Metropol Konya Dergisi 51. Sayı

Page 28

KÖŞE

28

Mustafa TATLISU

Basın Konseyi Başkanı

tatlisumustafa@gmail.com

ÜMMETİN TÜRKİYESİ

Yapa yalnız “O”. Ümmetin ayağa kalkmaya mecali yok. Myanbar için O ağlar, Afganistan Pakistan uykularını kaçırır. Irak, Suriye yüreğini sızlatır. Kudüs kendisine uykuyu haram ettirir. Fizan’da bile ümmetten birinin ayağına diken batsa acısını hisseder. 15 Temmuz ömründen ömür yedi. Mücadelesi hiç bitmedi. Mücadele… mücadel… ve hep mücadele… Sanki şair bugünleri görüp O’nun için yazmış. Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi. Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi. Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın, Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın! Bu yazımda sizinle yaşanmış bir hadiseyi paylaşmak istiyorum. Ümmeti için gözyaşı döken Allah’ın Resulü Başkomutandır… ………-………

Ka’b Bin Malik, Tebük seferi hariç, Medine döneminde gerçekleştirilen gazvelerin tamamında bulundu. Kahramanlık gösterdiği ve on yedi yerinden yaralandığı Uhud Gazvesi’nde Ka’b (ra) Rasûlullah (sav)’ın zırhını, Rasûl-i Ekrem de onun zırhını giymiştir. Bu savaştaki çarpışmalar esnasında Allah Rasûlü (sav)’nün öldüğü şayiasından sonraki dağılma esnasında onu ilk defa Ka’b (ra) görüp, “Müjdeler olsun ey Müslümanlar, Rasûlullah ölmedi, yaşıyor!” diye bağırmış, bunun üzerine yeniden toparlanan Müslümanlar gerçekleştirdikleri toplu hücum ile düşmanı geri püskürtmeyi başarmışlardır. Ka’b b. Mâlik (ra)’in ashab arasında şöhrete kavuşmasına sebep olan asıl hadise Tebük seferidir. Hemen bütün hadis kaynaklarında kendi anlatımıyla yer alan rivayete göre Ka’b b. Mâlik (ra), Tebük seferi ilân edildiğinde sağlığı ve maddi imkânı yerinde olmasına, hatta savaşa iştirak etmek amacıyla özel bir binek satın almasına rağmen, nefsine mağlup olması sebebiyle sefere çıkmayıp, bu zor şartlarda Müslümanları yalnız bıraktı. Ancak daha sonra Medine’de geriye münafık diye bilinenlerle, maddî imkânı bulunmayanların kaldığını görünce çok üzüldü. Diğer taraftan Allah Rasûlü (sav) Tebük’e varınca Ka’b (ra)’ın durumunu sordu. Ashâbdan bazıları onun kibri ve keyfine düşkünlüğü sebebiyle savaşa katılmadığı ileri sürülünce, yakın arkadaşı Muaz b. Cebel (ra) iddiaları reddederek onu savundu. Allah Rasûlü (sav) uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Tebük seferinden Medine’ye döndüğünde geride kalanlar sırasıyla gelerek savaşa katılmama mazeretlerini bildirip, kendisinden af talebinde bulundular. Ka’b (ra) kendisi de mazeret ileri sürebilecek iken, gerçeği itiraf edip, hiçbir mazereti olmaksızın Müslümanları yalnız bıraktığını söyleyerek Allah Rasûlü (sav)’nden özür diledi. Hz. Peygamber onunla aynı durumda olan Hilâl b. Ümeyye (ra) ile Mürâre b. Rebî (ra)’ye haklarında Allah’ın açık hükmü gelinceye kadar beklemelerini söyledi. Bu gelişmeyi haber alan Hıristiyan Gassân meliki haksızlığa uğradığını iddia ederek eski dostu Ka’b (ra)’ı memleketine davet edip, onu şanına layık bir şekilde ağırlayacağını bildirdi. Ancak

Ka’b (ra) bu teklifi reddedip, Allah’ın kendisi hakkında vereceği hükmü beklemeye karar verdi. Bir tarafta haftalardır yüzüne bakmayan, kendisiyle konuşmayan arkadaşları, diğer tarafta da izzet, ikram ve itibar vadeden bir davet vardı. Fakat Ka’b (ra), yapılan teklifi elinin tersiyle iterek Medine’de kalma kararlılığını sürdürdü. Bu esnada gönülden pişmanlık duyarak Allah’a çokça tevbe ve istiğfarda bulundu, kendisiyle konuşmamalarına rağmen Allah Rasûlü (sav) ve onun ashâbından defalarca özür diledi. Ka’b (ra), mescide çıktığında her seferinde Rasul-i Ekrem’e yakın durmaya çalışıyor, bu esnada belki kendisine tebessüm eder diye sürekli onun çehresine bakıyordu. Ama her defasında Peygamberimiz onunla karşı karşıya geldiğinde yüzünü çeviriyor, bakışlarını ondan kaçırıyordu. Yolda onu gören en yakın arkadaşları bile yolunu değiştiriyordu. Bu halden iyice bunalan Ka’b (ra),bir gün amcasının oğlu Ebû Katâde’ye (ra) giderek: Ey Ebâ Katâde (ra), “Sana Allah için soruyorum. Sen Allah ve Rasûlü’nü ne kadar sevdiğimi biliyor musun?” diye sordu. Fakat muhatabı onun sualini duymazdan geliyordu. Cevap alamayınca sorusunu birkaç kez tekrarladı. Ancak ondan, “Bunu Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” den başka bir cevap alamadı. Bunun üzerine yine mahzun bir şekilde oradan ayrıldı. Kendisine sosyal boykot devam ederken Ka’b b. Mâlik (ra)’in durumunu daha da zorlaştıran bir emir daha geldi. Peygamberimiz’in gönderdiği bir elçi, ona eşinden uzak durması talimatını getirdi. Buna göre Ka’b (r.a.) eşini boşamayacak, ancak onunla aynı evi de paylaşamayacaktı. Bu gelişme onun sıkıntısını daha da artırdı. Gerçekten de onun çektiği çile bitmek bir tarafa daha da şiddetleniyordu. Ancak bu son olumsuz gelişme de onun Rasûlullah (sav)’a bağlılığını sarsamadı. O ve diğer iki arkadaşı işledikleri suçun şuurunda olarak çilelerini doldurmaya ve pişmanlık içinde Allah’a yalvarıp tevbe istiğfarda bulunmaya devam ettiler. Bu olumsuz şartlara rağmen onlar, müminlerden ayrılmak ve Rasûlullah (sav)’ı terk etmeyi hiçbir zaman akıllarından geçirmemişlerdi. Bu sabırlarının mükâfatlarını da aldılar. Onları ferahlatan gelişmeyi bizzat Ka’b b. Mâlik (ra) şu şekilde anlatır: “İnsanların bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden 50 gün sonraki gecenin sabahında namazımı kılmıştım. Bu esnada ruhum çok sıkıntılıydı, âdeta yerle gök arasında sıkışmış, gidecek bir yer bulamıyor gibiydim. Tam bu esnada evimin dışından bir ses işittim: ‘Ey Mâlik’in oğlu Ka’b, müjdeler olsun. Kurtuluş günün geldi’. Sesi duyar duymaz hemen secdeye kapandım. Gelen habere göre Hz. Peygamber benimle birlikte üç sahâbinin tevbelerinin Allah tarafından kabul edildiğini duyurmuştu. Bunun üzerine sahâbe kardeşlerim müjdeli haberi ulaştırmak için âdeta yarışırcasına benim evime koşmuşlardır.” Gerçekten çok sıkıntılı geçen 50 günlük boykotun sonunda nazil olan ayetlerde, onun ve iki arkadaşının tevbelerinin Allah tarafından kabul edildiği bildirildi: “And olsun Allah; Peygamber ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan Muhacirlerle Ensar’ın tevbelerini kabul etmiştir. Evet, onların tevbelerini kabul etmiştir. Savaştan geri kalan üç kişinin de tevbelerini kabul ettim. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah(ın azabın)’dan yine ona sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra(eski hallerine) dönsünler diye, onların tevbelerini de kabul etti. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir. Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun” (Tevbe, 117–119). Bu müjdeli haberi aldıktan sonra sevinçle hemen Mescid-i Nebevî’ye giden ve orada Hz. Peygamber ile sahabeler tarafından tebrik edilen Ka’b (ra) tevbesinin kabul edilmesi üzerine bütün malını fakirlere dağıtmak istedi. Ancak Rasûl-i Ekrem onun malının bir kısmını elinde tutmasının daha hayırlı olacağını söyledi. O da sadece Hayber’deki arazisini kendine ve çocuklarına ayırıp, diğerlerini ihtiyaç sahiplerine tasadduk etti.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.