Algılama Yönetimi / Ali Saydam

Page 1



İLETİŞİMİN AKIL VE GÖNÜL PENCERESİ

ALGILAMA YÖNETİMİ Prof. Dr. James E. Grunig’in Önsözüyle

Gözden Geçirilmiş 5. Basım

Remzi Kitabevi

3


İletişimin Akıl ve Gönül Penceresi

Algılama Yönetimi Ali Saydam www.alisaydam.com

Yayın hakları © Remzi Kitabevi, 2012 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Eylül Duru Kapak Tasarımı: Metin Özkan ISBN 978-975-14-1530-1 Bu kitabın ilk dört basımı (2005-2007) Rota Yayınları tarafından yapılmıştır. Beşinci Basım: Remzi Kitabevi, Kasım 2012 Remzi Kitabevi A.Ş. Akmerkez, E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Tel +90 212 282 2080 Faks + 90 212 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr

Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul


5

Bireysel ikballerini yaşamak yerine, memleket sevgisiyle dolu bir ruhla vatan hizmetine koşan ‘idealler kuşağı’na…


6 Alg覺lama Y繹netimi


İçindekiler

İçindekiler Önsöz.........................................................................................9 Prof. Dr. James E. Grunig’in Önsözü...............................13 Kimbilir…................................................................................17 I. BÖLÜM Üç Sunum, Üç Tecrübe....................................................25 II. BÖLÜM Bir Yaman Çelişkidir ki Sormayın..................................55 III. BÖLÜM Ufuk Turu...........................................................................75 IV. BÖLÜM İletişim Sistematiği...........................................................101 Bazı Temel Kavramlar 1. Sosyal paydaşlar...................................................106 2. Hedef Kitle..........................................................109 3. Tek Yönlü-Çift Yönlü, Simetrik-Asimetrik İletişim................................115 4. İmaj ve Algılama.................................................125 5. İlişki ve İletişim...................................................141 6. Slogan ve Mesaj...................................................150 7. İnovasyon ve Yaratıcılık ...................................161 8. 3P...........................................................................165 9. Dikey ve Yatay Entegrasyon.............................168 10. Şöhret ve Marka .................................................175 11. 3C ve 3İ Kuralı....................................................188 12. Müşteri (customer) ve Özel Müşteri (client).. 198

7


8 Algılama Yönetimi

V. BÖLÜM Algılama Yönetiminin Temel Kuralları........................205 1. Hedef Kitlenin Değerlerine Uymalısın..........207 2. Hedef Kitlenin Kültürüne Özen Göstermelisin............................................227 3. Beklentilerin Üzerinde Yaklaşım Sergilemelisin........................................................249 4. Kafaları Karıştırmamalısın................................266 5. Sonuca Odaklanmalısın.....................................280 6. Ölçmüyorsan Yapmamalısın.............................286 7. Gerçeklere Dayanmalısın...................................307 8. Tekrar Etmelisin..................................................321 9. Farklılaşmaları Yönetebilmelisin......................332 10. Görselliği Doğru Yönetmelisin........................343 11. Düşüncelerden Çok Duygulara Hitap Etmelisin....................................................353 VI. BÖLÜM İthaf, İtiraf ve Özgeçmiş Yerine...................................363


Önsöz

9

Önsöz

A

radan yedi yıl geçmiş. Algılama Yönetimi’nin ilk baskısı 2005’te yapılmıştı. Uzun bir süre ‘edebiyat dışı’ kitaplar içinde en çok satanlar arasında yer aldı. Dört baskı yaptı. 20 binli rakamlara tırmanması bizim için mucizeydi. Bu duygularımı, kitabın beşinci baskısına ve de şu günlerde piyasaya çıkması beklenen İngilizce nüshasına önsöz yazma teveccühünde bulunan, iletişim dünyasının en büyük düşünür ve ustalarından biri olarak kabul edilen, Halkla İlişkilerde ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik kitabının yazarı Prof. Dr. James Grunig’e iletmiştim. Aynı konudan, özellikle de kitabın ulaştığı başarılı satış rakamlarından ve Bersay İletişim Enstitüsü’nün burs fonuna getirdiği ciddi katkıdan, Almanya’da iletişim danışmanlığı ve özellikle ‘kamu ilişkileri yönetimi’ konusunda uzmanlığını pek çok ortak çalışmamızda yakından izleme şansını yakaladığım sevgili dostum Christian Langer’e de söz etmiştim. Her ikisinin de reaksiyonları benzer olmuştu. Anglosaksonların ortak ruhi şekillenmesine atfettiğim bir serinkanlılıkla “Hımmm… Tebrik ederiz… Hak edilmiş bir başarı” falan gibi ‘teflon’ sayılabilecek ifadeleri bu nedenle beni rahatsız etmemişti… Ancak her ikisi de sohbetlerimizin farklı zamanlarında, beni kırmamaya aşırı özen göstererek, ağızlarından ayrı ayrı kaçırıverdiler acı gerçeği: Hem Almanya’da, hem de ABD’de, böyle bir kitabın ilk çıkışında ‘pazarlama iletişi-


10 Algılama Yönetimi

mi ve promosyon’ adına ücretsiz olarak dağıtılan adedi 30 bin civarındaydı… O zaman, Grunig’in bizim mütevazı kitaba yazdığı önsöz benim için daha da büyük bir anlam kazanmıştı… İletişim yönetimi sektörünün ancak demokrasinin, liberalizmin ve kapitalizmin kurumları, kuralları ve hukuk sistemleriyle birlikte geliştiği ülkelerde sağlıklı bir şekilde büyüdüğünü bilmemize rağmen, aradaki farkın çarpıcılığından etkilenmememiz olası değildi. Aslında cirosal büyüklüklerin kıyaslanması da aynı gelişme çizgisine gönderme yapıyordu. Uluslararası çatı örgütü ICCO’ya bağlı İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği’nin 2012 raporlarına göre, Türkiye’de sektörün tamamının cirosu, İngiltere’de irice bir PR şirketinin bir yıllık cirosunun yarısı kadardı… Bu fark ABD’deki ajanslardan birinin gelirleriyle karşılaştırıldığında daha da açılıyordu… Buradan iki sonuç çıkabilirdi. Bir: Bu sektörden bir şey olmaz… İki: Bu sektörün önü açık ve daha gidilecek çok uzun bir yol var. İşini adam gibi yapan ajans ve danışmanlar geniş bir oyun alanı elde edecekler… Biz Algılama Yönetimi’nin elinizde bulunan son baskısını, ikinci yolun geçerli olduğu duygusu ve düşüncesiyle yeniden gözden geçirdik. Pek çok konuyu güncellemeye ve günün koşullarına göre değiştirmeye çalıştık. Ancak bir konu ve yaklaşıma dokunmadık: İletişim yönetiminin milli bir anlayışla ele alınmasına ilişkin görüşümüze… Pratik uygulamalar, kitapta da ayrıntısıyla sözünü ettiğimiz gibi, bize açık bir şekilde bazı değerlerin evrensel olduğunu, ancak pek çok ‘kültür ve değer’ unsurunun o milletin ortak ruhi yapısı gereği şekillendiğini göstermiştir. Her ülkeye özgü farklılaşabilen bu milli ve manevi yapıtaşları ve genetik kodlar dikkate alınmaksızın algılamayı, ithal ve yabancı yaklaşımlarla yönetmeye kalkmanın çoğu zaman insan kaynağı, zaman ve paranın boşa harcanmasına


Önsöz

11

neden olan iletişim felaketleriyle sonuçlanabileceğini görmemek, giderek daha da ağır bedellere ve insanların kendi kendilerine yarattıkları krizlere mal olabilmektedir. Algılama Yönetimi, aradan geçen yedi yıl içinde kavram olarak iş ve akademi dünyasına iyice yerleşti. Bu konuda pek çok tez yazıldı. Biz pek çok konferansımızda ve yüksek öğrenim kurumlarında verdiğimiz derslerde sık sık bu kitaptan referans aldık… Bundan sonra yapılacak olan çalışma ise, kitapta değinilmiş olan konulara derinlik kazandırmak ve tartışmanın parçası olarak yeni tezler geliştirmek… Biz bu konuda Algılama Yönetimi’nin ardından yayınladığımız üç kitapta, Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir, Vazgeçmek Özgürlüktür ve İktidar Yalnızlıktır’da bir nebze olsun yol almaya çalıştık… Koşmak isteyen tüm iletişimci dostlara ise, hem şahsen hem de kitabın yazara düşen gelirlerini bağışladığımız Bersay İletişim Enstitüsü olarak her türlü desteği vermeye hazırız… Olduğunuzla göründüğünüz arasındaki farkları ortadan kaldırmanıza belki küçük, ancak önemli bir katma değer teşkil etmesi dileği ve saygılarımla… Ali Saydam Kemerburgaz, Ekim 2012


12 Alg覺lama Y繹netimi


Prof. Dr. James E. Grunig’in Önsözü

13

Prof. Dr. James E. Grunig’in Önsözü

M

art 2009’da İstanbul’da, Bersay İletişim Enstitü­ sü’nün sponsorluğunda gerçekleşen, halkla ilişkilerde weltanschauung (dünya görüşü) konulu konferansların sonuncusunu verme şerefinde bulundum. Bu konferans Türkiye’ye yapmış olduğum ilk seyahatim sırasında gerçekleşti. Şunu belirtmeliyim ki, Türkiye’ye gitmeden önce Türkiye ve Türkiye’deki halkla ilişkiler hakkında pek az bilgi sahibiydim. Karşılaştıklarımdan oldukça etkilendim. Bersay İletişim Danışmanlığı’nın Türkiye’deki en büyük iletişim firması olduğunu ve bu firmanın kurucusu ve yöneticisi olan Ali Saydam’ın Türkiye’nin önde gelen iletişim danışmanlarından biri olduğunu öğrendim. Bir halkla ilişkiler firmasının, dünya görüşünün halkla ilişkilerdeki rolü gibi akademik ve belli bir kesime hitap eden bir konuyu ele alarak, bu konu ile ilgili olarak düzenlenen altı aylık bir konferans serisine sponsorluk etmiş olması doğrusu beni çok etkiledi. Bersay’ın pek çok çalışanı ile akşam yemeği yeme ve fikir alışverişinde bulunma şansı yakaladım ve sohbetimiz Amerika’da bu alandan mezun insanlarla gerçekleştirdiğimiz halkla ilişkiler konulu seminerlerle eşdeğerdeydi. Bir başka öğle yemeğinde ise, Türkiye’nin önde gelen kurumlarında görev yapan pek çok üst düzey iletişim yöneticisi ile tanıştım ve yapmış olduğumuz konuşmalar bana Arthur Page Topluluğu’nda (bir Amerikan, üst düzey kurumsal iletişim yöneticileri topluluğu) gerçekleşen bir toplantıyı anımsattı. Ayrıca, Halkla İlişkiler ve İletişim Yönetimin-


14 Algılama Yönetimi

de Üstün Başarı adlı kitabımın Türkçe’ye çevrilmiş ve belli ki yaygın bir şekilde okunuyor –ve umuyorum faydalanılıyor– olmasına epeyce şaşırdım. Kısacası, İstanbul’da hem halkla ilişkiler ile ilgilenen gençler hem de üst düzey iletişim yöneticileri ile görüşmek, bana kendimi tamamen evimdeymişim gibi rahat hissettirdi. Özellikle Ali Saydam ile tecrübeleri, halkla ilişkiler konusundaki teorileri ve uygulamaları hakkında yaptığımız konuşmalar oldukça tatmin ediciydi. Çift taraflı simetrik iletişim, diyalog, sosyal paydaşlara saygı gösterme, sosyal sorumluluk ve etik, halkla ilişkilerde akademik araştırma kadar araştırma ve değerlendirmenin de önemi gibi, halkla ilişkilerin yönetimdeki stratejik rolü konusunda hemen hemen aynı dili konuştuğumuzu ve aynı prensipleri uyguladığımızı gördük. Her ne kadar benzer şekilde düşünsek de, Amerikalıların ve Türklerin farklı kültürlere ve tarihlere sahip olduklarını unutmadım. Halkla ilişkiler konusunda benzer şeyleri düşünüyor olsak da, düşünüş ve davranış tarzlarımızda her zaman ince farklar olacaktır. Ali Saydam, disiplinin teorisi ve dilinin büyük bir kısmının Amerika’da doğmuş olması sebebiyle, İngilizce kelimeler kullanmaksızın halkla ilişkiler konusunda bir kitap yazmanın kendisini zorladığını belirtti. Ali kitabında, Amerikan konseptleri ile konuşan bir Türk’ten ziyade, bakış açısı yönetimini bir Türk olarak düşünüp açıklamaya çabalamış. Ayrıca, bu kitabı okuyup, tercih etmiş olduğum disiplini bir Türk’ün bakış açısından anlamaya çalışmak benim için oldukça heyecan vericiydi. Kitabı okurken, Ali Saydam’ın bilgisi, tecrübesi ve pratik konulardaki becerisini teori ile dışavurumundan oldukça etkilendim. Kendisi teorinin, pratikten çok daha zor olduğunu belirtiyor. Ve buna binaen, tecrübeli bir halkla ilişkiler pratisyeninin, teoriye hükmedip, onu deneyimlediği şeyi açıklamak ve yorumlamak için kullanabileceğini söylüyor.


Prof. Dr. James E. Grunig’in Önsözü

15

Şahsen ben, global olarak halkla ilişkilerin doğasını açıklamak için genel prensiplerin yanı sıra özel uygulamaların bir arada olduğu bir teoriyi savunuyorum. Bu tarz bir teori, soyut olarak, halkla ilişkiler konseptlerinin pek çok kültürde, politik ve ekonomik bağlamda ortak olduğuna işaret eder. Aynı zamanda bu genel konseptler farklı alanlarda farklı şekillerde uygulanmalıdır. Bu yüzden, bu anlamda halkla ilişkiler farklı ülkelerde, pek çok ortak ve farklı özelliğe sahiptir. Bu nedenle, bu kitabın altbaşlığı olan “Türkiye’deki Yabancı Yatırımcılar ve Yöneticiler İçin İletişim Rehberi” ayrıca önem kazanmaktadır. Halkla ilişkiler uzmanları ve onların Türkiye dışındaki ülkelerden müşterileri, bu kitabı rahatlıkla okuyup ondan faydalanabilirler. Aynısı, Türk iletişim firmalarının yurtdışından gelerek, Türkiye’de iş yapmak isteyen yabancı müşterileri için de geçerlidir. Teorik konseptleri Türk meslektaşları için olduğu gibi, onlar için de genel geçerdir. Fakat bu konseptlerin Türkiye’de uygulanış biçimi tamamen ‘Türkçe’dir. Bu kitapta tartışılan genel konseptler ve özel uygulamalar, Türkiye’de yatırım yapmak veya herhangi bir alanda iş yönetmek isteyen herkes için oldukça önemli. Bu önemli kitabı, Türkiye’de orijinal dilinde yayınlanmasının hemen ardından, İngilizce olarak okuma şansı elde edebilmiş olmak benim için keyif verici oldu. Türkiye’deki halkla ilişkiler konusunda ufkumu genişletti ve bana Türkiye’deki halkla ilişkiler konusunda önde gelen düşünürlerden birinin fikirlerini öğrenme fırsatı tanıdı. Bu kitabı bilim adamlarına, öğrencilere, halkla ilişkiler konusunu hem genel hem de özellikle Türkiye’deki uygulanışıyla öğrenmek isteyen tüm yöneticilere şiddetle tavsiye ediyorum. James E. Grunig Professor Emeritus, Department of Communication, University of Maryland College Park, Maryland, USA


16 Alg覺lama Y繹netimi


Kimbilir…

17

Kimbilir…

Habe nun, ach! Philosophie, Juristerei und Medizin, Und leider auch Theologie Durchaus studiert, mit heißem Bemühn. Da steh ich nun, ich armer Tor! Und bin so klug als wie zuvor; Ben ki felsefe, hukuk ve tıp ve bir de –ne yazık ki– teoloji tahsil ettim nice meşakkatlerle. Şimdi, ben, o acınası ahmak, Daha önce ne denli akıllı idiysem, şimdi de öyleyim. Johann Wolfgang von Goethe (Faust, Erster Teil, Nacht)

AY 2


18 Alg覺lama Y繹netimi


Kimbilir…

Ç

19

ocukluğum Feneryolu’nda geçti. Babam devlet memuruydu. O zamanlar devlet memurları ‘orta halli’ denilen sınıfa dahildiler. Babam, ağabeyim gibi beni de Alman Lisesi’nde okutabiliyordu. Oysa arkadaşlarımın çoğu Saint Joseph’e gidiyordu. Ben de onlarla aynı liseye gitmek istemiştim. Giriş sınavını dördüncülükle kazandıysam da hem ikinci çocuk nedeniyle alacağı indirimden ötürü, hem de ağabeyimin kitaplarından yararlanabilmem amacıyla babam beni de Alman Lisesi’ne gönderdi. Kendisi yüksek öğrenimini Fransa’da yapmış olduğu halde, Alman kültürünün bir gün dünyada çok önem kazanacağına inanırdı. Muhtemelen aldığı kararda bu inancının da azımsanamayacak bir payı vardı. Her ayın ilk günü eve baklava veya benzeri tatlılardan alınırdı. Evde kaç kişiysek, ancak o kadar sayıda meyve girerdi eve. Kimseye bir kuruş borcumuzun olmaması ile övünen bir adamdı babam. O zamanlar ne bilgisayar vardı, ne televizyon, ne de VCD veya DVD... Bana oyuncak alındığını pek hatırlamam. Neredeyse tüm oyuncaklarımı kendim üretmek zorundaydım. Bilyeli tekerlek alamadığım, üstelik onları tahtadan yapmak zorunda kaldığım için Selamiçeşme Köprüsü’nden aşağıya saldığım arabamın tekerlekleri ikide bir cayır cayır yanardı. Sünnet düğünümde hediye edilmiş olan küçük mavi bi-


20 Algılama Yönetimi

sikletimi her zaman kendim tamir eder, patlayan lastikleri ise yama tutmayıncaya dek sıcak yamayla onararak kullanırdım. Bu yüzden bisikletime gözümün içi gibi bakardım. Tabancalarımı kendim üretir, sık sık dikişleri açılan futbol topumu kendim diker, altı delinen lastik ayakkabılarımı babamın Quadrat lastik fabrikasından getirdiği zamkla yapıştırıp, yapışkanlığından eser kalmayıncaya kadar giyerdim. Ailenin en küçük çocuğu olduğum için bakkaldan her türlü alışverişi yapma işi bana aitti. Kılıçlarımızı da, çitlembik çekirdeği attığımız patlangaçları da o zamanlar biz çocuklar kendimiz üretirdik; pek tabii ki voleybol sahamızı da. İtiraf etmeliyim ki, bahçemizdeki çardağın köşe direğine yerleştirilmiş dibi çıkık bir çürük tencerenin, asıldığı o yere iyice çakılması işinde ağabeyimden yardım almıştım. Basketbol yıldızlığına giden yolda çürük tencereden topu geçirmek için saatlerce süren çalışmalarımda da beni yalnız bırakmayan yine sevgili ağabeyimdi. Böylesi durumlar dışında, ihtiyaçlarımın çoğunu hep tek başıma karşıladığımı söyleyebilirim. Belki de bu yüzden sonradan yatılı olarak okuyacağım İstanbul Erkek Lisesi’nde ve İsviçre’nin Bern kentinde yaşamımı nispeten rahat geçirdim. Ne garip değil mi, belki yine bu yüzden olmalı ki hep yalnız kalmaktan korktum. Elbette böyle olmasını ben istediğim için değil, olaylar böyle olmasını istediği için... Galiba bu kez de olaylar böyle olmasını istediği için bu kitabı yazdım. Hem çocukluğumdaki gibi bir oyuncağa ihtiyaç duyduğum, hem de yalnızlıktan korktuğum için... “İhtiyaç duyduğum için” diyorum; çünkü yıllardır bu konu üzerinde yoğunlaşmış olmama karşın kendimi tam olarak ifade etmeme yetecek miktarda referans kaynağını bir türlü bir araya getirmeyi başaramamıştım. ‘Algılamalar’ ve ‘algılar’ en nihayet insanın en önemli iki yanıyla, yani onu diğer varlıklardan ayıran kendine özgü iki seçkin yetiyle ilgiliydi: ‘akıl’ ve ‘gönül’ ile.


Kimbilir…

21

Ne yazık ki bu iki yetiyi hem haklarını vererek, hem de biri lehine diğerini ihmal etmeksizin aynı özenle ele alıp algılama yönetimini bu esaslardan hareketle inşa eden bir tek, evet bir tek öğreti metnine rastlayamamıştım. *** İletişim ‘çok yönlü’ ve ‘uygulamalı’ bir bilim alanıydı. Bu da bana bir avantaj sağlıyordu. Yılların deneyiminden ve bilgi birikiminden cesaret alarak algılama yönetimi konusunda elimde toplanmış malzemeyi çevremdeki değerli kimselerle, önce çalışma arkadaşlarımla, sonra öğrencilerimle, daha sonra danışmanlık hizmeti sunduğum müşterilerimle ve nihayet çeşitli dönemlerde verdiğim konferanslara gelen katılımcılarla paylaşmaya başladım. Bu süreç içerisinde gittikçe daha da sistematik hale gelen bu yöntemi arkadaşlarımla uygulama alanına aktarıp farklı sınamalardan geçirdikçe, gözardı edilemeyecek derecede başarılar elde ettiğimizi gördüm. İletişim, genellikle sadece ‘akıl’ boyutuyla ele alındığı için, sözüm ona ‘evrensel’, fakat aslında sadece ‘egemen’ (yaygın ve geçerli) ilkelerin etkisi altında ele alınıyor ve ister istemez yine bu anlayış çerçevesinde hayata geçiriliyordu. Oysa bütün karar alma ve ikna süreçlerinin etkin kuralları, yadsınamayacak bir biçimde insanın gönlünde ve vicdanında cereyan etmekteydi. İşte tam da bu yüzden iletişimin özü asla ‘evrensel’ olmayıp, tersine insanın ‘kayıtları’, ile ilgiliydi ve hatta en derin boyutuyla ‘yerli’ ve ‘milli’ denebilecek bir özellik taşımaktaydı. Bu tespitlerimi ilk kez ve yüksek sesle dile getirdiğimde, ben dahi kendi sesimden ürkmüştüm. Çünkü basın bültenlerinin nasıl yazılacağından krizlerin nasıl yönetileceğine, beden dilini kullanma tekniklerinden çalışanlarla iletişim kurmanın farklı yollarına, liderlerin konuşmalarının kaleme alınma kurallarından hedef kitle tanımına kadar her


22 Algılama Yönetimi

türlü kavram ve terimin tercüme edildiği ABD kaynaklarının neredeyse alanın tamamına damgasını vurduğu bir ortamda, “kendi oyuncağını kendin yapmak” gibi son derece çocuksu bir saflıkla yola çıkmıştım. Oysa mevcudiyetlerini “küreselleşme, evrenselleşme ve ‘küresel’ (üç boyutlu) düşünüp ‘dairesel’ (iki boyutlu) hareket etme” gibi prensipler aracılığıyla anlamlandırıp, tüm referanslarını Batı’dan alan ve koşullar ne denli farklı olursa olsun kendilerini bu referanslara göre tanımlamakta ısrar eden bir çoğunluğun karşısında ezilip gitmek işten bile değildi. İşin daha da tuhaf olan ve tuhaflığı ölçüsünde dikkat gerektiren yanı, iletişim olgusunun ‘akli’ boyutunun gereği, yerkürenin her tarafında geçerli olabilecek temel ilkelerden ve yıllar içerisinde oluşmuş zengin birikiminden yararlanma zorunluluğuydu. Fakat sonucu asıl belirleyen, işin ‘akıl boyutu’ değil, tersine bir araya gelip algılamanın ve algıların esas temelini atan, ‘gönül’ ve ‘vicdan’ boyutuydu. Vicdanı ve gönlü sadece akılla yönetmeye kalkışmak ise, ulaşılmak istenen başarıyı, tek kelimeyle bir felakete dönüştürebiliyordu. Son on beş yıl boyunca teori ile pratik arasında kurmaya çalıştığım köprünün inşası yolunda yeterince çaba harcadıktan sonra, tıpkı Feneryolu günlerinde yaptığım gibi kendi oyuncağımı yine kendi başıma üretme zamanının geldiğine kanaat getirmiş olmalıyım ki, en sonunda kalemi elime alma cesaretini gösterebildim. Ne var ki yalnız kalma ve kimbilir belki de yalnız yola çıkma korkusu, bu çocukça cesaretime karşın bir türlü peşimi bırakmadı. Ben de yazdığım metnin bölümlerini, hem biraz bu korkunun önüne geçebilmek, hem de böylelikle bayırdan aşağı kendimi gönlümce salabilmenin icazetini kendilerinden koparabilmek amacıyla ve biraz da çekine çekine ustalarıma okuttum. Doğrusu, kendilerinden ‘kısmen’ icazet almayı da başardım. ‘Kısmen’ diyorum, çünkü özellikle bazı bölümlere


Kimbilir…

23

işaret ederek “Sakın bunları yayınlama!” diye sıkı sıkı tembihte bulunmayı ihmal etmediler. Ben ise yazdıklarımı bu sıkı tembihlere rağmen tümüyle yayınlıyorum; zira bağışlanacağım umuduyla birlikte açıkça söylemek zorundayım ki, çoğunluğun arzularına uyarak farklı ve yeni şeyler ortaya koymak kesinlikle mümkün değildir. Algılama Yönetiminin Temel Kuralları ile ilgili olarak bu kitapta dile getirmeye çalıştığım görüşler, her zaman tartışılmaya ve geliştirilmeye açıktır. Çünkü üretim araçları, ürünler, üretim ve hizmet süreçleri, iş yapış biçimleri ve bütün bunları belirleyen ‘pazar’, dehşet verici bir hızla değişmekte. İletişim de bu değişime ister istemez ayak uydurmak, pazarın reel ihtiyaçlarına yanıt vermek durumundadır. Elinizde tuttuğunuz bu kitapta, iletişimin ‘akıl ve gönül penceresi’ olduğuna inandığım algılama yönetiminin üzerine çekilmiş kalınca perdeyi kendimce aralamaya çalıştım. Gelin şimdi bu kalın perdeyi ardına kadar açmaya ve iletişim dünyasına bu pencereden birlikte bakmaya çalışalım. Kimbilir belki o zaman sadece benim değil, sizlerin de varsa yalnızlık korkunuz büyük ölçüde geçecektir. Kimbilir...



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.