarda inekler, koyunlar, keçiler otluyor, arılar vızıldayarak ağaçların kozalaklarından polenler topluyor, kelebekler uçuşuyor ve çekirgeler gün boyu ötüyordu. Köyün hemen yanı başındaki göl yazın yeniden canlanıyor, içindeki alabalıklar köylüler için hem yiyecek hem de geçim kaynağı oluyordu. Köyün içindeki bağlarda çeşit çeşit meyve ağaçları ye şiyordu. İnsanlar hem meyveleri tüke yor hem de fazlasını organik pazarlarda sa yordu. Can da meyvelerin toplanmasında ve paketlenmesinde dedesine yardım ediyordu. Köyde yazları vakit çok çabuk geçiyordu. Kümeslerin ve ahırların temizlenmesi; yumurtaların toplanması; ineklerin, koyunların, keçilerin sağılması; arı kovanlarının kontrolü; balıkların tutulması derken bir bakmışsın akşam olmuş ve güneş batmaya başlamış. Can tüm bu işlerde dedesine ve babaannesine yardım ediyordu. Çok yoruluyor fakat dedesinin ona verdiği ufak harçlıklardan çok mutlu oluyordu. En önemlisi vak n nasıl geç ğini anlamıyordu. Yine bir kış günü, dışarıda lapa lapa kar yağıyor ve televizyonda sunucu, “Öğrenciler müjde! İki gün okullar ta l edildi.” haberini veriyor. Can ar k kar topu oynayabileceği için karın yağmasına çok seviniyor fakat bir süre sora sevincin yerini hüzün alıyor çünkü sürekli kar topu oynadıkları arazide büyük bir inşaat yükselmeye başladı ve ar k kar topu oynayabilecekleri hiçbir yer kalmadı. Eskiden dümdüz olan ve ağaçlarla kaplı olan arazide kocaman iş makinaları, sanki devasa bir göktaşı düşmüş gibi, dev bir çukur açmış, etra nı da çitlerle çevirmiş. Okuldan gelip geçerken sürekli içinden geç kleri, oyunlar oynadıkları yerin yanına bile yaklaşmak ar k olanaksız. Tüm bunları düşünürken aklına yine dedesi ve babaannesi geliyor. Acaba köy şimdi nasıl, ne kadar kar yağdı? İnekler, koyunlar, kuzular ahırlarında ya da tavuklar kümeslerinde ne yapıyor? En önemlisi de yazın balık tutukları ve yüzdükleri göl donarak tamamen buzlarla kaplandı mı? Dedemi aramak is yorum babacığım, diye seslendi babasına. Babası da ona, ne oldu oğlum, diye sordu. Bir şey yok; sadece konuşmak is yorum, dedi babasına Can. Bu arada telefon çaldı. Can koşarak telefonu aç . Telefonun diğer ucunda dedesi vardı. Dedesinin sesini duymak Can'ı çok mutlu etmiş . Dedesi: 84

KARAKUTU SAYI: 14


-Can, şimdi haberlerde izledim; okullar iki gün ta l edilmiş. Duydun mu? dedi. Can da: -Evet dedeciğim, duydum ama biraz üzüldüm, dedi Dedesi Can'ın üzülmesine çok şaşırmış çünkü Can kar ta llerini çok sever ve bütün gün kar topu oynardı. Ne olduğunu sormasına rsat vermeden Can olanları anlatmaya başladı. - Dedeciğim, tam karşıdaki oyun oynadığımız yemyeşil arazi ar k yok, oraya inşaat yapılıyor. Ar k kar topu oynayabileceğimiz hiçbir yer kalmadı. Dedesi: “Çok üzüldüm evladım. İstersen sömes r ta linde buraya gel. Buralar çok soğuk ama çok güzel. Her yer bembeyaz.” dedi. Bunu duyan Can koşarak annesine ve babasına: “Dedem beni sömestr ta linde köye davet ediyor; gidebilir miyim?” diye sordu. Babası da: “Yolların durumuna göre karar veririz. Yollar açık olursa gidebilirsin.” dedi. Can buna çok sevindi. Hemen dedesini aradı, müjdeyi verdi. Can, dede ve babaanne kavuşacak olmanın ortak sevincini yaşadılar. Sömes r ta line on gün kalmış . Günler ar k Can için geçmek bilmiyordu. Yola çıkacağı anı iple çekiyordu. Daha önce kış mevsiminde köye hiç gitmemiş . Fotoğraflardan ve dedesinin anla klarından aklında bir fikir vardı ama ilk kez kendi gözleriyle görecek köyün kış mevsimini. Hummalı bir gayre n baştan çıkarıcı kokuları da babaannesin ellerinden yükseliyordu her yana bu arada; çoktan hazırlıklara başlamış . Can'ın en sevdiği yiyecekleri pişirmek için gerekli olan malzemeleri bir bir hazırlıyor, elinde olmayanları komşulardan is yor ya da yolların durumuna göre her ha a şehre giden dedesine sipariş veriyordu. Sömes r ta li yaklaş kça Can iyice heyecanlanıyor içi içine sığmıyordu. Sürekli hava durumunu takip ediyor yolculuğunu planlamaya çalışıyordu. Annesi ve babası çalış ğı için Can tek başına gidecek bu kez ve bu yolculuk onun annesinden, babasından ayrı yapacağı ilk yolculuk olacak . Daha önce birçok kez uçağa binmiş annesi ve babasıyla ama bu sefer tek başına binecek . Dedesi onu havaalanında karşılayacak . Fakat Can'ın aklında pek çok soru işare vardı. İlk olarak onun gideceği gün havaalanındaki uçuşların iptal olmaması gerekiyordu. Ayrıca, dedesi onu karşılamaya geleceği için köy yolunun da açık olması gerekiyordu. Akşam olmuştu. Babası ve annesi işten, Can da okuldan eve gelmiş . Hep beraber yemeklerini yediler. Babası Can'a bir zarf uza . Can zar açınca içinde uçak biletlerini gördü. Çok sevindi, annesine babasına teşekkür e . Yemekten sonra hemen televizyonu aç . Eskiden haberleri izlemeyi hiç sevmezdi ama şimdilerde en sevdiği program olmuştu. En çok da hava durumu ile ilgili kısımları. Bu arada televizyondaki sunucu : -Müjde, müjde. Bu sömestr ta linde öğrenciler kara doyacak, Pazartesi günü yeni bir soğuk hava dalgası geliyor Sibirya'dan, dedi. Can'ın kafası karmakarışık olmuştu. Okullar kapandıktan iki gün sonra yeni bir soğuk hava geliyordu, hem de Sibirya'dan. Sibirya da neresiydi? Daha önce hep Balkanlardan gelirdi, bu sefer Sibirya'dan. Bu ne demek . Hemen odasındaki küreden Sibirya'nın yerini buldu. Balkanlara göre çok daha uzak . Oradan soğuk hava dalgası gelene kadar o çoktan köye gitmiş olacağını düşünerek kendini biraz olsun rahatlatmaya çalış . Ayrıca ya uçak seferleri iptal olursa ya köy yolu kapanır da dedesi onu almaya gelemezse ya da dedesi onu aldıktan sonra yollar kapanırsa ve köye gidemezlerse. Bir anda tüm bunlar aklından geldi geç . Tüm hisse kleri yüzüne yansımış olacak ki babası: “Ne oldu Can, iyi misin? Yüzün kâğıt gibi bembeyaz oldu.” diye seslendi. Babacığım biraz kafam karış , dedi Can ve aklına gelen soruları bir bir sormaya başladı. Sibirya da neresi ve oradan gelen soğuk havanın ne özelliği var? Babası Sibirya'nın Rusya'da çok soğuk bir bölge olduğunu ve oradan gelen havanın hem daha soğuk hem de bol yağışlı olduğunu anla . Sömes r ta li cuma günü başlıyordu; babası gidiş bile ni cumartesi gününe almış . Bu çok iyiyi çünkü kar yağışı pazartesi günü başlayacak . Bu arada köydeki hazırlıklar da tamamlanmak üzereydi. Babaannesi Can'ın en sevdiği yiyecekleri pişirmeye hazırdı. Dedesi Can'ın odası daha sıcak olsun diye odaya ufak bir soba kurmuş ve bol miktarda KARAKUTU SAYI: 14

85


da odun koymuştu yanına. Can'ın köydeki en sevdiği arkadaşı Yusuf da Can'ın geleceğine çok sevinmiş ve kocaman, iki kişilik bir kızak yap rmış babasına. Can'la yaşayacakları maceraları düşünerek kızağı saatlerce zımparalamış, güzel desenlerle süslemiş . Daha önce yaz ta llerinde Can'la çok eğlenceli zamanlar geçirmiş Yusuf ama bu beraber ilk kış ta lleri olacak . Yazın birlikte yüzdükleri ve balık tu ukları göl şu anda tamamen buz kesmiş dayanılmaz bir çekim oluşturuyordu oyuna Yusuf için. Can'a göstereceği ilk şey de donmuş haldeki göl olacak . Buzdan gölü görünce Can'ın yüzünün alacağı şekli hayal edip gülmemek için kendini zor tutuyordu. Zaman gelip çatmış . Can bütün gece hiç uyuyamamış çünkü yarın karne alacak ve ertesi gün uçağa binecek . Sabah erkenden uyandı. Aslından bu durum çok ilginç çünkü Can sabahları çok erken kalkamazdı. Bu yüzden bazen servisi bile kaçırdığı olurdu ama bu sefer tam tersi olmuştu ve ilk kez servis şoförü Ali Abi Can'ı değil; Can, Ali Abi'yi bekliyordu. Ali Abi Can'ı görünce çok şaşırdı. Hayırdır Can? İlk kez seni beni beklerken görüyorum, dedi. Bugün karne alacağım için çok heyecanlıyım; bir de yarın tek başıma dedemin ve babaannemin yanına gideceğim, dedi Can. Okulda da heyecanını yenemedi. Bu durumu öğretmenleri ve arkadaşları da fark e . Sabırsızlıkla karnesini almak için bekledi, bekledi, bekledi. Zaman elinden kaçıp gidiyor sonsuzca yakalanamayacak gibi hisse riyordu. Bu bitmeyen bekleyişin ardından nihayet son ders geldi. Karnesini aldı. İki dersi iyi, diğer tüm dersleri pekiyi idi. Karnesini alıp koşa koşa eve gi . Hava çok soğuktu. Yoksa Sibirya'dan kış erken mi gelmeye karar vermiş . Hemen haberleri aç ve hava durumunu beklemeye başladı. Neyse ki hava durumunda kar yağışının pazartesi günü başlayacağı söyleniyordu tekrar. Hemen dedesini aradı ve köydeki durumu sordu. Orada kar yağışı biraz erken başlamış ama yollar açık . Dedesi tüm önlemleri almış . Aracına zincirleri takmış, buzlanmanın en fazla olduğu yolları traktörle iyice temizlemiş ve tuzlama yapmış . Normalde kışın traktörü çok fazla kullanmıyordu Can'ın dedesi ama bu sefer durum farklıydı. Torunu geliyordu, tüm yolları açık tutmak zorundaydı. Ayrıca Can'ın en köyde yapmayı en çok sevdiği şeylerden birisi de traktöre binmek . Bu arada dedesine, arkadaşı Yusuf ve onun dedesi Mehmet dede de yardım ediyordu. En son kontroller de yapıldı ve hiçbir sorun yoktu. Cuma gecesi erkenden ya Can. Bu gece de uyuyamayacağını düşündü Can. Fakat öyle olmadı. Bir gün önce uyuyamadığı için ve günü çok heyecanlı geçirdiği için çok yorgun düşmüştü, hemen uykuya daldı. Annesinin, uyan Can, sabah oldu; uçağı kaçıracaksın, sözleriyle uyandı. Gerçekten de sabah olmuştu. Yataktan hemen rladı, hazırlıklarını tamamladı, kahval sını yap ve ar k yola çıkmaya hazırdı. Dedesi ve babaannesi de erkenden uyanmışlardı. Babaannesi erkenden kümese gidip tavukların yumurtalarını topladı, inekleri ve keçileri sağdı. Can'ın en çok sevdiği pasta ve çörekleri yapmaya başladı bile. Yusuf da erkenden dedesinin yanına geldi ve İsmet dede ben de gelebilir miyim Can'ı karşılamaya hem de sana yardım ederim, dedi. Bu teklif Can'ın dedesinin hoşuna gitmiş . Yolda ona can yoldaşı olurdu ayrıca zincir takma çıkarma gibi işlerde de ona yardımcı olabilirdi. Can, annesi ve babası havaalanına doğru yola çıkarken Can'ın dedesi ve Yusuf da köyden yola çıkmışlardı. Can havaalanına gider gitmez ilk olarak danışmaya gi ve herhangi bir iptal olup olmadığını sordu. Onun uçağında herhangi bir iptal yoktu sadece yarım saatlik bir rötar vardı. Hava çok soğuktu ama kar yağışı yoktu. Hemen dedesini aradı telefondan ve müjdeyi verdi. İki saat sonra yanında olacak . Dedesi de yola çık ğını biraz kar yağışı olduğunu ama yolların açık olduğunu söyledi. Dedesi, bir müjdem var; gelince görürsün, dedi. Müjdesi neydi, çok merak etmiş Can ama dedesi yanında Yusuf olduğunu söylemedi. Köy havaalanına iki saat uzaklıktaydı. Yolun bir saatlik kısmı virajlı, karın ve buzlanmanın çok olduğu dağ yoluydu. Ama dedesi her ha a bu yoldan geç ği için yolu avucunun içi gibi biliyordu. Arabasında da zincir olduğu için herhangi bir sorun olmadı. Bir saat sonunda ana yola gelmişlerdi ve ar k yolda buz olmadığı için zincirlerin çıkarılması gerekiyordu. Bu konuda Yusuf çok becerikliydi ve hemen zincirleri çıkardı. Can'ın dedesi arabasından dışarı çıkmamış bile. Yusuf tek başına zincirleri çıkardı ve düzenli bir şekilde kutusuna koydu. Çünkü dönüşte tekrar kullanacaklardı zincirleri. Dedesi Yusuf'u yanına almakla çok iyi bir iş yap ğını bir kez daha anladı çünkü zincir takma ve çıkarma işini çok fazla sevmiyordu. Bir saatlik 86

KARAKUTU SAYI: 14


yolculuktan sonra havaalanına varmışlardı. Dedesi hemen Can'ı aradı ve havaalanına geldiklerini söyledi. Can çok sevinmiş bu habere. Ar k uçağa binmek üzereydi ve annesi ve babası ile vedalaş . Onu uçağa götürecek olan görevliler geldiler ve Can'ı aldılar. Onu uçağa götürüp koltuğuna otur ular. Can uçakla seyahat etmeyi çok seviyordu, özellikle de cam kenarında oturmayı. Bu sefer de öyle oldu. Can bütün yolculuk boyunca camdan dışarıyı izledi. Bir an önce yolculuğun bitmesini ve dedesine kavuşmayı bekliyordu. Tüm yolculuk boyunca dedesinin sürprizinin ne olduğunu düşünüp durdu. Sonunda kaptan ar k inişe geç klerini anons e . Bu arada dışarıda kar yağışı da başlamış . Buna çok sevindi Can çünkü köye gitme sebebi de çok çok kar topu oynamak . Gerçi dedesi ona köyde çok fazla kar olduğunu söylemiş ama kendi gözleriyle görmeden inanamayacak . Tüm bunları düşünürken uçağın tekerleğinin yere değmesi ile irkildi Can ve kendine geldi. Ar k telefonlarınızı kullanabilirsiniz anonsunu duyar duymaz telefonunu aç . İlk olarak annesini aradı ve uçağın indiğini haber verdi. Sonra dedesini aradı. Dedesi çok mutlu oldu uçağın indiğine. Uçak yolculukları her zaman ürkütücü geliyordu dedesine. Koskocaman ve tonlarca ağırlıktaki o metal yığını nasıl da havalanıyor ve yüzlerce kilometre hızla uçabiliyordu. Bunu aklı bir türlü almadığı için uçak yolculuğuna mesafeliydi hep. Bu yüzden sadece bir kez binmiş uçağa ve şanssızlık bu ya o yolculukta da uçak birkaç kez çok şiddetli türbülansa girdiği için bir daha da binmeyeceğine yemin etmiş . Valizini aldıktan sonra Can ar k hazırdı dedesi ile buluşmaya. Koştura koştura kapıya doğru gi . Kapı açılınca karşısında dedesini buluverdi Can. Hemen kucaklaş lar dede ve torun ve hasret giderdiler. Bu arada dedesinin telefonu çaldı ve babaannesi, ne yap n; gi n mi havaalanına, diye sordu. Telaştan ona haber vermeyi unutmuşlardı. Çoktan havaalanına gitmiş ve Can'la buluşmuştu bile. Babaannesi ona haber vermediler diye biraz içerledi ama önemli olan Can'ın sağ salim gelmesi olduğu için bu seferlik pek bir şey demedi. Dikkatli bir şekilde gelin diye öğüt verdikten sonra telefonu kapa . Can, haydi dedeciğim bir an evvel yola çıkalım; çok sabırsızlanıyorum köye gitmek için, dedi. Yusuf tüm bunları Can'ın göremeyeceği bir yerden izliyordu. Bu arada Can'ın aklına dedesinin sürprizi geldi ve dede bana bir sürprizin olduğunu söylemiş n ama ben bir şey göremiyorum yoksa şaka mı yap n bana, dedi. Sürprizimi görmek için arkanı dönmelisin, dedi dedesi. Arkasını dönen Can karşısında Yusuf'u görünce çok heyecanlandı. Birbirlerini uzun zamandır görmeyen çok iyi iki dost ve arkadaş kucaklaş lar ve el ele arabaya doğru yürümeye başladılar. Arabaya geldikleri vakit Can'ın aklına valizi geldi, unu uğunu düşünüp aniden arkasına döndü ve valizini dedesinin taşıdığını gördü. Dedesine, kusura bakma dedeciğim, Yusuf'u görünce valizimi unu um; sen taşımak zorundan kaldın, dedi. Dışarıda kar şidde ni iyice ar rmış, r nanın da etkisiyle lapa lapa yağıyordu. Dedesi çocuklara, bir an evvel yola çıkmamız lazım; eğer burada kar bu şidde e yağıyorsa dağ yolunda ve köyde çok daha fazladır; yollar kapanmadan gitmemiz lazım, dedi. Hemen yola çık lar. Anayoldan çıkmadan önceki benzincide benzin aldılar. Dağ yolunun başlangıcına kadar herhangi bir buzlanma olmadığı için zincir takmaya ih yaç olmamış ama köyden gelirken zinciri çıkar kları yere gelince Can'ın dedesi, ar k zincir takma zamanı geldi, dedi. Yusuf, merak etmeyin biz Can'la hızlıca takarız; sizin arabadan çıkmanıza bile gerek yok, dedi. Öyle de oldu beş dakika içinden Can ile Yusuf zincirleri takmışlardı bile. Tekrar yolculukları başladı. Dağ yolundan çık kça ilk olarak etra aki daha sonra da yoldaki kar artmaya başladı. Bir süre sonra her taraf bembeyaz olmuştu. Can, bu ne kadar çok kar böyle, deyince arkadaşı Yusuf, bu daha ne ki, sen esas köydeki karı gör, dedi. Onların kendi aralarındaki konuşmaları ar kça dedesi, çocuklar biraz az konuşun lü en; dikka m dağılıyor, dedi. Bu uyarıyla birlikte Can tekrar dışarıya bakmaya başladı. Ar k etra a en az bir metre kar vardı. Yol ise tamamen buzlarla kaplıydı. Köyde de babaannesi sabırsızlıkla Can'ı bekliyordu. Karın şidde ni ar rması onu biraz düşündürüyordu. Aslında Can'ın dedesi yolları çok iyi biliyor ve buzda araba kullanmak konusunda çok tecrübeli idi ama bu sefer yanında Can olduğu için babaannesi biraz meraklanıyordu. Köy yolunun büyük bir kısmında telefon çekmediği için onları arayamıyordu. Ayrıca, Can'ın dedesi araba kullanırken dikka dağıldığı için telefonla aranmaktan da çok hoşlanmıyordu. Bu yüzden babaannesi için beklemekten başka yapacak bir iş yoktu. Köy yoluna gireli KARAKUTU SAYI: 14

87


yarım saat olmuştu ve yarım saat sonra burada olmaları gerek diye düşündü babaannesi. Birden babaannesin aklına Can'ın odasının sobasını yakmadığı geldi. Hemen sobayı odunla doldurup kibri çak . Soba yandıkça odanın içi sıcacık olmaya başladı. Dağ yolları yılan gibi kıvrımlarla yükselirken kar miktarı da artmaya devam ediyordu. Can ömründe ilk kez bu kadar çok kar görüyordu. Dedesi köyde metrelerce kar var dedikçe zihninde canlandıramadığı zamanlar aklına geldi ama doğruydu dışarıda en az iki metre kar vardı. Arabanın termometresi de -20 dereceyi gösteriyordu. Yazın bu yollardan çok kez geçmesine rağmen hiçbir yeri tanıyamıyordu Can. Sanki buralardan ilk kez geçiyordu ve dedesinin meşhur, son virajı dönüyoruz, cümlesi döküldü dudaklarından. Bu demek oluyordu ki önlerindeki virajın hemen ardında köy vardı. Neyse ki herhangi bir sorun olmadan varmışlardı köye. Köye girdikleri zaman Can'ın şaşkınlığı bir kat daha ar . Çünkü etra a sadece binalar ve kar vardı. Binaların ça ları da en az bir metre karla kaplıydı. Köyün içindeki ağaçların yaprakları döküldüğü için sadece dalları gözüküyordu. Etra a bir tane bile hayvan yoktu. Nereye gitmiş o kadar inek, koyun, keçi ya da tavuk. Sadece uzaktan birkaç köpeğin uluma sesleri geliyordu. Onlar da köyü kurtlardan koruyan çoban köpeklerinin sesleriydi. En güçlü köpeklerden birisi da Yusuf'un köpeği Karabaş' . Dede, hayvanlar nerede, diye sordu Can. Havalar çok soğuk olduğu için hepsi ahırlarda ya da kümeslerinde, dedi dedesi. Köyde ilerledikçe şaşkınlığı artmaya devam e . Yazın yemyeşil olan köyden eser bile yoktu. Okullar ta l olduğu için köy okulu da kapalıydı ve kar r nası beklendiği için çocuklar da evlerindeydi. Herkes evine kapanmış . Sadece zorunlu zamanlarda dışarıya çıkıldığı için kimseyi göremiyordu. Sadece Can, dedesi ve Yusuf dışarıdaydı. Sessizliği bozan şey Can'ın dedesinin arabasının sesi ve uzaktan gelen köpek ulumaları idi. Biraz daha ilerleyince Can'ın dedesinin evine geldiler. Kulağı kapıda olan babaannesi hemen kapıya çık , Can koşa koşa babaannesine gi ve ona sarıldı. Birkaç dakika öyle kaldılar. “Nerede kaldınız? Gözüm yollarda kaldı. Hemen içeri geçin.” dedi babaannesi. Hep beraber evin içine girdiler. Babaannesi iki sobayı birden yak ğı için içerisi hamam gibi çok sıcak . Ayrıca yemekler, çörekler ve börekler piş ği için çok güzel kokular geliyordu. Ama Can en çok odasını merak ediyordu. Koşa koşa üst kata çık ve kapısını aç , içeride ufak bir soba vardı. Babaannesi ağzına kadar odunla doldurduğu için içerisi çok sıcak . Odanın çok sıcak olduğunu düşündüğü için biraz camları açayım da oda serinlesin diye düşündü. Camın kenarına geldiği için dışarıyı çok net görebiliyordu. En çok sevdiği şeylerden biri camdan dışarıya bakmak ve gölün üzerindeki balıkçıları izlemek . Ama bu kez öyle olmadı. Camdan dışarı bak ğı vakit donup kaldı. Daha sonra odasından koşarak alt kata indi ve dedesine, göl nerede, ne oldu ona, diye sordu. Evet, kocaman göl yerinde yoktu, yerinde kocaman bir boşluk vardı sadece. Nereye götürmüşlerdi onu? Dedesi, “Merak etme oğlum; göl orada duruyor. Sadece hava çok soğuk olduğu için dondu. Yarın gidip üzerinde yürüyüş yaparız. İstersen balık da tutarız.” dedi. Can çok şaşırmış . Daha önce hiçbir zaman göl üzerinde yürüyüş yapmamış . Ya içine düşüp boğulurlarsa ne olacak ? Karınları bir kurt gibi çok acık ğı için hep beraber oturup babaannesinin hazırladığı yiyeceklerden yediler, sohbet e ler. Akşam olunca ne kadar da yorulduğunu düşündü Can. Yusuf da evine gitmiş . Can da odasına çık . Babaannesin sobayı nasıl doldurduğunu izledi. Hava karardıkça kar yağışı şidde ni ar rdı. Can sobada yanan odunların sesi, cama vuran kar tanelerinin çı r ları ve dışarıdan gelen köpek uğultuları eşliğinde uykuya daldı. Can sabah erkenden babaannesinin sobayı temizlemesi ve tekrar odunla doldurması sırasında çıkan seslerden dolayı uyandı. Çok şaşırmış . Daha birkaç saat önce ka basa doldurdukları sobada hiç odun kalmamış . Dahası içerisi çok da fazla sıcak değildi. O zaman anladı kışın yapacak birçok şey olduğunu. En önemlisi de tüm sobaların her gün üç kere küllerinin temizlenmesi ve odunla doldurulmasıydı ama bunun için de sobanın yakınında sürekli kuru odun bulunması gerekliydi. Dedesinin o gelmeden önce hazırladığı odunların neredeyse yarısı bitmiş bile. Odunlukta yeter miktarda odun vardı ama onların baltayla kesilip içeri taşınması gerekliydi. Bu arada babaannesi tekrar sobayı yakmış bile çoktan. Sırada ne var, diye sordu Can. Babaannesi de, “Buranın böyle sessiz, sakin olduğuna bakma; yapacak çok iş var.” dedi. Dedesi uyumaya devam ederken Can paltosunu giydi ve babaannesi ile birlikte dışarı çık . Önce kümese 88

KARAKUTU SAYI: 14


gi ler. Sanki tüm tavuklar ve horozlar, nerede bizim yemlerimiz, der gibi gözlerinin içine bakıyor; heyecandan sağa sola koşuşturuyorlardı. Yumurtaları topladılar, yemlikleri ve sulukları temizleyip tekrar doldurdular. Daha sonra inekleri ve keçileri sağdılar. Onlara da saman ve su verip sobalarına odun a lar. Dışarısı çok soğuk olduğu için hayvanların da sobaları vardı. Ar k kahval hazırlama zamanı geldi dedi, babaannesi. Bu arada Yusuf da gelmiş . Yanında da iki şey vardı: Birisi Yusuf'un Can için hazırladığı iki kişilik kızak, diğeri de Yusuf'un köpeği Karabaş. Karabaş Can'ı görünce hemen tanıdı, ona doğru koştu ve üzerine atlayıp hemen ellerini ve yanaklarını yalamaya başladı. Dışarıda biraz dolaş lar ama çok soğuk olduğu için biraz üşüdüler. Bu arada babaannesinin sesi duyuldu: “Çocuklar neredesiniz? Yumurtalarınız soğuyacak.” Evet, ar k kahval zamanıydı. Ayrıca Karabaş'ın da işe gitme zamanı gelmiş çünkü uzaklardan uluma sesleri geliyordu fakat bu sesler dün akşam gelen seslerden farklıydı. Can, Yusuf'a seslerin neden dün akşam gelen seslerden farklı olduğunu sordu. Yusuf da gelen seslerin kurtların uluma sesleri olduğunu söyledi ama korkacak bir şey olmadığını, Karabaş olduğu müddetçe hiçbir kurdun köye gelmeye cesaret edemeyeceğini ekledi. Bu arada Karabaş da havlaya havlaya kurtların uluma seslerinin geldiği yere doğru çoktan koşmaya başlamış bile. Ağaçların arasında koşarak ormanın derinliklerinde kayboldu Karabaş. Can kendi elleriyle topladığı yumurtalar ve sağdığı sütle çok güzel bir köy kahval sı yapmış Can. Kahval da Can, dedesi ve Yusuf göle gitmeye karar verdiler. Dedesi yanlarına tüfeğini, buzda delik açma ale ni ve oltasını da aldı. Köyün içerisinden geçerken Can'ı tanıyan herkes, hoş geldin, dedi ona. Gölün kenarına geldikleri zaman Can tüm kayıkların gölün dışına çıkarıldığını gördü. Çünkü kışın göl donduğu zaman kayıklara zarar veriyormuş. Haydi, dedi dedesi ama Can biraz tereddüt e . Ya buz kırılırsa. Bunu hisseden dedesi, “Merak etme, şu anda bir metre buz var ve dışarısı -15 derece; korkacak hiçbir şey yok.” dedi. Can şaşkınlık içinde gölün üzerinde yürümeye başladı. Ayaklarının al nda taş gibi olmuş göl vardı. Yaklaşık 200 metre yürüdüler. Dedesi yanında ge rdiği buzda delik açma ale ni ve oltayı çıkardı. Yusuf ve Can oltaya yem takarken dedesi de ale çevire çevire buzun üstünde ufak bir delik aç . Bir metrelik buzun üstünde delik açmak yaklaşık yarım saat sürdü. Delik açıldıktan sonra gölün donmamış olan kısmı ortaya çık . Biraz acele etmemiz lazım dedi, dedesi. Çünkü hava çok soğuk olduğu için delik tekrar kapanacak . Can ve Yusuf delikten oltanın ucunu suya soktu. Bu arada dedesi de elinde tüfeği ile etra kolaçan ediyordu. Çünkü buz üzerinde saklanacak hiçbir yer yoktu ve emindi ki şu anda onları izleyen yır cı hayvanlar vardı etra a. Can ile Yusuf oltayı delik içinde hareket e rirken dedesi gölün kenarındaki ormanın içinde bir hareketlilik sezdi. Hemen tüfeğini o noktaya doğrul u. “Çocuklar dikkatli olun; şu noktadan bir şey bize doğru yaklaşıyor.” dedi. Can çok korkmuştu. Hiç hareket etmeden o noktaya doğru bakmaya başladılar. Bu arada oltaları da kuvvetli bir şekilde hareket ediyordu, belli ki balık yakalamışlardı ama çekmeye cesaret edemiyorlardı. Onlara doğru gelen şey ağaçların arasından çıkmak üzereydi. Dedesi o noktaya nişan aldı. Ağaçların arasından rlayan şey onlara doğru yaklaşırken, Can, “Eyvah! Kurt geliyor.” dedi ama gelen şey kurt değildi, Karabaş' . Yusuf, “O kurt değil, Karabaş. Merak etmeyin; o bizimleyken hiçbir kurt bize yaklaşamaz.” dedi. Hep beraber derin bir nefes aldılar ve oltayı dışarı çıkar lar. Tam iki kocaman alabalık tutmuşlardı. Can tekrar tutmak istedi ama bu arada delik kapanmaya başlamış bile. Dedesi, “Delik kapandı zaten; ayrıca sadece ih yacımız olan kadarını yakalamalıyız.” diyerek ar k eve gitmeleri gerek ğini söyledi. Bir balığı Can, bir balığı da Yusuf taşıyarak eve geldiler. Hava kararmaya başlamış . Sobanın içinde yanan rında balıkları pişirip bir güzel karınlarını doyurdular. Can yine erkenden ya p uyudu. Ta lin ikinci günü çoktan geçmiş bile. Can ta lin bitmesini istemiyor ama bir an evvel de yaşadıklarını ablasına, annesine, babasına, arkadaşlarına ve öğretmenlerine anlatmak için sabırsızlanıyordu. Daha sonraki üç gün boyunca kar r nasından evden dışarı bile çıkamadılar. Öyle ki bu üç gün boyunca Yusuf'u bile göremedi, odunluktan odun bile ge remedi Can. Tam ellerindeki odunlar bitmek üzereydi ki kar r nası durdu. Ar k dışarı çıkabilirdi. Ta linin sonraki günlerinde bol bol kızağa bindi, Yusuf ve Karabaş ile birlikte ormanda yürüyüş yap . Sonunda ta lin son günü geldi. Babaannesinin köy kahval sından son bir kez daha yap , onunla vedalaş . Dedesi ve Yusuf ile birlikte yola çık lar. Köyün çıkışına kadar Karabaş da KARAKUTU SAYI: 14

89


koşarak ve havlayarak onlara eşlik e . Havaalanında son olarak Yusuf ve dedesi ile vedalaş Can ve uçağa bindi. Can uçakta son on gün boyunca yaşadıklarını tekrar tekrar düşündü. Keşke şehirdeki insanlar da onun kadar şanslı olsaydı. Annesine, babasına, ablasına, arkadaşlarına ve öğretmenlerine anlatacağı ne kadar da çok sömes r ha rası birik rmiş . cansu DÖNMEZ / 11 C

90

KARAKUTU SAYI: 14


perşembe 'Şu bulutlara bak Galip! Küçükken annelerimizin anla ğı masallardaki gibi.' diye bağırdı Gülizar. Sesinde yıllar süren esare en sonra kafesinden kaçmayı başaran bir güvercinin coşkusu vardı. Haksız da sayılmazdı zira Servetgillerin yalısında denizi görüp de hissedemediği, gönlünü verdiği edebiyatla ilgilenemediği ve uğruna yaşadığı adamın yüzünü görmeden ömrünü tüke ği, üstüne bir de hanımefendi tara ndan o varlıklı eve ait olmadığı yüzüne vurularak geçirdiği her an esare n ta kendisiydi. Puslu, güneşe yasaklı bir mahpushaneden farksız. Zaten kimsesiz, üstüne üstlük gayrimeşru bir çocuğun kaderinin bir masal karakterininkine benzemesini beklemek aptallık olurdu. 'Beyefendiye şükret ve dua et, sesini de fazla yükseltme. Ayaklarımıza kapanacağına sura nı asıp ailemizi çileden çıkar yorsun.' diye bağıran evin küçük kızına da göz yumması gerekiyordu yaşamı boyunca, ailenin tek veliah Rauf Bey'e de. Rauf Bey'in özel bir ilgisi vardı Gülizar'a karşı. Bu ilgisi mektebini bi rip Avrupa'dan döndüğü zaman yani yirmi beş yaşlarındayken başlamış . Gülizar ise o vakitlerde genç kızlığının farkına yeni varmış , yüzü ve vücudu ise çocuksu havasını kaybetmemiş henüz. Gözleri denizleri ve göğü kıskandıracak kadar maviydi; yanakları bir elma bahçesini andırıyordu. Mutlu bir hayat sürmüyor olsa bile evrendeki tüm canlıları kıskandırabilecek kadar içten bir gülümsemesi vardı bembeyaz dişlerinin arasından sızan. Bu mütevazı ve bedbaht kıza işte bu yüzden gönlünü kap rmış evin zengin, şımarık ve çokbilmiş evladı. Rauf Bey'in Gülizar'a olan sonu gelmez ilgisi günden güne kızın haya nı cehenneme çeviriyordu. Rauf, Avrupa'da geçirdiği yedi yılın sonunda yaşam tarzını tamamen değiş rmiş , bambaşka bir kültürle yoğrulmuştu. Gülizar'ın da kendi gibi yaşamasını is yor, onu istediklerini yapmaya zorluyor, tacize varan eylemlerde bulunuyordu. İşte böyle zamanlarda Gülizar'ın haya nı, kurak bir kışın ardından beklenmedik bir anda insanın saçlarına dökülen kar taneleri gibi ferahla yordu Galip, Gülizar'ın hayat ışığı. O da Rauf gibi nitelikli bir eği m almış , Fransızca biliyordu, edebiyatla iç içeydi. Buna rağmen ne kendini beğenmiş bir tavrı vardı ne de çokbilmiş davranışları. Rauf'un hazıra konmuşluğunun aksine o, çarşıda kuruyemiş satan orta halli bir esna n oğlu olduğundan sahip olduğu her şeyi emeği ve çalışkanlığıyla elde etmiş . Haya nda şımarıklığa yer yoktu. O, Gülizar'ın sahip olduğu tek talih , haya a kalmak için yaşadığı o hapishaneden farksız yalının camından göz kırpan güneş ışığıydı. İkilinin hayatlarını tesadüfen bağlayan şey edebiyata olan ilgileri olmuştu. Bir saha n önündeydi ilk karşılaşmaları. Bir perşembe öğleden sonrasıydı; küçük hanım keman dersine gi ğinden Gülizar'a da dışarı çıkması için izin veriliyordu. O da her perşembe ilk iş sahafları geziyor, kendi dünyasından dışarı taşabilmek için birkaç kitap alıyordu üç kuruşluk maaşıyla. O gün de Telemak'ı arıyordu ki gözleri Galip'e takıldı. İkisi de uzunca bir süre başka bir yöne çeviremedi kafalarını, uyanmak istemedikleri bir rüyada gibiydiler. Derken esna n bağırışıyla geldiler kendilerine. Bu tesadüfi karşılaşma ikisini de çok etkilemiş . Belki de birbirlerinin kalbindeki boşluğu dolduracak ve acılarını dindireceklerdi. O günden sonra aralıksız her perşembe birbirlerini görmeye o çarşıya gi ler. Gözlerinin birbirine değmesiyle başlayan bu ani ilişki birkaç ha a sonra heyecanlı bir hal almış . Kimi zaman çay, boza içiyor, hayatlarından bahsediyor kimi zaman da eski püskü bisikletleriyle hayatlarının izin verdiği en uzak noktaya doğru pedal çeviriyorlardı. 'Şu bulutlara bak Galip!' diye bağırırdı Gülizar, 'küçükken annelerimizin anla ğı masallardaki gibi.' Ha anın al günü Rauf Bey'e katlanışlarının hepsini telafi ederdi sonsuzluğa açarken kollarını. Rüzgârdan savrulan eşarbını düzel rken kafasını yana çevirdiğinde Galip'in de ona bak ğını görür, içinde karşı koyamadığı bir kıpırdanma baş gösterirdi. Doğduğundan beri yaşadığı tüm zorlukları, Rauf'un zorlamalarını unutuverirdi sevdiği adamla şiirler okurken. Akşam ezanını duyunca içini bir hüzün kaplar, ayrılma vak gelirdi. Elinde kitaplarıyla tutardı evin yolunu. Sevdiğine bahsetmeye utandığı o adamın kollarına doğru yürürdü. KARAKUTU SAYI: 14

91


Bir haziran akşamıydı. Gülizar Rauf Bey'in odasındaydı, ortalığı toparlıyordu ki beyefendi girdi içeriye, ciddi bir surat ifadesi takınmasa Gülizar bu ziyare n hal ha r sormaktan ibaret olduğunu düşünürdü ancak öyle olmadığını beyefendi ve hanımefendinin büyük odada yap ğı konuşmadan sonra anlayacak . İçini bir sızı kaplamış , belki de ar k memnun değillerdi ondan, yerine daha tecrübeli bir kalfa almak is yorlardı. Her ne kadar çoğu kişinin arzu etmeyeceği bir ömür sürüyor olsa da o yalıda, diğer seçeneği aç ve beş parasız sokakta kalmak . Yıllardır bu yalıdasın Gülizar, bu ocağın bir parçasısın. Yine de bizden biri gibi hissetmedin kendini, hissedemezdin de. Ancak dün Rauf öyle bir şeyden bahse ki bütün bu durumu değiş rebilir. Düşündüm, makul buldum. Tez vakte ikinizin mürve ni göreceğiz inşallah.' Sakince dinledi bu sözleri Gülizar. Büyük bir dehşet içerisindeydi, bir yandan da önceden tahmin edilmiş bir felake n geçekleş ğini hissediyordu. Karmakarışık ruhu, dağılmış . Ne fayda. İki güne kalmadı, tak lar yüzükleri. Hızlı bir imam nikâhı kıyıldı, çeyizler düzüldü. Her şey hazırdı, Gülizar hariç. Bir perşembe sabahı ağlayarak uyandı Gülizar, önceki perşembelerin aksine. En mutlu olması gereken günde bir enkazın al nda kalmış gibi hissediyordu. Kafasında türlü düşüncelerle hazırlandı, kokusunu sürdü, sevdiğini görmek arzusuyla şalını düzel p kafasını yana çevirdi, nafile. “Hadi kızım, vakit az yapacak iş çok!' diye bağırdı.” eve yeni alınan kalfa. Ne de olsa Gülizar ar k çalışmayacak , hizmet etmeyecek o yalıda. Biliyordu, Galip'le karşılaşacak . Yüzüne bakacak uzun uzun, bir daha göremeyeceğini bilerek. Yanında gitmek isteyecek ancak ayaklarının bağları acıtacak canını. Öyle de oldu. Kalfa önden, o arkadan yürüyorlardı. Öğle saa , güneş yukarıdaydı. Kavurucu bir sıcak vardı, öyle ki kedi köpek bile gezinmiyordu açıkta. Normalde olsa sıcağın insanları mutlu e ğini düşünürdü, şalını biraz açardı güneş en tepedeyken. Ancak o anda en nefret e ği şey haline geldi kavurucu hava. Kuru ve acımasız bir talihin izlerini taşıyordu güneşten boyunları bükülen çiçekler. Derken bir köpek havladı, esare en kaçarcasına bir rüzgâr es ; her zamanki kitapçının önünden geçiyorlardı. Kaçınılmaz son gelmiş . Göz göze geldiler haya nı adamak istediği adamla. Galip ona doğru yaklaş kça gerisin geri koşup kaçmak is yor ancak kolunu bile kıpırdatamıyordu. “Neyin var?” diye sormak için ağzını açacak ki Rauf, tezgâhın sağ tara ndan bir kadının bağırışı duyuldu. “Gülizar, hadi ama! İlk günden kocanı bu kadar bekletmek yakışık kalmaz.” -Biri kolonya ge rsin efendiler! “Üç sene oldu Rauf'la evleneli, vaziye n kederini üzerimden a m. Zira ömrüm önceden de ziyadesiyle çekilmezdi. Bir kuyruklu yıldızın geçişini izledim haya mdan, sonra kayboldu. Kabullenmek icap eder. Mamafih o günü aklımdan söküp atmak hayli zor. Çarşıdakini diyorum, seni en son gördüğüm günden bahsediyorum. Seni son kez gördüğüm anı bayılarak ziyan e ğim için kusura bakma ancak dayanmak fazlasıyla güçtü. Bunları yazıyorum sevdiğim, zira seninle gönül eğlendirip sonrasında hali vak yerinde bir adamın koynuna girdiğimi düşünmeni istemem. Bil ki bu zoraki bir izdivaç ve benim bir kez daha aynı ru ni uygulayıp çarpmaktan aciz kalbim sonsuza dek sana ait olacak.' Elma bahçem diye sevdiğin sevgilin. Gülizar zeynep ÇİLOĞLU / 11A

92

KARAKUTU SAYI: 14


nurullah kuzu'nun "kırkyama" kitabında yalnızlık ve ötekileşme temalarının yansı lmasında mekânın ve anla cının işlevi giriş Nurullah Kuzu tara ndan kaleme alınmış “Kırkyama” eserinin ilk bölümü, birbirlerinden çok farklı hayatları anla ğı halde aynı sorunsalı ele alan hikâyelerden oluşmaktadır. Bu hikâyelerde Dostoyevski'nin deyimiyle “şölen masasında yer alamayan insanlar” anla lmaktadır. Dört ana karakterin de çevresindeki herkes "onlar" kendileri ise "öteki"dir. Hikâyelerdeki bu insanlar, hep bir yanları kırık yaşamakta ve bu kırıklıklar onların karmaşık, anlaşılması güç ruh hallerine sahip olmalarına neden olmaktadır. Kuzu, kimse tara ndan görülmeyen, toplumun içinde "var olmayan" ve tanınmayan “öteki”yi alışılmamış unsurlarla anlatarak bu karmaşık ruh hallerini okuyucuya yansıtmayı başarmış r. Toplumun oldukça farklı kesimlerinden gelen, kimi öğretmen, kimi yazar, kimi öğrenci olan bu karakterler her ne kadar çok farklı hayatlar yürütseler de birbirlerinin varyantlarıdır ve hepsi herkesten farklı olarak hayatlarını sürdürmeye çalışan ve var olmaya çalışan insanlardır. “Kırkyama” eserinin “Astar ve Terzi” bölümündeki dört hikâyede dört farklı bireyin var olma mücadelesi anla lır. "Mahzen" hikâyesi; hiç kimse gibi olmayan, dolayısıyla kimsesi olmayan, “sürüdeki topal hayvan 1 gibi arkadan ve yandan” (Kuzu, 13) yürüyen ve “eylem kanalları kanmış ö enin” şiddete i ği bir genci konu alır. Bu genç, ergenlik çağında yaşıtlarının arasında var olma ve saygı duyulma özlemi çekmektedir. “Hınç” hikâyesinde ise görünürde "Mahzen" hikâyesinin ana karakteriyle bağlan sız bir karakter olan Rızgar'ın hikâyesine yer verilir. Yakın zamanda “yurdum deyip başını koyduğu sineyi” (Kuzu, 27) kaybetmiş Rızgar adlı genç bir adam, onun yalnızlığı ve hisse ği haksızlığa uğramışlık duyguları işlenir bu hikâyede. Öykü aynı zamanda bir değişimi de anla r çünkü yaşadığı yoğun ötekilik ve dışlanmışlık duyguları en sonunda Rızgar'ı ö e ve şiddete iterek çevresindekilerden in kam almak istemesine neden olur. Hikâye, inatla çaldığı kapıların Rızgar'a açılmamasının verdiği acı ve eziklik duygusunun onun üzerindeki sonuçlarını irdeler. “Kimse” hikâyesiyle karakter profili daha da değişir ve sahne entelektüel bir yazara bırakılır. Yazar, geldiği toprakların etkisinden kurtulamamış, kendini içine girdiği ortamlarda var etmek için şekilden şekle giren ve aslında bu durumdan utanan bir insandır. İçine girdiği bu sahte durumlardan kurtulmak için de hayat yolculuğunda ona eşlik edecek, yalnızlığına merhem olacak, onu anlayacak bir kadın aramaktadır. Aynı Yusuf A lgan'ın C.'si gibi ana karakter de aradığı kadını bulur ve kaybeder. Bu hikâyede haya paylaşacak birine sahip olmamanın sonuçları anla ldığı gibi, tutamak arayışı ve köy geçmişine rağmen şehirde var olma çabası gibi yan temalara da yer verilmiş r. Son hikâye olan “İç Kırışıklıklar” hikâyesinin ana karakterinin haya nda kadınların etkisi büyüktür. Bu öyküde haya an kopmuş, ötekileşmiş ve yalnız bir öğretmen anla lır. “Yaralar vardır haya a, ruhu cüzzam gibi yavaş 2 yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.” der Sadık Hidayet. Genç öğretmeni bir "öteki" olmaya ve kendini dış dünyaya kapatmaya iten yara ise kaybe ği sevgilisi ve evidir. Genç öğretmenin haya an kopuk hali sadece kötüleşerek devam eder, ta ki karşı balkondaki kadın onun varlığının farkına varana dek. Bu, okur olarak varlığından emin olamadığımız kadın önce onunla bir şeyler paylaşır, sonra bir gece ortadan kaybolur. O gece kadın bir rüyada gelir ona, birlikte olurlar. Sabah ana karakter değişmiş olarak uyanır. Bu ülküsel kadınla yaşadıkları ana karakterin kendi gerçekliğinin farkına varmasını ve değişmeye başlamasını sağlamış r. "İç Kırışıklıklar" hikâyesi "görülmenin" bir birey üzerindeki olumlu etkisini vurgulayarak sonlanır. Bu dört farklı hikâyede farklı etnik kökenlerden, farklı coğrafyalardan, farklı toplum sınıflarından ve yaşlardan gelen insanların hayatlarını yöneten ötekilik durumunda takılı kalmışlık hali onların temel ortaklıklarıdır ve karakterlerdeki bu çeşitlilik; ötekiliğin, korkunun, yalnızlığın, var olma çabasının kim tara ndan yaşanıyor olursa olsun aynı duygu olduğunu anlatmaktadır. Eserde karakterlerin karmaşık iç dünyalarını yansıtmak için kullanılan iki temel unsur bulunur: anla cı ve mekân. Anla cı, Kuzu'nun hikâyelerinde sadece hikâyeyi anlatan kişi konumunda bulunmaz. Anla lanlara o da, dil düzeyine ulaşmayan gerçeklikler ekler. Anla cı karakteri ifşa eder bir bakıma. Bu nedenle KARAKUTU SAYI: 14

93


anla cının kim olduğu, kullandığı dil, üslubu gibi unsurlar metni etkin kılar. Me nlerde iki farklı anla cı kullanılmış r: birinci ve ikinci tekil şahıs anla cılar. Sen anla cı kullanılarak her "öteki"nin iç dünyasında yaşadığı durumların benzer olduğu vurgulanmış r. Bu insanların hayatlarında neler olduğunu ve bu olanların gelecekte onları nasıl etkilediği de anla cı düzlemine yansı lmış r. Birinci anla cı kullanımıyla da "öteki"nin psikolojik durumu irdelenmiş ve anla lma zamanındaki ruh hali açıkça yansı lmış r. Teknik olarak çok farklı iki unsur olan bu anla cılar, aynı mesajı vermeyi başarırlar. Bu da, ana karakterlerin ne kadar farklı kimlikleri olursa olsun ötekiliğin ve yalnızlığın herkes için ortak olduğunu gözler önüne sermek r. Eserde karakterlerin yaşadıkları duygular aynı olsa da, sürdürdükleri hayatlar çok farklıdır. Örneğin, "Mahzen" hikâyesinde bir liseli öğrenci anla lırken, "Kimse" hikâyesinde bir yazar anla lır. Her ikisi de topluma uyum sağlamayan karakterler olsa da bu durumun hayatlarındaki yansıması farklıdır. Burada mekânlar devreye girer. Mekânlar, karakterlerin ötekiliği ve yalnızlığı nasıl tecrübe e klerini yansı kları gibi, neden böyle sorunlar yaşadıklarını ve bu sorunların onlar üzerindeki etkilerini de gözler önüne serer. "İç Kırışıklıklar" hikâyesinin ana karakteri eski evini ve sevgilisinin ruhunda aç ğı yaralarla yaşamaya çalışırken "Kimse" hikâyesinin ana karakteri köyden geldiği gerçeğinin onda yara ğı aşağılık kompleksini bir türlü aşamaz. Yani aslında bu insanların hayatlarındaki belirleyici özellik mekândır çünkü mekânların onların üzerlerinde bırak ğı etkilerden kurtulamamışlardır. Bu nedenle mekânlar öykülerdeki neden sonuç ilişkilerinin kurulmasını ve hikâyelerin ayaklarının yere basmasını sağlar. Eserde ötekileşme ve yalnızlık temalarının işlenmesinde en büyük katkısı olan unsurlar mekân ve anla cı olduğu için bu tezde, “Nurullah Kuzu'nun "Kırkyama" kitabında yalnızlık ve ötekileşme temalarının yansı lmasında mekânın ve anla cının işlevi nedir?” sorusu tar şılacak ve anla cının en temel işlevinin toplumdan ayrıksı olan her bireyin hisse ği ötekilik ve yalnızlığın temelde aynı olduğunu yansıtmakken mekânların en temel işlevinin bireylerin hikâyelerinin neden sonuç ilişkilerini oluşturmak ve bu karmaşık karakterleri anlaşılabilir kılmak olduğu vurgulanacak r. 1. anla cılar Anla cı “öykülemeli kurmaca edebiyat eserlerinde içeriği aktaran kişidir. Anla cının özellikli işlevi, "olmuş bir şeyi anımsayan insan konumunda" bulunarak kurmaca yapı ve okur arasında bağlan yı kurmak 3r.” Anla cı bu işlevleri nedeniyle, kurgusal me nlerin en önemli yapı taşlarından biridir ve yazarın anla cı olgusunu nasıl kullandığı metnin anlaşılmasında büyük önem taşımaktadır. "Mahzen", "Hınç" ve "Kimse" hikâyelerinde yazar; çoğu kimseler tara ndan kafa karış rıcı, kullanılması ve anlaşılması zor olduğu için sevilmeyen ve kullanılmayan ikinci tekil kişi anla cıyı kullanırken, "İç Kırışıklıklar" hikâyesinde birinci tekil anla cıyı kullanır. Anla cı farklılıkları hikâyeleri farklı kılmakla birlikte temaların işleniş şeklini de değiş rir. İkinci kişili anla m okurun “sadece ikinci şahıs kullanımıyla açılabilen 4 kapalı bir şuur ile karşı karşıya” gelmesini ve yaşama zamanında karakterin bilinç düzleminde olmayan gerçekliklerin, anlatma zamanında karakterin bir nevi iç konuşması olarak okura aktarılmasını sağlar. Anla cı karakterin bir varyasyonudur ve yap klarını yorumlar, eleş rir ve karakterin iç dünyasını ifşa eder. Anla cı; "Mahzen", "Kimse" ve "Hınç" hikâyelerinde karakterin gelecekteki hali olarak, şimdiki zamanda karakterin iç dünyasını bilen yüksek bilinç olarak karşımıza çıkar. Böylece okura karakterlerle ilgili onların söylediklerinden daha fazlasını anla r. Birinci şahıs anla cı ise “birey olarak içinde bulunduğu ortamın, iç dünyasına yap ğı etkileri ve bütün 5 karmaşasıyla işlemek durumdadır” . Birinci tekil şahıs ile anla lmış "İç Kırışıklıklar" hikâyesinde karakter analizine giden bir anla cı olmadığı için rüyalar, bilinç akışı gibi unsurlar kullanılarak karakterin karışık iç dünyası yansı lmış r. İki farklı anla cı doğaları gereği karakterlerle, onların yaşam ve hislerini farklı şekilde ele alır. Dolayısıyla yalnızlık ve ötekileşme temalarını da farklı işler. Farklı temellerden gelen ötekilerin öykülerini anlatan "Kırkyama" eserinde her ötekinin sosyoekonomik 94

KARAKUTU SAYI: 14


ve kültürel arka planı fark etmeksizin ortak bir profilde buluştuğunu anla lır. . Eserdeki anla cı konumunun, teknik olarak iki çeşidi olsa da her öyküde anla cının kimliği farklıdır. "Mahzen" öyküsünde haya boyunca korkuları tara ndan yöne lmiş biriyken, "Kimse" öyküsünde karakterle ve onun davranışlarıyla dalga geçen, "İç Kırışıklıklar"da ise neredeyse şizofrenik bir anla cı vardır. Her hikâyeye konu olan yaşam, çok farklı kişiler tara ndan sürdürülmekte fakat ötekilik ve yalnızlık gibi aynı sorunları barındırmaktadır. Bu bağlamda farklı hayatların, farklı anla cılarla yansı lması eserin tezini güçlendirmektedir. 1.1 anla cılar ve karakterler İkinci tekil şahıs anla cıyla anla lan üç hikâyede de anla cının pozisyonu oldukça benzerdir: hikâyelerde anla lan kişi ve anla cı aynıdır fakat anla cı olayların yaşanma zamanından anla lma zamanına kadar değişmiş r. Anla cı, yıllar sonra geriye dönüp bakarak verdiği kararları, düşündüklerini, yap klarını yorumlamaktadır. Şimdide geldiği yerden geçmişi analiz eden anla cı, kendi kusurlarını dürüstçe kendi yüzüne vurmaktadır “Yukarı çıkmak yerine aşağı inseydin bu kadar hiçleşmeyecek n.” (Kuzu, 24) cümlesinde görüldüğü gibi. Anla cı, her ne kadar farklı profillere sahip olsa da karakterleri anla rken ortak olan bir üsluptan bahsedilebilir. 'Her hikâyede aynı yoğunlukta olmasa da hepsinde anla cı eleş rel bir tutum sergilemektedir. “Oysa bütün monologlarında usta bir ha p sayılırdın. Konuşmak bir yüzey meselesiydi, sen dipleri eşelerdin.” (Kuzu, 13) "Mahzen" hikâyesinden alınan bu kesi e de görülebileceği gibi en sert eleş riler "Mahzen" hikâyesinde yapılır. "Mahzen" hikâyesinin sonunda karakter bir aydınlanma anı yaşar ve haya nın otorite korkusu tara ndan yöne ldiğini fark eder. Anla cı ise bu farkındalığa hikâyenin başından beri sahip r ve karakterin yaşadıklarını bu farkındalık üzerinden anla r. "Kimse" hikâyesinde bu farkında olma durumu anla cıya farklı bir şekilde yansır. “Öteki elinle çeneni yakaladın. Bu düşünüyorsun demek .” (Kuzu, 32) gibi cümlelerle anla cı karakterin yap klarını ironik bir tonla anla r çünkü karakter farkında olmasa da anla cı, karakterin aşağılık kompleksinin bilincindedir ve karakterin çevresine zeki ya da entelektüel görünmek için yap klarıyla dalga geçer. "Hınç" hikâyesinde karakteri anlayan bir anla cı söz konusudur. Rızgar'ın davranışlarıyla dalga geçmez, okurun onun ö esinin kökenlerini anlamasını ve okurun Rızgar'ın geçirdiği ruhsal dönüşümlere tanık olmasını sağlar. Anla cı, “Durup kendi varlığını sorgulamaya başladın.” (Kuzu, 28) gibi cümlelerle karakterin iç dünyasını başka bir anla cının sağlayamayacağı samimiyetle yansı r ve bir bakıma anlık psikanalizler yapar. İkinci kişili anla cı birden fazla amaca hizmet edebilir. Tanık olma durumu ya da bir iç konuşma varyasyonu olarak ele alınabilir. "Mahzen", "Hınç" ve "Kimse" eserlerinde anla cı, ana karakterlerle ilgili başka birinin dışarıdan gözlemleriyle fark edemeyeceği gerçekleri bilir fakat tanrısal anla cı gibi her karakterin iç dünyasına vakıf değildir. “Söylediğin bu sözden bir tür zafer hissi duyumsadın. Oysa onlar için bir önemi yoktu.” (Kuzu, 13) derken anla cı, olaylar yaşanırken arkadaş özleminden gerçeklere gözlerini kapatmış karakterin bilinç düzlemine ulaşamayan durumları çok açık, neredeyse yargılayıcı bir dille ifade etmektedir. Öykülerde anla cı, geçmişe bakar ve karakterlerin yaşarken üzerine düşünmedikleri durumları analiz eder. Anla cı, karakterlerin hapsolmuşluğunun bir göstergesidir. Yalnızlık ve ötekilik onların haya nda öyle bir boyuta gelmiş r ki karakterleri anlatan insanlar yine kendileri olsa bile bir iç konuşma halidir. Yalnızlıkları onları bu iç konuşma haline itmiş r. "Mahzen" hikâyesinde hiç arkadaşı olmayan bir gencin arkadaş özlemi anla lırken de, "Hınç" öyküsünde Rızgar'ın ev arkadaşları ve eski sevgilisi tara ndan bir öteki haline ge rilişi anla lırken de, "Kimse" hikâyesinde yalnızlığına merhem olacak arkadaşlık arayan bir yazarı anla rken de anla cı kimsesi olmayan bu insanları fark eden tek kişidir. Dolayısıyla bu üç hikâyede sen anla cı karakterlerin bir parçasıdır ve onların yalnızlık ve toplumdan kopukluklarını iç konuşma olarak okura yansı r.

KARAKUTU SAYI: 14

95


"İç Kırışıklıklar" hikâyesi ise diğer üç hikâyeden farklı olarak daha alışılmış bir anla cı olan birinci kişili anla cı tara ndan anla lmış r. Ana karakter; sokaktaki bir mağazanın vitrininden ona sıldayan mankenler; karakterin aldığı alkol, sigara ve uykusuzluk yüzünden sürekli yaşadığı bulanık bilinci ve toplumdan izole haliyle Kör Baykuş'taki ana karaktere oldukça benzer. Yaşadığı haya an kopukluk da zaten bir kadın yüzündendir ve yine bir kadın tara ndan görülmesi onu hayata geri bağlar. Ana karakterin Yaşadıklarını ve hisse klerini bas rmak için kullandığı alkol ve sürekli yaşadığı uykusuzluk gibi nedenlerden dolayı bulanık ve parçalı olan bilinci ve onun bu karmaşık ruh hali anla cıya da yansımış r. Birinci anla cının doğası gereği oldukça sık kullanılan bilinç akışı tekniği karakterin hisse ği ötekiliği başka bir perspek en yansı r. Hayal ve gerçeğin asla tam olarak ayırt edilemediği bu eserde birinci anla cı kullanılması, okurun karaktere yaklaşmasını sağlar. Diğer öykülerin aksine bu öykü, değiş kten sonra kendine bakan biri tara ndan değil hikâyesini anla rken değişmesi gerek ğini fark eden biri tara ndan anla lmaktadır. Hikâyede okuru yapısı ötürü metne katan sen dilinden, bir şeyler anlatmak için her zaman kullanılan ben diline geçiş yapılmış r. Bu nedenle de, hikâyedeki anla cı değişikliği okurun ötekilik ve yalnızlığa ilk üç hikâyedekinden farklı bir perspek fle, bir gözlemci olarak bakmasını sağlamaktadır. 1.2 anla cılar ve dil Anla cının dili kullanış şeklinden, dile vakıf bir birey olduğu anlaşılmaktadır. Me nlerin şiirsel ve sanatlı dili, kelime seçimleri bir post-modernist yazarın ifadelerini andırmaktadır. Oldukça dikkatli kullanılan bir dil söz konusudur. Örneğin “Ha a kendin bile değildin. İçinde ö eden kuduran şey her neyse onun sure ne bürünmüştün.” (Kuzu, 29) kesi nde kullanılan “şey” sözcüğü kendi duygularını adlandıramayan Rızgar'ın yaşadığı yabancılaşmayı gösterirken, "Mahzen" hikâyesinde kullanılan "ürkü", "edim" gibi sözcükler anla cının entelektüel kişiliğini yansı r. İkinci kişili anla cının dili bu kadar z kullanması, üç me nde de ana dili farklı olan ve "İstanbul Türkçesi" konuşulmayan yerlerden gelen bu karakterin entelektüel kimlikle öteki olma halini öte bir dille yaratması olarak yorumlanabilir. "Mahzen" hikâyesinde ana karakter kendini ifade etmekte sorun yaşayan köylü bir gençken, "Kimse" hikâyesinin ana karakteri köyde büyümüş bir yazardır. "Hınç" hikâyesinin ana karakterinin ismi olan Rızgar da Kürtçe bir isimdir. Köy kökenli olmalarına rağmen ana karakterlerin iç sesi olan anla cının bu kadar dile vakıf olması neredeyse ötekilik konumuna bir başkaldırıdır. Ayrıca yapılan göndermeler, belli yazarların belli eserlerini okumamış insanların öyküleri anlamasını oldukça zorlaş rmış r. "İç Kırışıklıklar" hikâyesinde baykuşlar ve mankenlerle Sadık Hidayet'e yapılan göndermeler ve "Kimse" hikâyesindeki tutamak arayışı temasıyla "Aylak Adam"a yapılan göndermeler, eserdeki örneklerin sadece birkaçıdır. Bütün bunlar birleşince okurunu seçen me nler oluşmuştur. Yazar, toplumun "öteki"ye yüklediği sıfatların aslında çok da gerçekliği yansıtmadığını, hiçbir eleş riyle ifade etmeye gerek duymadan, sen anla cıyı dil üzerinden anlatmış r. Bu bağlamda dil unsurları, öykülerde seslendirilmeyen eleş rileri sa r aralarında vurgulamak için kullanılmış r. Birinci kişili anla cının "İç Kırışıklıklar" öyküsünde kullandığı dilin oldukça kapalı ve şiirsel olmasıysa, ana karakterin iç dünyasını yansı r. Okumayı oldukça seven, alkol ve çeşitli uyuşturucular alan ve uykusuz kalan bir öğretmen olduğu için anla cının kapalı, bölünmüş ve karmaşık bir bilinç hali söz konusudur ve bu durum kullanılan dile de yansı lmış r. Ayrıca dilin kapalılığı aynı "Kör Baykuş"ta olduğu gibi okurun rüya ve gerçeği birbirine karış rmasına, dolasıyla esere daha dikkatli yaklaşmasını sağlar. Bu durumun yalnız öğretmene en azından okur tara ndan hak e ği ilginin verilmesini sağlamak için yapıldığı yorumuna gitmek de mümkündür.

96

KARAKUTU SAYI: 14


2. mekânlar Roman, öykü gibi kurgusal me nlerde mekân kavramı anla nın vazgeçilmez bir parçasıdır. Mekânlar eserlerin ayaklarının yere basmasını sağlamakla birlikte okura olay akışını takip edebileceği bir bağlam daha sağlamış olur. “Kırkyama” eserinde de mekânlar bu önemini korumaktadır. Kimi yerlerde seçilen anla cı ve kapalı dil sayesinde kafa karış rıcı olabilecek şeyler mekânların ak f kullanımıyla daha anlaşılır hale ge rilmiş r. Yazar, karakterlerin ruh hallerini, iç dünyalarını ve onları şimdide oldukları yere ge ren nedenleri mekânlar üzerinden irdelemiş r. Mekânlar eser boyunca sadece fiziksel alanlar olarak değil, varoluşun gerçekleş ği ve varoluşa şahit olan alanlar olarak ele alınmış r. Bu nedenle de içlerinde var olan karakterlerin yaşadığı yalnızlık ve ötekileşme sorunlarını yansıtmaktadırlar. Eserde, mekânların temaların ele alınışında iki temel işlevi vardır. Kimi mekânlar direk olarak karakterin yaşadığı yalnızlık ya da ötekileşmeyi yansıtmak için kullanılmış r, bir takım mekânlar da yalnızlık ve ötekiliğin karakterler üzerindeki neden ve sonuçlarını vurgulamak ya da bu sonuçlara sahne olmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu işlevleri her hikâyeden farklı mekânlarla örneklendirmek mümkündür. "Mahzen" hikâyesinde ana karakterin evine ulaşmak için geçmek zorunda bulunduğu kırsal mekânlar yalnızlık temasının anla ldığı mekânlara örnek r. Ana karakterin her gün geçmek zorunda kaldığı “Kırsal, çakıl taşlarına karışmış toprak, toz ve duman” (Kuzu, 14) dolu bir yol vardır ve hava karardıktan sonra yır cı hayvanların her an “sivri dişleri, açığını arayan vahşi gözleri, korku dağıtan hırıl ları ve saldırgan atakları” (Kuzu, 15) ile ona zarar verebileceği korkusuyla, can güvenliği olmadan eve yürür. Arkadaşları onu yalnız bırakıp gidince karakter çaresiz yalnızlığını “Kendini tümüyle yalnız hisse n. Neden tek bir kişi geçmezdi böyle zamanlarda ve neden bu kadar ıssızdı buralar.” (Kuzu, 15) sözleriyle belir r. Karakterin bu güvensiz yolda yaşadığı korku süreklidir, her gün katlanması gerekir bu korkuya ve bunu “birinci ürküsü” olarak tanımlar. Bu mekânın onda yara ğı korku haya boyunca peşini bırakmayacak korkularından biri olacak r. Her gün köye yalnız dönmesinin sebebi arkadaşlarından farklı, “köylü” olmasıdır. İlçe ve köy ça şması haya boyunca ana karakterin haya nı yönetecek kimlik ça şmasının temelini oluşturmaktadır. Ana karakterin haya ndaki korkular tekinsiz yollardan ibaret değildir. O yolu geç kten sonra vardığı "İkinci ürkü" adlı bölümünün mekânı olan ev, onun diğer korkularının başladığı yerdir. Karakter geç kalma sebebini abilerine ve “mutlak ürkü”ye yani babaya açıklamak zorundadır. Bu bağlamda korku kaynağı olan ev, baskıcı ataerkil bir toplumu sembolize eder ve ergenlik çağında, kendini var etmeye çalışan bir çocuğun kişiliğinin törpülendiği yer haline gelir. “Kök bir ya da Birin Kökü” bölümünde karakter askerdedir. Gençliğinde arkasında bırak ğını iddia e ği bütün korkuların, kışlada maruz kaldığı bütün emir, nefret ve cinsiyetçi söylemlerin arasında aslında yaralarının hiçbir yere gitmediğini fark eder. “Hala ve hep korkuyormuşum meğer.” (Kuzu, 21) sözleriyle ana karakter otorite karşısında çıkan korkularının aslında haya boyunca hep onunla olduğunu fark eder. “Kök bir veya Birin Kökü” başlığının da vurguladığı gibi ana karakter için bütün korkular aynıdır ve mutlak r ve karakterin peşini bırakmazlar. Yalnızlığın mekâna en belirgin yansıdığı bir diğer hikâye "Kimse" hikâyesidir. Ana karakter evdeki yalnızlığından bunalıp insanlarla birlikte olmak için sokağa çıkan, yalnızlığını giderecek bir tanıdıkla karşılaşmak için kalabalık gördüğü sergi galerisine girmeye karar veren karakterin kararlarını, dolayısıyla mekân değişimini, yönlendiren şey hisse ği yalnızlık r. Kendini kanıtlama ih yacıyla arkasına dönen karakter yalnız olduğunu fark eder ve bu durumun onda yara ğı sıkın vücuduna yansır sonrasında bilincini kaybeder. Uyandığında karşısında bir kadın vardır ve bu kadına içinden söylediği şeyler ana karakterin güven, sevgi ve tutamak arayışı içinde olduğunu gösterir. “Karşıdan karşıya geçerken elimi tutar mısın?” (Kuzu, 33) derken ana karakter karşıdan karşıya geçmek haya n zorluklarıyla baş etmeyi simgelemektedir. Dolayısıyla sergi salonun metne eklenmesinin amacı ana karakterin yalnızlığını arayışları üzerinden göstermek r. KARAKUTU SAYI: 14

97


Hikâyenin sonuna doğru yenik bir şekilde evine dönen karakter evin kapısına geldiğinde tereddüt eder, zil ve anahtar deliğine bakar birkaç kere. Evde bir olmadığı halde “dur bakalım, zile mi basacaksın?” (Kuzu, 35) diye kendi kendine sorar. Evin boş olduğunu kabul ederse sokakta insanların arasında sakladığı kimsesizliğin geri geleceğini bilir. Evde kimse olmadığını bildiği halde bu çelişkide kalan karakter yalnızlığının ge rdiği çaresizlikle anahtarsız girilebilecek bir ev hayal eder. Ev, normalde hayatların sahne aldığı yer iken ana karakterin bu sahnede kimsesiz olması onun yalnızlığının derinliğini yansı r. Eserde yalnızlıkla birlikte ötekiliğin de mekânlar üzerine yansıyan bir tema olduğu görülür. Kabul görmemenin, dünyada bir yere ait olmamanın yükünü sürekli hisseden “öteki”lerin hisleri var oluş alanlarına da yansır. Dolayısıyla, mekânlar karakterlerin yalnızlıklarını olduğu gibi öteki olma durumlarına da tanıklık ederler. “Mahzen”nin ilk bölümünün mekânı olan ilçe ana karakterin toplumun kenarına i lişine tanık olan yerdir. Karakter, okulu ilçede olduğu için her gün köy ve kent arasındaki zıtlığı bire bir yaşamaktadır. Köyden gelmesinden dolayı konuşurken derdini anlatamaması da onun arkadaşları arasında bir öteki konumuna düşmesini kolaylaş rmış r. Sınıf arkadaşları için o bir köylü ve dolayısıyla kendilerinden farklıdır. Farklı olması öteki olması için yeterlidir. “Konuşmak bir yüzey meselesiydi, sen dipleri eşelerdin. Derinlik sende ne arasındı.” (Kuzu, 14) Konuşamadığı gerçeği her gün yüzüne vurulduğu gibi bu nedenle ötekileş rilen karakter, “eşeleyen” hayvanlara benze lmiş r. Bunların farkında olduğu halde “onu bırakıp gidenleri bırakamamış” (Kuzu, 14) olması karakterin yaşadığı derin yalnızlığı ve çaresizliği gözler önüne sermektedir. İlçe, şehir ve köy ça şması sadece "Mahzen" hikâyesinin işlediği bir konu değildir. Köyde doğmuş ve büyümüş olmak "Kimse" ve "Hınç" hikâyesinde de görülür ve karakterler tara ndan bu durum onların kimliklerini oluşturan ve onları hayatları boyunca bir kimliğe mahkûm eden bir olgu olarak algılanır. Üç karakter de, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, hisse kleri eziklik duygusunu üzerlerinden atamadıkları için toplumdan kopmuşlardır. Bu bağlamda yazar, köy kent ça şmasının bireyin üzerindeki etkisini farklı mekânlar kullanarak anlatmış ve toplumun farklı kesimlerine ait insanların, gerek okumuş haya a bir yere gelmiş olsunlar gerek öğrenci olsunlar, doğdukları coğrafyanın etkisinden asla kopamadıklarını göstermiş r. Ötekileşmenin mekâna yansıması "İç Kırışıklar" hikâyesinde de görülmektedir. Bu hikâyede örgün düzenin dışına çıkmış, ötekileşmiş ve yalnız bir öğretmen anla lır. Genç öğretmen “dağılmış bir ruhu toparlamaya” (Kuzu, 38) çalışmaktadır, kendi ruhunu. Zamanla yaşamdan kopar ve kendi varoluş alanını iki göz oda evinin balkonunda kurar. “Giderek bir hayale andırmaya başladım. Var ve yok.” (Kuzu, 38) Tek var olabildiği yer olan balkon, ara a kalma halini temsil etmektedir. Ne eve ne de sokağa ait olmayan ana karakter dünyadaki yerini ikisinin arasında kurmuştur. Balkonundan haya gözlemleyen ana karakter, haya n içinde yer almaz. Görür ama görülmez. “Benim balkonum vardı. Hasırdan bir medeniyet kurup geceleri balkondan seyrederdim âlemi.” (Kuzu, K, Kasım 2014, 38) Eserde hiçbir yere ait olmama durumu balkon, sokak ve ev ilişkisi üzerinden vurgulanmış r. Bu hikâyede mekân, yani öğretmenin evi sadece onun öteki olarak yaşadığı şeyleri yansıtmakla kalmaz. “Her şey elimin al ndaydı bir bakıma, ama darmadağınık .” (Kuzu, 43) Evin içindeki eşyalar, onların düzeni (ya da bu durumda düzensizliği) karakterin iç dünyasının karmaşasını yansıtmak için kullanılmış r. Hikâyenin başında ana karakter dağınıklığını ya da pisliğini fark etmezken, okurun varlığından bile emin olmadığı, balkon arkadaşı onu terk e kten sonra çevresindekileri fark etmeye başlar. “Bu dağınıklığın farkında değildim şimdiye kadar.” (Kuzu, 44) Hikâyenin bu son bölümünde ana karakter çevresindekilerin farkına varmaya başlar, evinin dağınıklığını duvarların boyasının sökülmesini, köşelerdeki örümcekleri… Kadının asla ona gelmediğini fark etmesi kendiyle yüzleşmesini, yokmuş gibi davrandığı her sorunu kabullenmesini sağlamış r. Bu farkındalık da karakterin çevresini nasıl algıladığını dolayısıyla mekânın nasıl tasvir edildiğini değiş rmiş r. Bu bağlamda mekâna dair özellikler, karakterin iç dünyasının değişim ve dönüşümünü yansıtmak için kullanılmış r. 98

KARAKUTU SAYI: 14


"Kimse" hikâyesinde karakterin ötekiliği bir kahve üzerinden anla lmaktadır. Karakter sergide bayıldıktan sonra tanış ğını düşündüğü ressamın sadece rüya olduğunu fark etmenin verdiği hüzünle kendini sergiden dışarı a ğında burnu kanamaya başlar. Kendisin bunu beklediğini söylemesi bu durumun başına defalarca geldiğini, duygularının vücudunda farklı etkiler yaratmasına alışık olduğunu gösterir. Burnun kanamasını durdurmak için bir kahveye giren ana karakter burnunun kanamasını durdurmak için bir sürü peçete kullandıktan sonra kahveden çık ğında kendine a lan kötü bakışlar aklına gelir. Toplumsal normları hiçe sayarak kahvede müşteri olmadan peçeteleri kullanması kahve çalışanlarını rahatsız etmiş r. Bu kadar insani bir ih yacı bile bir çıkar ilişkisi olmadan karşılamasına izin vermeyen toplum, kahvede ana karakteri yine öteki konumuna ge rir. “Oturmadan çık ğın için çalışanların ksin dolu bakışlarını ensende hisse n” (Kuzu, 34) Yazar, ana karakterin kanamayı durdurmak için girdiği kahveyi onun topluma dair düşüncelerini doğrulamak için ve ana karakterin toplumdaki öteki halini yansıtmak için kullanmış r. Bu mekândaki davranışlarıyla ana karakter yine Yusuf A lgan'ın toplumdaki herkesin para ve çıkar için yaşadığını düşünen C.'sine oldukça benzemekte ve aynı onun gibi evinin yalnızlığına döndüğünde kimsenin onu anlamayacağını düşünmektedir. Yani aslında ev mekânı da burada güvenli bir barınaktan çok ana karakterin yalnızlığı yüzüne vuran başka bir mekândır. "Hınç" öyküsünde mekânlar gerçekte çok değişmese de imgesel olarak ötekileşmeyi anla r. Hikâye iki temel mekânda geçer: Rızgar'ın eski ev arkadaşlarının evinin dışındaki merdiven boşluğu ve evin içerisi. Bu öyküdeki mekânlara verilen bütün anlamları ve mekânlardaki objelerin karakterde yap ğı çağrışımları içerisi ve dışarısı zıtlığı ile açıklamak mümkündür. Ana karakter, Rızgar, dışarıda kalandır. Yani dışarısı onun ötekiliğini simgelemektedir. İçerisi, eski arkadaşlarının evi, ise onun giremediği bir yaşam alanıdır. “Onlar”dan ayrıdır Rızgar, dışlanmış r, ötekidir. “Sen dışarıda olandın. İçeriye, onların yanına geçmek için bir kez daha çaldın kapıyı.” (Kuzu, 23) mekâna yansıyan ötekilik bu kesi e görüldüğü gibi dil düzlemine de taşınmış r. Rızgar dışarıda kalan olma halini hem fiziksel hem ruhsal olarak derinden hissetmektedir ve bu his ve düşüncelerine yansımış r. "Hınç" öyküsünde mekâna dair şeyler de mekân kadar karakterin yaşadığı ötekilik durumunu vurgulamaktadır. Yaşadığı eziklik duygusundan kaçmak için saklandığı üst ka aki çöp torbası ve ağır koku karakterin kendisiyle ilgili düşüncelerini yansıtmaktadır. “Yap ğın bu şey, durumunu kurtardıysa da kendinden iğrenmene engel olamadı. Sana o aralıkta eşlik eden tek şeye takıldı bakışların: çöp torbasında. Ağır bir koku, burnundan zihnine dolmaya başladı.” (Kuzu, 26) Rızgar'ın bulunmak zorunda olduğu mekândaki çöp torbası, apartman sakinlerinden bir yaşlı adamın ona bakışları ve ayağının al nda saklanan hamam böceği Rızgar'ın kendini değersiz hissetmesine neden olmuştur. Mekâna dair her şey de mekân kadar ana karakterin ötekiliğinin anla lmasına yardımcı olmuş ve onun geçirdiği değişimin nedensellik bağını kurmuştur. sonuç Neredeyse her yönüyle çalışılabilecek kadar zengin bir eser olan "Kırkyama" kitabının “Astar ve Terzi” bölümünde farklı yerlerden gelmiş farklı yaşlarda farklı meslekleri ve sosyal statüleri olan dört insanın hikâyeleri anla lmış r. Toplumun hep kenarına i lmiş ve yalnız kalmış bu insanların sorunlarını dillendiren eserde mekânlar ve anla cı, metne yazı düzleminin al nda kalan detaylarını belirginleşmesinde en etkili kullanılan iki öyküleme unsurlarıdır. Bu tezde incelenen dört hikâyedeki mekân ve anla cının işlevleri, me nlerin arasındaki ortaklıkları sağlama, karakterlerle ilgili dil düzeyine ulaşmayan ipuçları sağlama ve bilgi verme, “öteki”nin hisse klerini yansıtma gibi çeşitlendirilebilir. Eserde, farklı kimliklere sahip ana karakterlerin kolek f bir anla cı bilincinde toplanması üzerinden, toplumun ötekilerinin profili çıkarılmış r. Birçok farklı insanın hikâyelerini barındıran "Kırkyama" eseri, onların ne kadar farklı olursa olsunlar öteki oldukları için paylaş kları şeyler olduğunu anlatmaktadır. "Kırkyama" kitabında Kuzu temelde, ötekilerinin geçmişleri fark etmeksizin aynı sorunları yaşadığını, aynı özlemleri olduğunu ve aynı acıları çek ğini vurgulamaktadır. Ki bu anla cının etkili kullanımıyla başarılır. Eserdeki mekânlar ise eserin ayaklarının yere basmasını ve karakterlerin yaşadığı sorunların neden ve sonuçlarıyla irdelenmesini sağlar. KARAKUTU SAYI: 14

99


98 Kimsesi olmayan “öteki”yi anlatmak için ya onu en iyi bilen insan olan o, ya da onun yaşamına tanıklık eden mekânlar kullanılmış r. Öykü türünün doğası gereği dil düzlemine taşıyamadığı temalara ait her şeyi mekân ve anla cı unsurlarını kullanarak sa r aralarına gizlemiş r. Bir kırkyama gibi ince ve ustaca dokunan bu eser, okurun Türk toplumunun ötekilerine farklı ve alışılmamış bir perspek en bakmasını sağlar.

kaynakça Kuzu, Nurullah. Kırkyama. İstanbul: Varlık Yayınları, 2014. Print. 1)Gürbilek, Nurdan. Mağdurun Dili: Denemeler. İstanbul: Me s, 2007. Print. 2)Hidāyat, Ṣādiq. Kör Baykuş: Roman. İstanbul: YKY, 2001. Print. 3)Sazyek, Hakan. Roman Terimleri Sözlüğü: Roman Sana ndan Yüz Terim. Ankara: Hece, 2003. Print. 4)Bourneur, Roland, Real Quellet, and Hüseyin Gümüş. Roman Dünyası Ve Incelemesi. Ankara: Kültür Bakanlığı, 1989. Print. 5)Sazyek, Hakan. Roman Terimleri Sözlüğü: Roman Sana ndan Yüz Terim. Ankara: Hece, 2003. Print.

ipek EĞİLMEZ / 12 IBF

100

KARAKUTU SAYI: 14


KARAKUTU SAYI: 14

101


102

KARAKUTU SAYI: 14


KARAKUTU SAYI: 14

103


104

KARAKUTU SAYI: 14




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.