Tütün İskelesi'nde Bir Köhne Vapur / Selma Fındıklı

Page 1


2

__3


SELMA FINDIKLI 3

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur


4

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur / Selma Fındıklı

Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Neclâ Feroğlu Kapak: Ömer Erduran-Ayşe Erduran

ısbn 978-975-14-1521-9 birinci basım: Eylül 2012 Kitabın her basımı 2000 adet olarak yapılmıştır. Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


5

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e…


6

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


İçindekiler

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur................................9 Oriente Exspresse.............................................................24 Bahçeden Bahçeye............................................................42 Ağlama Fidan Boylum.....................................................53 Yeni Serpuş.......................................................................64 Mendilim Deste Oğlan.....................................................77 Seyyare..............................................................................96 Yeşil Kurbağalar Öter Göllerde......................................112 Salapurya........................................................................127 Vardım Yarin Bahçesine.................................................143

7


8

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur

Mayıs 1919 / Samsun

S

ilah sesleri uykumu bölüyor. Korkuyla yataktan fırlayıp oğlumun yanına gidiyorum. Olan bitenden habersiz, dalıp gitmiş, henüz altısındaki yetimim. Usulca başını okşarken yine patlıyor kurşunlar… Hem de daha yakında bu kez. Bafra’da, Havza’da kuduran Rum çeteleri şehrin içine kadar mı geldi? Doğrusu, gelmelerine hiç gerek yok. Buradakilerin de hepsi silahlanmış zaten. Kapımıza dayandılar işte! İki ay önce İngiliz gemileri Samsun kıyılarına demir atınca güçlendi, şımardılar iyice. Karargâhları Merzifon’da olsa da açıkça destek veriyorlar bunlara. Ama Hindistan’dan toplayıp getirdikleri iki yüz askeri karaya çıkardıkları gün yaman bir darbe yediler. Rıfat Paşa halkı arkasına alıp da rıhtıma inince çil yavrusu gibi dağıldı, gemilerine sığındı zebaniler. Bir daha da cesaret edemediler iskeleye ayak basmaya… Anam babam da duydu mu ki silah seslerini? Hemen şalıma sarınıp sofaya çıkıyorum. İkisi de karşımda! Babam, elinde idare kandili, sırtında beyaz gecelik entarisi, başında dan-

9


tel takkesiyle heybetli bir gölge salmış duvara. Annem de arkasında, dizlerini döve döve söyleniyor; — Gâvur azması başladı yine. Hepimizi öldürecekler… 10 Babam çıkışıyor; — Sus be kadın! Bizim elimiz de armut toplamıyor herhal. Üç-beş kopuk çete kurdu diye teslim mi edeceğiz Sam­ sun’u? — Üç-beş olur mu Hasan Reis, binlercesi toplanmış. Yirmi yaşın üstündeki bütün Rum gençlerine silah dağıtmışlar… Sağ eliyle “yeter” işareti yapıyor babam; — Kızı da korkutuyorsun. Baksana, nasıl zangır zangır titriyor… Odamın kapısından ayrılıp yanlarına gidiyorum; — Korkuyorum korkmasına ama sana hak veriyorum baba… Teslim olmayacağız… — Vay sene gurban Sakine’m… Tam Erzurum balası olduğunu ispatladın… Sonra elini sallıyor; — De haydi, herkes yatağına… Kesildi silah sesleri… Yarın öğreniriz işin aslını… Sabah ola, hayr’ola… Dizlerim titreyerek odama geri dönüyorum. Lütfü de uyanmış biz konuşurken. Yemen’de şehit düşen Muhsin’imin tek yadigârı… Altımızda nemli saman balyaları, üstümüzde yağmurdan korunmamız için serili soğuk muşambayla sarsıla sarsıla ilerliyoruz. Bu kaçıncı araba oldu değiştirdiğimiz? Sayamıyorum… O kadar yorgunum ki… Tek bildiğim iki buçuk ay olmuş yo-

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


la çıktığımız! Sakat bacaklı yetimimle benden başka kurtulan var mıdır, bilmem. Şafak sökmeden Ermeni çeteciler bastı köyümüzü. Aralıksız kurşun yağdırıyorlardı. Uyanıktım ben. Kaynanamın, kaynatamın aptest suyunu ısıtmaya kalk- 11 mıştım. Silah seslerini duyar duymaz üst kata kaçtım. İhtiyarlar aşağıda, ocaklı odada yatıyordu. Oğlumu yorganla birlikte kucaklayıp yanlarına ineceğim anda kapıyı tekmeyle kırdıklarını anladım. Geri döndüm hemen. Sofanın penceresinden arka bahçeye atladık. Fazla yüksek değildi zaten. Toprak da yağmurdan ıslanıp yumuşamıştı. Bir yerimiz incinmedi. Ama Lütfü çok korkmuştu. Ağladığı işitilmesin diye, elimle ağzını sımsıkı kapattım. Köyün yaslandığı dağa koştum. İçine içine… Ayağımda sadece yün çoraplar… İlkbahar soğuğu bir yandan, can korkusu bir yandan… Yüzümüzü yırtan çalılıkların arasında gizlenerek gündoğumunu bekledik. Köyden alevler, dumanlar yükseliyordu. Her yeri yakmıştı çeteciler… Ortalık biraz ağarınca, oğlumu sırtıma alıp yürümeye başladım. Dermanı kesilmiş dizlerimle, neredeyse sürünerek keçi yolundan düzlüğü indik. Güneş doğmuştu artık. Öğüttüğü buğdayları kasabaya götüren bir değirmenciye rastladık. Allah razı olsun, aldı bizi tek atlı arabasına. Bir parça ekmekle bir maşrapa su verdi. Onun oğlu da benim erim gibi Yemen cephesinden dönmemiş meğer! Kaderin cilvesine bak, şehidinin adı da Muhsin’miş! Gelini yerine koydu beni. Sonra elini öptüm, vedalaştık. Bir başka arabaya bindik… Ama kaçından inip kaçı-


na bindik? Aklım yetmez oldu hesap tutmaya. Bu sonuncudur inşallah… Samsun yakınmış artık. Arabacı öyle diyor. Geçtiğimiz köyler hep ıssızdı. Ağaçlara asılmış, kazık12 lara oturtulmuş Türkler… Yağmalanmış, yakılmış evler… Ağlamaktan gözlerim kurudu. Oğlumu koynuma bastırdım, görmesin diye. Kaynanamın, kaynatamın sağ kaldığını hiç zannetmiyorum. Mutlaka öldürmüşlerdir. Şehit oğullarına kavuştular işte! Bir gün olsun sert sözlerini duymadım. Allah razı olsun ikisinden de. Ama dönüp bakamadım hallerine, o dert oldu içime. Canımızı zor kurtardık. Bir varabilsek baba ocağına… Yavaşlıyoruz… Geldik mi acaba? Derken arabacı sesleniyor; — Gelün hanum! — Buyur beybaba… — Ezcük dinleneceğüz şorda… Atlaa çok yorgun… Muşambayı kaldırıp dışarı bakıyorum. Bir çeşmenin önündeyiz. Çekinerek soruyorum; — Biz de insek, olur mu beybaba? — Oluu… Enin hayde… Önce uşağı vir bağa… Yürümek değil, ayaküstünde bile duramayan Lütfü’yü kucaklıyor. Ben de uyuşmuş bacaklarımla yavaş yavaş yere bırakıyorum kendimi. Saatlerce yağan yağmur toprak yolu cıvıklaştırmış. Yola ilk çıktığımızda değirmencinin halime acıyarak ayağından çıkartıp bana giydirdiği çarıklar da bol geldiğinden bata çıka yürümek pek zor oluyor. Tam düşeceğim anda arabacı tutuyor kolumdan. Çeşmenin yanına kadar gitmeme yardım ediyor. Biraz soluklandıktan sonra iki avuç su içiyorum. Yüzümü yıkıyorum. Buz gibi… Ürpertiyor insanı. Açız da üstelik. Bir va-

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


rabilseydik eve… Anam babam nasıl şaşıracak beni karşılarında görünce… Düşünürken arabacı Lütfü’yü bana uzatıyor; — Gelün hanum, sen uşağı alıvir de, ezcük su da ben 13 içem… — Atları sulamayacak mısın beybaba? Gülüyor adam; — Şinci olmaz cahal gızım… Yorgun ata ni su virilir ni de yem… Hele bir yol dinlensinlee… Oğlumu kucağıma bastırırken; — Allah senden razı olsun beybaba, diyorum. — Senden de hanum gızım… Atların boynundaki torbaları yokluyor; ikisi de boş. Canı sıkılıyor adamcağızın. Çaresizlikle boyun büküyor; — Nidem evlatlaa… Ben de açum… Aha şu garip ana oğul da aç… Emme azuğumuz galmadı… Sonra gelip yanıma oturuyor; — Yol boyu heç sormadım gelün hanum, aslen Samsonlu musun sen? — Yok beybaba, kökümüz Erzurum, İspir kazasının Kındız köyü. Babam ekmek parası peşinden gelmiş buralara… — Nireden nireye da! — Ömerzadeler, diye eşraftan bir aile var Samsun’da… Babam onların yanında takacılık yapar… Ben burada doğmuşum… Ama sonra tekrar Erzurum’a gelin gittim… Erim Yemen’de şehit düştü… — Öteyi biliyom… Yolda ağnatmıştın… Evvelünü merağ ittüm… Samson ağzıyla konuşmazsın da… — Beybaba, yolumuz az kaldı değil mi?


— Hee, şu depeyi aştuğ mu görünü Samson… Gapunuza gadaa uzadırın seni… Anaa, bubaa teslim iderin… — Allah razı olsun beybaba… — Senden de hanum gızım… 14 Lütfü’yü kucaklayıp kendi yatağıma götürüyorum. Koynumda yatsın bu gece. Silah seslerini mi duydu, nedir, titriyor yetimim. Öyle bir sarılıyor ki bana, sanki bırakıp gideceğim… Yanımda sakinleşir. Ama beni uyku tutmaz artık. İdarenin cılız ışığında gölgelere baka baka şafak vaktini beklerim. Canımız tehlikede… Malımız tehlikede… Memleket tehlikede… Hadi uyu, uyuyabilirsen… Ya sabah olunca ne yapacağız? Korkusuzca sokağa çıkabilecek miyiz? Düşündüğüm şeye bak! İşe mi gideceğim eskisi gibi? Babam hoşlanmıyordu zaten çalışmamdan. “Er kişi misin sen?” diye homurdanıyordu. Annemin de derdi başkaydı; “Hastabakıcılık yapmaktan bir illet kapacaksın,” diyordu… Kara çarşafımla gamlı bir baykuş misali tünemiş oturuyorum tahta koltukta. Keskin ilaç kokusu genzimi yakıyor. Bütün odalar kapalı. Çıt çıkmıyor ortalıkta. Sanki bomboş hastane… Lütfü’yü içeri aldılar, beni sokmadılar. Anası değil miyim? Ne olurdu yanında kalsam? Korkar tek başına yetimim. Şeytan diyor ki, arsızlık et, gir şuraya… Yok, yapamam. Zaten elim ayağım titriyor, bir de azar işitirsem yığılıveririm şuraya. Düşünüp dururken bir kapı gıcırtısı duyuyorum. An geçmeden de uzun beyaz önlüğü içinde Cerrah Yorgaki Efendi görünüyor karşıda. Yüreğimde bir çarpıntı başlıyor. Ne diye-

Tütün İskelesi’nde Bir Köhne Vapur_Selma Findikli_3


cek acaba? Yaklaşıyor… Yaklaşıyor… Bozuk Türkçe ile sesleniyor bana; — Sakine Hanım… 15 — Buyrun… — Çocuk doğustan böyledir, demis idin… — Öyle… Doğum zor olmuştu… — Yok vre… Ondan değildir… Karninda iken çarpilmistir bacaklari… — Bilmem ki… — Sen bilmezsin, lakin tababet bunu söyler… — Çaresi nedir? — Ameliye geçirmesi lazimdir… — Düzelir mi? — Uğrasiriz. Bundan kötü olmaz. Belkim daha iyi olur… — Razıyım Yorgaki Efendi… — Öyleysem kalsin burada… Bugün hazirlik yapar, yarın da yaparız ameliye. O kadar seviniyorum ki, karşımda duran cerrahın erkek olduğunu, boynunda altın haç taşıdığını, bizlere kurşun sıkanların soyundan geldiğini unutup kucaklıyorum. Sonra utanıyorum yaptığımdan. Çenelerim titreyerek konuşabiliyorum; — Siz oğlumu yerde sürünmekten kurtarın, ölünceye kadar burada bedava hizmet ederim Yorgaki Efendi… Hastaneyi temizlerim, hastabakıcılık yaparım… Ne isterseniz… Gülüyor cerrah. Babacan bir tavırla omzuma vuruyor; — İyi olur vere… İhtiyaç vardir burada… Hemsire yok, pansumanci yok… Öğrenirsen bir seyler, çok yararsin isimize. • • •



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.